ihya.org
Yavuz Sultan Selim
Yavuz Sultan Selim Han
Padişahlık Sırası 9
Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 74
Cülûsu 24 Nisan 1512
Babası Sultan II. Bâyezid Hân
Annesi Âişe Hatun
Doğumu 10 Ekim 1470
Vefâtı 22 Eylül 1520
Kabri İstanbul Sultan Selim Camiî Bahçesindedir
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu. Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askerî sevk ve idâre ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine gönderildi.
Yavuz Sultan Selim'in Vefatı
Yavuz Selim'in vefatına sebeb olan rahatsızlığın Şir Pençe ismi verilen bir çıbanın acıya tahammül edilemeyip sıktırıl-masından meydana geldiği bir vakıadır. Biz şimdi üç sene evvele dönerek Tacüt Tevarih sahibi Hoca Saadeddin Efendiyi dinleyelim:
Babam (Hasan Can) anlattı ki; Saray hocalarından Molla Şemseddin adlı bir zatı muhterem vardı ki teheccüd namazı kılar ve seyrü sülük deryasında kulaçlar atmakla tanınmış idi. Çok seri yazı yazar bir Mushaf-ı Şerifi on günde tamamlar idi. Kendisine Padişah Hazretleri bir Tarih-i Vassaf sipariş buyurmuşlar ve kaç günde bitirebileceğini sorduklarında: Molla Şemseddin Efendi 25 günde tamamlayacağını bildirmiş ve dediği günde tamamlayabilmek için gayretle yazmaya başlamıştı. Fakat çok sevilen ve sayılan bir zat olduğundan dolayı ziyaretçisi çok oluyor, vazifenin yetşitirilemesi için sebeb zuhur ediyordu. Bu sebebten odasının kapısını parmaklıkla kapatmış ve içerden kilitlemek suretiyle bu ziyaretlerden dolayı işin gecikmesini önlemiş ve suratla yazı yazıyordu.
Yavuz Sultan Selim'in Sadrıazamları ve Şeyhülislâmları
Yavuz Sultan Selim'in Sadrıazamları Ve Şeyhülislâmları ise; şu zevaddır. Ancak buna geçmeden evvel diyelim ki, hilafetin Osmanlıya geçmesinden sonra şeyhülislâmlık makamı ihdas olundu, halbuki daha önceleri de Osmanlı devletinin idaresinde islâmın esas olduğunu hatırlatalım ve bu meseleleri idare eden ve çözen ehil kimseler vardı ve sayılanda az değildi. Ancak; Şeyhülislâmlık makamı, hilafet makamının, ayrılamaz bir danışmanlığı olduğunu hatırlatarak söyleyelimki sadrıazamlarla beraber şeyhülislâmların da görev târihlerini bu satırlarda vermeye çalışacağız.
Yavuz Sultan Selim'in Hanımları ve Çocukları
Yavuz Sultan Selim'in Hafsa Sultan adlı hanımı, güzelliğiylede bilinen başkadınıdir. Kaanuni Sultan Süleyman'ın annesi olduğu gibi kızlarının da annesidir demektedir Çağatay Ulu-çay. Bu hususda Oztuna ise, Ayşe Hafsa Sultan olarak tanıtır ve Yavuz Selim'le izdivacını 1494'de Trabzonda yaptığını ifade eder. Hatice, Fatma ve Hafsa sultan hanımları doğurmuş olduğu gibi Kaanuni Sultan Süleyman'ın da validesi olduğunu, Vâlidesultan'lık da yaptığını ilâve eder. 1520'de başlayan, vâlidesultanlik dönemi kendisinin 1534'deki vefatıyla sona erer ve kocası Yavuz Selim'in türbesinin yanına defnolunur, oğlu Kaanunide annesine birtürbe yaptırır. Bu türbe; 1892 İstanbul'da şiddetle hissolunan zelzelede yıkılmıştır. Üluçay, Hafsa Sultan'ın kocasına yazdığı mektuplardan Yavuz'un başka hanımları olduğunu ortaya koyuyor. Edirne'ye yakın, Hafsa kasabasını ihya etmiş olup adı verilmiştir. Ayrıca bir de külliye yaptırmıştır.
Yavuz Sultan Selimin Son Faaliyetleri
Yunus Paşa'dan sonra sadrazamlığa tayin olunan Piri Paşa çok gayretli ve faziletli bir insan olarak çalışmalara başladı. Donanmanın imarına büyük ehemmiyet verildi. Birtakım sefer hazırhkan yapılmaya başlandı. Seferin Rodos veya İran'a olduğun tahmin eden tarihçiler vardır. Fakat aynı tarihçiler, bir gün Padişah Hazretleri Piri Paşa'ya barut stokunun ne kadar olduğunu sormasını ve sadrazamaın ise dört aylık barut stokumuz bulunduğu yollu cevabını verdiği buna mukabil Padişahın ceddim Sultan Fatih Hazretleri gibi dönmek düşünmem; dediğini nakl ederek seferin Rodos'a olmadığını beyan ederler. Ve böylece seferin İran üzerine olduğu meydana çıkar.
Sorarlarsa İran üzerine yapılan seferde yolun Edirne'den geçmesi mi icab eder sorusuna şu cevabı rahatça verebiliriz. Bu üzerine gidilecek düşmanın mümkün mertebe aldatılmaya çalışmasına matuf bir örtü hareketidi, deriz.
Dönüş Yolu
Padişah Hazretleri İstanbul'a dönmek üzere yola çıkmıştı. Sadrazam Yunus Paşa ile yanyana at sürerken Padişah sordu:
— Paşa, Mısır artık arkamızda kaldı ne dersin? Yunus Paşa:
— Evet. Efendimiz askerimizin yarısının telef olduğu, pek çok meşakkatler çektiğimiz ve çalışmamızın neticesini bir vatan hainine bıraktık, bilmem ki bundan ne kazandık.
Diye cevap verdi.
İşte görüldüğü gjibi koca bir veziriazam, İki Cihan Serveri Efendimiz,Hazretleri (S.A.V.)'in emirlerini bir rüya'y1 sadıka ile dört büyük Halife vasıtasıyla bildirmiş olmasını ya kaale almamakta hele hele hilâfetin ehemmiyetini idrak edememekle ne büyük hata içine olduğunu göstermiştir. Hilâfetin Osmanlı Devletine geçmesi bütün müslümanlarm müessir bir otoriteye bağlanmalarını intaç edeceğini ya anlayamamış yahut da asırlar sonra sözde bazı mütefekkirlerin Halifeliğin bu necib millete bir yük olduğunu söyleyenlerle aynı derekâ-ta sahip olduğunu sergilemiştir.
Hilâfetin Osmanlı'ya Devri
Bağdad'da bulunan Abbasî Hilâfetinin yıkılışı üzerine Mısır Sultanları Abbasi Hanedanına kucaklarını açmışlar hem Hilâfet Makamını devam ettirmek hem de müsiümanlara karşı bir imtiyaz olarak değerlendirilmeleri için Halifeyi himaye ediyorlar idi. Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Sultanlığını lağv etmesinde Hilâfet makamında Abbasî Halifelerinin yirmincisi bulunan Mütevekkil Elallah vardı. Halifeyi ziyaret eden Yavuz Sultan Selim onun elini öptü, kendisini İstanbul'a beraberinde götüreceğni söylerken hem Hilâfeti devir alıyor hem de mukaddes emanetlerin muhafızı olmak şerefini Âli Osman hanedanına getirmiş oluyordu. Şu olayda çok dikkat edilecek bir husus vardır ki; Hilâfeti, saltanatı Osmaniyye'ye getiren zatı padişah matruş yani sakalsızdı. Hilâfetin saltanattan ayrıldığında, saltanatın kaldırıldığında bu iki makamı bir de son olarak kullanan zatı Hilâfeti Padişah Mehmed Vahideddin Han Hazretleri efe matruş yâni sakalsızdı.
Ridaniye Meydan Muharebesi
Orduyu Hümayun; çölü geçip Mısır'a dalınca Tornanbay'dan eser bulamadı. Yapılan araştırmalar neticesinde Tomanbay'ın ordusuyla beraber Kahire yakınlarında Ridaniye denilen mevkide büyük hazırlıklar yapmış olarak beklediği istihbar olundu. Ridaniye üzerine yürüyen zaferler ordusunun kılıcı kutlu padişahı, tarihin en büyük meydan savaşlarından birinin en büyük harp oyunlarından sayılan şu muazzam ta-biyeyyeyi uyguladı. Tomanbay ordusunu tam Kahire'nin önüne istihkâm etmiş, İskenderiye'den getirttiği toplarla sanki top'tan müteşekkil bir duvar vücuda getirmiş idi. Kazdırdığı hendeklere toplan yerleştirmişti. Tomanbay'ın bu hazırlıkları Kahire'nin kuzey doğusunu emniyet altına kalmşıtı. Eğer orduyu hümayun doğruca Kahire üzerine yürüyecek olursa bu hazırlıklar karşısında tutunabilmesi mümkün olamazdı. Zaferlerin aşık olduğu padişah, Tomanbay'ın araziden de istifade ettiğini görmüştü. Şöyle ki: Tomanbay'ın istihkâmlarının bittiği yerde El-Maktum dağının etekleri başlıyordu Padişah Hazretleri El-Maktum dağının sağma alarak dağın arkasından dolaştı. Ridaniye'ye güney doğudan dahil oluverdi. Böylece Tomanbay'ın ordusunu sağ cenahından taarruz etti.
Mısır Yolculuğu
Hazreti Padişah Mısır'a gitmek için çölden geçeceğini bildiği gibi çöl yolculuğunun en önemli maddesi olan suyu taşımak İçin bol miktarda deve satın aldı. Bu sırada Hüseyin Paşa bu seferin çok zahmetli olacağını belirtecek bir konuşma yaptı. Büyük azim ve karar sahibi olan Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri bu mütalâaya karşı, Hüseyin Paşa'nın cadını başına geçirdiyse de gene de hırsını alamadı. Başını boynundan canını etinden azad edip idam eyledi. Gerek Halep'te gerekse Gazze'de mağlûbiyetler almış olan Mısırlıların yeni-bir savaşı göze alamayacakları hesaba katılarak hem de müslüman kanı dökülmesin mülahazasıyla Hazreti Padişah Kahire'ye bir elçilik heyeti göndermeye karar verdi. Bu heyetin başına padişahın bendelerinden Çerkeş Murad Bey tayin edilmiş ve Hutbenin Yavuz Selim adına okunması yine paralara padişahın adı bulunmak kaydıyla ve padişaha arzı ubudiyyet etmek şartıyla idarenin yine onlara bırakılacağı bildirildi. Şunu ilâve etmek isteriz ki; Padişah Hazretleri Çerkeş olan bu Kölemenlere, Çerkeş Murad Bey başkanlığında bir heyet göndermekle ne kadar samîmi bir teklifte bulunduğunu elbette göstermiş oluyordu.
Halebe Geliş
Zeferler ordusunun kumandanılXsalış kılıcın güçlü bileği mâveniyat ordusunun mübarek eri Hazreti Yavuz Selim, Cu ma namazını Haleb'de kıldı. Hutbeyi okuyan hatip «Sahibü Haremeyn» lâkabını ilâve edince Yavuz Selim Hazretleri sır tından hilâtını çıkartıp hatibe hediyye olarak gönderirken sözleri söylemesini emir etti. «Sahibül Haremeyn değil Hadi-mül Haremeyn». Hatib hutbeyi Padişahın istediği şekilde tashih edince bütün herkes o gün de bu gün de bu Velî Sultanın İslâmî dikkat ve hassasiyetine hayran kalmıştır.
Halep'ten ayrılmadan Çömlekçizâde Kemal Çelebi'yi kadı, Karaca Paşayı da muhafız tayin etti. Bıyıklı Mehmed Paşayı da Diyarbakır'ı boş bırakmamak için geriye gönderdikten sonra kendisi Şam'a hareket etti.
Hilafeti Getiren Seferi Hümayun
Bu büyük seferi anlatmadan evvel yine Tacüt Tevarih'ten bir mukaddime ile rüyayı sadıkaya dayanan bir tebşire ehemmiyeti münasebetiyle temas etmeyi uygun gördük.
Hoca Saadettin Efendi babası Hasan Çan'dan nakl ediliyor. «Yavuz Selim Hazretleri gecelerin çoğunda uyumaz nafile namazları kılar, teheccüd namazlarını ise hiç aksatmazdı. Çoğu gecelerde de kitap okur, bazen de Hasan Çan'a okuturdu. Hasan Can bir gece yorgunluk ve rahatsızlık hasebiyle yatsıdan hemen sonra yatar ve sabaha kadar uyur.
Yavuz Sultan Selim'in Tebriz'e Gelişi
Yavuz padişah zaferler ordusunun başında Tebriz'e girdiğinde Şah İsmail'den beri zorİa Şia mezhebine meyil ettirilen ahali sevinçlere gark oldu. Çünkü onlar sahabenin büyüklerine zorla di! uzatır hale getirilmişlerdi.
Bütün camilerde Kur'an'lar okunuyor, hutbelerde dört büyük halifenin ismi zikrediliyordu. Bütün bunları Allah'ın verdiği nusret ve zaferle getiren Yavuz Sultan Selim ve onun mücahidler ordusu olmuştu.
Hazreti Padişah bin kadar âlim, şâir ve sanatkârı bir kafile olarak Dersaadet'e gitmek üzere yola koydu. Hasan Can da bu kafile ile Dersaadet'e gelmiştir.
Yavuz Selim dönüş yolu üzerinde olan Bayburt'u harben feth edince Kığı kalesi kendiliğinden teslim oluverdi. Dönüş sırasında yiyecek sıkıntısı hissediidi. Temini akça karşılığı olarak yapılmaya çalışıldı. Fakat asker sağı solu yağmalamaya başlayınca biraz da buna göz yuman Hersekoğlu Ahmed Paşa ve Dukakin oğlu Ahmed Paşa vazifelerinden alındı ve Padişahın hatırından silindiler. O senenin Ramazan bayramı namazını Niksar'da kılan Padişah bu arada Zulkadir oğlu Alâüddevle'nin üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Alâüddevle hem devletini hem başını kaybetti, tarihler Hicri 921/MiIâdi 1515 yılını gösteriyordu.
Çaldıran Meydan Muharebesi ve Neticesi
Tarihler Hicrî 920/Milâdî 1514 yılını gösterirken Osmanlı Devleti Anadolu yakasında yaptığı muharebelerde Anadolu yakasında yaptığı muharebelerde Anadolu askerini sağ cenaha Rumeli askerini sol cenaha alırdı. Eğer savaş Rumeli tarafında olursa bunun tersi yapılırdı. Sinan Paşa Anadolu Beylerbeyi olarak sağ cenahta, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa sol cenahta, merkezde Zaferler Padişahı yer almaka beraber hemen önünde Hersek'li Ahmed Paşa ve Mustafa Paşalar yer almıştı.
Şah İsmail ise kendi ordusunun sağ cenahında yer almış böylece Rumeli askerînin karşısına düşmüştü. Diyarbakır hâkimi üstadı Mehmed Han'ı ve ileri gelen kumandanlarını kendi ordusunun sol cenahına merkeze ise kendisinin baş veziri olan Seyyid Abdülbaki efendi ve Meşhur Seyyîd Şerif-i Cürcani torunlarından Seyyid Şerif bulunuyordu.
Çaldıran'a Doğru
Safevî türklerinden olup mezhebi Şia olan Şah İsmail Yavuz Selim'in tahta cülusunu tebrik için elçi göndermekle beraber Osmanlı'nın doğu hududlarında Şîi mezhebinin propo-gandasını icra etmekten çekinmiyordu. Yazdığı şiirlerin Türkçe olması hasebiyle bir çok insanın bu sapık mezhebe meyline sebeb oluyordu. Şiîlik felsefî bir sapıtma neticesi olmakla beraber aslında siyasî bir harekettir. Bu siyasetin doruk noktasına yükseldiği bu sıralarda nümayan idi. Şah İsmail esasta Ahmed Sultan tarafını tutuyordu. Fakat ehli sünnet mensubu Ahmed Suîtan'ı tutuşu cidden Ahmed Sultan'ı sevmesinden değil Yavuz Sultan Selim'e alternatif olmasındandi. Bu arada Hazreti Padişahın Bursa'ya yürüyüşü sırasında kaçan Alâed-din Şah Mısır'da vebadan ölmüştü. Ahmed Suitan'ın diğer oğlu Şehzade Murad'ı yanına almış, ondört sene süren devamlı muharebe tecrübesiyle Yavuz Sultan Seiim Hazretlerinin karşısına çıkmaya mağrur bir şekilde karar vermişti.
Ahmed Sultan'ın İdamı
Ahmed Sultan yirmibin süvari askeriyle Amasya'dan Bursa'ya doğru yola çıktı. Keşiş dağı önlerinde Anadolu Beylerbeyinin kumandasındaki Padişah kuvvetleri ile karşılaştı ve kazandı. Eğer durmayıp hemen Padişahın üzerine y'ürüseydi belki de tarih bir başka tecelli edecekti. Fakat Şeyhül Ekber Muhiddin İbni Arabî Hz.leri dememiş miydi: »Sin, Sına girdiğinde bizim kabrimiz meydana çıkar.» İşte Ahmed Suİtan'ın isminde Sin harfi yoktu fakat Yavuz Sultan Selim ismiyle o Sin harfine mâlikti.
İkinci muharebe Yenişehir önlerinde vukubuldu. Bir çok rnüslümanın kanı aktı fakat zafer ve taht Yavuz Sultan Selim'de kaldı. Esir olarak yakalanan Şehzade Ahmed Sultan cellâd Sinan'ın elinden ecel şerbetini içti ve Murad'ı Sani'nin türbesine gömüldü. Bu sırada tarihler Hicri 919/Milâdî 1513 yılını gösteriyordu.