Endülüs: Zamanın Kalbine Gök Kalemiyle Atılan İmza
Endülüs: Zamanın Kalbine Gök Kalemiyle Atılan İmza
Gırnata’ya yolunuz düşerse, elinizi Elhamra Sarayının kufi hatlarını okşarken bulursunuz. Tarihi bir yangını parmak uçlarında hisseder ve uzun bir yolculuğa çıkarsınız.
Endülüs deyince hayal değil, hayal kadar güzel ve bir o kadar dramatik, yedi yüz seksen iki yıllık bir tarihi taddan bahsetmiş oluruz. Hayatı tüm yönleriyle kuşatan, değişik haller içinde geçen bu tarihi kesit; sayfa sayfa, olay olay incelenmeyi ve anlaşılmayı bekliyor.
İlmin ve irfanın şaha kalkışı, o oranda da Batıyı rahatsız edişi ve Batı Rönesanssının itici gücü ve hızını belirleyen Endülüs’ün hüzünlü hikâyesi hala önemli ve diri olmayı sürdürüyor.
Elhamra Sarayı deyince, sadece bir saray ve çevresinde birkaç tarihi yapı düşünüyordum. Geniş bir arazi üzerine yayılmış, hakim bir tepeden Gıranata’yı seyreden, devrin hükümet merkezi kurulu. Saray çevresinde, medreseler, bahçeler, hanlar, konuk atlarına varıncaya kadar düşünülmüş her şey, eksiksiz yerini muhafaza ediyor.
Dünyanın hangi ülkesinden gelirse gelsin, her Müslüman’ı anne kucağı sıcaklığıyla bağrına basan mimari, bugün İspanya için övünç kaynağı. Şehrin, iki katlı, beyaz badanalı evleriyle uyum içindeki Elhamra, tarihten kalma güçlü bir mimari imza olarak, gücünü ve önemini artırarak sürdürüyor. Öyle bir imza ki, sökülse daha etkili konuşacak.
Varlığını kendi gücüyle koruyan, toprağın kalbine gök kalemiyle işlemiş saray: Elhamra
Çünkü gemileri yakanların öyküsünü saklıyor. Öyle bir kararlılık ki, sosyal hayata, dillerin ötesine geçerek imza oluyor. Tüm kararlı hallere önderlik ediyor: “Gemileri yakmak.”
Gemileri yakarak geldiler. Rahleyi açtılar. Gönül sofrası kurdular. Korkular hayal kırıklığına uğradı. İlim meclislerinde hakikatin sayfa sayfa idrakine dalındı. Bütün bu haller fark edildi. Çok sayıda insan Müslümanlığı seçti. Güçlü bir sosyal ve kültürel hayat, idareye de adil bir biçimde yansıyınca, güçlü atmosfer nefes alan herkesi etkiledi. Endülüs Hıristiyanlarında Arapça konuşmak/ yazmak, Arapça şiirler ezberlemek, ayrıcalıklı bir durum olarak değer gördü. Hıristiyan gençler, Müslümanlar gibi kütüphane kurmaya, sosyal hayatta, benzer davranışlar içinde olmaya özen göstermeye başladılar. Mustarip adı verilen bu insanların durumu karşısında, Hıristiyan din adamlarından kimilerinin rahatsız oldukları ve bu rahatsızlıklarını Avrupa içlerine kadar ilettiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. Dahası, kimi Endülüs Hıristiyanları, Müslümanlarla temas sonrası, üçleme inancını tartışmaya açarak, tevhid anlayışlı bir yoruma vardılar. Bütün bu haller, Endülüs’te huzurun kalıcı olmasını engelleyecek sebeplerdi. Sekiz asırlık süre içinde, 3700 savaşın olması, Endülüs’teki Müslüman varlığın oluşması, korunması ve Avrupa’nın tavrı konusunda ipuçları vermektedir.
Bir başka önemli faktör olarak, iç çekişmeleri görmezden gelemeyiz. Sıffın savaşını acılı dersi, ibret bırakmamış olacak ki, Endülüs farklı mezhep ve hiziplerin çekişmesine sahne oldu. Fetihle birlikte Emevî halifesine bağlı Emirlikken, Beylikler dönemi, Murabıtlar, Muvahhidler ve Gıranata Beni Ahmer dönemiyle son bulurken, bitiş sürecinde yirmi iki parçaya ayrılmıştır.
Endülüs deniz yoluna açık oluşuyla, dönemin kültür iletişiminin avantajlarını beceriyle yerine getirdi. Bağdat’ta yazılan eserlerin kısa bir sürede Endülüs’e ulaşması, emirlerin huzurunda kurulan serbest ilim meclisleri, Grek felsefesinin aynı yolla Avrupa’yı etkilemesini sağladı. Avrupa Sanayi devrimini etkileyen, önemli buluşların yapıldığı bu süreç, aynı zamanda, İslam dünyası için de, farklı bakış tarzlarına sahip alimlerin yetişmesine beşiklik etti. İbn Hazm, İbni Bacce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd. İbn Seb’in, İbn’l-Arabi, Kartubi Şatibi gibi, her biri alanında büyük önem arz eden isimler ortaya çıktı.
İlim yanında, müzikte, mimaride de önemli eserler verildi. Bugün hala, İspanya’nın güneyi ile Afrika’nın kuzeyi arasında, mimari birliktelik mevcuttur. Yine İspanya’nın ve Portekiz’in bir kısmında pek çok cami, mescit, köprü ve çeşmelerle, anlatıma duran Endülüs’ü bulmak mümkün.
Bu eserler içinde Kurtuba’daki, Kurtuba Ulucamii Endülüs Emevi mimarisinin özelliklerini yansıtan, sonradan kiliseye çevrilen görkemli bir eserdir. Yine Kurtuba’ya beş kilometre uzakta Medinetüz-Zehra camii, Tuleytula’da Babu Merdum Camii, Zaragoza’daki Caferiye Sarayı ve bugün yerinde katetral bulunan İşbiliye Ulucamii ve Alatın Kule ilk elde sayılacak tarihi eserlerdir.
Endülüs, farklı yönleriyle okunmayı bekleyen bir kitap olarak, önümüzde durmaktadır. Onu her ele alışta hüzün duymak ve Batıyı suçlamak Endülüs’ü anlamaya, bugüne ait dersler çıkarmaya imkân vermiyor.
Bir tespit olarak denebilir ki, Hıristiyanlığın başka dinlerle yaşama tecrübesi olamamıştır. Endülüs örneğindeki kronolojinin arka planı, bunu net olarak ortaya koymaktadır.
Tarihin her döneminde, medeniyet iddiası güden büyük ülkeler, ülkülerini taşımak adına, fetihlere çıkmışlardır. Taşıdıkları değerin, red veya taktire değer oluşu, ulaştıkları insanlar üzerinden okunabilir. İslam orduları ve yönetimleri, zaman zaman kabul dışı, uygulamalara giriştikleri söylenebilir. Ancak Endülüs örnekliğinde olduğu gibi, sistematik ve din değiştirmeyi zorlayan zulmü, hiçbir dönemde sergilememişlerdir.
Endülüs’ün finalinde, parçalanan ve beyliklere ayrılan Müslümanlar, birbirleriyle çarpışırken, ittifaklarını da düşmanlarından seçmekteydiler. Bitişin ifadesi olan bu durumun finalinde, üç seçenekten biri; terk, ikincisi öldürülmek, üçüncüsü de din değiştirmekti.
Sonuncu şık, Batının hala değiştiremediği belirgin özelliği olarak, dikkat çekiyor. Din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar, pek çok aşağılayıcı uygulamaya uğradılar. İçki içirilme, domuz eti yedirilme ve Ramazan ayında gündüz yemek yedirilme, evlerine baskın düzenleme ve benzeri uygulamalara duçar oldular. Arapça konuşmak, yazmak yasaklandı. Arapça eserler toplanıp yakıldı. Aslında Müslüman olup dinini değiştirdiğini söyleyen ve o şekilde hareket edenler Morisko diye adlandırıldı. Moriskolar, Arapça harflerle İspanyolca yazmak zorunda kaldılar. Dinlerini ancak bu şekilde muhafaza edebileceklerini düşündüler. Yazdıkları eserleri duvarların içine ve benzer yerlerde sakladıkları, evler yıkıldığında görüldü.
Yazının başına döndüğümüzde, İslam’ın yönetimi altındaki Mustarip adı verilen Hıristiyanların, yaşantıları ve hakları ile Hıristiyan yönetimin altına giren Morisko diye adlandırılan Müslümanların durumu karşılaştırıldığında, İslam ile Batı medeniyeti arasındaki mahiyet farkı anlaşılmış olur.
Gemilerin sıra dışına çıktığı iki olay hatırlıyorum; biri İstanbul’un, diğeri Endülüs’ün fethi. Birinde dağlara tırmandılar, diğerinde yandılar. İkisinde de bambaşka bir lisanla konuştular. Sıradan olmayan bir azim, imkânsızı sözlüğe almayan bir ufuk. Dahası, gemilerin arkasındaki zihin ve kalp, ne taşıdı ulaştığı insanlara? Nasıl davrandı kendinden olmayan tebeaya? Her ikisinde de merhamet ve adalet anlayışı ile muamele oldu. Her ikisinde de, “gelseler” diye özlemli çağrı vardı ve sonrasında halkta memnuniyet.
Şimdi ibret alma vaktidir.
İşbiliye, Gırnata, Tuleytula, Kurtuba Zaragoza ve diğer şehirler, kimliksiz gelene kimlik vererek gönderir. Günlük ışıltıları, yolları, binaları es geçersiniz, tarihle yaşarsınız. Kendi kentinizi geziyor gibi. Aşina bakışla karşılanırsınız. Nakışlar, hatlar, kemerler sizi sarsarak ekseninize taşır. Rüyadan uyanmış gibi olursunuz. “Ümmet olma böyle bir şeydir” dersiniz. Tarih birliği, özlem birliği; acı ve sevinç birliği.
KURTUBA CAMİİ
Endülüs mimarisinin günümüze ulaşma şansını yakalamış en önemli numunelerinden biri, belki de en önemlisi, Kurtuba Ulucamii’dir. Temeli 1.Abdurrahman tarafından 786 senesinde atılan, 2.Abdurrahman, 3.Abdurrahman, 2.Hakem dönemlerinde genişletilen ve en son da Hacib el-Mansur dönemlerinde yapılan ilavelerle son şeklini alan söz konusu bina, bu çalışmalar neticesinde büyük bir mimari kompleks hüviyeti kazanmıştır. Bazı rivayetlere göre, Camii’de yıl boyu güneş ışıklarını içeriye süzen 360 adet kemer, bin sütun ve bu sütunların üzerinde en büyüğü bin adet kandil taşıyan 113 adet avize; 50 m genişliğinde, 20 m eninde, 7,5 m yüksekliğinde üç kapılı bir maksure bulunuyordu. 7,25 m uzunluk, 6.80 m genişlik ve 12.20 m yükseklik ölçülerine sahip olan mihrabın duvarları altın kaplama idi. Yeryüzünde bir benzerinin olmadığı ifade edilen minberi öd ağacı, saç ağacı, abanoz ve bakkamdan tam yedi yıl süren bir işçilik sonucunda imal edilmişti. Caminin biri iniş, diğeri çıkış için iki ayrı merdivene sahip olan minaresi, 33.5 m yüksekliğindeydi.(2) ayrıca, Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’an nüshalarından birinin de Emeviler dönemi boyunca, bu camide muhafaza edildiğine dair bir rivayet bulunmaktadır.(3)
Kurtuba Ulucamii, Endülüs Emevi mimarisi için tam bir örnek teşkil etmekte ve bilhassa mimarinin ana hatlarıyla tam bir uyum içinde olan zarif ve göz alıcı süslemeleriyle, bu mimarlık anlayışının en önemli özelliklerini sergilemektedir. İnce sütunçelere sahip çifte pencerelerle dışarı açılan binanın dış tezyinatı, vakur ve haysiyetli bir etki bırakacak şekilde en alt boyutta tutulurken, iç tezyinatında tam anlamıyla bir ihtişam gösterisine gidilmiştir. Mimari kuruluşun temelini teşkil eden sütunlar ve at nalı kemerlerden oluşan taşıma sistemi, mimari işlevi kadar tezyinat aracı olarak da hesaplanmış ve sade görünüşlü dış cephelerin arkasında yer alan iç mekanların çarpıcı zenginlikteki dekorasyonuna destek olmuştur.(4)
Kurtuba Ulucamii, şehrin 1236 senesinde Kastilya Krallığı tarafından işgalinin hemen ardından kiliseye, ünlü minaresi de çan kulesine çevrilmiştir. Binanın içinde 14.yüzyılda inşa edilen katedral, varlığını bugün de ibadete açık olarak muhafaza etmektedir. 19.yüzyılda korunması gerekli milli eserler kapsamına alınan caminin günümüzde katedralin dışında kalan kısmı, turistik maksatlarla ziyarete açılmıştır. Bazı Müslüman ülkelerin, söz konusu caminin en azından mihraba yakın ufak bir bölümünün mescit şeklinde kullanılması şeklindeki talepleri, anlayışla karşılanmış olmakla beraber, henüz resmen kabul edilmiş değildir. Öyle anlaşılıyor ki, İspanya Devleti, bu talebi kabul etse bile, bizim Ayasofya’da sergilediğimiz resmi tutumun tam aksine, “reconquista”nın sembolü olarak Cami içindeki katedralin varlığını asla tartışma konusu yapmayacaktır.
Endülüs deyince hayal değil, hayal kadar güzel ve bir o kadar dramatik, yedi yüz seksen iki yıllık bir tarihi taddan bahsetmiş oluruz. Hayatı tüm yönleriyle kuşatan, değişik haller içinde geçen bu tarihi kesit; sayfa sayfa, olay olay incelenmeyi ve anlaşılmayı bekliyor.
İlmin ve irfanın şaha kalkışı, o oranda da Batıyı rahatsız edişi ve Batı Rönesanssının itici gücü ve hızını belirleyen Endülüs’ün hüzünlü hikâyesi hala önemli ve diri olmayı sürdürüyor.
Elhamra Sarayı deyince, sadece bir saray ve çevresinde birkaç tarihi yapı düşünüyordum. Geniş bir arazi üzerine yayılmış, hakim bir tepeden Gıranata’yı seyreden, devrin hükümet merkezi kurulu. Saray çevresinde, medreseler, bahçeler, hanlar, konuk atlarına varıncaya kadar düşünülmüş her şey, eksiksiz yerini muhafaza ediyor.
Dünyanın hangi ülkesinden gelirse gelsin, her Müslüman’ı anne kucağı sıcaklığıyla bağrına basan mimari, bugün İspanya için övünç kaynağı. Şehrin, iki katlı, beyaz badanalı evleriyle uyum içindeki Elhamra, tarihten kalma güçlü bir mimari imza olarak, gücünü ve önemini artırarak sürdürüyor. Öyle bir imza ki, sökülse daha etkili konuşacak.
Varlığını kendi gücüyle koruyan, toprağın kalbine gök kalemiyle işlemiş saray: Elhamra
Çünkü gemileri yakanların öyküsünü saklıyor. Öyle bir kararlılık ki, sosyal hayata, dillerin ötesine geçerek imza oluyor. Tüm kararlı hallere önderlik ediyor: “Gemileri yakmak.”
Gemileri yakarak geldiler. Rahleyi açtılar. Gönül sofrası kurdular. Korkular hayal kırıklığına uğradı. İlim meclislerinde hakikatin sayfa sayfa idrakine dalındı. Bütün bu haller fark edildi. Çok sayıda insan Müslümanlığı seçti. Güçlü bir sosyal ve kültürel hayat, idareye de adil bir biçimde yansıyınca, güçlü atmosfer nefes alan herkesi etkiledi. Endülüs Hıristiyanlarında Arapça konuşmak/ yazmak, Arapça şiirler ezberlemek, ayrıcalıklı bir durum olarak değer gördü. Hıristiyan gençler, Müslümanlar gibi kütüphane kurmaya, sosyal hayatta, benzer davranışlar içinde olmaya özen göstermeye başladılar. Mustarip adı verilen bu insanların durumu karşısında, Hıristiyan din adamlarından kimilerinin rahatsız oldukları ve bu rahatsızlıklarını Avrupa içlerine kadar ilettiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. Dahası, kimi Endülüs Hıristiyanları, Müslümanlarla temas sonrası, üçleme inancını tartışmaya açarak, tevhid anlayışlı bir yoruma vardılar. Bütün bu haller, Endülüs’te huzurun kalıcı olmasını engelleyecek sebeplerdi. Sekiz asırlık süre içinde, 3700 savaşın olması, Endülüs’teki Müslüman varlığın oluşması, korunması ve Avrupa’nın tavrı konusunda ipuçları vermektedir.
Bir başka önemli faktör olarak, iç çekişmeleri görmezden gelemeyiz. Sıffın savaşını acılı dersi, ibret bırakmamış olacak ki, Endülüs farklı mezhep ve hiziplerin çekişmesine sahne oldu. Fetihle birlikte Emevî halifesine bağlı Emirlikken, Beylikler dönemi, Murabıtlar, Muvahhidler ve Gıranata Beni Ahmer dönemiyle son bulurken, bitiş sürecinde yirmi iki parçaya ayrılmıştır.
Endülüs deniz yoluna açık oluşuyla, dönemin kültür iletişiminin avantajlarını beceriyle yerine getirdi. Bağdat’ta yazılan eserlerin kısa bir sürede Endülüs’e ulaşması, emirlerin huzurunda kurulan serbest ilim meclisleri, Grek felsefesinin aynı yolla Avrupa’yı etkilemesini sağladı. Avrupa Sanayi devrimini etkileyen, önemli buluşların yapıldığı bu süreç, aynı zamanda, İslam dünyası için de, farklı bakış tarzlarına sahip alimlerin yetişmesine beşiklik etti. İbn Hazm, İbni Bacce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd. İbn Seb’in, İbn’l-Arabi, Kartubi Şatibi gibi, her biri alanında büyük önem arz eden isimler ortaya çıktı.
İlim yanında, müzikte, mimaride de önemli eserler verildi. Bugün hala, İspanya’nın güneyi ile Afrika’nın kuzeyi arasında, mimari birliktelik mevcuttur. Yine İspanya’nın ve Portekiz’in bir kısmında pek çok cami, mescit, köprü ve çeşmelerle, anlatıma duran Endülüs’ü bulmak mümkün.
Bu eserler içinde Kurtuba’daki, Kurtuba Ulucamii Endülüs Emevi mimarisinin özelliklerini yansıtan, sonradan kiliseye çevrilen görkemli bir eserdir. Yine Kurtuba’ya beş kilometre uzakta Medinetüz-Zehra camii, Tuleytula’da Babu Merdum Camii, Zaragoza’daki Caferiye Sarayı ve bugün yerinde katetral bulunan İşbiliye Ulucamii ve Alatın Kule ilk elde sayılacak tarihi eserlerdir.
Endülüs, farklı yönleriyle okunmayı bekleyen bir kitap olarak, önümüzde durmaktadır. Onu her ele alışta hüzün duymak ve Batıyı suçlamak Endülüs’ü anlamaya, bugüne ait dersler çıkarmaya imkân vermiyor.
Bir tespit olarak denebilir ki, Hıristiyanlığın başka dinlerle yaşama tecrübesi olamamıştır. Endülüs örneğindeki kronolojinin arka planı, bunu net olarak ortaya koymaktadır.
Tarihin her döneminde, medeniyet iddiası güden büyük ülkeler, ülkülerini taşımak adına, fetihlere çıkmışlardır. Taşıdıkları değerin, red veya taktire değer oluşu, ulaştıkları insanlar üzerinden okunabilir. İslam orduları ve yönetimleri, zaman zaman kabul dışı, uygulamalara giriştikleri söylenebilir. Ancak Endülüs örnekliğinde olduğu gibi, sistematik ve din değiştirmeyi zorlayan zulmü, hiçbir dönemde sergilememişlerdir.
Endülüs’ün finalinde, parçalanan ve beyliklere ayrılan Müslümanlar, birbirleriyle çarpışırken, ittifaklarını da düşmanlarından seçmekteydiler. Bitişin ifadesi olan bu durumun finalinde, üç seçenekten biri; terk, ikincisi öldürülmek, üçüncüsü de din değiştirmekti.
Sonuncu şık, Batının hala değiştiremediği belirgin özelliği olarak, dikkat çekiyor. Din değiştirmeye zorlanan Müslümanlar, pek çok aşağılayıcı uygulamaya uğradılar. İçki içirilme, domuz eti yedirilme ve Ramazan ayında gündüz yemek yedirilme, evlerine baskın düzenleme ve benzeri uygulamalara duçar oldular. Arapça konuşmak, yazmak yasaklandı. Arapça eserler toplanıp yakıldı. Aslında Müslüman olup dinini değiştirdiğini söyleyen ve o şekilde hareket edenler Morisko diye adlandırıldı. Moriskolar, Arapça harflerle İspanyolca yazmak zorunda kaldılar. Dinlerini ancak bu şekilde muhafaza edebileceklerini düşündüler. Yazdıkları eserleri duvarların içine ve benzer yerlerde sakladıkları, evler yıkıldığında görüldü.
Yazının başına döndüğümüzde, İslam’ın yönetimi altındaki Mustarip adı verilen Hıristiyanların, yaşantıları ve hakları ile Hıristiyan yönetimin altına giren Morisko diye adlandırılan Müslümanların durumu karşılaştırıldığında, İslam ile Batı medeniyeti arasındaki mahiyet farkı anlaşılmış olur.
Gemilerin sıra dışına çıktığı iki olay hatırlıyorum; biri İstanbul’un, diğeri Endülüs’ün fethi. Birinde dağlara tırmandılar, diğerinde yandılar. İkisinde de bambaşka bir lisanla konuştular. Sıradan olmayan bir azim, imkânsızı sözlüğe almayan bir ufuk. Dahası, gemilerin arkasındaki zihin ve kalp, ne taşıdı ulaştığı insanlara? Nasıl davrandı kendinden olmayan tebeaya? Her ikisinde de merhamet ve adalet anlayışı ile muamele oldu. Her ikisinde de, “gelseler” diye özlemli çağrı vardı ve sonrasında halkta memnuniyet.
Şimdi ibret alma vaktidir.
İşbiliye, Gırnata, Tuleytula, Kurtuba Zaragoza ve diğer şehirler, kimliksiz gelene kimlik vererek gönderir. Günlük ışıltıları, yolları, binaları es geçersiniz, tarihle yaşarsınız. Kendi kentinizi geziyor gibi. Aşina bakışla karşılanırsınız. Nakışlar, hatlar, kemerler sizi sarsarak ekseninize taşır. Rüyadan uyanmış gibi olursunuz. “Ümmet olma böyle bir şeydir” dersiniz. Tarih birliği, özlem birliği; acı ve sevinç birliği.
KURTUBA CAMİİ
Endülüs mimarisinin günümüze ulaşma şansını yakalamış en önemli numunelerinden biri, belki de en önemlisi, Kurtuba Ulucamii’dir. Temeli 1.Abdurrahman tarafından 786 senesinde atılan, 2.Abdurrahman, 3.Abdurrahman, 2.Hakem dönemlerinde genişletilen ve en son da Hacib el-Mansur dönemlerinde yapılan ilavelerle son şeklini alan söz konusu bina, bu çalışmalar neticesinde büyük bir mimari kompleks hüviyeti kazanmıştır. Bazı rivayetlere göre, Camii’de yıl boyu güneş ışıklarını içeriye süzen 360 adet kemer, bin sütun ve bu sütunların üzerinde en büyüğü bin adet kandil taşıyan 113 adet avize; 50 m genişliğinde, 20 m eninde, 7,5 m yüksekliğinde üç kapılı bir maksure bulunuyordu. 7,25 m uzunluk, 6.80 m genişlik ve 12.20 m yükseklik ölçülerine sahip olan mihrabın duvarları altın kaplama idi. Yeryüzünde bir benzerinin olmadığı ifade edilen minberi öd ağacı, saç ağacı, abanoz ve bakkamdan tam yedi yıl süren bir işçilik sonucunda imal edilmişti. Caminin biri iniş, diğeri çıkış için iki ayrı merdivene sahip olan minaresi, 33.5 m yüksekliğindeydi.(2) ayrıca, Hz. Osman döneminde çoğaltılan Kur’an nüshalarından birinin de Emeviler dönemi boyunca, bu camide muhafaza edildiğine dair bir rivayet bulunmaktadır.(3)
Kurtuba Ulucamii, Endülüs Emevi mimarisi için tam bir örnek teşkil etmekte ve bilhassa mimarinin ana hatlarıyla tam bir uyum içinde olan zarif ve göz alıcı süslemeleriyle, bu mimarlık anlayışının en önemli özelliklerini sergilemektedir. İnce sütunçelere sahip çifte pencerelerle dışarı açılan binanın dış tezyinatı, vakur ve haysiyetli bir etki bırakacak şekilde en alt boyutta tutulurken, iç tezyinatında tam anlamıyla bir ihtişam gösterisine gidilmiştir. Mimari kuruluşun temelini teşkil eden sütunlar ve at nalı kemerlerden oluşan taşıma sistemi, mimari işlevi kadar tezyinat aracı olarak da hesaplanmış ve sade görünüşlü dış cephelerin arkasında yer alan iç mekanların çarpıcı zenginlikteki dekorasyonuna destek olmuştur.(4)
Kurtuba Ulucamii, şehrin 1236 senesinde Kastilya Krallığı tarafından işgalinin hemen ardından kiliseye, ünlü minaresi de çan kulesine çevrilmiştir. Binanın içinde 14.yüzyılda inşa edilen katedral, varlığını bugün de ibadete açık olarak muhafaza etmektedir. 19.yüzyılda korunması gerekli milli eserler kapsamına alınan caminin günümüzde katedralin dışında kalan kısmı, turistik maksatlarla ziyarete açılmıştır. Bazı Müslüman ülkelerin, söz konusu caminin en azından mihraba yakın ufak bir bölümünün mescit şeklinde kullanılması şeklindeki talepleri, anlayışla karşılanmış olmakla beraber, henüz resmen kabul edilmiş değildir. Öyle anlaşılıyor ki, İspanya Devleti, bu talebi kabul etse bile, bizim Ayasofya’da sergilediğimiz resmi tutumun tam aksine, “reconquista”nın sembolü olarak Cami içindeki katedralin varlığını asla tartışma konusu yapmayacaktır.
Konular
- Padişahın Mehmed Said Paşa'yı Tanıması
- Hatt-ı Hümayun
- Said Paşa'nın 3. Düşüşü
- Said Paşa'nın Hapisten Kurtuluşu
- Sübhiye Hanım Vakası
- Filibe Vakası!
- Kapitilasyon İlgaasına Teşebbüs
- Hayatımı Muhafaza Tedbiri
- Hilâl İle Haç Arasındaki Mücadele
- Mektep ve İlahiyat
- Edebiyat, Sanat ve Kültür
- Düyun-u Umumiye'nin Tesisi
- Yıldız Mahkemesi
- Padişah ile Görüşme
- Dış Müdahale Var mı?
- Mithat Paşa'nın Mahkemesi
- Mahkeme Kararları
- Sultan İkinci Abdülhamid Han Hakkında 7 İtiraf
- Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesi ve sonrası
- İkinci Abdülhamid Han’ın İbretlik Sözleri
- Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın düşmanları kimlerdi?
- Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın Önemli İcraatları
- Sultan İkinci Abdülhamid Han ve Ermeni Meselesi
- Sultan İkinci Abdülhamid Han'a yapılan suikast girişimi
- Payitaht Abdülhamid: Ulu Hakan II. Abdülhamid Han
- Sultan Abdülhamid Han niçin tahttan indirildi?
- Payitaht Abdülhamid: Yunan Harbi
- KIZIL SULTAN İFTİRASI KİMİN İCADI?
- II. Abdülhamid Han'ın İstanbul'u Terk Etmemesi
- 2. Abdülhamid Han hakkında Alman devlet adamının görüşü!