Tarih Sayfası

Tarih Sayfası

Tarih Sayfası

Bir Fatih Masalı

Eskiler küllî olanı itinayla terkip eden bir eseri takdim ve takdir bâbında, “efrâdını câmi” ağyârını mâni’” derlermiş. Sultan Fatih deyince bir “kitap gibi adam” tasavvuru canlanır zihnimde. Zürriyeti mıstarına tarihin alınyazısı dizilmiş altın tezhipli mutenâ bir kitap. Tarih, bu, Kitab’a uygun Kitap gibi hayatın, hayatı kitabına uyduranların dünyasını tam orta yerinden nişanlayıp darmadağın edişindeki muhteşem heybete ve cazibeye adsız ve adedsiz şehîdanıyla şehadet getirmiştir.

Tarih, kökü mazide bir hâlin tercümanıdır. Sırf bunun için tarihî bir hadisenin her yönü tafsîlen izaha muhtaçtır. Ve bunun içindir ki bu yazı bir fetih masalı anlatmayacak; fetih sadece bir yönü ve neticesi olan nümune-i imtisâl bir hayatlar zincirinden bahsetmeye çalışacaktır.

Sultan İkinci Abdülhamid Han'a yapılan suikast girişimi

Diplomatik yoldan ve anarşi ile bir neticeye ulaşamayacaklarını anlayan Ermeni komiteciler, Abdülhamid Han hayatta olduğu müddetçe de hiçbirşey elde edemeyeceklerini anlayarak padişah'a suikast tertip ederek öldürmeye karar verirler.

Suikast planının tatbiki için uluslararası anarşistlerle temasa geçerler. Belçikalı anarşist Jorris İstanbul'a gelerek Padişah'ın selamlık merasimlerini takip eder.

Tarihi Kimler Yazar?

İnsanın yeryüzünde varlığını sürdürebilmesinin şartı da, tek başına bile kalmış olsa, bu gezegen üzerinde “Allah” ile ünsiyeti olan son bir kalbin var olmasıdır. Ve sonra bu dünyanın ve evrenin varlık sebebi ortadan kalkmış olacaktır.

Tarih bilincimiz, kimliğimizi inşa eden değerlerin ne kadar farkında olduğumuzla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Yeryüzünde “Allah” diyen tek bir insan var oldukça kıyametin kopmayacağına dair bilgimiz, tarihî ve güncel olaylara yaklaşımımızda bize bir rehberdir. Bu bilgiyi tarih bilincimizi yapılandırmak için kullandığımızda karşımıza çıkan sonuç, dünya tarihinin merkezinde bir başkasının değil, kesinlikle müslümanların olduğu gerçeğidir.

Yeryüzünde “Allah” diyen bir tek insanın kalmamasıyla kıyametin kopması arasındaki ilişki, bizlere öncelikle insan denen türün yeryüzündeki varlığının anlamını kavratır. Allah insanı kendisi için yaratmıştır ve diğer yarattıklarını da insan için... Böylece Allah’ın kudretinin ayetleri olarak her tarafımızı kuşatmış varlıkların biz var olduğumuz için var olduklarını, yaratıcılarından verdikleri haberi kavrama yeteneğine sahip olduğumuz için etrafımızda konumlandırıldıklarını anlarız.

Tarihte Tıbbi Araştırmalar

Tarihte, tıbbi araştırmalara dinler farklı bir şekilde yaklaşmışlardır. Ortaçağda Hıristiyanlığın bu noktada menü bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. Bu husus için Robert Brifault’un “Making of Humanity” isimli eserine (s: 190–202) bakalım. “Roger Bacon, Arapça öğrenmiş ve Arap ilimlerini tahsil etmiştir. Fakat gerek Bacon, gerek daha sonra gelen adaşı, tecrübe usulünü, dünyaya sunmuş olmak şerefini kazanmağa layık değillerdir. Çünkü Roger Bacon, İslam ilim ve usulünü, Hıristiyan Avrupa’ya nakleden havarilerden biri sayılmaktan daha ileri sayılamaz. Hatta kendisi, Arapça öğrenmenin ve Arap ilmini tahsil etmenin hakiki ilme kavuşmak için biricik çare olduğunu çağdaşlarına anlatmak zahmetini dahi düşünmemiştir. Müslümanların tecrübe usulü, Bacon’un zamanında Avrupa’da iyiden iyiye yayılmış ve sağlamca yerleşmiş bulunuyordu. Roger Bacon Oxford’da bir iki ufak ilmi deney yapmağa kalkışınca bütün Oxford hocaları öğrencileriyle birlikte ayaklandı.

Sultan İkinci Abdülhamid Han ve Ermeni Meselesi

93 Harbinin noktalandığı Ayastafanos Antlaşmasının uygulanamayacağını gören Rusya, Ayastafanos şartlarından vazgeçmiştir. Daha sonra Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 13 Temmuz 1878'de Berlin anlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın görüşmelerine İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya da katılmıştır.

Antlaşmaya göre Rusya'nın menfaatinin Ayastafanos'a karşılık çok az görülmesine rağmen yine de çok ağır şartlar taşıyordu. Meselâ 61.Maddede, Doğu Anadolu'da Ermenilerin azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde Ermeniler lehine ıslahat yapılması, aynı ıslahatın Mekedonya vilayetlerinde de tatbik edilmesi şart koşulmaktaydı. Devletin parça parça olmasını netice verecek bu hükümler Abdülhamid Han'ın çok başarılı diplomatik manevraları sayesinde asla yürürlüğe konulmamıştır.

İngiltere, Rusya ve Fransa'nın kasıtlı olarak Berlin antlaşmasına koydurdukları 61.Madde Devletin parçalanmasını hedefliyordu. Her üç ülkenin de Osmanlı Devleti topraklarında gözü vardı.

TARİHİ İYİ OKUYOR MUYUZ?

Tarih bizim için ne anlam ifade ediyor? Ferd ve toplum hayatımızda tarih, hakettiği yeri aldı mı?

Tarihi algılama, yorumlama ve değerlendirmede sağlıklı bir bakış açısına ulaşabildik mi?

Eşya ve hâdiselere yaklaşımda, bugünü ve yarını planlamada, tarih ve tarih mantığı zihin dünyamızda ağırlıklı bir mevkîye erişti mi?

Kısacası, tarihi iyi okuyor muyuz?

Bu yazımızda, daha da çoğaltabileceğimiz mezkûr sorulara doğru cevaplar aramaya, tutarlı teşhis ve tahliller getirmeye gayret edeceğiz.

Tarihle Aramızdaki Dertler

Geleceği Tarih Aynasında Görmek

Tarih ilmi her ne kadar mâziyle ilgilense de asıl maksadı geleceğe ışık tutmaya ve yön vermeye mâtuftur. İnsanlığın varlık ve bekâsının en muhkem istinad direklerinden birisini de daima tarih teşkil etmiştir. Tarihte büyük devletler ve medeniyetler kurmuş milletlerin en mümeyyiz vasıflarının başında hep tecrübeler hazinesi tarihten faydalanmaları gelmiştir. Zira, geçmişteki bütün toplum, devlet ve medeniyetlerin yükseliş ve çöküşlerinin sırrı tarih havzasında toplanmıştır. Burada tarihin yaşanılmış tecrübelerden ders alarak hâl ve müstakbeli doğru bir istikâmete oturtma noktasında kılavuzluk fonksiyonu ortaya çıkmaktadır. Tarih felsefesinin gayesi de zaten yaşadığımız ânı geçmişin ışığında anlamak ve anlamlandırmak değil midir?

İNSANLIĞIN KUTUP YILDIZI

Tarih, tıpkı bir kutup yıldızı gibi çağlar boyunca hep o muâllâ mevkiini korumuş, insanlık için en sağlam, en gür ve en isabetli kaynakların mütemadiyen önünde yer almıştır.

İSTİKBALİ MAZİYLE KUCAKLAMAK

Tarih, geçmişte kalmış anlamsız hâdiseler yığını mıdır; yoksa bugünü ve yarını inşâ edip zirveleri yakalamayı sağlayan potansiyel bir güç kaynağı mıdır? Mâziye, kendimizi avutup eğlendirecek efsunkâr hikâye ve masallar mecmuası olarak mı bakmalıyız; yoksa ayaklarımızı yere sağlam basıp istikbâlin doruklarına kanat çırpmamızı temin edecek ikmâl kaynağı olarak değerlendirip, keşfedilmeyi bekleyen bereketli bir saha şeklinde mi görmeliyiz?

Kuşkusuz, tarih, geçmiş kuşaklardan mîras kalmış; mutlu ve aydınlık bir yarını kurmada işe yarayacak emsâlsiz bir tecrübeler hazînesi, moral değerler menbağı ve kudret kaynağıdır.

Mâzinin Gücü ve Tarihle Barışmak

Will Durant, tarihin bahsettiğimiz değeri ve özelliği hakkında şu isâbetli tespitleri yapmaktadır: "Tarih, her şeyden önce bir mîrasın işlenmiş şeklidir. Gelişmişlik ise bu mîrâsı muhafaza etme, geliştirme, istifâde etme ve sonra daha zengin bir şekilde gelecek nesle bırakmadır.

Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın Önemli İcraatları

Abdülhamid Han iddia edildiğinin aksine zulme ulaşan icraatlarda bulunmamıştır. Aksine şefkatli bir idareci olarak tarihe geçmiştir. Zulüm olarak kabul edilirse yaptığı; muhaliflerini yüksek maaşlarla muhtelif yerlere sürmekten ibarettir.

Dış siyasetteki mahareti hususunda dost ve düşmanın ittifak ettiği Abdülhamid Han'ın iç siyasetteki tavrı tartışma mevzuu olmuştur.

Abdülhamid Han ürkek değil, aksine çok cesurdu. İlme ve kültüre hizmet gayeleri arasındaydı. Muazzam bir eğitim seferberliğini başlatmıştı. Yüzlerce ortaokul ve lise, binlerce ilkokul, ayrıca pek çok san'at mektepleri yaptırmıştı. Fen Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Teknik Üniversite, Tıp Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi yüksek okullar Abdülhamid Han'ın eserleridir.

Bre asıl mel'un sizsiniz siz!

Muhteşem yüzyıl dizisi tarihi mel'unlukları(!) dökmeye son hızla devam ediyor..

Dizi ilk yayına girmek üzere fragmanlara 5 ocakta gösterimde iken şiddetli tepkiler almış ve dizi ekibi ısrarla çekmeden ne bu tepki diye feryadı bastırmıştı..

Sitemizde de okuyabileceğiniz o günlerin tepkilerini haksız eleştiri olarak lanse etmişlerdi.. Aradan koskoca 19 bölüm geçti.. dile kolay 19 bölüm. hürrem sultan 3 çocuk doğurdu bu arada.. LEO ismi ile de mel'un fantaziler kurdular üstüne..

Ve kendi hayal dünyalarını öyle süsleyerek gösterdiler ki hep bir ağızdan bre bu belgesel değil dizi diye diye deve kuşu gibi kafamızı kuma gömdük..

Ancak olmuyor.. sığmıyor çalınan minareler çuvala. Yeter artık. En kutsal değerlerimiz mel'unca yüreğimizden sökülmeye çalışılıyor..

Payitaht Abdülhamid: Yunan Harbi


Her nedense, 19. yüzyılın son yıllarında Osmanlı’nın Yunanistan’la yaptığı ve kazandığı savaş tarih kitaplarımızda fazlaca yer bulmaz ve önemsenmez. Bunda başlıca sebep, Yunanistan’ın “küçük bir devlet” olarak görülmesi ve bu küçük devlete karşı elde edilen bir zaferin önemsenmeye değer bulunmayışı olsa da, büyük yıkıma sebep olan 93 harbi (1877-78) sonrasında, hem ordunun hem de yöneticilerin nispeten yüzünü güldüren Osmanlı-Yunan savaşı, hatırlanmaya ve üzerinde durulmaya değer bir olaydır.

Bu savaşın çıkmasında, şüphesiz ki on yıl öncesindeki Rus harbinin ve dolayısıyla bölgede hâkimiyet tesis etmek isteyen Rusya’nın girişimleri ve tahrikleri önemli rol oynamıştır.

Osmanlı’da yaşayan Hristiyanların insan haklarının çiğnendiği hususunda Rusya ve Batı Avrupa ülkelerinde tek taraflı bir kamuoyu oluşmuştu. Üzerine, Rusların Balkanlardaki genişleme siyaseti ile Romanya ve Bulgaristan’ın bağımsızlık istekleri ve Panslavizm akımı da eklenmişti.

II. Abdülhamid Han'ın İstanbul'u Terk Etmemesi


Bâbıali baskınıyla zoraki hakimiyetlerini tesis eden ittihatçılar, İtilaf Devletleri Donanmalarının Çanakkale’yi zorlaması ve karaya asker çıkarıp İstanbul yolunu açmaya davranması üzerine müthiş bir korkuya düştüler ve hükümet merkezini Anadolu’ya taşımayı düşündüler. Bu arada Sultan Abdülhamîd Han’a da başvurdular ve şöyle dediler: Devlet merkezinin Eskişehir’e kaldırılması ihtimali vardır. Hatta bu iş için gerekli hazırlıklar da yapılmaktadır. Şevketlû biraderiniz Sultan Reşad Hazretleri, sizi, düşman eline geçmesini mümkün gördükleri Payitahtlarında bırakmayacaklanna göre Anadolu’nun hangi köşesine çekilmek istediğinizi ve nereyi tercih buyurduğunuzu soruyorlar.

Sultan Abdülhamid'in Aşiret Mektebi



Son dönem Osmanlı devlet ricali, devletin kendini ciddi şekilde yenilemesi gerektiğinin farkındaydı. Toplumun birçok kesimi için ciddi tedbirler alınması gerekiyordu. Ekonomik meseleler, siyasî entrikalar ve ayrılıkçı hareketler bir tarafa, halkın önemli bir kısmı henüz göçebe hâlde yaşıyordu. Göçerler, yaylak ve kışlaklar arasında gelip giderken yerleşik halkın ekili arazilerine zarar veriyor, zaman zaman yağma ve baskınlar yapıyorlardı. Yerli halkın şikâyetleri kesilmiyor, ne güvenlik ne sağlık ne de eğitim için herhangi bir tedbir alma imkânı bulunamıyordu. Daha da önemlisi konar-göçer aşiretler, imparatorluğun parçalanma sürecinde yabancı güçlerin ilgi alanına girmişti.

Sultan Abdülhamid Han niçin tahttan indirildi?

Necip Fazil Bey rahmetlinin ifadesiyle: “Mesrutiyet, bir takim fikirsiz Makedonya kabadayilarinin ruhuna gem takmis ve kör hamlelerini istismara yol bulmus teskilâtli Yahudilik, Masonluk ve Dönmeligin eseridir!..” Ittihatçi çete bu sekilde Ikinci Mesrutiyet hareketini basarmis fakat zamanin pâdisahi Ikinci Abdülhamid Hân’i devirememisti!.. Hem Sultan Hamid, hem o dönemin devlet adamlari iktidarda idi!.. Halbuki gaye, ne Kanun-u Esasî’nin (Anayasa) tekrar yürürlüge girmesi, ne Mesrutiyet’in ilâni, ne de Meclis-i Meb’ûsân’in açilmasiydi... Bunlar birer vasita idi ve bu vasitalardan istifade ile Sultan Hamid devrilecek, Pâdisahin Islâm âlemindeki hilâfet politikasi yok edilecek, Devlet-i Aliyye yagma edilecekti...

KIZIL SULTAN İFTİRASI KİMİN İCADI?

Babıâli’de en nâzik makamlar Ermenilerin elindeydi. Tanzimattan beri büyük ihtirâslarla yanıp tutuşan Ermeniler, (Hınçak) ismiyle Paris’te bir cemiyet kurmuşlar, sonra cemiyetlerini Londra’ya taşımışlar ve milletlerini birleştirip sosyalizma çerçevesinde idare etmeyi gaye edinmişlerdi. İlerideki anarşist ve ihtilâlci Ermeni komitelerinin ilk nüvesi, entellektüel şekli olan bu cemiyet, güya Osmanlı Devleti’nden Ermeniler adına istiklâl istemiyor, herzamanki teraneyle «ıslahat» ve adâlet diliyordu. Rusya ise Kafkasya’daki Ermenilerin daha fazla çoğalmaması ve o yerlerin gitgide aslî Ermeni vatanı yerine geçmemesi için, sınırlarını Osmanlı Ermenilerine kapatmıştı. Bu da Ermenileri kızdırıyordu. Sultan Abdülhamîd Han o harikulade siyasî dehâsiyle bu tezatları sezdi ve Rusya’yı zaif noktasından yakalayıp onunla Ermeni meselesi üzerinde zımnî bir anlaşmaya vardı.

Top