Osmanlı Devletinde Silahlı Kuvvetlerin Durumu

Osmanlı Devletinde Silahlı Kuvvetlerin Durumu

Silahlı kuvvetler demek suretiyle kara, deniz ve hava kuv­vetleri kelimeleri, gayri ihtiyarî olarak, İnsanın dudaklarından döküldüğü görülür. Fakat; 1595'de, Osmanlı tahtına oturan 3. Mehmed'in çocukluğundan en önemli hatıra, bu padişahın sünnet düğünüdür. Bunun en bariz olanlarından biri, Saray-burnundan, hüners ahibi biri, kendisini top namlusundan, içinde bulunduğu füzemsi şekilde bir kaba denizin üzerine fır­lattırır ve hayli mesafe, uçtuktan sonra denize içinde bulun­duğu kabla birlikte kontrollü olmak suretiyle iner. İçine girdi­ği ejder şeklinde yapılmış öze! bir vasıta deniz içinde ve al­tından tekrar Sarayburnuna gelir ve hüner sahibini, açtığı ağ­zından karaya bırakır. Osmanlı ilim adamları bu gösteriyi stratejik bir silah olarak kullanma şeklinde kafa patlatsalardı. belki 4. Murad döneminde, Galata kulesi üzerinden boşluğa, yaptığı kanatlarla kendini bırakan ve Üsküdar Doğancılar meydanına inen Hezarfen, Ahmed Çelebi belki kanatlarla de­ğil Çırpıcı çayırından uçakla havalanıp, Dudullu düzlüğünde yere inebilirdi!. İşte hava kuvvetleri diyemiyoruz, çünkü tay­yare icadı henüz gerçekleşmemişti.

Tahliline çalıştığımız, 17. yüzyıl sonları ve 18. asır başları bizim askeri kuvvetlerimizin, avrupanın yapmış olduğu deği­şikliklerin hiç birine tevessül etmemiş, silahlarımızda bir te­kâmül takibine girişilmemişti. Hak ve bâtıl arasındaki mücadelenin, Hakk' tarafını teşkil eden milletimiz ve askerî siste­mimizi yönetenler gaalib gelebilmek için bir ar-ge'ye yâni araştırıcı bir faaliyete ehemmiyet vermemişlerdir. İlim Çin'de olsa senin yitik malındır diyen yüce dinimizin bu işareti ma­alesef yeteri kadar üzerinde durulmamıştır.

1453'lerde, düşman kalesi önünde lâzım gelen şekilde top dökümü gerçekleştiren, harp sanayiimiz varken, sonraları 17. asır ne de 18. asır'da hatta bu gün bile kendi silahımızı yap­mıyoruz. Yapamazmiydık? Yapardık, fakat yapmadık, şimdi yapamazmıyız? Yaparız! Fakat yaptırmayan ve ne olduğunun tesbitini yapamadığımız bir güç var ve onu milletçe tesbitten mahrumuz. Avrupa da değişen silahları, tâlim usulleri, harp silahı gibi diğer araç ve gereçler de hayli yeni buluşlarla tak­viye olunurken, bizde yeniçeri'yi belinde kılıçtan, omuzunda-ki sadak yâni ok kılıfı ve yayından ayırmak kabil olamıyor, tâlimde keçeye, pala çalmaktan vaz geçiremiyorduk.

Ordunun bu saydıklarımız hasebiyle mağlubiyet ihtimali dâima göz Önüne alındığından, padişah ordunun başında bu­lundurulmuyor serdar-i ekremlik ünvanlarıyla kumandanlar tâyin ediliyordu. Bunların başarılan bazı kişiler tarafından kjskanıldığından, kimi zamansa verdiği emirler yerine getiril­miyor, sevilmeyen adam cezalandırılırken din-i mübinin bü­tün mensupları da bu cezaya çarptırılmış olmaktaydı. Bütün bunlar bir reformu gerektirmekteydi. Bunu yapacak değerler mutlaka vardı, fakat kıskançlık, haset, bunları yapacak olan­ların birer vesile ile yine devlet adamları arasındaki kötü va­sıflı rekabet yüzünden harcanıp gidiyorlardı.

Damad Nevşehirli İbrahim Paşa; bu büyük tekâmülü sağ­layacak bir fırsatdı. Ancak; nâsib değilmişki bu büyük refor-matör hayatını, isyanı meslek hâline getirmişlerin elinde kaybederken, devlet-i âliyede bir şans getiricisini kaybetmiş oluyordu. Donanmamız, tâbir-i diğerle deniz kuvvetlerimiz verdiği işaretle deniz mekteblerine ihtiyacımızı haber veriyor­du ve 18. asır bitmeden bahriyemiz okuluna kavuşacaktı.
Top