Kureyşin Düşmanlığı ve İşkence

Kureyşin Düşmanlığı ve İşkence

Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib´e Başvurmaları

Peygamberimiz (a.s.)ın kendi dinlerinden ayrılmak ve putlarını yermek., gibi davranışların­dan şikâyetlerine Ebu Talib´in aldırış etmemekle kalmayıp yanına dikilerek onu koruduğunu, kolladığını gören Kureyş müşriklerinin eşrafından: [1]

1- Utbe b. Rebia,

2- Şeybe b. Rebia,

3- Ebu Süfyan b. Harb,

4- Ebu´l-Bahterî b. Hişam,

5- Esved b. Muttalib,

6- Ebu Cehil Amr b. Hişam,

7- Velid b. Mugîre,

8- Nübeyh b. Haccac,

9- Münebbih b. Haccac,

10- Âs b. Vâil..[2] gibi birtakım kişiler, Ebu Talib´in yanına vardılar.[3] Ona:

"Ey Ebu Talibi Kardeşinin oğlu bizim il

ahlarımıza dil uzattı.

Dinimizi yerdi.

Akıllarımızı, hafif akıllılık ve akılsızlık saydı.

Baba ve atalarımızın da dalâlet ve sapkınlık içinde ölüp gitmiş olduklarını iddia etti. Sen ya onu bizimle uğraşmaktan alıkoyarsın, ya da aramızdan çekilir (bizi onunla başbaşa bırakır)sın!

Zaten, sen de ona karşısın; bizim gibi, muhalifsin![4]

(Sen aradan çekilirsen) biz onun hakkından geliriz!" dediler.[5]

Ebu Talib onları güzellikle, güleryüzle, yumuşak ve tatlı sözlerle başından savdı .[6]

Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Düşman Olan Müşrik Uluları

İslâmiyet Mekke´de yayılmaya başlayınca, müşriklerin ulu kişileri kızdılar. Peygamberimiz (a.s.)a karşı, kıskançlığa ve azgınlığa başladılar.

Aşağıda isimleri sıralanan müşriklerden bazıları, kıskançlık ve düşmanlıklarını açıkça, bazıları da kapalı ve sinsi bir biçimde sürdürdüler:

1- Ebu Cehil Amr b. Hişam,

2- Ebu Leheb b. Abdulmuttalib,

3- Esved b. Abdi Yağus,

4- İbn Gaytala Haris b. Gays,

5- Velid b. MugiYe,

6- Ümeyye b. Halef,

7- Übeyyb. Halef,

8- Ebu Kays b. Fâke,

9- Âs b. Vâil,

10- Nadrb. Haris,

11- Münebbih b. Haccac,

12- Züheyr b. Ebi Ü meyye,

13- sâib b. Ebi sâib,

14- Esved b. Abdulesed,

15- Âs b. Saîd,

16- Ebu´l-BahterîÂs b. Hişam,

17- Ukbe b. Ebi Muayt,

18- İbnü´l-Asda´,

19- Hakem b. Ebi´l-Âs,

20- Adiyy b. Hamra´,[7]

21- Esved b.Muttalib.[8]

22- Ebu Süfyan b. Haris,

23- Hanzale b. Ebi Süfyan,

24- Muaviye b. Mugîre,

25- Esed b. Abduluzzâ,

26- Ebu Zem´a Zem´a b. Esved,

27- Sayfiy b. Sâib,

28- Amr b.Âs,

29- Nübeyh b. Haccac,

30- Üneys b. Miyer,[9]

31- Tuayme b. Adiyy,[10]

32- Rükâne b. Abdi Yezid[11]

33- Mâlik b. Tulatıla.[12]

34- Hübeyrab.EbiVehb,[13]

35- Mutim b. Adiyy.[14]

Bunlardan, Peygamberimiz (a.s.)a Düşmanlıklarını Aşırı Derecede Sürdürenler

1- Ebu Cehil Amr b. Hişatm,

2- Ebu Leheb b. Abdulmuttalib,

3- Ukbe b. Ebi Muayt idi.[15]

Peygamberimiz (a.s.)a Düşmanlıkta Fazla İleri Gitmeyenler

1- Utbe b. Rebia,

2- Şeybe b. Rebia,

3- Ebu Süfyan b. Harb olup, bunlar Peygamberimiz (a.s.)a düşman olmakla birlikte, öteki
müşrikler kadar düşmanlıkta ileri gitmezlerdi.[16]

Peygamberimiz (a.s.)a düşman olan bu müşrik ulularından Ebu Süfyan b. Haris,[17] Ebu Süfyan b. Harb, Amr b. Âs, ve Hakem b. Ebi´l-Âs´tan başka, hiçbirisi Müslüman olmamıştır. [18]

Peygamberimiz (a.s.)la Alay Eden Müşriklerden Başlıcaları

1- Esved b. Muttalib,

2- Esved b. Abdi Yağus,

3- Velid b. Mugîre,

4- Âs b. Vâil,

5- Haris b. Tulatıla (Gaytala) idi.[19]

Buna mukabil:

1- Mut´im b. Adiyy,

2- Ebu´l-Bahterî Âs b. Hişam, Peygamberimiz (a.s.)ı ve ashabını en az üzen müşriklerden­
di.[20]

Müşrik Ulularının Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Düşman Olmalarının Başlıca Sebepleri

Kureyşî müşrik ulularının Peygamberi iniz (a.s.)a ve İslâmiyete düşman olmalarının birtakım sebepleri vardı:

1- Kureyşîler yüzlerce yıldan beri putperest idiler. Ataları İbrahim ve İsmail (a.s.)ların tevhid

mabedi olan Kabe, çevresine dikilen üçyüz altmış putla, puthaneye çevrilmişti.[21]

Kureyşlilerden, evlerinde putu bulunmayan, evlerine girerken de, evlerinden çıkarken de ona el yüz sürmeyen kimse yoktu.[22]

Peygamberimiz (a.s.) ise, onların bu putperestliğini yeriyor,[23] hatıra gönüle bakmaksızın ve hiç kimseyi istisna etmeksizin, putlara taparak küfür ve dalâlet içinde ölüp gitmiş olan baba ve ata­larının da[24] Cehenneme atıldıklarını,[25] helak olduklarını söylemekten çekinmiyordu.[26]

Kureyş müşriki erince ise, puflara tapmaktan daha üstün bir din yoktu ve olamazdı.[27]

2- Mekke şehri, İlahî Mâbed olan Kabe´si ile, Arap ülkesinin biricik dinî merkezi olup, her yıl oraya hac mevsiminde hac için, diğer zamanlarda da umre için, her taraftan akın akın gelinirdi.[28]

Bunun için, Kabe´yi açmak, kapamak, korumak demek olan hıcâbe;[29]

Hacıların su ihtiyacını karşılamak demek olan sıkâye;[30]

Hacılara yemek yedirmek demek olan rifâde[31] gibi dinî hizmetlerin yanısıra,

Dârü´n-NecVe diye anılan idare meclisi ile;

Sancaktariık demek olan liva;[32]

Başkumandanlık demek olan kıyâde[33] gibi askerî hizmetlerde ihdas,[34]ve kabilelerin ulularına tev­cih edilmiş bulunuyordu.

Babadan evlada geçen bu hizmetler, kendilerine hem büyük nüfuz, hem de büyük çıkarlar sağla­makta idi.

Bunun için, müşrik uluları, kendilerinin dinî ve ticarî durumlarını sarsabilecek her harekete karşı koy­mayı çıkarlarının bir gereği saymakta idiler.

3- Peygamberimiz (a.s.), Kureyşîlerin azılı müşriklerinin kötülüklerini ortaya döken âyetleri[35] okuyup duruyordu.

Müşrik ulularından kimi, bu ve benzeri âyetlerde sıralanan kötülüklerin tümünü, kimisi de bir kısmını kendisinde bulup gocunmakta; bu kötülüklerle teşhir edile edile, bir gün gözden düşebileceklerinden kaygılanmakta ve tedirgin olmakta idiler.

4- Kureyş uluları; kendileri için üstün bir hak tanımayan, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit tutan[36]
ve "Sizin, Allah katında en şerefli ve değerli olanınız, Allah´tan (Allah´ın emirlerini yerine getirmemekten)
en çok sakınanınızdır"[37] diyen bir dini, nasıl benimseyebilirler, içlerine sindirebilirlerdi?

Nitekim, İslâm düşmanlarının en azılılarından olan Ebu Leheb:

"Ey Muhammedi Ben sana iman eder, Müslüman olursam, bana ne verilir?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da:

"Müslümanlara ne verilirse, sana da o verilir!" buyurmuştu. Ebu Leheb:

"Onların üzerinde, benim için bir üstünlük olmayacak mıdır?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da:

"Daha ne istersin?!" buyurunca, Ebu Leheb:

"Benim şu sıradan insanlarla bir tutulacağım bu dine yuh olsun!" demekten kendisini alamam işti r.[38]

Yine Ebu Leheb:

"Muhammed, bana, görmediğim birtakım şeyler vaad ediyor! Onların öldükten sonra olacağını söylüyor!

O, bu vaadlerden başka, acaba ellerime (avucuma) ne koydu?!" diyerek ellerine üfledikten sonra;

"Yuh sizlere! Ben sizde Muhammed´in söylediklerinden hiçbir şeyin mevcut olduğunu görmüyorum!" demiştir.[39]

5- Kureyş aileleri arasında, öteden beri, birbirlerine karşı çekememezlik huyları ve üstünlük dâvaları vardı.

Bunun için, Peygamberimiz (a.s.)ın Hâşim oğulları arasından peygamber olarak ortaya çıkmasıyla Hâşim oğulları ailesinin öteki ailelere karşı ezici bir üstünlük sağlayacağını düşünerek bun­dan telaşlananlar olmuştu. Nitekim, Ebu Cehil bu yoldaki duygusunu açıklamaktan kendisini alamamış:

"Biz ve Abdi Menaf oğulları, şeref ve şan hususunda şimdiye kadar çekiştik durduk:

Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik.

Onlar arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet yüklendik.

Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk.

Onlarla kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar:

´İşte, bizden, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!´ dediler. Biz bunun dengini nere­den bulup onların dengine ulaşacağız?

Vallahi, biz hiçbir zaman ona inanmayız, onu tasdik etin eyiz ![40]

Ona vahiy geldiği gibi, bize de vahiy gelinceye kadar!" demiştir.[41]

Mugîre b. Şu´be derki:

"Ben ve Ebu Cehil b. Hişam Mekke sokaklarından birisinde yürüyüp giderken, Resûlullah (a.s.) bizimle karşılaştı. Ebu Cehil´e:

´Ey Hakem´in babası! Gel, Allah´a ve Allah´ın Resûlüne tâbi ol da, ben senin hakkında Allah´a dua edeyim?´ dedi. Ebu Cehil:

´Yâ Muhammed! Sen ilahlarımıza dil uzatacak, onlara tapmaktan bizi men edeceksin, değil mi?

Sen ancak tebliğ ettiğin şeylere şehadet getirmemizi isteyeceksin, değil mi?

Vallahi, ben söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğunu bilseydim, sana tâbi olurdum´ dedi.

Resûlullah (a.s.) ayrılıp gidince de, bana dönüp:

´Vallahi, ben iyi biliyorum ki; onun söyledikleri hak ve gerçektir.

Fakat, Kusayy oğulları ´Kabe´nin hıcâbe hizmeti bizdedir1 dediler. Biz:

´Evet!´ dedik. Onlar:

´Nedve hizmeti bizdedir1 dediler. Biz:

´Evet!´ dedik. Onlar:

´Liva hizmeti bizdedir´ dediler. Biz:

´Evet!´ dedik. Onlar:

´Hac mevsiminde sıkâye hizmeti bizdedir1 dediler. Biz:

´Evet!´ dedik.

Sonra, onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik.

Öyle ki, atbaşı beraber oluncaya kadar, onlarla yarıştık durduk.

Onlar, şimdi:

´Bizden, bir peygamber de var" dediler.

Hayır! Vallahi, işte buna ´Evet´ diyemeyeceğim´ dedi."[42]

6- Kureyş ulularının telakkilerine göre; Kur´ân inecek idiyse, ne diye Kureyş ileri gelenlerinin yaşlı ve zengin olanlarından birisine inmiyordu?!

Nitekim, Velid b. Mugîre:

"Ben Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisi olduğum halde nasıl geri bırakılırım da, Muhammed´e vahiy iner?

Yahut, Sakîf kabilesinin seyyidi, ulu kişisi Ebu Mes´ud Amr b. Umeyru´s-Sakafî de bu hususta nasıl geri bırakılır?

Biz, bu iki kentin ulu kişileriyiz!" diyordu.[43]

Velid b. Mugîre, yine bir gün, aziz dostu Ebu Uhayha Saîd b. Âs ile de böyle konuşmuştu. Velid b. Mugîre:

"Ne olurdu, Muhammed´e gelen bu Kur´ân, Mekkelilerden yahut Tâiflilerden bir adama; meselâ Ümeyye b. Halef gibi birine inseydi ya?" deyince, Ebu Uhayha:

"Yahut, ey Abduşşems´in babası! Senin gibi birine, ya da Sakîf kabilesinden birisine ve meselâ:

Mes´ud b. Amr´a veya Kinane b. Abdi Yalil´e, yahut Mes´ud b. Muttalib´e veya onun oğlu Urve b. Mes´ud´a inseydi ya?!" demişti.[44]

Münebbih ve Nübeyh b. Haccac da, bir gün Peygamberimiz (a.s.)la karşılaşınca:

"Allah, senden başka, peygamber gönderecek kimse bulamadı mı?

İşte, orada şu kişi var. O senden daha yaşlı, daha zengin![45]

Eğer sadık isen, yanında bulunacak, senin peygamberliğine şehadet edecek bir melek getir!" demişlerdir.45

Ümeyye b. Ebi´s-Salti´s-Sakafî de, bir gün Ebu Süfyan´a:

"Ben, en son gelecek olan peygamberin sıfatını, kitablarda yazılı buldum ve sanırım ki, o bizim ülkemizde ba´s olunacaktır.

Sonra, bana şu da zahir oldu ki; o, Abdi Menaf oğulları içinden çıkacaktır.

Bakıyorum: Onların içinde de, gelecek peygamberin ahlâkı ile muttasıf, Utbe b. Rebia´dan başka bir kimse bulamıyorum!

Fakat, ona da, kırk yaşını geçmiş bulunduğu halde, vahyolunduğu yok!" demişti.

Ebu Süfyan derki:

"Muhammed (a.s.)ın peygamber olarak gönderildiğini Ümeyye b. Ebi´s-Salt´a haber verdim. Ümeyye:

´O gerçekten peygamberdir! Kendisine tâbi ol!´ dedi. Ümeyye´ye:

´Seni ona tâbi olmaktan alıkoyan nedir?´ diye sordum. Ümeyye:

´Sakıf kadınlarının Abdi Menaf oğullarından bir gence tâbi olduğumu haber almalarından utanışım dır!´ dedi."[46]

Velid b. Mugîre´nin Kur´ân-ı Kerîm Karşısında Hayranlığı

Velid b. Mugîre bir gün Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelmişti. Peygamberimiz (a.s.), ona Kur´ân-ı Kerîm okudu. Velid b. Mugîre dinlediği Kur´ân-ı Kerîm´den rikkate gelir, duygulanır gibi oldu.[47]

Başka rivayete göre; Velid b. Mugîre gelip, Peygamberimiz (a.s.)a:

"Bana Kur´ân oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) da;

"İyi biliniz ki, Allah, size adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi, emr, ve sizi fuhşiyattan, fenalıklardan ve zulüm yapmaktan nehy eder. Dinleyip futasınız diye, size öğüt verir" (Nahl: 90) mealli âyeti okudu.

Velid b. Mugîre:

"Bunu bana bir daha oku!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) âyeti tekrar okuyunca, Velid b. Mugîre:

"Vallahi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve parlaklık var ki, o, tepesi bol yemişli, dibi ve kökü sulak yemyeşil bir ağaç sanki![48] Bunu beşer söyleyemez![49] Bu, bir beşer sözü değildir!"[50] demekten kendisini alamadı.[51]

Rivayete göre; Velid b. Mugîre, Hz. Ebu Bekir´in evine gitti. Kur´ân-ı Kerîm hakkında ona birtakım sorular sordu. O da, ona istediği bilgiyi verdi.

Bunun üzerine, Velid b. Mugîre Kureyşlilerin yanına vardı ve:

"Ebu Kebşe´nin oğlunun söylediği, doğrusu hayretlere şâyân şey!

Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de delilik saçmalarındandır!

Onun söylediği, hiç kuşkusuz, Allah kelamındandır!" dedi.

Velid b. Mugîre´nin bu sözünü işiten Kureyşîlerden bazıları, bir araya gelerek:

"Vallahi, Velid dininden dönecek olursa, muhakkak, bütün Kureyşîler de dinlerinden dönerler!" dediler.[52]

Ebu Cehil bunu işitince;

"Ben, vallahi, sizin için, onun hakkından gelirim!" diyerek Velid b. Mugîre´nin evine vardı.

"Ey amca! Kavminin, senin için sadaka mal toplamak istediklerini, topladıklarını[53] gördün mü?" dedi.[54] Velid b. Mugîre:

"Ne için topluyorlar?" diye sordu. Ebu Cehil:

"Sana vermek için! Çünkü, sen kendisinden birşeyler elde etmek için Muhammed´in yanına gidiyormuşsun!" dedi. Velid b. Mugîre:

"Kureyşîler benim malca kendilerinin en zengini olduğumu bilirler.[55]

Ben mal ve evlatça onlardan daha zengin değil miyim?" dedi.[56]

Ebu Cehil:

"Öyle ise, sen Kur´ân hakkında bir söz söyle de, kavmin işitsinler ve senin ondan hoşlanmadığını, inkâr ettiğini anlasınlar!" dedi.

Velid b. Mugîre:

"Ne söyleyeyim bilmem ki! Vallahi, içinizde şiirlerin her çeşidini; recezini, kasidesini ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur.

Vallahi, onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor!

Vallahi, onun söylediği sözde öyle bir tatlılık, öyle bir parlaklık ve güzellik var ki, sanki tepesi bol yemişli, dibi sulak yemyeşil bir ağaç o!

Hiç kuşkusuz, o söz, herşeye üstün gelir.

Fakat, ona hiçbir şey üstün gelemez!

O, altındakini de kırar!" dedi. Ebu Cehil:

"Onun hakkında birşey söylemedikçe, kavmin senden hoşnut olmayacaktır" deyince, Velid b. Mugîre:

"Öyle ise, beni kendi halime bırak da, ben bir düşüneyim!" dedi.[57]

Kureyş Müşriklerinin İslâmiyetin Yayılmasını Önlemeye Çalışmaları

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden:

1- Ebu Cehil,[58]

2- Ebu Leheb,

3- Ebu Süfyan,

4- Nadr b. Haris,

5- Ümeyye b. Halef,

6- Âs b. Vâil.[59]

7- Mut´im b. Adiyy... gibi[60] kişilerin de içlerinde bulunduğu bir topluluk, Velid b. Mugîre´nin yanın-da,[61] Dârü´n-Nedve´de[62] toplandılar.

Velid b. Mugîre, onların içinde oldukça yaşlı[63] ve nüfuzlu bir kimse idi.[64]

Kabe´ye biryıl onun dışındaki Kureyşîler topluca örtü örterlerdi. Bir yıl da, tek başına o örter, İdi diye anılır, yani Kabe´ye örtü örtmekte Kureyşîlerin tümüne denk sayılırdı.[65]

Velid b. Mugîre, onlara:

"Ey Kureyş cemaatı! İşte, hac mevsimi de geldi!

Bu mevsimde Arap heyetleri yanınıza geleceklerdir.

Tabiî ki, onlar şu sahibinizin işini de işitmiş bulunuyorlardır.[66]

Onlar hac günlerinde yanınıza gelince, Muhammed hakkında size birtakım sorular soracaklardır.

Kiminiz ´O bir sihirbazdır! diyecek.

Kiminiz ´O bir şairdir! diyecek.

Kiminiz de ´O bir kâhindir! diyecek.

Onun hakkında ihtilafa düşeceksiniz.[67]

Halk da bu kadar şeylerin bir kimsede birleşemeyeceğini anlayacak, sözlerinize kulak asmayacak­tı r.[68]

Siz onun hakkında bir tek görüşte birleşin!

Birbirinizi yalanlayıp, birbirinizin sözünü reddedip de anlaşmazlığa düşmeyin!" dedi.

"Ey Abduşşems´in babası! Haydi, sen, bizim için birşey söyle, bir görüş ileri sür de, onun hakkında onu söyleyelim?" dediler.

Velid b. Mugîre:

"Hayır! Siz söyleyiniz de, ben dinleyeyim!" dedi.

Kureyşîler

"´Kâhindir1 deriz" dediler.

Velid:

"Hayır! Vallahi, o bir kâhin değildir! Biz kâhinleri görmüşüzdür.

Onun okuduğu şeyler, ne kâhin mırıldanışı, ne de kâhin düzmesi, koşmasıdır![69]

Kehanet sahibi olan, doğru da söyler, yalan da söyler.

Biz, şimdiye kadar, Muhammed´de hiçbir yalan görmedik ki!" dedi .[70]

Kureyşîler

"´O mecnundur, delidir´ deriz" dediler.

Velid b. Mugîre:

"O mecnun da değildir! Biz delilikleri ve delilik alâmetlerini, belirtilerini çok iyi biliriz. Onun ne boğul­ması, ne çarpınıp titremesi, ne de evhamlanması var" dedi.

Kureyşîler

"´Şairdir1 deriz" dediler.

Velid b. Mugîre:

"O şair de değildir! Biz şiirin her çeşidini; recezini, hacezini, karizasını, makbuzasını ve mebsu-tasını.. çok iyi biliriz. Onun okudukları şiir değildir" dedi.

Kureyşîler

"Öyle ise ´O sihirbazdır´ deriz" dediler.

Velid b. Mugîre:

"O sihirbaz da değildir. Biz sihirbazları ve onların yaptıkları sihirlerini görmüşüzdür. Onun okuduk­ları ne sihirbazların okuyup üfledikleridir, ne de düğümleyip bağladıklarıdır" dedi.

Kureyşîler

"Ey Abduşşems´in babası! Haydi, sen söyle! Ne diyelim!" dediler.

Velid b. Mugîre:

"Siz, onun hakkında, söylediğiniz şeylerden hangisini söylerseniz, boş ve yersiz olduğu anlaşılır. Bence, yine onun hakkında ´Sihirbazdır´ demeniz, herhalde, akla en yakın olanıdır!

Çünkü, onun getirdiği söz bir sihir gibidir: İnsanın babasıyla arasını açıyor. İnsanın kardeşiyle arasını açıyor. İnsanın karısıyla arasını açıyor. İnsanın kabilesiyle arasını açıyor!" dedi.

Velid´in yanından dağıldılar.[71]

Bunun üzerine, Müddessir sûresinin 11-29. âyetleri, Velid b. Mugîre hakkında nazil oldu.[72]

Kureyş müşrikleri, Mekke´de bağırıp başlarına topladıkları halka:

"Muhammed sihirbazdır" dediler.

Halk arasında bunu yaydılar.[73]

Hac mevsiminde, halkın gelip geçeceği yollara dikildiler.

Kendilerine rastlayıp da Peygamberimiz (a.s)ı anmadıkları, Peygamberimiz (a.s.)la görüşmekten sakındırmadıkları bir kimse bırakmadılar.[74]

Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.) hakkında uydurdukları şeyleri kendileriyle buluşan insanlara böylece söylemekle, Peygamberimiz (a.s.)ın işini, yani İslâmiyeti de bütün Arap kabilelerine duyurmuş, yaymış oluyorlardı .[75]

Ebu Talib Amca, Arap halkı topluluklarının da Kureyş müşriki eriyle birlikte kendisine karşı harekete geçebileceklerinden korkunca, söylediği uzunca bir kasidede;

Mekke´nin ve Mekke´deki Kutsal Makamların dokunulmazlığına sığındığını açıkladı. Kureyşîlerin ileri gelenlerinden birçoklarını vefasızlıklarından ve samimiyetsizliklerinden dolayı kınadı.

Peygamberimiz (a.s.) hakkında da:

"Beytullah´a andolsun ki; mızraklar ve oklarla savaşmadıkça, çoluk ve çocuklarımızı bize unuttura­cak derecede çevresinde çarpışarak yerlere serilmedikçe, Muhammed´i teslim etmeyiz!" dedi.[76]

Peygamberimiz (a.s.); kavminin hür veya köle her müşrikinin hiç sevmediği kötü tutum ve davranışlarıyla karşılaşarak üzüntüler içinde evine döndükçe, Yüce Allah onun üzüntüsünü Hz. Hatice´nin teselli ve teşvik edici sözleriyle hafifletiyor, gideriyor, vazifesini kolaylaştırıyordu.[77]

Üç Müşrikin Üç Gece Peygamberimiz (a.s.)ın Evinde Okuduğu Kur´ân-ı Kerîm´i
Dışarıdan Dinlemeleri

Bir gece; Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ebu Cehil Amr b. Hişam, ve Ahnes b. Şerik, birbirlerine duyur­madan, Peygamberimiz (a.s.)ın geceleyin evinde namaz kılarken okuduğu Kur´ân-ı Kerîm´i din­lemek için gidip, her biri bir yere sindi.

Hiçbirisi, arkadaşlarının orada sindikleri yerleri bilmiyordu.

Bunlar, Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler.

Tan yeri ağarırken, yerlerinden ayrılıp dağıldılar.

Yolda birleştiler, birbirlerini kınadılar.

"Bir daha buraya dönüş yapmayınız!

Eğer sizi hafif akıllılarınızdan herhangi birisi görmüş olsa, muhakkak onun kalbine şüphe düşürmüş olursunuz!" dediler ve oradan ayrıldılar.

İkinci gece olunca, onlardan her biri, yine aynı yere, birbirlerinden habersiz olarak tekrar gidip sindil­er.

Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler.

Tan yeri ağarınca, yerlerinden ayrılıp dağıldılar ve yine, yolda birleştiler.

Önceki gece birbirlerine söyledikleri sözleri tekrarladıktan sonra oradan ayrıldılar.

Üçüncü gece olunca, yine, onlardan her biri eski yerlerini aldılar.

Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler.

Tan yeri ağarınca dağıldılar.

Yine, yolda birleştiler. Birbirlerine:

"Bir daha buraya dönmeyeceğimize and içmedikçe buradan ayrılmayalım!" dediler. Andlaştıktan sonra, dağıldılar.

Ahnes b. Şerik, sabaha çıkınca, sopasını eline aldı.

Ebu Süfyan´ın evine kadar gidip, içeri daldı:

"Ey Hanzale´nin babası! Muhammed´den dinlemiş olduğun şey hakkındaki görüşünü bana bildir!" dedi. Ebu Süfyan:

"Ey Sa´lebe´nin babası! Vallahi, ben ondan mânâsını bildiğim ve anlatılmak istenileni anladığım şeyler de işittim; mânâsını bilmediğim ve anlatılmak istenileni anlayamadığım şeyler de işittim!" dedi.

Ahnes b. Şerik:

"Ben de öyle!" dedi. Ebu Süfyan´ın yanından ayrılıp Ebu Cehil´in evine vardı. Ona:

"Ey Hakem´in babası! Muhammed´den işitmiş olduğun şey hakkındaki görüşün nedir?" diye sordu.

Ebu Cehil:

"Ondan ne işitmişim de?!

Biz ve Abdi Menaf oğulları, şan ve şeref hususunda şimdiye kadar hep çekiştik durduk:

Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik.

Onlar arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet yüklendik.

Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk.

Onlarla, kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar:

´İşte, bizden, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!´ dediler.

Biz bunun dengini nereden bulup onlara ulaşacağız?!

Vallahi, biz hiçbir zaman ona inanmayız ve onu tasdik etmeyiz!" dedi.

Bunun üzerine Ahnes ayağa kalktı ve Ebu Cehil´i kendi haline bıraktı .[78]

Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib´e Ültimatomları

Peygamberimiz (a.s.) Allah´ın dini İslâmiyeti açıklayıp herkesi ona girmeye davet ve teşvik etmeye koyulunca, Peygamberimiz (a.s.)la Kureyş müşrikleri arasında, iş büyüdü.

Kureyşîler kendi aralarında hep Peygamberimiz (a.s.)ı konuştular ve birbirlerini onunla savaşmaya kışkırttılar.

Bir kez daha, Ebu Talib´in yanına varıp:

"Ey Ebu Talibi Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin!

Biz senden kardeşinin oğlunu bizimle uğraşmaktan men etmeni istemiştik.

Sen onu bizimle uğraşmaktan men etmedin!

Biz, vallahi, artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızı akılsızlık saymasına, ilahlarımızı yer­mesine., kazanamayacağız!

Sen ya onu bizimle uğraşmaktan vazgeçirirsin, ya da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, onunla da, seninle de çarpışırız!" dedikten sonra, dönüp gittiler.

Kavmi ile ilgisini kesmek ve onlara düşman kesilmek gibi bir durumla karşılaşmak, Ebu Talib´e çok ağır gelmişti.

Fakat, Peygamberimiz (a.s.)ı yardımsız bırakmak da, müşriklere teslim etmek de, gönlünün asla razı olamayacağı bir keyfiyetti .[79]

Ebu Talib Amca; adam gönderip Peygamberimiz (a.s.)ı getirtti[80] ve ona:

"Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler.[81] Şöyle şöyle söylediler.[82]

Senden, bana şikâyetlendiler. Senden dolayı beni çok üzdüler.

Atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek., gibi, onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç![83]

Hem bana, hem kendine acı![84] Güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi bana yük­leme!" dedi.[85]

Peygamberimiz (a.s.); Ebu Talib Amcasının bu sözlerinden, fikir değiştirdiğini, artık yanın­da dikilip kendisine yardım etmekten âciz kaldığını, desteklemeyi bırakacağını,[86] kendisini müşriklere teslim edeceğini sandı[87] ve:

"Ey amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da, Allah onu üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!" dedi.

Gözleri yaşardı ve ağladı.[88]

Ayağa kalkarak dönüp giderken, Ebu Talib:

"Gel ey kardeşimin oğlu!" diye seslendi.

Peygamberimiz (a.s.) dönüp gelince, Ebu Talib:

"Ey kardeşimin oğlu! Git, istediğini söyle![89]

İşine devam et! İstediğini yap![90]

Vallahi, ben seni hiçbir zaman onlara teslim edici değilim!" dedi.[91]

Bu yoldaki azmini, söylediği beş beyittik şiirle de dile getirdi.[92]

Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib´e Gülünç Bir Teklifleri

Kureyş müşrikleri; Ebu Talib´in Peygamberimiz (a.s.)ı yardımsız bırakmaktan ve kendilerine teslim etmekten kaçındığını ve bu uğurda kavminden ayrılmayı ve onlara düşman olmayı bile göze aldığını anladıkları zaman, Umâre b. Velid b. Mugîreyi Ebu Talib´e götürdüler[93] ve:

"Sen, bizim içimizde, seyyidimiz ve üstünümüzsün![94]

Bu Umâre b. Velid b. Mugîre, Kureyş gençleri içinde en güçlü, en yakışıklı[95] bir gençtir.

Sen, bunu al! Kendisinin aklından ve yardımından yararlan!

Kendine, onu oğul edin! Senin olsun!

Senin dinine, baba ve atalarının dinine karşı olan, kavminin topluluğunu bölen, akıllarını akılsızlık ve beyinsizlik sayan şu kardeşinin oğlunu bize teslim et, öldürelim!?

İşte, sana adam yerine adam!" dediler.[96]

Ebu Talib:

"Vallahi, siz bana ne kötü şey teklif ediyorsunuz?![97]

İnsaflı davranış bu mudur?!

Vallahi, siz bana hiç de insaflı davranmıyorsunuz.[98]

Siz bana oğlunuzu vereceksiniz, ben onu sizin için besleyeceğim.

Ben oğlumu size vereceğim, siz ise onu öldüreceksiniz, öyle mi?[99]

Vallahi, bu hiçbir zaman olur şey değildir![100]

Eğer dişi devenin kendi yavrusundan başkasının üzerine titreyebileceği vâki olsaydı, oğlumu size verir, sizinkini alındım![101]

Siz önce bana kendi oğullarınızı verirsiniz, ben onları öldürürüm!

Ancak o zaman, ben de size onu verebilirim!" dedi.

Kureyş müşrikleri:

"İyi amma, bizim çocuklarımız onun yaptığını yapmıyorlar ki" dediler. Ebu Talib:

"Vallahi, o, sizin çocuklarınızdan daha hayırlıdır" dedi.[102]

Mut´im b. Adiyy:

"Vallahi, ey Ebu Talib! Kavmin sana çok insaflı davrandı.

Onlar senin de hoşuna gitmeyen şeyden seni kurtarmak için çalışıyorlar, ama senin onlardan gelen hiçbir şeyi kabul etmediğini görüyorum!" dedi. Ebu Talib:

"Vallahi, onlar bana hiç de insaflı davranmadılar.[103]

Bu mu iyi ve sağlam görüş, akrabalık gayreti güdüş?! Ne kadar uzak[104]

Anlaşılan, beni küçük düşürmek için sen de onlarla birleşmiş, bana karşı onlara yardıma karar ver­mişsin.

O halde, sen de dilediğini, elinden geleni yap!" dedi .[105]

Kureyş Müşriklerinin Tevhid Akidesini İkrara Davet Edilişi

Kureyş müşrikleri Ebu Talib´e:

"Ona [Hz. Muhammed (a.s.)a] haber sal! Gelsin de ona insaflılık gösterelim?" dediler.[106]

Ebu Talib haber salınca, Peygamberimiz (a.s.) hemen geldi.[107]

E bu Talib:

"Ey kardeşimin oğlu! Bunlar, senin amcaların ve kavminin eşrafıdırlar.

Sana karşı insaflı davranmak istiyorlar. Söyleyeceklerini dinle!" dedi.[108]

Peygamberimiz (a.s.):

"Söylesinler, dinliyorum!" buyurdu.[109]

Kureyş müşriklerinden Ahnes b. Şerik söze başlayıp:

"Sen bizi ve ilahlarımızı yermeyi bırak!

Biz de seni ve ilahını bırakalım" dedi.

Ebu Talib Peygamberimiz (a.s.)a:

"Kavmin sana insaflı davrandı. Onların isteklerini kabul et!" dedi.[110]

Peygamberimiz (a.s.) başını kaldırıp semaya baktı:

"Şu güneşi görüyor musunuz?" diye sordu.

"Evet! Görüyoruz" dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):

"Ben sizi bu güneşin ışıklarından aydınlanmanızdan alıkoymaya güç yetirebilir miyim?" buyurdu. Ebu Talib:

"Vallahi, kardeşimin oğlu bize hiçbir zaman yalan söylememiştir!" dedi.[111]

Peygamberimiz (a.s.):

"Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki; kendilerinin onunla Cennete gireceklerine kefilim!" buyurdu. Ebu Cehil:

"Ne kadar sevindirici bir kelime imiş o! Haydi, söyle bakalım onu?" dedi.[112]

Peygamberimiz (a.s.):

"Ne dersiniz, size öyle bir kelime vereyim mi ki, siz o kelimeyi söylediğinizde, onunla Araplara hakim olasınız, Arap olmayanlarda size karşı yumuşasın, uysallaşsın?" buyurdu.

Ebu Cehil:

"O kelime ne ise, biz onu on kat katlayarak söyleyelim!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.):

"´Lâ ilahe illallah=Al I a h ´ta n başka ilah yoktur1 deyiniz![113]

Allah´tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet getiriniz!"[114] buyurunca, Kureyş müşrikleri öfkelendiler ve ürktüler. [115] Birbirlerine:

"O, bütün ilahları bir tek ilah mı yapmış?! Bu cidden acaip, şaşılacak birşey!

Yürüyünüz! Siz ilahlarınıza tapmakta sebat ediniz!

Şüphe yok ki, arzu edilecek olan budur!

Biz bunu başka bir dinde işitmedik.

Bu uydurmadan başka birşey değildir.

O Kuran, aramızdan, ona mı indirilmiş?!"[116] diyerek kalkıp gittiler. Giderken de:

"Onun yanına hiçbir zaman dönmeyeceğiz! Muhammed´in aldandığı şeylerde hayır yoktur!" dediler.[117]

Hâşim Oğulları Yiğitlerinin Peygamberimiz (a.s.)ı Öldüreceklere Kâbe´de Kılıçlarını Sıyırmaları

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ın yanından kızarak ayrılıp gittikten sonra, o gün o gece, Peygamberimiz (a.s.) gaip olmuş, nerede olduğu bilinememişti.

Ebu Talib ile Peygamberimiz (a.s.)ın öteki amcaları, Peygamberimiz (a.s.)in evine gittiler.

Peygamberimiz (a.s.)ı orada da bulamadılar.

Ebu Talib Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarının gençlerini topladı. Onlara:

"Her biriniz, yanına keskin bir kılıç aldıktan sonra, Mescid-i Haram´a girdiğim zaman beni takip ede­cektir!

Sizlerden her genç, bakacak; Muhammed öldürülmüşse, Kureyş büyüklerinden meselâ İbn Hanzaliye [Ebu Cehil] gibi bir büyüğün yanına oturacaktır!" dedi. Gençler:

"Öyle yaparız" dediler.

O sırada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, ona:

"Ey Zeyd! Kardeşimin oğlundan bir sezgin var mı?" diye sordu. Zeyd:

"Evet! Az önce kendisinin yanında idim" dedi. Ebu Talib:

"Ben onu görmedikçe evime gitmeyeceğim!" dedi.

Zeyd, hemen Peygamberimiz (a.s.)ı aramaya gitti.

Safa tepeciğinin yanındaki evde ashabıyla konuşurken buldu ve durumu kendisine haber verdi. Peygamberimiz (a.s.) hemen oradan kalkıp Ebu Talib´in yanına geldi.

Ebu Talib:

"Ey kardeşimin oğlu! Nerede idin? Hayırlı bir işte mi idin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.):

"Evet!" buyurdu.

Ebu Talib:

"Hemen gir evine!" dedi.

Peygamberimiz (a.s.) da evine girdi.

Rivayete göre; Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Kabe´nin Hicr´inde toplanmış, Peygamberimiz (a.s.)ı görür görmez hep birden üzerine yürüyüp öldürmedikçe oradan ayrılmayacaklarına and içmiş bulunuyorlardı.[118]

Ebu Talib ertesi günü sabaha çıkınca, Peygamberimiz (a.s.)ın elinden tutup Kureyş müşrik­lerinin toplantı yerine vardı.

Hâşim ve Muttalib oğullarının yiğitleri de yanında idi.

"Ey Kureyş cemaatı! Maksadımı biliyor musunuz?" diye sordu.

Müşrikler:

"Hayır! Bilmiyoruz" dediler.

Ebu Talib durumu onlara haber verdi ve yanındaki gençlere de:

"Çıkarınız yanlarınızdakini!" dedi.

Gençlerin hepsi birden yanlarındaki yağlı kılıçları çıkardılar.

Ebu Talib:

"Vallahi, onu [Muhammed (a.s.)ı] öldürecek olursanız, sizden hiç kimse sağ kalmaz!

Nihayet, siz de, biz de yok olur gideriz!" dedi.

Orada bulunan Kureyş cemaat hayal kırıklığına uğradılar.

Hele Ebu Cehil ´in hayal kırıklığı, hepsinden daha ağır, daha beterdi.[119]

Kureyş Eşrafının Peygamberimiz (a.s.)ı Türlü Tekliflerle Peygamberlikten Vazgeçirmeye ve Ölümle Tehdide Kalkışmaları

Kureyş müşriklerinin eşrafından:

1- Utbe b. Rebia,

2- Şeybe b. Rebia,

3- Ebu Süfyan Sahr b. Harb,

4- Nadrb. Haris (Abduddar oğullarının kardeşi),

5- Ebu´l-Bahterî b. Hişam,

6- Esved b. Muttalib,

7- Zem´a b. Esved,

8- Velid b. Mugîre,

9- Ebu Cehil Amr b. Hişam,

10- Abdullah b. Ebi Ümeyye,

11- Âs b. Vâil,

12- Nübeyh b. Haccac,

13- Münebbih b. Haccac,

14- Ümeyye b. Halef

ve onlarla toplanabilen kimseler, bir gün, güneş battıktan sonra Kabe´nin arka yanında toplandılar. Birbirlerine:

"Muhammed´e haber salınız da, onunla konuşunuz, tartışınız; tâ ki mazur görülesiniz, kınan-mayasınız!" dediler ve Peygamberimiz (a.s.)a:

"Kavminin eşrafı seninle konuşmak üzere toplandılar, onların yanına gel!" diye haber saldılar.

Resûlullah (a.s.), acele, onların yanlarına geldi.

Onların iyiniyet taşıdıklarını sanıyor, doğru yola erişmelerini son derecede arzu ediyor, yüz çevirmekte direnip durmaları ise kendisinin çok ağırına gidiyordu.[120]

Hemen varıp yanlarına oturdu. Kureyş müşrikleri:

"Ey Muhammedi Biz seninle konuşalım diye sana haber saldık.

Biz vallahi Araplardan, senin kavminin başını derde soktuğun gibi kavminin başını derde sokan bir adam daha bulunduğunu bilmiyoruz!

Sen babalara, atalara dil uzattın!

Dini ayıpladın!

İlahlara dil uzattın!

Akıllan akılsızlık, beyinsizlik saydın!

Birliği böldün, dağıttın!

Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı!

Eğer sen getirip ortaya attığın o sözlerle mal, servet elde etmek istiyorsan; malca bizden daha zen­gin oluncaya kadar, senin için mallarımızdan mal toplayalım!

Eğersen onunla içimizde en büyük şan ve şerefi kazanmak istiyorsan; biz seni seyyid ve ulu kişimiz tanıyalım!

Eğer sen onunla kral olmak istiyorsan; seni kendimize kral edinelim!

Şayet o sana gelen şey görüp de tesiri altında kaldığın cinlerden bir tâbi1 işi ise-ki bu bazan olabilir-biz seni ondan kurtarıncaya veya senin hakkında mazur sayılıncaya kadar[121] tedavi çareleri araştıralım" dediler.

Resûlullah (a.s.), onlara:

"Dediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur!

Ben size getirdiğim şeylerle ne mallarınızı istemek,

Ne içinizde büyük şeref ve şan kazanmak,

Ne de üzerinize hükümdar olmak için gelmiş değilim.

Fakat, beni Allah size bir peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi.

Sizin (kabul edenleriniz) için, (Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyenleriniz) için de (Cehennemle) bir korkutup uyarıcı olmamı bana emretti.

Ben Rabbimin bana yüklediği elçilik vazifelerini size tebliğ ettim ve sizi öğütledim de!

Size getirdiğim şeyi kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette nasip ve azığınız olur!

Eğer onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah´ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır" buyurdu.

Kureyş müşrikleri:[122]

"Ey Muhammedi Sen iyi bilirsin ki, geçimi bizden daha kıt, daha sıkıntılı kimse yoktur.

O halde, seni gönderdiği şeylerle göndermiş olan Rabbinden dile de:

Bizi sıkan, daraltan şu dağları ortadan kaldırıp bizden uzaklaştırsın!

Yurdumuzu bizim için genişletsin!

Geçmiş baba ve atalarımızdan bazı kimseleri de bizim için diriltsin!

Bizim için diriltilecek olanlar arasında Kusayy b. Kilab da bulunsun!

Çünkü, o, doğru sözlü bir şeyh, bir ulu kişi idi.

Senin söylediğin şeyler hak ve gerçek mi, yoksa bâtıl mı? Ona soralım!

O seni tasdik ederse, sen de istediklerimizi yaparsan, seni tasdik eder, doğrularız!

Hem bunlarla senin Allah katındaki mevkiini ve dediğin gibi Allah´ın seni peygamber olarak gön­derdiğini öğrenmiş oluruz!" dediler.

Resûlullah (a.s.) onlara:

"Ben size bunlarla gönderilmedim.

Allah beni ne ile gönderdi ise, ben ancak Allah tarafından size onu getirdim, size onu tebliğ ettim.

Eğer getirip tebliğ ettiğim şeyleri kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur.

Onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah´ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!" buyurdu. Kureyş müşrikleri:

"Sen bizim için bunları yapmazsan, kendin için Rabbinden birşeyler edin:

Söylediğin şeylerde seni tasdik edecek, doğrulayacak, bizi senin üzerinden geri çevirecek bir meleği seninle birlikte göndermesini Rabbinden iste!

Yine, Rabbinden iste de:

Sana bahçeler, köşkler, altın, gümüş hazineleri versin de, senin geçimini aradığını gördüğümüz çabalardan, bunlarla seni müstağni kılsın!

Çünkü, bizim gibi, sen de çarşılarda dolaşıp duruyor; bizim gibi, sen de geçimini arıyorsun!

Eğer sen dediğin gibi gerçekten bir peygambersen (kavuşacağın bu nimetlerle) Rabbinin katındaki mevkiini öğrenmiş oluruz!" dediler.

Resûlullah (a.s.) onlara:

"Ben bunları yapmam!

Ben bunları Rabbinden isteyecek bir insan da değilim!

Zaten ben size bunlarla gönderilmedim.

Fakat, Allah beni (getirdiklerimi kabul edenleriniz için Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyip reddedenleriniz için de Cehennemle) bir korkutup uyarıcı olarak gönderdi.

Eğer size getirdiğim şeyleri kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur.

Onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah´ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!" buyurdu. Kureyş müşrikleri:

"Öyle ise haydi, Rabbin ´isterse muhakkak yapar dediğin gibi; göğü parçalar halinde üstümüze düşür bakalım?!

Sen bunu yapmadıkça, biz sana inanmayız!" dediler.

Resûlullah (a.s.):

"Bu iş Allah´a aittir.

O size bunu yapmak isterse yapar!" buyurdu. Kureyş müşrikleri:

"Ey Muhammedi Bizim seninle oturacağımızı, kendisinden sormuş olduğumuz şeyleri senden sora­cağımızı ve kendisinden istediğimiz şeyleri senden isteyeceğimizi Rabbin bilmiyor muydu?

Ne diye, bize vereceğin cevaplan daha önceden sana öğretmedi? Getirip bize tebliğ ettiğin şeyleri kabul etmediğimiz takdirde kendisinin bize ne yapacağını sana ne diye haber vermedi?!

İşittiğimize göre, bunları sana Yemâme´de Rahman diye anılan bir adam öğretiyormuş![123]

Biz vallahi hiçbir zaman Rahmân´a inanmayız!

Ey Muhammedi Artık sana karşı bir sorumluluğumuz ve kınanacağımız yoktur! Biz, vallahi, senin yakanı bırakmayacağız!

Ya biz seni yok edeceğiz, ya da sen bizi yok edeceksin!" dediler.

Müşriklerden birisi:

"Biz meleklere taparız! Melekler Allah´ın kızlarıdır!" dedi.

Başka birisi de:

"Allah´ı ve melekleri (sözlerinin doğruluğuna) kefil (tanık) olarak getirmedikçe, sana inanmayız" dedi.

Kureyş müşrikleri bunları söyleyince, Resûlullah (a.s.) onların yanından ayrıldı.

Abdullah b. Ebi Ümeyye ki, bu kişi, Peygamberimiz (a.s.)ın halası Âtike Hatunun oğlu idi-Peygamberimiz (a.s.)la birlikte kalkıp giderlerken:

"Yâ Muhammedi Kavmin sana bazı tekliflerde bulundu.

Sen onların tekliflerinden hiçbirini kabul etmedin!

Sonra, Allah katındaki mevkiini, dediğin gibi, peygamberliğini öğrenmek, seni doğrulamak ve sana uymak üzere senden kendileri için birşeyler istediler.

Sen yine yapmadın!

Sonra,yine, kendilerini korkuttuğun azaplardan bir kısmının kendileri için acele getirilmesini senden istediler, yapmadın!

Artık vallahi sen gözümün önünde göğe merdiven kurarak çıkıp gitmedikçe ve oradan[124] dediğin gibi peygamber olduğuna şehadet edecek dört de melek yanında getirmedikçe, sana hiçbir zaman inan­mam!

Vallahi, bunu yapacak olsan bile seni doğrulayacağımı sanmıyorum!" dedikten sonra, o Resûlullah (a.s.)dan, Resûlullah (a.s.) da ondan ayrıldı.

Resûlullah (a.s.) kavminin kendisine yaklaşacak yerde böyle büsbütün uzaklaştığını görünce, kendisini çağırdıkları sıradaki ümidini yitirmiş olmanın üzüntüsü içinde ailesinin yanına döndü.[125]

Müşriklerin İstek ve Sorularının Allah Tarafından Cevaplandırılışı

"Onlara, Rallilerinin âyetlerinden herhangi bir âyet gelmez ki, onlar muhakkak ondan yüz çevirmiş olmasınlar.

İşte, onlar, hak (Kur´ân) kendilerine gelince de onu yalanlamışlardır.

Fakat, yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının (dehşetli) haberi gelecektir!

Görmediler mi ki, Biz kendilerinden önce nice nesiller helak ettik?

Biz onlara, yeryüzünde, size vermediklerimizi vermiştik ve üzerlerine gökyüzünü (yağmuru) bol bol salmıştık.

Altlarından ırmaklar akıtmıştık.

Öyle iken, onları günahları yüzünden helak edip arkalarından yeni bir nesil olarak başkalarını var ettik.

Sana; kâğıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık, kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı, yine, o küfür edenler muhakkak:

´Bu, apaçık bir sihirden başka birşey değildir derlerdi. Bir de:

´Onun üzerine, bir melek indirilseydi yal´ dediler.

Eğer biz öyle bir melek indirseydik, muhakkak iş bitirilmiş olurdu: Kendilerine bir an bile göz açtırıl­ın azdı!

Eğer Biz onu (peygamberi) bir melek yapsaydık, yine, o meleği de bir adam suretinde gösterir ve herhalde, onları yine düşmekte oldukları şüpheye düşürürdük.

Andolsun ki: Senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, eğlenmekte oldukları şey, içlerinden o maskaralık edenleri çepeçevre kuşaüverdi!

De ki: Yeryüzünde gezip dolaşınız! Sonra da bakınız ki, peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl olmuştur?"[126] "Bir Kur´ân ki, dağlar onunla yürütülseydi, veya yer onunla parçalansaydı, yahut ölüler onunla konuşturul s aydı, (o kâfirler yine iman etmezlerdi).

Ne var ki, bütün iş Allah´ındır!

İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, Allah dileseydi elbette hepsine birden hidayet ederdi.

O kâfirier(e gelince), Allah´ın va´di erişinceye kadar, kendi sun´ ve taksirleri, küfürleri, kötü amelleri yüzünden, ya ansızın başlarına büyük bir belâ çatıp duracak, ya da (o belâ) yurtlarının yakınına konacaktır!

Şüphesiz ki, Allah va´dinden dönmez!

Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi.

Ben, o küfür edenlere bir müddet için meydan verdim. Sonra da, tutup onları azaba uğrattım!

Uğratıldıkları azap nasıl da dehşetli idi!"[127]

"Onlar: ´Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor. Çarşılarda pazarlarda gezip yürüyor. Ona bir melek indirilse de, yanında azapla bir korkutucu; yahut, ona (gökten) bir hazine bırakılsa ya! Yahut onun güzel bir bahçesi olsa da ondan yese ya!´ dediler.

Hem o zalimler (mü´minlere de):

´Siz,´ dediler, ´büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.´

Bak! Onlar senin hakkında ne kötü misaller (kıyaslar) getirip saptılar. Artık onlar hidayete hiçbir yol bulamazlar.

(Allah) Öyle yüce bir Allahtır ki, dilerse sana bu (dediklerinden) daha hayırlısını (verir), altından ırmaklar akan Cennetler verir, saraylar da yapar!"[128]

"Biz, senden önce de, peygamberleri bundan başka şekilde göndermedik.

Şüphe yok ki, onlar (o peygamberler) de, hem yemek yerler, hem çarşılarda pazarlarda yürür gez­erlerdi.

Sizin bir kısmınızı diğer bir kısım için bir ibtilâ (veya imtihan konusu) yaptık ki, sabredecek misiniz (bilinsin) diye.

(Bununla birlikte) Senin Rabbin herşeyi hakkıyla Görendir!

Bize kavuşmayı ummayanlar: ´Bizim üzerimize de melekler indirilse ya? Yahut biz de Rabbimizi görsek ya?´ dediler.

Andolsun ki, onlar nefislerinde kibirlendiler, büyük bir azgınlıkla haddi aştılar.1"![129]

"Biz sana kat´iyyen inanmayız! Meğer ki, bizim için şu yerden bir pınar akıtasın!

Yahut senin hurmalıklardan, üzümlüklerden bir bahçen olsun da, aralarından şırıl şırıl ırmaklar akı­tasın!

Yahut, dediğin gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin!

Yahut Allah´ı ve melekleri kefil (tanık) getiresin!

Yahut senin altından bir evin olsun!

Yahut semaya çıkasın!

Bize oradan okuyacağımız bir Kitab indirmedikçe, göğe çıktığına da asla inanmayız!´ dediler.

De ki: ´Rabbimin şanı yücedir! Ben Allah´ın Resûlü bir beşerden başkası mıyım?´

Kendilerine hidayet (rehberi) geldiği zaman insanların iman etmelerine, ancak ´Allah bir beşeri mi peygamber gönderdi?´ demeleri engel olmuştur.

(Tarafımdan) söyle onlara: ´Eğer yeryüzünde insanlar gibi sakin sakin yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek bir peygamber gönderirdik!´

De ki: ´Sizinle benim aramda, şahit olarak, Allah yeter!´

Çünkü, O, kullarının yaptıklarından hakkıyla haberdardır, her yaptıklarını hakkıyla Görendir!

Allah kime hidayet nasip ederse, işte o doğru yolu tutar.

Kimi de şaşkınlıkta bırakırsa, artık onlar için Allah´tan başka asla yardımcılar bulamazsın!

Biz onları Kıyamet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak, yüzükoyun hasrederiz!

Onların varacağı yer Cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça Biz onun alevini arttırırız!"[130]

"Biz senden önce nasıl peygamberler gönderdikse, seni de öylece, kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete sana vahyettiğimiz Kur´ân´ı onlara okuman için gönderdik.

Onlar Rahmân´ı tanımazlar. Sen, de ki:

´O, benim Rabbimdir! O´ndan başka, hiçbir ilah yoktur!

Ben ancak O´na dayanırım!

Benim tevbem de, dönüşüm de yalnız O´nadır!´"[131]

". . . Biz, eğer dilersek, onları yere geçiririz!

Yahut gökten üstlerine parçalar düşürürüz!"[132]

"Şimdi, onlar çarçabuk azabımızı mı istiyorlar?!

Fakat, bu onların bölgesine çökünce, (gelecek tehlikelerle) korkutulan onların sabahı ne kötü ola­caktır!"![133]

"Birde, onlar Allah´a kızlar isnad ederler.

Hâşâ! O´nun sânı bundan tamamıyla münezzehtir!"[134]

"Onlar, ondan (peygamberden) yüz çevirdiler de, ona kimi ´Bir öğretilmiş!´, kimisi de ´Bir mecnun!´ dediler."[135]

"Sen, Rabbinin nimeti sayesinde, bir mecnun değilsin!"[136]

"Sen, hemen öğütlemekte devam et!

Sen, Rabbinin nimeti sayesinde, ne kâhinsin, ne de mecnunsun!"[137]

"Hiç şüphesiz, sen büyük bir ahlâk üzerindesin!

Sen yakında göreceksin, onlar da görecekler ki, delilik hanginizde imiş?"[138]

Onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelmedi ki, onun hakkında da mutlaka böylece sihirbaz yahut mecnun demişlerdir.

Hepsi de, bunu birbirine tavsiye mi ettiler?!

Hayır! Onlar, umumiyetle, azgınlar güruhunun ta kendisidirler!"[139]

"´İnsanları, korkut! İman edenlere, Rableri katında, kendileri için muhakkak birkadem-i sıdk (şefaat ve ecir) olduğunu müjdele!´ diye içlerinden bir Erte yaptığımız vahiy insanlar için şaşılacak birşey mi oldu ki, o kâfirler ´Bu, seksiz şüphesiz, apaçık bir sihirbazdır!´ dediler."[140]

"O kâfirler, içlerinden, başlarına gelecek tehlikeleri bildiren bir peygamber geldiğine şaştılar da ´Bu, bir büyücü, bir yalancıdır!´ dediler."[141]

"Onlar seni dinlerken, nasıl dinlediklerini ve fısıldaştıklarını ve o zalimlerin (mü´minlere) ´Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz´ dediklerini de Biz çok iyi biliyoruz!"[142]

"Fakat, o kâfirler hâlâ Kur´ân´ı yalanlama içindeler. Halbuki, o şanlı bir Kur´ân´dır ve onun aslı Levh-ı Mahfuzdadır."[143]

Kureyş Müşriklerinin Yahudilerden Öğrendikleri Sorularla Peygamberimiz (a.s.)ı Susturmaya Kalkışmaları

Kureyş müşrikleri Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muaytı Medine Yahudilerinin bilginlerine gönderdil­er ve:

"Onlara, Muhammed´in sıfatlarını ve sözlerini anlatınız, kendisini onlardan sorunuz! Çünkü, Yahudiler kendilerine ilk Kitab inen millettir. Peygamberlere ait bilgilerden, bizde bulunmayan bilgi, onlar­da bulunur" dediler.

Bunun üzerine, Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Mekke´den yola çıkıp Medine´ye vardılar.

Medine Yahudilerinin bilginlerine, Peygamberimiz (a.s.)ın işini anlattılar ve bazı sözlerini naklettiler ve:

"Sizler bu sahibimizin dinî durumunu bize haber veresiniz diye size geldik!" diyerek, Peygamberimiz (a.s.)ı onlara sordular.

Yahudi bilginleri:

"Size emredeceğimiz üç şeyi ona sorunuz! Eğer onları size haber verirse, kendisi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bunu yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, yalan uydurucu bir adam demektir. Artık, kendisi hakkında istediğinizi yapınız.

1- İlk zamanlarda gelmiş geçmiş bulunan gençlerin maceralarının ne olduğunu ona sorunuz. Çünkü,
onların çok şaşılacak hadiseleri vardır.

2- Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan adamın haberinin de ne

olduğunu sorunuz ona.

3- Bir de, kendisine, ruhtan, ´Nedir o?´ diye sorunuz bakalım.

Size bunları haber verdiği zaman kendisine uyunuz; çünkü o bir peygamberdir!

Eğer yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, o yalan uydurucu bir adam demektir. Kendisine, istediğinizi yapınız!" dediler.

Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, dönüp Mekke´ye, Kureyşlilerin yanına geldiler ve:

"Ey Kureyş cemaatı!" dediler, "sizin aranızla Muhammed´in arasını kesip aralayacak şeyi bulup getirdik size. Yahudi bilginleri; ona sormamızı emrettikleri şeyleri bize haber verdiler ´Eğer size onu haber verebilirse, kendisi bir peygamberdir. Eğer yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, kendisi yalan uydurucu, lafçı bir adamdır. Kendisine, istediğinizi yapınız!1 dediler." Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip:

"Ey Muhammed!

1- İlk zamanlarda gelip geçmiş ve şaşılacak kıssaları bulunan gençlerden,

2- Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar dolaşan adamdan, bize haber ver bakalım.

Birde:

3- Ruhtan haber ver ki, nedir o?" dediler.

Peygamberimiz (a.s.), onlara:

"Sorduğunuz şeyleri yarın size haber vereyim" buyurup, bir istisnada bulunmamış, yani "İnşâal-lah=Allah dilerse" dememişti.

Vahyin gelmesi gecikince, müşrikler;

"Muhammed Yarın haber vereyim´ diye bize söz verdiği halde, kendisine sorduğumuz şeylerden hiçbiri hakkında bize bir haber vermiyor!" diyerek yaygaraya başlamışlardı.

Peygamberimiz (a.s.)ın vahyin gecikmesine ve müşriklerin yaygaralarına üzülüp durduğu sırada, Cebrail (a.s.), Yüce Allah tarafından Kehf sûresini getirdi.[144]

Bu sûrede, Peygamberimiz (a.s.)a, hiçbir şey hakkında, "İnşâallah=Allah dilerse" demek­sizin "Ben bunu her halde yarın yapıcıyım!" dememesi tavsiye buyuruldu.[145]

Kureyş müşriklerinin Yahudi bilginlerinden öğrenip Peygamberimiz (a.s.)a sordukları üç sorudan ikisi, Yüce Allah tarafından indirilen Kehf süresindeki Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn kıssalarıyla;[146]

Ruh hakkındaki üçüncü sorulan ise, "Sana Ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. (Zaten, onun hakkında) size az bir ilimden başka (birşey) de verilmemiştir" mealli âyetle cevaplanmıştır.[147]

Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)ın kendilerine tebliğ ettiği şeylerin hak ve gerçek, söylediklerinin doğru olduğunu Yahudi bilginlerinden öğrenip sordukları-bilinmeyen şeylerin-cevaplarını vermesiyle onun peygamberlik makamını anladıkları halde, kıskançlıkları kendilerinin Peygamberimiz (a.s.)a inanmalarına ve bağlanmalarına engel oldu. Allah´a isyan ve O´nun emrini terketmekte, küfürde direndiler durdular.

İçlerinden birisi de:

"Şu Kur´ân´ı dinlemeyiniz!

Onu birtakım boş ve asılsız sözler yerine koyunuz! Eğlenceye alınız!

Belki ona bununla galebe çalarsınız.

Eğer siz bir gün onunla münazaraya, tartışmaya kalkarsanız, o size galebe çalar" dedi.[148]

Yüce Allah, bunu da, indirdiği âyette şöyle açıkladı:

"O küfredenler ´Bu Kur´ân´ı dinlemeyiniz. Onun hakkında yaygaralar koparınız. Belki (böylelikle) galebe çalarsınız´ dediler."[149]

Nadr b. Hâris ve Onun Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Karşı Tutum ve Davranışı

Nadr b. Haris Kureyş müşriklerinin şeytanlarından, cin fikirlilerinden[150] ve zındıklarındandı .[151]

Kendisi bir ara Hîre´ye gitmiş, orada Acem şahlarının hikâyelerini, Rüstem ve İsfendiyar´a ait bir­takım hikâye ve haberleri öğrenmişti.[152]

Acem kitapları okur, Hıristiyanlar ve Yahudilerle düşer kalkardı.

Peygamberimiz (a.s.)ı yalanlamakta ve incitmekte Kureyş müşriklerinin en aşırı giden­lerinden ve söz sahiplerindendi.

Hîre´de, bırbıt (ud, kopuz) çalmayı ve Hîrelilerin şarkılarını öğrenmiş; bunları Mekkelilerden birçok kimselere de öğretmişti.

Kendisi, şarkıcı iki köle kadın da satın almıştı.

Halkı, İslâmiyetten alıkoymak için, bunlarla oyalardı.[153]

Peygamberimiz (a.s.) bir meclise oturup Allah´ı anar,[154] Allah´a inanmaya davet eder, Kur´ân-ı Kerîm okur,[155] kendilerinden önceki milletlerden hangilerinin ne gibi musibetlere uğradıklarını anlatarak kavmini uyarır; o meclisten kalkar kalkmaz, arkasından Nadr b. Haris gelir, Peygamberimiz (a.s.)ın yerine geçer ve:

"Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, ben ondan daha güzel söylerim. Siz benim yanıma geliniz! Ben size onun anlattıklarından daha güzelini anlatırım" dedikten sonra, Acem şahlarının, Rüstem ve İsfendiyahn hikâyelerini anlatır; [156]

"Muhammed benden ne ile daha güzel konuşurmuş?[157] Ben size anlattığım hikâyeleri nasıl başkalarından yazıp aldımsa, o da bunları başkalarından yazıp almıştır!" der;[158]

"Hangimizin sözü daha güzel? Benimki mi, yoksa Muhammed´inki mi?" diye sorardı.

Peygamberimiz (a.s.), bir ara, Ebu Uhayha Saîd b. Âs´ın yanına uğrar, ona İslâmiyeti anlatırdı.

Ebu Uhayha, Peygamberimiz (a.s.) hakkında "O, semadan konuşuyor!" demeye başlamıştı.

Nadr b. Haris, Ebu Uhayha´nın yanına gidip:

"İşittiğime göre; sen Muhammed´in sözlerini güzel buluyor, beğeniyormuşsun. Bu nasıl olur?! O, ilahlara dil uzatıyor! Baba ve atalarımızın Cehennemde olduklarını söylüyor! Kendisine tâbi olmayanları azapla tehdid ediyor!" dedi.

Bunun üzerine, Ebu Uhayha, Peygamberimiz (a.s.)a düşman kesildi. Peygamberimiz (a.s.)ı yermeye ve getirdiklerini ayıplamaya ve "Doğrusu, biz bunun getirdiklerinin bir benzerini daha işitmedik! Böylesi ne Yahudilikte, ne de Hıristiyanlıkta var!" demeye başladı.

Ebu Uhayha ilk sözünden döndüğü zaman, Nadr b. Haris ona teşekkür etmeye gitti.[159]

Halbuki, Nadr b. Haris, bundan önce, Peygamberimiz (a.s.)ın zikrini ve gönderileceği zamanın yaklaştığını işittiği zaman:

"Vallahi, bize bir uyarıcı gelecek olursa, biz milletlerden herhangi birisinden daha çok, doğru yolu tutarız" demişti.

Yüce Allah, bu münasebetle indirdiği âyette şöyle buyurdu:

"Onlar; kendilerine azapla korkutucu (bir peygamber) gelirse, herhalde, (diğer) ümmetlerden her­hangi birisinden daha ziyade doğru yolu tutacaklarına, yeminlerinin bütün hızıyla Allah´a and etmişlerdi.

Fakat, onlara azapla korkutan (bir peygamber) gelince, bu onların (haktan) uzaklaşmalarından başka birşey artırmadı.[160]

Nadr b. Haris; Kur´ân-ı Kerîm okunduğu zaman:

"Bunlar, öncekilerin masallarıdır! Ben de size, Allah´ın indirdiği gibi, indireceğim!" derdi.

Kur´ân-ı Kerîm´de içinde "esâtîr" kelimesi geçen sekiz âyet, Nadr b. Haris hakkında nazil olmuş-tur.[161]

Nadr b. Haris:

"O, getirdiği kitap üzerinde, ancak, şu Esved b. Muttalib´in kölesi Cebr ile Şeybe veya Utbe b. Rebia´nın kölesi Addas´ın ve daha başkalarının yardımını görüyor!" diyordu.

Yüce Allah, indirdikleri âyetlerle bu isnad ve iftirayı da şöyle reddetti:

"Andolsun ki, biz onların ´Bunu ancak bir beşer öğretiyor!´ diyeceklerini biliyoruz.

Haktan sapmak suretiyle kendisine nisbet edecekleri o (sanığın) dili Acemî´dir, bu Kur´ân´ın dili ise apaçık Arapça bir dildir."[162]

"O küfredenler, ´Bu (Kur´ân) onun uydurduğu yalandan başka (birşey) değildir. Bu hususta diğer bir zümre de ona yardım etmiştir´ dediler de, muhakkak bir haksızlık ve tevzir meydana getirdiler.

´Onun başkasına yazdırıp, kendisine sabah akşam okunmakta olan eskilere ait masallardır´ dediler.

De ki: ´Onu göklerde ve yerdeki bütün gaybı bilen (Allah) indirdi. Şüphe yok ki, O çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir!´"[163]

"De ki: ´Andolsun, bütün insanlar ve cinler şu Kur´ân´ın bir benzerini meydana getirmek üzere bir araya toplansalar ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine, onun benzerini meydana getiremezler.´"[164]

Nadr b. Haris bir gün Peygamberimiz (a.s.)a rastlayıp:

"Sen Kureyşîlerin yakın bir zamanda vurulup yere düşeceklerini ve bunun sana Allah tarafından vahyedildiğini söylüyormuşsun, öyle mi?" diye sordu.

Peygamberimiz (a.s.):

"Evet, ben söyledim! Sen de onlardansın!" buyurdu.[165]

Yüce Allah, Rasülüne indirdiği ayette "Yakında o cemaat bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaça­caklar" buyurmuş; Peygamberimiz (a.s.) da, Bedir savaşında Kureyş müşriklerinin bozguna uğrayıp kaçıştıklarını görünce, bu âyeti okum ustu.[166]

Nadr b. Haris Bedir savaşında esir edilen müşriklerden olup, Hz. Ali tarafından boynu vurulmuştur.[167]

Peygamberimizin Ümmîliği ve Bütün Hayatının Belliliği, Bildiklerini İlahî Vahiy İle Bildiği ve Bildirdiği

Kur´ân-ı Kerîm´de açıkça bildirildiği üzere, Peygamberimiz (a.s.) ümmî idi, okuma-yazma bilmezdi.[168]

Arap kavmi de, genellikle ümmî idiler.[169]

Bunu, Peygamberimiz (a.s.) da:

"Biz ümmî bir cemaatız. Ne yazı yazarız, ne de hesap biliriz!" buyurarak açıklamışlardır.[170]

Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğe nail olduğu gece Cebrail (a.s.) tarafından "İkra´!=Oku!" diyerek okumaya tekrar tekrar zorlandığı zaman, hep "Mâ ene bi kâriîn=Ben okuma bilmem" cevabını vermişti.[171]

Peygamberimiz (a.s.)ın okuryazar olmadığı da, Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle açıklanmaktadır:

"Sen, bundan önce, hiçbir kitap okur değildin. Hâlâ da, elinle yazı yazmazsın. Öyle olsaydı (okur yazar olsaydın) bâtıl söyleyenler, muhakkak, şüphelenebilirlerdi."[172]

Peygamberimiz (a.s.)ın doğumundan peygamberliğe erdiği tarihe, kırk yaşına kadar olan hayatı, Kureyş müşriklerinin gözleri önünde geçmişti. Kendisinin hayatından, onlara gizli, kapalı kalan bir taraf yoktu.

Müşriklerin arasında, Peygamberimiz (a.s.)ın doğumunu, çocukluğunu, gençliğini, peygam­berliğe erinceye kadar geçirdiği hayatını günü gününe bilenler bile vardı; ve onlar Peygamberimiz (a.s.)a karşı olanların safında bulunuyorlardı.

Peygamberimiz (a.s.)ın aralarında doğup büyümüş olduğu müşrik hemşehrilerine, akra­balarına karşı, Yüce Allah tarafından "De ki: ´Ben, ondan (Kur´ân´dan) önce, aranızda bir ömür durmuş, yaşamı sırrıdır! Siz hâlâ

aklınızı kullanmaz mısınız?´"[173] buyurularak inkâr ve itiraz damarlarına basıldığı halde, Mekkeli müşrikler susmuşlar, susmak zorunda kalmışlarsa, bu ancak Peygamberimiz Aleyhiselamın hayatından kendilerince bilinmeyen bir taraf bulunmadığını gösterir.

Peygamberimiz (a.s.)ın, vahiy gelmeye başladığı tarihe kadarda, ne Kitabdan, ne de iman­dan haberi yoktu.

Bu gerçeği de, Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.) tarafından mü´min, münkir, müşrik herkese okunan şu âyetle açıklamıştır:

"İşte, Biz, sana da böylece Emrimizden bir Ruhu variyettik. Halbuki, (bundan önce) sen ´Kitab, nedir? İman, nedir?1 bilmezdin. Fakat, Biz, onu (Kufân´ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan kimi dil­ersek, ona hidayet veririz. Şüphesiz ki sen her halde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun!"[174]

Peygamberimiz (a.s.), kendisine birşey sorulduğu zaman, o hususta vahiy nazil olmamışsa "Bilmiyorum!" buyurur veya vahiy gelinceye kadar susar, kendiliğinden birşey söylemezdi.[175]

Bu gerçek de, Kur´ân-ı Kerîm´de şöyle açıklanır

"Sahibiniz (doğru yoldan) sapmadı, bâtıla da inanmadı. O, kendi (rey ve) nevasından söylemez! O (Kur"ân), kendisine (Allah tarafından) ilka edilegelen vahiyden başka (birşey) değildir."[176]

"O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir! Eğer (
Top