Candaroğulları Beyliği

Candaroğulları Beyliği

1301'den sonra eski adı Paflagonya, şimdiki adı Kastamo­nu olan ve Sinop'da kurulmuş bulunan beyliğin adı, Şem-seddin Yaman Candar'dan geldiğinden, Candaroğulları den­miştir. Şemseddin Bey Selçuklu kumandanlarından idi.

Selçuk hükümdarı Mesud, Moğolların yardımıyla kardeşi­nin üzerine gitmiş ancak savaş sonunda kardeşinin adamla­rına esir olmuşsa da, Şemseddin Yaman Candar adlı komu­tanın emrindeki Selçuklu birliği Sultan Mesud'u kurtarmayı başarmışlardı. Bu hizmete karşılık adı geçen komutana, Mu-zafferüddin Yavlak'm elinden alınan Eflani ve civarı verilmiş, Kastamonu'yuda Yavlak Aslan'ın oğlu Mahmud bey'e yar­dımlarının mükâfatı olarak vermişlerdi.

Şemseddin Candar'm ölüm târihi tam bilinmemekle bera­ber, ondördüncü asrın başlarında olduğu tahmin edilmekte­dir. Çünkü; Babasının yerine Eflani Bey'i olan Süleyman Pa­şayı, 708/1308'de ani bir baskın ile Kastamonu Beyliğini basmış, sarayında yakaladığı Mahmud Bey'i katletmiştir. Bu bakımdan enaz 1308'den önce vefat ettiği düşünülebilir Ya­man Candar'ın. Böylece Kastamonuya da sahip olan Can­dar'm oğlu aynı zamanda kurnaz biri olduğundan, hem İl­hanlı hâkimiyetini tanımış hem de İlhan Ebu Said hân adına para kestirirken, Sinopda Bey'liğini sürdüren Pervâneoğulia-rından Gazi Çelebi'yi hâkimiyeti altına almış ve Çelebinin ve­fatı üzerine Sinop'uda kendi topraklarına katmış ve idaresini büyük oğlu Giyasüddin İbrahim'e vermiştir.

Safranbolu'yuda ele geçirip orayıda ortanca oğlu Ali Bey'in idaresine vermiştir. İbni Batuta; 1333'deki Anadolu gezisi esnasında Kastamonuya uğradığında, yetmiş yaşların­daki Süleyman Paşa ile görüşmüştür. Süleyman Paşa, İlhan Ebu Said'in ölümü üzerine istiklâlini ilân etmiş ve kendi adı­na para bastırmıştır.

Paşanın oğlu ibrahim Sinop Beyi olarak, isyan etmiş ve Kastamonuyu işgale muvaffak olmuştur. Süleyman Paşanın Ölümü hakkında bilgi sahibi olunmadığı gibi, oğlu İbrahim Bey hakkında da malumat pek kıttır.



Candaroğulları Bölünüyor


Babasına isyan eden İbrahim'in bu davranışı herhalde iç-teniçe bir yara olmuşki, bölünmekten nasibini almışlardır. Bunların oğullarından olan Kötürüm Bayezid adlı bey, hem Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin hem de, Sultan Murad ile didişmekten kendini menedememiştir. Kendi yerine oâiu İskender Beyi hazırlarken diğer oğlu, Süleyman Bey kardeşi İskender'i katlettikten sonrada soluğu 1. Murad'ın yanına sı­ğınmakta buldu. Burda da rahat durmamış padişahı, babası­nın üzerine sevk etmeğe çalışmıştır. Bir miktar Osmanlı as­keriyle Kastamonuya gelen Süleyman Bey, babasının Sinopa kaçmasını mecbur kılmıştır. Kastamonu Bey'i olan İskender Bey, babasının da Sinopda beyliği devam ettirmesi hasebiyle bölünme işi tamamlanmıştır. Kastamonu baba-oğul arasında bir defa daha el değiştirmiştir. Bu arada 2. Süleyman Bey; 1. Murad'ın kardeşi Süleyman Paşanın kızı ile evlenmiştir.

Kötürüm Bayezid 787/1385'de vefat etmiş ve Sinop'daki türbesine defnolundu. Bu akrabalık, Osmanlı'nın gerek Ko-sova savaşında gerekse, Yıldırım'ın Anadolu beylikleri üzeri­ne seferinde bu beyliğin yardımını yanında bulduğu görülür. 139 Vde Yıldırım, Süleyman Paşa'nın savaşda ölmesi üzerine Candar Beyliğinin Kastamonu ayağını Osmanlıya ilhak et­miştir. Sinop'un o sıradaki hükümdarı İzzeddin İsfendiyar Bey, annesi tarafından Osmanlı sülâlesine mensubdur ve Kö­türüm Bayezid, Orhan Gâzi'nin oğlu Süleyman Paşanın kızlarından Sultan Hatun ile evlenmiş ve İsfendiyar Bey bu izdi-vacdan dünyaya gelmiştir. Bu bakımdan Sinop tarafına hü­cumdan istinkâf eden Yıldırım, Kıvrım Yolunu hudud saymış­tır.

Ankara savaşı sonrasında Timur'a hürmet sunanlar ara­sında da yer alan İsfendiyar Bey, bunun mükâfatını Kasta-monuda dahil olmak üzere, bütün Candar topraklarının sahi­bi olmak sureti ile görmüştür. Devri fetret'de İsfendiyaroğul-lan İsa ve Musa Çelebilere yakınlık duymuş ve desteklemiş­lerdir. Ayrıca Karamanoğluna da hayli yakın durmuştur.

Artık İsfendiyaroğullanyla, Osmanlı arasında daima zıddi­yet olmuştur. Fâtih Sultan Mehmed'in 865/1461'de Sinop ve Kastamonu'yu zapt ederek bu beyliğin kol ve kanadını buda-mıştır. Ellerinden beylikler alınmış fakat İsmail Bey'e Yenişe­hir, İnegöl tarafları verilmişse de, bu zâtın Rumeli tarafında bir bölgeye tâlib olması yerine getirilmişti Filibe hükümranlı­ğı verildi. Burada pek güzel hizmetler ve vakfiyeler meydana getirdi. Bunun oğlu Hasan'a da, Bolu sancağı ihsan olunduydu. Kardeşinin yerine Candar Beyi oian Kızıl Ahmed Bey, Trabzon seferinden avdeti esnasında elinden Candar Beyliği alınmış ve Mora sancağı kendisine tevcih olunmuştur. Böyle­ce Candaroğulları, dolaysıyla İsfendiyaroğulları târih sayfala­rında bir ad olarak yerlerini almışlar ve saltanatları sükût et­miştir.



Candaroğulları Çizelgesi


Melik Arslan ı Şemseddin Yaman Candar - Şucaüddin Sü­leyman Paşa Emîr Yakub - Ali Bey Çoban Bey Gıyasüddin İbrahim Emîr Adil Bey - Celâlüddin Bayezid - İzzeddin İsfen­diyar Bey 2. Süleyman Paşa - Kasım Bey Tacüddin İbrahim Bey - Kemaleddin İsmail Bey Hatice Sultan Kızıl Ahmed Bey - Hasan Bey Şehzade Ahmed Mehmed Mirza Paşa Muhterem okurlarım; yukarıya özetlemek suretiyle kendi­lerinden bahsettiğimiz Anadolu Beylikleri, bu gün milletimi­zin varlığının ve bütünlüğünün özünü teşkil ederler. Bu ba­kımdan beyliklerin rekabeti her nekadar insanın yaradılışın­da var olan "ben, değilde neden o" sorusunu sorduran man­tık, ahaliden ziyade, beyliği kuranların ve ona yakın olan üst derecedeki ulemâ, ümera vüzera, yâni bu günkü dille söyler­sek, âlimler, kumandanlar vede bakanların kendilerine aittir. Tâbiler, tâbi olduklarının yönetiminde yaşarlar. Bu yaşama savaşlarda veya sulh zamanlarında acı ve tatlı olarak geçer, ancak böyle millet olunur. Her bir beylik, bu hususda elinden geleni yapmış, Anadolu Selçuklu İslâm devletinin üzerine bir çekirge sürüsü gibi musallat olan Moğol orduları, daha önce­leri, Cengiz'in yok ediciler topluluğu, Buhara ve diğer islâm topraklarını ve müslümanları hunharca öldürüp, işkencelere gark etmişse ve koskoca bir medeniyetin bel kemiği olan il­im adamlarını ve onların değerli çalışmalarının sergilendiği alan olan kütüphaneleri yakıp, yıkan nice kitapları, tek nüs­ha yazılmış ve yazarının artık dünyadan elinin eteğinin çekil­miş olmasından, belki bulunmuş bir tiryakı (ilacı) haber ve­ren formülü yok eden fahiş zihniyet gibi, daha ziyade işi, is­lâm düşmanı Bizansı kontrol etmek ve onun izmihlalini bek­lemek ve müjdei peygamberiyi hakikat kılma gözcüsü olma şerefini yaşamak isteyen Selçuklu ecdadımızı yol kesen hay­dut gibi haraca verip, yurdunu âteşe salan hâin Moğolun ta­sallutundan kurtulmak için bir araya gelmektense, biribirile-riyle mücadele etmeyi tercihleri yukarıdaki sorunun zebunu olmuş, üstteki beylik yönetim kadrosunun hatasıdır.

Çünkü; o soru bunların basiretini, ferasetini iğdiş etmiş oluyordu. Dikkat buyrulursa; Hz. Mevlâna (Mollâi Rûm)'un torunu Glu Arif Çelebi'nin, her beylikden bahsedişimizde o beyliği ziyaret ettiğini ve konuşmaların münderecatı hakkında, bir bilgiye hususen temas edildiğini göremiyoruz. İşte bu seyahati ben toparlanışı göz önüne aldığımda, milletimizin islâm büyüklerine, velî ve dervişlerin nasihatlarına olan ita­atini, göz önüne aldığımızda bir organizasyonun tezahürü olarak düşünüyor ve Osmanlı Beyi, Sultan Osman Gâzi'nin, Şeyh Edebali'nin evindeki gördüğü rahmanî rüyanın, bu yü­ce velî'nin tebliğ turuyla birlikte mütalaa olunduğunda, ta­savvuf dünyasının, ötelerin ötesinin inancından bir nebze olan divân-i mâneviyyeden irâde buyrulan tebşir-i manevîyi Arif Çelebinin bir hizmetkâr-ı din olarak yaptığını ileri sürdü­ğümde, karşı çıkacak hususlar ne kadar önemlidirki?

Bütün bunların karşısında, takdir-i tecelli devlet-i islâmiyenin temsilcisi olarak Osman Gazi evlâdları, Kayı Boyu men­suplarına teveccüh etmişse, kul'a düşen, bu vazifeliye omuz vermektir ki, böyle olmayı da Kosova sahrasında asakır-i müslimin ve beylikler hamdolsun gerçekleştirmişlerdir.

1319'da ekilen beraberlik tohumlan, kâfirlerin karşısında hayat-memat meselesini teşkil eden Kosova savaşı, seksen sene sonra zaferle gerçekleşirken, tohumların, inanç ormanı­na döndüğünü gösteren bir İspat vesikası olarak kabul edil­melidir. Her beylik, bu kutsal görevi taşıma hissiyle yapaca­ğını yapmış, temsiliyyet yukarıda dediğimiz gibi, âl-î Osmâna nasib olmuştur.
Top