Müşriklerin Ambargosu
Müşriklerin Ambargosu
Müşriklerin Hâşim ve Muttalib Oğullarına İçtimaî ve İktisadî Ambargo Uygulamaları
Hâşim ve Muttalib oğullarının Müslüman olan ve olmayanlarının tümünün Şı´b´da toplandıklarını ve Peygamberimiz (a.s.)ı korumaya azmettiklerini görünce,[1] Kureyş müşrikleriyle Kinane´ler,[2] Mekke´nin yukarı tarafında, kabirler yanındaki[3] "Kinane oğullarının Hayf´ı" diye anılan Muhassab´da[4] toplandılar.[5]
Hâşim oğulları ile Muttalib oğullarına karşı:[6]
1- Öldürmek için[7] Peygamberimiz (a.s.) kendilerine[8] teslim edilinceye kadar, Haşim oğullarından gelecek barış dileği asla kabul edilmemek,
2- Kendilerine acınmamak.[9]
3- Onlara kız
vermemek, onlardan kız alınmamak,[10]
4- Onlara birşey satmamak.[11]
5- Onlardan birşey satın almamak.[12]
6- Onlarla oturmamak, görüşmemek,[13] konuşmamak,[14]
7- Onların evlerine girmemek[15] üzere, küfür üzerinde[16] aralarında andlaştılar.[17] Kararlaştırıpüzerinde andlaştıklan bu maddeleri bir sahifeye yazdılar.[18] Sahifenin üzerine üç mühür bastılar.[19]
Verdikleri sözlerinde durmalarını sağlamak için de,[20] onu Kabe´nin içine astılar.[21]
Bu sahifeyi yazan, Mansur b. İkrime idi.[22]
Sahifeyi yazdığı gün,[23] Peygamberimiz (a.s.) dua edince,[24] Mansur´un eli[25] çolak oldu,[26] kurudu.[27]
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri aralarında:
"Hâşim oğullarına zulmettik de,[28] işte bakınız! Mansur b. İkrime musibete uğradı!" demeye başladılar.[29]
Bu zulüm sahifesinin Ebu Cehil´in anası,[30] veya halası Ümmü´l-Cülas´ın[31] ve daha başkalarının yanında bulundurulduğu da rivayet edilir.[32]
Sanıldığına göre; sahifenin şahıslar yanında bulunduruluşu, Kabe´nin içine asılısından önce idi .[33]
Ebu Talib´in Kureyşlileri Uyarışı ve Kendisine Karşı Saygılı ve Merhametli Davranmaya Çağırışı
Kureyş müşriklerinin, Haşim ve Muttalib oğullarına karşı aldıkları acımasız tedbirler üzerine, Ebu Talib, söylediği bir manzumesinde:
Lüeyy oğullarına ve bilhassa onlardan Ka´b oğullarına;
Muhammed ((a.s.))ın, Musa ((a.s.)) gibi bir peygamber olduğunu eski semavî kitablarda yazılı bulduklarını kendilerinin de bildiklerini; Kabe duvarına astıkları yazının, başlarına ancak uğursuzluk ve felaket getireceğini hatırlattı.
Suçsuzlar suçlu durumuna düşmeden ayılmalarını, fesatçılara uyup aradaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparmamalarını, sonucu çok acı olabilecek kanlı bir savaşı davet etmemelerini tavsiye etti.
Zağlı kılıçlarla boyunlar ve kollar kesilip başlar uçurulmadan, Muhammed (a.s.)ı kendilerine teslim edebileceğini hiç ummamalarını, babaları Hâşim´in vasiyetini tutan Hâşim oğullarının hiçbir zaman savaşmaktan yılmayacaklarını hatırlattı .[34]
Ebu Talib´in Peygamberimiz (a.s.) İçin Her Gece Koruma Tedbiri Alışı
Ebu Talib; Peygamberimiz (a.s.)a herhangi bir kötülük veya suikastta bulunmak isteyeceklere karşı bir koruma tedbiri olmak üzere, her gece, yatağa yatılacağı zaman, herkesin gözü önünde, Peygamberimiz (a.s.)a yatağına yatmasını söyler; halk uykuya dalınca da, oğullarından veya kardeşlerinden ya da amca oğullarından birisine, Peygamberimiz (a.s.)ın yatağına yatmasını emreder. Peygamberimiz (a.s.)a da onun yatağında uyumasını söylerdi.[35]
Şı´b Sakinlerinin Yokluk ve Açlık Sıkıntısına Düşmeleri
Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)ı ve Peygamberimiz (a.s.)ın kabile halkı olan Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarını, Şı´b´cia[36] üç yıl kuşatıp gözaltında tuttular.[37]
Onlara sıkı bir içtimaî ve iktisadî ambargo uyguladılar.
Çarşı ve pazarların, Şı´b sakinlerine giden yollarını kestiler.[38] Şı´b´a yiyecek ve katık gitmesini önlediler.[39]
Kureyş müşrikleri; Mekke´den gelen yiyecekleri veya satılan herhangi bir şeyi Şı´b´a bırakmamakta, hemen varıp onları kendileri satın almakta,[40] Şı´b sakinlerini açlıktan öldürüp,[41] böylece Peygamberimiz (a.s.)ın kanını dökmeye muvaffak olabileceklerini um m aktaydılar.[42]
Şı´b sakinlerinin hac mevsimlerinde-dinî geleneğe uyarak-Şı´b´dan çıkıp alışverişte bulunmalarına her ne kadar engel olmamakta iseler de,[43] Mekke çarşısına bir deve yükü yiyecek geldiği ve Şı´b sakinlerinden birisi çoluk çocuğu için biraz yiyecek almak üzere oraya vardığı zaman, Ebu Leheb hemen erzak yüklerinin başına dikilir:
"Ey tüccar topluluğu! Muhammed´in ashabına fiyatları öyle yükseltiniz ki, onlar yanınızdaki şeylerden birşey alamasınlar!
Siz benim zengin ve verdiği sözü yerine getirir bir kimse olduğumu bilirsiniz.[44] Böyle yapmanızdan size bir zarar gelmeyeceğine ben kefilim!" der;[45]
Tüccarlar da meta´larının fiyatını öyle kat kat arttırırlardı ki, Müslümanlar açlıktan ağlaşan çocuklarının yanına, ellerinde onlara yedirecek birşey bulunmaksızın dönmek zorunda kalırlardı.
Ertesi günü, sabahleyin, tüccarlar Ebu Leheb´in yanına varırlar; o da kalan yiyecek ve giyecekleri onlardan yüksek fiyatla satın alıp,[46] mü´minleri ve yanındakileri aç ve çıplak bırakırdı .[47]
Şı´b sakinlerini geçindirmek için Peygamberimiz (a.s.) bütün malını harcadı.
Hz. Hatice de, Ebu Talib de, bu yolda bütün mallarını harcadılar.[48]
Yiyecek birşey bulunup satın alınmadığı için, açlıktan ölenler,[49]
Ağaç yapraklarını yiyenler,[50]
Buldukları kuru deri parçalarını su içinde yumuşatıp ateşe tuttuktan sonra, onunla üç gün idare edenler oldu![51]
Açlıktan ağlaşan çocukların feryatları, Şı´b´ın arkasından duyulmaya başladı.[52]
Müşriklerden kimisi bundan sevinç, kimisi de üzüntü duymakta; üzüntü duyanları, "Bakınız! Sahifeyi yazan Mansur b. İkrime nasıl felakete uğradı!" demekte idi.[53]
Kureyş müşrikleri Şı´b sakinlerine birşey göndermemekte, akrabalarına birşey göndermek isteyenler de, onu ancak gizlice salabilmekte idiler.[54]
Ebu Cehil Şı´b´ı sık sık gözetler dururdu.
Hz. Abbas, bir gün, yiyecek satın almak için Şı´b´dan çıkmıştı.
Ebu Cehil ona çatmak istedi. Fakat, Allah onu Ebu Cehil´in şerrinden korudu.
Hz. Hatice, Zem´a b. Esved´e:
"Ebu Cehil´e bir söz dinlet" diye bir haber saldı.
O da söz dinletti, Ebu Cehil geri durdu.[55]
Hakîm b. Hizam; bir ticaret kafilesiyle, Şam´dan buğday yükleyip getirmişti.
Üzerine, buğday yüklediği bir deveyi, gizlice, Şı´b yoluna yöneltti, arkasına vurup Şı´b sakinlerinin yanına soktu. Onlarda, devenin üzerindeki buğdayı aldılar.[56]
Yine Hakîm b. Hizam; başka bir gece, devenin üzerine un yükleyip Şı´b´ın içine saldı .[57]
Hişam b. Amr da; bir gece, deveye yiyecek yükleyip Şı´b´ın ağzına kadar götürdü. Devenin başından yularını çözdü. İki böğrüne vurup onu Şı´b´a soktu.[58]
Hişam b. Amr Şı´b sakinlerine böyle yardım etmekte devam etti.[59]
Başka bir gecede üç yük yiyecek gönderdi.
Kureyş müşrikleri bunu öğrenince, sabahleyin ona bu hususta ihtarda bulundular. Hişam da:
"Ben artık böyle birşeyi tekrarlar ve size aykırı davranır değilim!" dedi.
Bunun üzerine, müşrikler onun yanından ayrıldılar.
Fakat, Hişam; bundan sonra, tekrar Şı´b sakinlerine geceleyin bir veya iki deve yükü daha yiyecek salınca, müşrikler ona ağır sözler söylediler.[60] Hatta, onu öldürmeye kalktılar![61]
Ebu Süfyan b. Harb:
"Bırakınız adamı! Şı´b´daki akrabalarına iyilik etmiş!
Vallahi, keşke biz de onun yaptığı gibi yapaydık! Ne güzel olurdu!" diyerek, onu kayırdı.[62]
Hakîm b. Hizam; bir gün, kölesinin sırtına biraz buğday yükleyip Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice´ye götürmek üzere Şı´b´a giderken, yolda Ebu Cehil´e rastladı.
Ebu Cehil hemen Hakîm´in yakasına yapıştı.
"Demek sen Haşim oğullarına yiyecek götürüyorsun ha?!
Vallahi, ben seni Mekke´de rezil etmedikçe, buradan ne sen ileri geçebilirsin, ne de yiyecek geçebilir!" dedi.
O sırada, Ebu´l-Bahterî b. Hişam, yanlarına geldi. Ebu Cehil:
"O," dedi, "Hâşim oğullarına yiyecek taşıyor!?"
Ebu´l-Bahterî:
"Halasına ait olup yanında bulunan bir yiyeceği ona götürmesine sen nasıl engel olursun?!
Çekil adamın yolundan, gideceği yere gitsin!" dedi.
Ebu Cehil kabul etmedi ve hatta Hakîm´in veya kölesinin yakasına yapışınca, Ebu´l-Bahterî kızdı. Eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile vurup Ebu Cehil´in başını yardı, kendisini yere yıktı, tepeledi, tekmeledi durdu.[63]
Hz. Hamza oraya yakın bir yerde bulunuyor ve onları seyrediyordu.
Müşrikler ise, aralarında geçen bu gibi hadiseleri Peygamberimiz (a.s.)la ashabının görüp veya işitip kendilerine gülmelerini hiç istemezlerdi.[64]
Müşriklerin Kuraklık ve Kıtlık Azabına Uğramaları
Peygamberimiz (a.s.); Kureyş müşriklerinin kendisini dinlemediklerini,[65] yalanlayıp durduklarını ,[66] İslâmiyete karşı çok yavaş ve isteksiz davrandıklarını[67] ve sırt çevirdiklerini[68] görünce:
"Ey Allah! Şunlara da, Yusuf (a.s.)ın zamanındaki yedi (kıtlık) yılı gibi, yedi (kıtlık azabı) verip[69] bana yardım et!" diyerek.[70] Kureyş müşrikleri aleyhinde dua etti.[71]
Bunun üzerine, yağmurlar kesildi. Yer kupkuru oldu, kurudu![72]
Kureyş müşriklerini öyle bir kuraklık ve kıtlık yakaladı ki,[73] herşeyi kökten kazıdı, silip süpürdü![74]
Birçokları açlıktan öldüler![75]
Yiyecek birşey bulamayınca,[76] açlıktan dolayı, ölü hayvanların etlerini,[77] kokmuş leşleri,[78] derileri,[79] kemikleri,[80] köpekleri,[81] kanla deve yününden yapılan "ılhız" denilen şeyi., yediler.[82]
Onlardan herhangi biri, gökyüzüne baksa, açlıktan dolayı, ortalığı duman kaplamış gibi görürdü![83]
Mekke´de kuraklık ve kıtlık son dereceyi bulunca,[84] Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi:[85]
"Ey Muhammed![86] Sen kendinin rahmet olmak üzere gönderildiğini söylüyor,[87] Allah´a itaati,[88] akrabayı görüp gözetmeyi bize emredip duruyorsun![89]
Kavmin ise, kuraklık ve kıtlıktan ölüp gitmektedirler![90]
Onlardan bu felâketin kaldırılması için.[91] Allah´a bir dua ediver![92]
Eğer sen dua edersen, Allah da şu belayı üzerimizden kaldıracak olursa, Allah´a iman edeceğiz!" diye and içerek söz verdi.[93]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Allah´a dua etti.
Yağmur sularıyla sulandılar.[94]
Yüce Allah onların üzerinden kuraklık ve kıtlık azabını kaldırınca, onlar eski şirklerine döndüler.[95]
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"Hayır! Onlar (öldükten sonra dirilmekten) şüphe içindedirler. (Bununla) eğlenirler.
O halde, semanın apaşikâr bir duman getireceği günü gözle!
(Öyle bir duman ki) insanları, saracaktır o!
(´Bu,´ diyecekler) ´pek yaman bir azab!
Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır!
Çünkü, biz artık iman edeceğiz!´ diyecekler.
Onlara, düşünmek, ibret almak nerede?
Kendilerine gerçekleri apaçık anlatan bir Resûl geldi de, ondan yüz çevirdiler.
Ona: ´Bir öğretilmiştir!, ´Bir mecnundur!´ dediler.
Biz o azabı biraz açacak, kaldıracağız!
Fakat, siz yine küfre döneceksiniz!
Amma, o büyük satvetle sıkıvereceğimiz gün, her halde, Biz onlardan intikam alacağız!"[96]
Acem-Rum Savaşı Hakkında Müşriklerle Bahse Girişilmesi
Nübüvvetin sekizinci yılında icii[97] ki, İran ordusu ile Rum ordusu,[98] Şam toprağı ile İran toprağı arasında,[99] Ezriat´ta[100] Busra´da[101] karşılaşarak çarpışmışlar; İranlılar Rumları ağır bir yenilgiye uğratmışlardı.[102]
Rumların şehirlerini yakıp yıkmışlar,[103] ağaçları kesmişler,[104] hatta İstanbul´a kadar ilerlemişler.[105] Halic´in üzerine konmuşlardı.[106] İstanbul´u uzun müddet kuşattıkları halde, yarısı denizde, yansı karada olduğu için, ele geçirememişlerdi.
İran Şahı, Kayserden tazminat olarak, dünya hükümdarlarından hiçbirinin sağlamaya güç yetinemeyeceği kadar çok altın, mücevherat, kumaşlar, hizmetçi kadınlar, uşaklar ve daha pek çok türlü mallar da istemiş; o da, muvafakat etmişti .[107]
Kureyş müşrikleri, Farslıların (İranlıların) Rumları yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar putperest idiler.
Müslümanlar ise, Rumların Farslılan yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar Kitab ehli idiler.[108]
Rumların mağlubiyet haberi Peygamberimiz (a.s.)la ashabına çok ağır geldi.
Peygamberimiz (a.s.); Kitabsız Mecusilerin Kitab ehli olan Rumlara galip gelmelerini istemezdi.
Kureyş müşrikleri, Müslümanlara:
"Siz ehl-i Kitabsınız, Hıristiyanlar da Kitab ehlidirler.
Biz Kitabsız ümmîleriz.
Farslı kardeşlerimiz sizin Kitab ehli olan kardeşlerinize galip gelmişlerdir.
Siz de bizimle çarpışacak olursanız, muhakkak, biz size galip geliriz!" dediler.[109]
Hz. Ebu Bekir müşriklerin bu sözlerini Peygamberimiz (a.s.)a anınca, Peygamberimiz (a.s.):
"Şu muhakkak ki, onlar (Farslılar, er geç) mağlup olacaklardır!" buyurdu.[110]
Yüce Allah da, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurmuştur:
"Elif Lâm Mîm!
Rum(lar) mağlup oldu yakın bir yerde.
Halbuki, onlar, bu yenilmelerinin ardından, galip olacaklar. Bid´-i sinînde (üçten dokuza kadar olan yıllar içinde)[111]
Önünde de, sonunda da, emr Allah´ındır.
O gün, mü´minler de Allah´ın yardımıyla ferahlanacak.
O (Allah), kime dilerse yardım eder.
O (Allah) kudretiyle herşeye üstün gelen Azîz, rahmetiyle mü´minleri esirgeyen Rahîm´dir.
Bu, Allah´ın va´didir.
Allah va´dinden caymaz.
Fakat, insanların çoğu (bunu) bilmezler."[112]
Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir Kureyş müşriklerinin yanına varıp:
"Sizler (putperest) kardeşleriniz (Farslılar)ın, bizim (Kitab ehli) kardeşlerimiz (Rumlar)a galip gelmesine seviniyor musunuz? Hiç de sevinmeyin!
Allah sizin gözlerinizi aydın etmeyecektir!
Vallahi, Rumlar muhakkak Farslılara galip geleceklerdir!
Bunu bize Peygamberimiz (a.s.) haber verdi!" deyince, Übeyy b. Halef kalkıp Hz. Ebu Bekir´e doğru vardı ve:
"Sen yalan söyledin!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah düşmanı! Sensin yalancı olan!
Eğer üç yıla kadar, Rumlar Farslılara galip gelirse, bana on deve vermeyi borçlan!
Fakat, Farslılar Rumlara galip gelirse, ben sana on deve vermeyi borçlanayım!" diyerek bahse giriştiler.
Bundan sonra, Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip, Übeyy b. Halef ile aralarında geçeni haber verince, Peygamberimiz (a.s.):
"Ben, böyle mi andım?!
Âyetteki ´bid´i´ sözü ancak üç ile dokuz arasındaki müddeti ifade eder.
Sen hemen gidip devenin sayısını da, müddeti de (ona göre) uzat!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir gitti. Übeyy b. Halefle karşılaştı.
Übeyy b. Halef:
"Sen galiba (bahse giriştiğine) pişman oldun?!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Hayır! Pişman olmadım!
İstersen, aramızdaki bahiste alınacak, verilecek develerin sayısını arttı rai im, müddeti de uzatalım:
Bahiste kazanacak olan, yüz deve alsın! Kaybeden de yüz deve versin!
Müddet de dokuz yıla kadar uzatılsın!" dedi.
Übeyy b. Halef:
"Öyle yaptım!" dedi.[113]
Hz. Ebu Bekir´in Peygamberimiz (a.s.)la gizlice Mekke´den ayrılıp Medine´ye hicret edeceği sıralarda idi ki, Übeyy b. Halef Hz. Ebu Bekir´e:
"Bahiste yenilecek olursan bana ödeyeceğin develer hakkında bir kefil ver" dedi.
Hz. Ebu Bekir de, oğlu Abdurrahman´ı kefil verdi.
Übeyy b. Halef de Uhud savaşına gitmek istediği zaman, Abdurrahman ondan bir kefil istedi, o da verdi.[114]
Übeyy b. Halef Uhud´da Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmek isterken, Peygamberimiz (a.s.)ın mızrağından aldığı yaradan kurtulamayarak, Mekke yakınındaki Şerifte öldü.[115]
Rumlar belirlenen müddet içinde[116] birdenbire kalkınarak İranlıları ağır bir hezimete uğrattığı zaman;[117] Hz. Ebu Bekir Übeyy b. Halefin veresesinden yüz deveyi alıp.[118] Peygamberimiz (a.s.)a getirdi.[119]
Peygamberimiz (a.s.) da Hz. Ebu Bekir´e:
"Bunları fakirlere dağıt!" buyurdu.[120]
O da fakirlere dağıttı.[121]
Rumların İranlıları dokuz yıl içinde mağlup edecekleri hakkındaki ihbar-ı Kufâniyenin böylece gerçekleşmesi üzerine, Mekkeli müşriklerden birçok kimseler Müslüman oldular.[122]
Dımâdu´l-Ezdî´nin Peygamberimiz (a.s.)ı Tedaviye Kalkışı ve Müslüman Oluşu
Ezd-i Şenûe kabilesinden[123] Dımâd b. Sa´lebe, umre yapmak üzere[124] Mekke´ye gelmişti.[125]
Kendisi, Cahiliye devrinde, Peygamberimiz (a.s.)ın tanışı, dostu idi. Doktorluğa özenir,[126] delilere okur,[127] ilim elde etmeye çalışırdı.[128]
Dımâd, Mekke´ye gelince, Ebu Cehil, Utbe b. Rebia ve Ümeyye b. Halefin bulunduğu bir mecliste oturdu.
Ebu Cehil:
"Şu adam bizim topluluğumuzu dağıttı. Akıllarımızı akılsızlık, ölüp gitmiş baba ve atalarımızı dalâlete düşmüş saydı. İlahlarımıza dil uzattı" dedi.
Ümeyye b. Halef de:
"O, hiç şüphesiz, deli bir adamdır!" dedi.[129]
Dımâd, müşriklerin "Muhammed delidir!" dediklerini işitince,[130] kendi kendine: [131]
"Ben gidip[132] şu zâtı bir görseydim,[133] tedavi etseydim,[134] belki Allah ona benim ellerimle şifa verirdi"[135] diyerek, müşriklerin meclislerinden kalktı.
O gün, Peygamberimiz (a.s.)ı aradı, bulamadı.
Ertesi gün, tekrar aramaya çıktı.[136] Buldu[137] ve:
"Yâ Muhammed! Ben deliliği tedavi ederim.[138] İstersen seni de tedavi edeyim.[139] Belki Allah sana fayda verir![140]
Ben delilere okurum. Belki Allah benim elimle senin deliliğine de şifa verir!
Okumamı istersen, gel, sana da okuyayım.[141]
Sen, üzerindekini, gözünde büyütme!
Ben sendekinden daha ağırını tedavi etmişimdir, kurtulmuştur!
Ben senin hakkında;
Kavminin akıllarını akılsızlık saymak,
Toplululuklarını dağıtmak,
Onlardan ölüp gitmiş olanların dalâlet içinde bulunduklarını ileri sürmek,
İlahlarını ayıplamak... gibi birtakım kötü huylardan söz ettiklerini işittim.
Bunu, kendisinde delilik bulunan adamdan başkası yapmaz!" dedi.[142]
Peygamberimiz (a.s.), Dımâd´a şöyle mukabele buyurdu:
"Hamd Allah´a mahsustur.
Biz O´na hamdeder; yardımı,[143] yarlıganmayı da[144] O´ndan dileriz.[145]
Nefislerimizin şerlerinden de Allah´a sığınırız.[146]
Allah´ın doğru yola eriştirdiğini saptıracak yoktur!
Saptırdığını da doğru yola eriştirecek yoktur!
Şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir, tektir!
O´nun eşi, ortağı yoktur!
Yine, şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Muhammed, O´nun kulu ve resûlüdür!"[147]
Peygamberimiz (a.s.)ın söyledikleri, Dımâd´ın çok hoşuna gitti: [148]
"Ben, hiçbir zaman, bundan daha güzel bir kelam dinlememişimdir![149]
Sen şu sözlerini bana tekrarı asana?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrarladı.[150]
Dımâd onu Peygamberimiz (a.s.)a iki kere daha tekrarlattı .[151]
"Vallahi,[152] ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şairlerin sözlerini de dinlemişimdir. Fakat, senin şu sözlerin gibi hiçbir söz işitmemişimdir. Bunlar, denizin dibine kadar varıp dayanmıştır!" dedi. "Sen nelere davet ediyorsun?" diye sordu.[153]
Peygamberimiz (a.s.):
"Seni boynundan putları atıp, eşi, ortağı olmayan, bir ve tek olan Allah´a iman etmeye ve benim de Allah´ın resûlü olduğuma şehadet getirmeye davet ediyorum" buyurdu.
Dımâd:
"Ben bunu yaparsam, bana ne var?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sana Cennet var!" buyurdu,
Dımâd:
"Ben, boynumdan putları atıp onlardan uzaklaşarak[154] şehadet ederim ki: Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir; O´nun eşi, ortağı yoktur!
Yine şehadet ederim ki: Sen de, Allah´ın kulu ve resûlüsün!
Getir, ver elini, sana İslâmiyet üzerine bey´at edeyim!" dedi.[155]
Peygamberimiz (a.s.) elini uzattı. Dımâd bey´at etti.[156]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu bey´at kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Kavmim adına da!" dedi.[157]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kendin adına da, kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Hem kendi adıma, hem kavmim adına!" dedi.[158]
Dımâd, böylece, hem kendi adına, hem kavmi adına bey´at edip Müslüman oldu.[159]
Yüce Allah ondan razı olsun![160]
Peygamberimiz (a.s.)ın Halkı İslamiyete Davetten Geri Durmaması ve İman Ettirmek İçin
Kureyş Pehlivanı Rükâne ile Güreşmesi
Kureyş müşriklerinin İslâmiyeti önlemek için her tedbire başvurmalarına bakmayarak, Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah´ın emriyle, hiç kimseden korkmaksum, gece gündüz, gizli açık, halkı İslâmiyete davet ve teşvik etmekten geri durmamakta idi.[161]
Rükâne b. Abdi Yezid,[162] Kureyşlilerin en güçlü ol anlarından,[163] sırtı yere getirilmeyen pehlivan-larındandı.[164]
Rükâne, bir gün, Mekke vadilerinden[165] veya dağlarından birisinde,[166] Peygamberimiz (a.s.)a rastlamıştı.[167]
Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Ey Rükâne! Sen hâlâ Allah´tan, korkmamakta ve seni davet ettiğim şeyi kabul etmemekte direnip duracak mısın?[168] Müslüman ol!" diyerek,[169] kendisini İslâmiyete davet etti.[170]
Rükâne:
"Eğer söylediklerinin hak ve gerçek olduğunu bilseydim, sana tâbi olurdum.[171]
Yâ Muhammedi Sen beni yıkarsan, sana iman ederim!" dedi.[172]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben seni yıkarsam, ne dersin? Söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu bilir ve kabul eder misin?" diye sordu. Rükâne:
"Evet.[173] Sen beni yıkacak olursan, ben ya Müslüman olurum, ya da şu koyunlarım senin olur! Ben seni yıkacak olursam, sen şu peygamberlik işinden vazgeç!" dedi.[174]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kalk haydi! Seninle güreşelim!" buyurdu.
Rükâne, Peygamberimiz (a.s.)la güreşmeye kalktı.
Peygamberimiz (a.s.), onu tutar tutmaz yere yıkıverdi!
Rükâne kendisini korumaya, savunmaya kadir olamadı.[175]
"Yâ Muhammedi Bir daha güreşelim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrar güreşti ve onu yine yıkıverdi.[176] Rükâne:
"Ey amcamın oğlu! Haydi bir kez daha güreşelim?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) onu üçüncü güreşte de yi ki verdi.[177]
Rükâne:
"Vallahi, yâ Muhammedi Bu çok şaşılacak bir iş! Sen beni nasıl yıkabiliyorsun, anlayamadı m.[178]
Şehadet ederim ki, sen muhakkak bir sihirbazsın!" dedi.[179]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bundan daha çok şaşılacak olanı davar. İstersen, sana onu da göstereyim-Allahtan korkar ve davetime uyarsan!" buyurdu.
Rükâne:
"Ne imiş o daha acaib olan şey?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Şu gördüğün ağacı senin için çağıracağım. O da bana gelecektir!" buyurdu.
Rükâne:
"Haydi çağır, gelsin bakayım?!" dedi.[180]
Peygamberimiz (a.s.), kendilerine yakın bir yerdeki, dallı budaklı[181] semüre[182] veyatalha ağacını "Allah´ın izniyle, gel benim yanıma!" diyerek çağırınca,[183] ağaç yeri yi ita yi ita gelip,[184] Peygamberimiz (a.s.)ın önünde durdu![185]
Rükâne:
"Doğrusu, ben şimdiye kadar bugünkü gibi büyük bir sihir görmedim![186] Ona emret de, yerine dönsün!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) ağaca:
"Allah´ın izniyle,[187] dön yerine!" buyurdu.
Ağaç eski yerine döndü.[188]
Peygamberimiz (a.s.), Rükâne´ye:
"Yazıklar olsun sana! Müslüman olsana!" buyurdu.
Rükâne:
"Hayır! Müslüman olmam" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, ben de senin davarlarını alırım!" buyurdu.
Rükâne:
"Kureyşlilere bu hususta ne söyleyeceksin?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"´Onunla güreştim. Kendisini yıkıp, davarlarını aldım´ diyeceğim" buyurdu.
Rükâne:
"Böyle söylersen, beni rezil rüsvay etmiş olursun!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, onlara ne söylemeliyim?" diye sordu.
Rükâne:
"Onlara ´Rükâne ile bahse girişip, bahsi, kumarı kazandım1 dersin" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"O zaman ben yalan söylemiş olurum" buyurdu.
Rükâne:
"Sabahtan akşama kadar hep yalan içinde bulunuyor, yalan söyleyip duruyor değil misin?" deyince, Peygamberimiz (a.s.) Rükâne´nin bu çirkin sözlerinden çok müteessir oldu ve ona:
"Al git davarını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Rükâne:
"Sen, vallahi, benden daha hayırlı ve daha şereflisin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Böyle olmaya, elbette, ben senden daha layı ki m!" buyurdu.[189]
Rükâne, kavminin yanına gidip:
"Ey Abdi Menaf oğulları! Sahibinizin sayesinde, bütün yeryüzü halkıyla sihir yarışması yapın! Vallahi, ben şimdiye kadar ondan daha üstün sihirbaz görmedim!" dedi. Sonra da, onlara, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığını gördüğü şeyleri haber verdi.[190]
Rükâne Mekke´nin fethinde Müslüman olmuş, Medine´ye de giderek, orada yerleşmiştir.[191]
Allah ondan razı olsun![192]
Ayın İkiye Ayrılması Mucizesi
İnşıkak-ı Kamer (Ayın ikiye ayrılması) mucizesinin Medine´ye hicretten beş yıl önce,[193] nübüvvetin dokuzuncu yılında,[194] Kureyş müşriklerinin istekleri üzerine-Yüce Allah´ın izniyle-Peygamberimiz (a.s.) tarafından gösterildiği:
Enes b. Malik.[195]
Hz. Ali,
Huzeyfe b. Yeman.[196]
Abdullah b. Mes´ud,[197]
Abdullah b.Abbas.[198]
Abdullah b. Ömer.[199]
Abdullah b. Amr b.Âs.[200]
Cübeyr b. Mut´im196 ve daha başka sahabiler tarafından bildirilmiştir.[201]
Abdullah b. Mes´ud der ki:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrılınca, Resûlullah (a.s.):
´Şahit olunuz!´ buyurdu."[202]
"Bir kere, biz, Resûlullah (a.s.)la birlikte Mina´da bulunuyorduk.
Ay iki parçaya ayrıldı!
Ayın bir parçası dağın gerisinde, bir parçası da berisinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.), bize:
´Şahit olunuz!´ buyurdu."[203]
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrıldı da, parçanın birisini dağ örttü[204] diğer parça dağın üzerinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
´Ey Allah! Şahit ol!´ dedi."[205]
Cübeyr b. Mut´im de:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay, şu dağın üzerinde olmak üzere iki parçaya ayrıldı!" demiştir.[206]
Abdullah b. Mes´ud ile Enes b. Malik´in diğer rivayetlerinde de:
"Ay iki parçaya ayrıldığı zaman, dağın, Hira dağının, Ayın iki parçası arasında göründüğü" açıklan-mıştir.[207]
Hadisenin ayrıntılarına gelince:
Kureyş müşriklerinden,
1- Velid b. Mugîre,
2- Ebu Cehil Amr b. Hişam,
3- Âs b. Vâil,
4- Âs b. Hişam,
5- Esved b. Abdi Yağus,
6- Esved b. Muttalib,
7- Zem´a b. Esved,
8- Nadr b. Haris; ve daha başkaları ,[208] Peygamberimiz (a.s.)a:
"Eğersen gerçekten peygambersen, bize Kameri (Ayı), yansı Ebu Kubeys dağı,yarısı daKuaykıan dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?" diye sordu.
Müşrikler:
"Evet! İman ederiz" dediler.
Ayın bedir, yani dolunay olduğu, iyice göründüğü gece, Peygamberimiz (a.s.), müşriklerin istedikleri şeyi kendisine vermesini, Yüce Allahtan diledi.[209]
Cebrail (a.s.) inip:
"Yâ Muhammedi Mekkelilere:
´Bu gece mucizeyi seyredin; yararlanabilmeniz!´ de" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın söylediğini, onlara haber verdi. Müşrikler Ayın ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler![210]
Yüce Allah Ayın yansını Ebu Kubeys dağı, yarısını da Kuaykıan dağı arasında doğdurunca, Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Ebu Seleme b. Abdulesed! Erkam b. Ebi´l-Erkam! Şahit olunuz!" diyerek Müslümanlara;[211]
"Ey filan! Ey filan! Şahit olunuz!" diye de, müşriklere seslendi.[212]
Fakat müşrikler "Bu, Ebu Kebşe´nin oğlunun bir sihridir!"[213]
"Ebu Kebşe´nin oğlu sizi sihirledi!"[214]
"Muhammed bizi sihiriedi!" dediler.[215]
Bazısı da:
"Muhammed bizi sihiriediyse,[216] bütün insanları da sihirlemez ya!" dedi .[217]
"O ayı sihiriedi, nihayet Ay yanldı!" dediler.[218]
Kimisi de:
"Muhammed Ayı sihiriedi ise, sihrini bütün yeryüzünü sihiriemeye de yetiştiremez ya!"[219]
Başka beldeler halkından, yanınıza gelecek olanlara, sorun bakalım: Bunu onlar da görmüşler mi?"[220]
"Siz gelecek olan yolcularınızı da gözleyin![221] Onlara da sorun bakalım ![222]
Eğer onlar sizin gördüğünüz şeyin tıpkısını gördüklerini size haber verirlerse,[223] gördüğünüz doğru demektir.[224]
Şayet sizin gördüğünüz gibi birşey görmem işlerse, o sizi bir sihirle sihirlem iştir!" dediler.[225]
Ebu Cehil de:
"Bu bir sihirdir! Çevre ülkeler halkına adam salın! Bakalım, onlar da Ayı böyle yarılmış görmüşler mi? Yoksa görmemişler mi?" dedi.[226]
Sordular.[227]
Hertaraftan[228] gelenler:[229]
"Evet![230] Onu biz de öyle gördük![231] Ayı ikiye yanlmış gördük!" dediler.[232] Ayın ikiye ayrılmış olduğunu haber verdiler,[233] doğrul adı lar.[234]
Her taraftan gelenlerden, Ayın ikiye ayrıldığını görüp de haber vermeyen bir kimse kalmadı .[235]
Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip:
"Bu, müstemir (olagelen) bir sihirdir!" dediler.[236]
Yüce Allah, Kamer sûresinde bu mucizeye şöyle temas buyurur
"Saat yaklaştı.
Ay (ikiye) yarıldı (ayrıldı).
Onlar (ne zaman) bir âyet, bir mucize görseler, yüz çevirirler ve:
´Müstemir (olagelen) bir sihir!´ derler.
(Ayın ikiye ayrılması mucizesini görünce de) hevalarına uydular:
´Yalan!´ dediler (Peygamberi yalanladılar).
Oysa ki, her iş bir gayeye bağlıdır.
Andolsun ki; onlara (kendilerini küfür ve inattan) vazgeç irecek öyle önemli haberler gelmiştir ki, her biri, gayesine ermiş bir hikmet ve ibrettir.
Fakat, onları tehdit eden bütün o hadiseler kendilerine fayda vermiyor!
O halde, sen de onlardan yüz çevir!
O Çağırıcının benzeri görülmedik korkunç şeye (Kıyamete) çağıracağı gün, onlar gözleri zelil ve hakîr (korkudan, dehşetten donmuş) olarak dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkacak, o Çağırıcıya doğru koşacaklar. Kâfir olanlar
´Bu,´ diyecekler, ´pek çetin bir gün!´"[237]
Müşriklerin Kâbe´ye Astığı Anlaşma Sahifesinin Güve Tarafından Yenilişi
Haşim ve Muttalib oğulları Şı´b´da üç yıl kuşatılmış bir halde kaldıktan sonra,[238] Kabe´nin içinde asılı sahifeye, Yüce Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti.
Güve; sahifede, Allah´ın ismi anılan[239] "Bismik´allahümme=5enin isminle başlarım ey Allah" cümlesi dışında,[240] zulüm ve cevr ifade eden herşeyi yedi, bırakmadı.[241]
Bunu Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a vahiyle bildirdi .[242]
Peygamberimiz (a.s.) da, Ebu Talib´e:
"Ey amca! Benim Rabbim olan Allah, Kureyşlilerin sahifesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allah´ın isminden başka, onda tesbit edilen,zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan., gibi şeylerden hiçbirini bırakmadı, yok etti!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Bunu sana Rabbin mi haber verdi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Rabbim haber verdi" buyurdu.[243]
Ebu Talib:
"Ey kardeşimin oğlu! Bana haber verdiğin şey gerçek midir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Vallahi gerçektir!" buyurdu.[244]
Ebu Talib:
"Vallahi, bizim yanımıza da,[245] senin yanına da, (bunu haber verecek) hiç kimse girmemiştir![246] Bunu sana kim haber verdi?" diye tekrar sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Rabbim haber verdi. Doğrudur bu ey amca!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Ben şehadet ederim ki; sen ancak doğru söylersin!" dedi.[247]
Ebu Talib bu haberi kardeşlerine anlattı. Kardeşleri:
"Senin bu husustaki kanaatin nedir?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Vallahi, o bana hiçbir zaman yalan söylememiştir!" dedi.
Ebu Talib´e:
"Sen bu hususta ne yapmamızı uygun görürsün?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Elbiselerden, bulabildiğiniz en güzelini giymenizi, sonra da Kureyşlilerin yani arına kadar varmanızı, onlara bu sahifenin haberini -kendilerine haber erişmeden önce- anmanızı uygun görüyorum!" dedi.
Hep birlikte gittiler, Mescid-i Haram´a girdiler, Hicr´e kadar vardılar. O sırada, Kureyşlilerin emir ve nehiy sahipleri olan yaşlıları orada oturuyorlardı.[248] Onlar Ebu Talib ile yanındakileri görünce, çektiklerine dayanamayarak Peygamberimiz (a.s.)ı kendilerine teslim etmek üzere gelmek zorunda kaldıklarını sandılar.[249] Ebu Talib´le yanındakileri, hemen meclislerine aldılar.
"Ne söyleyecekler?" diye, onlara bakmaya başladılar.
Ebu Talib:
"Biz, sizce bilinen, kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş bulunuyoruz" dedi. Müşrikler:
"Hoşgeldiniz, safa geldiniz!" dediler.[250] Ebu Talib:
"Ey Kureyş cemaatı![251] Hiçbir zaman yalan söylememiş olan[252] kardeşimin oğlu bana haber verdi[253] ki; sizin yazmış olduğunuz sahifenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış; o, onun içindeki cevr, zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme., gibi herşeye dokunmuş, onda sadece Allah´ın ismi anılan sözler kalmıştır![254] Haydi,[255] aleyhimizde yazdığınız[256] sahifenizi getiriniz![257] Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise,[258] sahife onun dediği gibi çıkarsa,[259] vallahi biz en sonuncumuz ölmedikçe onu size teslim etmeyiz![260] Artık siz de kötü görüşünüzden,[261] bizimle ilginizi kesmek-ten[262] vazgeçin![263] Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim[264] Siz de onu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!" dedi.[265]
Müşrikler:
"Kabul ettik![266] Sen bize insaflı davrandın!" dediler.[267]
Bu hususta akityaptılar.[268]
Sahifeyi getirmek üzere,[269] acele[270] adam gönderdiler.[271]
Müşrikler bu işin arzularına uygun geleceğini sandılar.[272]
Sahife getirilince, Ebu Talib:
"Okuyunuz onu!" dedi.
Sahife açıldığı zaman,[273] onu Peygamberimiz (a.s.)ın dediği gibi buldular.[274]
Sahifede; Allah´ın isminden başka herşey, güve tarafından yenilmiş, bitiriliri işti ![275]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü![276]
Ebu Talib, bundan kuvvet ve cesaret alıp bağırarak:[277]
"Her halde, zulmettiğiniz, akraba ile ilişiği kesip kötülük yoluna saptığınız sizce de belli oldu, değil mi?!" dedi.[278]
Müşriklerden hiçbiri Ebu Talib´e cevap vermedi.[279]
Ancak:
"Siz bize sadece sihir ve bühtan getirdiniz![280]
Bu, sahibinizden sâdır olan bir sihirden başka birşey değildir!" dediler.[281] Red ve inkâr ettiler.
Peygamberimiz (a.s.)la ashabına yapageldikleri kötülükleri, katlıkları tekrarladılar.[282]
Kureyşlilerin ileri gelenlerinden bazıları ise, Hâşim oğullarına karşı yaptıkları şeylerden dolayı, birbirlerini kınadılar.[283]
Ebu Talib ile ashabı, Kabe örtüsü arasına girerek:
"Ey Allah! Bize zulmedenlere, akrabalarla ilişiğini kesenlere, bize yapılması haram olan şeyleri helâlleştirenlere karşı bize yardım et!" diyerek yalvardıktan sonra, Şı´b´a döndüler.[284]
Müşriklerden bir topluluk:
"Bu, kardeşlerimize karşı, tarafımızdan yapılmış bir zulümdür!" dediler,[285] pişmanlık duydular.[286]
Şı´b Sakinlerinin Şı´b´dan Çıkarılışları
Nübüvvetin onuncu yılında idi[287] ki, Kureyş müşriklerinin Haşirin ve Muttalib oğulları aleyhindeki yazılı antlaşmalarını bozup yürürlükten kaldırmak için, Kureyşlilerden birkaç kişi, harekete geçti. Onların içinde, bu hususta, Hişam b. Amfin çabasından daha güzel çabalı kimse yoktu.[288]
Hişam b. Amr; Nadle b. Hişam b. Abdi Menafin ana bir kardeşinin oğlu olduğu için,[289] Hâşim oğullarından sayılırdı.
Kendisi, kavmi arasında şerefli ve itibarlı idi.[290]
Hişam b. Amr, Züheyr b. Ebi Ümeyye´nin yanına vardı.
Züheyr b. Ebi Ümeyye´nin annesi Âtlke Hatun, Abdulmuttalib´in kızı idi.
Hişam b. Amr, Züheyr´e:
"Ey Züheyr! Dayılarının birşey almaktan, satmaktan, evlenmekten, evlendirmekten., mahrum edildiklerini;[291] darlık ve yokluk içinde kıvrandıklarını[292] bilip durduğun halde, istediğini yemeye, içmeye, giyinip kuşanmaya, istediğin kadınla evlenmeye senin gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniy-or?[293]
Allah´a yemin ederim ki; [Ebu Cehil] Ebu´l-Hakem Amr b. Hişam´ın seni dayıların aleyhinde antlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu kendi dayıları aleyhinde böyle bir antlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine hiçbir zaman icabet etmez, yanaşmazdı" dedi.[294]
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Allah senin iyiliğini versin ey Hişam! Ben bir tek adamım .[295] Tek başıma ne yapabilirim?!
Vallahi, yanımda başka bir kişi daha olsaydı, muhakkak o antlaşma sahifesini bozmaya kalkar, bozuncaya kadar uğraşırdım!" dedi.[296]
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Sen bize üçüncü bir adam daha ara!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Mut´im b. Adiyy´e gitti. Ona: "Ey Mut´im! Kureyşlilere uyarak Abdi Menaf oğullarından iki batın ailenin gözünün önünde yok edilmelerine gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniyor?![297] Vallahi, onlan bundan kurtarmaya imkân bulabilseydim, içinizden onlara ilk koşacak olanı, beni bulurdun!" dedi.[298]
Mut´im b. Adiyy:
"Allah senin iyiliğini versin! Ben bir tek adamın! Tek başıma ne yapabilirim?" dedi.
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Bize üçüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr:
"Buldum bile!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye´dir" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Sen bize dördüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Ebu´l-Bahterî b. Hişam´ın yanına gitti.[299] Onunla konuştu.[300]
Ona da, Mut´im b. Adiyy´e söylediklerine benzer sözler söyledi.
Ebu´l-Bahterî:
"Bize bu hususta yardım edecek,[301] bu görüşte[302] kimseler var mı?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi.[303]
Ebu´l-Bahterî
"Kim imiş onlar?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye, M ur/im b. Adiyy´dir. Ben de yanındayım!" dedi.
Ebu´l-Bahterî:
"Sen bize beşinci bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Zem´a b. Esved´e gitti. Onunla konuştu.[304] Kendisinin onlarla olan akrabalığını ve haklarını andı.
Zem´a b. Esved:
"Beni davet ettiğin bu iş üzerinde duran kimselervar mı?" diye sordu. Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi.
Zem´aya, onların isimlerini birer birer saydı.
Mekke´nin yukansındaki Hacun mevkiinin başlangıcında, geceleyin toplanmaya hazırlandılar.
Orada toplanıp, yapacakları işi konuştular.
Sahife üzerinde durup, onu bozuncaya kadar uğraşmaya ahd ve akd ettiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye ise:
"Sizden, işe ilk başlayan ve ilk konuşan kimse ben olayım!" dedi.
Ertesi günü, sabahleyin, Kureyş müşriklerinin toplantı yerine gittiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye; üzerine ağır ve kıymetli bir elbise giyinmiş olduğu halde Kabe´yi yedi kere tavaf ettikten sonra, halkın yanına geldi ve:
"Ey Mekkeliler! Bizler istediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da, Hâşim ve Muttalib oğulları alışverişten mahrum edilerek helak olsunlar, yakışır mı?!
Vallahi, akrabalık bağlarını kesen şu zalim sahife yirtılıncaya kadar, oturmayacağım!" dedi.
O sırada, Mescid-i Haram´ın bir köşesinde oturan Ebu Cehil:
"Sen yalan söylüyorsun!
Vallahi, o sahife yırtılamaz!" dedi.
Zem´a b. Esved:
"Vallahi, asıl sen yalan söylüyorsun!
Zaten, biz o yazıya-yazıldığı zaman-razı değildik!" dedi.
Ebu´l-Bahterî:
"Zem´a doğru söylüyor!
Biz onda yazılı şeyleri ne kabul, ne de ikrar ettik!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Her ikiniz de doğru söylüyorsunuz.
Bunun aksini söyleyen yalan söyler!
Biz bu sahifeden ve onun içinde yazılı olanlardan uzaklaşır, Allah´a sığınırız!" dedi.
Hişam b. Amr da, Mut´im b. Adiyy´in sözlerine yakın sözler söyledi.
Ebu Cehil:
"Her halde, bu, buradan başka biryerde geceleyin konuşulmuş, üzerinde karara varılmış bir iş olsa gerek!?" dedi.
O sırada, Ebu Talib de, Mescid-i Haram´ın bir köşesinde oturuyordu.
Mut´im b. Adiyy kalkıp, Kabe´nin içinde asılı sahifeyi yırtmak için yanına vardığı zaman; "Bismik´allahümme" sözleri dışındaki bütün yazılan ağaç kurdu (güvesi) yemiş bir halde buldu![305]
Bunun üzerine, Adiyy b. Kays, Zem´a b. Esved, Ebu´l-Bahterî ve Züheyr b. Ümeyye silahlanarak Hâşim ve Muttalib oğullarının yanlarına gittiler, onları Şı´b´dan evlerine döndürdüler.[306]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü!
Hâşim oğullarının Peygamberimiz (a.s.)ı sonuna kadar koruyacaklarına, kendilerine teslim etmeyeceklerine kanaat getirdiler.[307]
Peygamberimiz (a.s.) ile cemaatı, Şı´b´dan çıkarak, halk arasına karıştılar.[308]
Ebu Talib; sahifeyi ve içindekini iptal edip Şı´b´dan çıkmalarını sağlayanları, söylediği yirmialtı bey-itlik bir şiirle övdü.[309]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 126,Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 221, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 84, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 26.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 237, Buharı", Sahih, c. 2, s. 158, Müslim, Sahih, c. 2, s. 952, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ,c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec İ bn Cevzî, el -Vefa, c. 1, s. 199, Halebî, İnsâ nu´l-Uyûn, c. 2, s. 25, Zürkânî, M evâhibu1 l-ledün niye Şerhi, c. 1 ,s. 278.
[3] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
[4] Muhassab; Mekke ile Mina arasında bir yer olup, Mina´ya Mekke´den daha yakındı r. (Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 62).
[5] Ahmed b.Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim , c. 2, s. 952, E bu´l-F erec, c. 1, s. 199, İbn Haldun, Târîh, c. 2,ks. 2, s. 9, Halebî, c. 2, s. 25, Zürkânî, c. 1, s. 278.
[6] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s.375, Ahmed b. Hanbel.c. 2,s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, Ebu´lFerec, c. 1, s. 199, İbn Esîr, Kâmil,
c. 2, s. 87, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 9, Diyarbekrî, c. 1, s. 297.
[7] E bu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221 , E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Kastalâni,Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 25.
[8] Ahmed b. Hanbel, c.2,s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Ebu Nuaym, c . 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312,Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 197, İbn Kayyım , Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51 , 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Kastalâni, c. 1, s. 67. Diyarbekrî, c. 1, s.297, Halebî, c. 2, s. 25.
[9] Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Halebî, c. 2,s. 25.
[10] İbn İshak, İbn Hişam , c. 1, s. 375, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Ahm ed b. Hanbel, c. 2, s. 237,
Buhârî, c. 2, s.158, Müslim, c. 2, s. 952, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 197, İbn Esîr, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Kastalâni, c. 1,s.67, Halebî, c. 2, s. 25.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1 , s. 375, İbn Sa´d, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2,s. 952, Belâzurî, c. 1, s. 234, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64,Ebu´l-Ferec, c. 1,s.197, İbn Esîr, c. 2, s. 83, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 26, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84,İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 9, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 22, s. 25.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 375, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 237,Buhârî, Sahîh.c. 2, s. 158, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 952, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 197, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 197, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Kastalâni,Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1, s. 67, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
[13] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 188, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî,Delâil, c. 2, s. 312, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64, İbn Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 26, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51, Zehebî,Târîhu´l-islâm, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 9.
[14] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 188, Belâzurî, c. 1, s. 234, İbn Hazm, s. 64, İbn Esîr, c. 1, s. 26, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbnHaldun, c. 2, ks. 2, s. 9.
[15] Ebu Nuaym, c.1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84.
[16] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Ebu Nuaym, c.1 , s. 273, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ,c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec, c.1, s. 199.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 375, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Taberî, c. 2, s.225, Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 199.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c.1, s. 375-376, İbn Sa´d, c.1, s. 208-210, Belâzurî, c. 1, s. 234, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym,c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâil, c . 2, s. 312, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221 ,Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 9, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 25.
[19] İbn Sa´d, Tabakât, c.1, s. 209.
[20] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1,s.376, Taberî, c. 2, s. 225, İbn Esir, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Halebî, c. 2, s.25.
[21] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1,s.376, İbn Sa´d, c.1, s.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s. 376, İbn Sa´d, c.1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, Taberî, c. 2, s. 229, Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, E bu´l-F idâ.c. 3, s. 86, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c.1, s. 377, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1 , s. 297.
[23] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 376, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, c. 2, s. 31 .
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 376.
[25] İbn İshak, İ bn H i sam, Sîre, c. 1, s. 376, İ bn S a´d, Tabak âtü´l -k übrâ, c. 1, s. 209, Bel âzu rî, E nsâbu´l -eşraf, c. 1, s. 235, Taberî,Târîh, c. 2, s. 229, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 278, Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2,s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.1, s. 129, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 86, Kastalâni, M evâhibu´l-ledünniye, c.1, s.
67, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s. 376, İbn Sa´d, c.1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, Taberî, c. 2, s.229, Ebu Nuaym, c.1, s. 278, Süheyli, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 129, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Suyûtî,Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 377, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297.
[27] Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1 , s. 377.
[28] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 86, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 375.
[29] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Suyûtî, c. 1, s. 377.
[30] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[31] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209.
[32] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c.1, s. 235.
[33] Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/81-83.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 377-379, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 87.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/84.
[35] . E bu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 127, Zehebî, Târıîıu´l-islâm, s. 221, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Halebî, İnsanu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, M evâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/84.
[36] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64, İbn Abdilberr, İstiâb, c.1, s. 37, İbn Kaybın, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 828, İbn Sa´d, Tabakât, c.1, s. 188, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c.1 , s. 234, Yâkubî, Târîh, c. 2, s.31, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym , Delâil, c. 1 ,s.273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Haim, s. 64, İbn Abdilberr, c. 1, s. 37, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 88, 89, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 127, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, İbn Haldun, Târîh,c. 2, ks. 2, s. 9, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 374, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[38] Ebu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, . 126, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84.
[39] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209, Belâzurî, c. 1 , s. 234, Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 197,İbn Kayyım, c. 2, s. 51.
[40] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1 , s.. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s.126.
[41] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273.
[42] Ebu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 84.
[43] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 209, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234. Ebu´l-Ferec İ bn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 197,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297.
[44] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354-355, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25-26.
[45] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355.
[46] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355, Halebî, c. 2, s. 26.
[47] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355.
[48] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 31.
[49] Belâzurî, c. 1, s. 234, Ebu Nuaym, c. 1, s. 273.
[50] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354, Halebî, c. 2, s. 25.
[51] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354.
[52] .İbn Sa´d, c. 1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 234, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86.
[53] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 209.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1 , s. 379, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s.223, Kastalâni, Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1 , s. 67, Diyarbekrî Hamis, c. 1, s. 297.
[55] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[56] Zübeyr b. Bekkâr, Nesebi Kureyş, s. 355.
[57] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[58] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 14, Belâzurî, c. 1 , s. 235, Ebu Nuaym , Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 88, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 96.
[59] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 14, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 275.
[60] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Halebî, İnşânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, Mevâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 290.
[61] AhmedZeynf Dahlan.Sîre, c. 1, s. 137.
[62] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, Mevâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 290.
[63] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 379-380, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, E bu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 275, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 87-88, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 223, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c.3, s. 87-88, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 379-380, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1, s. 275-276, İbn Esîr, c. 2, s. 87-88, Zehebî,s. 223, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/85-88.
[65] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 381, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 379.
[66] Fahru´r-Râzî, Tefsir, c. 27, 242, Hâzin, Tefsir, c. 4, s. 113.
[67] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19, Taberî, Tefsir, c. 25, s. 111, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 326, Zehebî, Tâ rfhu´l-islâm, s.225, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 107, Suyûtî, Dürru´l-mensur, c. 6, s:. 28.
[68] Müslim , Sahih, c. 4, s. 2156, Taberî, Tefsir, c. 25, s. 112, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 227, Zehebî, Târîh, s:. 226, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 1 07, Hâzin, Tefsîr, c. 4, s:. 113.
[69] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 441, M üslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 380, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 447, Beyhakî, Delâil, c. 2, s:. 326.
[70] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s:. 431, Buhârî, c. 6, s:. 19, Tirmizî, c. 5, s:. 380, Ebu Nuaym, c. 2, s:. 447, Beyhakî, c. 2, s:. 326, Zehebî, s. 225-226, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, D ürru´l-mensur, c. 6, s. 28.
[71] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2157, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 111, Ebu Nuaym, c. 2, s.447, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 242, Kurtubî, Tefsîr, c. 16, s. 131 , Nesefî, Medârik, c. 3, s. 128.
[72] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 242-243.
[73] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[74] Ahmed b. Hanbel,c. 1, s. 441, Müslim, s. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî,c. 25, s. 112.Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî,s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Hâzin, c. 4, s. 113.
[75] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19.
[76] Zehebî, Tâ rîhu1l-islâm, s. 226, Ebu´l -Fidâ, c. 3, s. 1 08.
[77] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 21566, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 111, Beyhakî,c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 07, Hâzin, c. 4, s. 11 3, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[78] Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zemahşerî, c.3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 242,Nesefî,c.4, s. 128, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[79] Ahmed b. Hanbel,c. 1, s. 431, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî,c. 25, s. 112.Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî,s. 226, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[80] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s.326, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 242, Kurtubî, c. 16, s. 131, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 1 38, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[81] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 243.
[82] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Nesefî, c. 4, s. 128, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 107.
[83] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 431, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19, Müslim, Sahîh,c. 4, s.2156, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 111 ,Ebu Nuaym , Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 447, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 326, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî,Tefsîr, c. 2 7, s. 242, Kurtubî, Tefsîr, c. 16, s. 131, N eseff, M edâri k, c. 4, s. 1 28, Zehebî, Tâ rfhu ´l-islâm, s. 226, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye,c.3,s.107.
[84] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 243.
[85] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112,Ebu Nuaym , c . 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243, Zehebî, s. 226, E bu´l-Fidâ, c. 3,s. 107-108, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[86] Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Beyhakî, c. 2, s. 326, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[87] Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[88] Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Hâzin, c. 4, s. 113.
[89] Buhârî, c. 6,s.19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym , c. 2, s. 447, Hâzin, c. 4, s. 113.
[90] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447,Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[91] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 441.
[92] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[93] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243.
[94] Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[95] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[96] Duhan: 9-16.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/88-91.
[97] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 295.
[98] Ta ben, Tefar, c. 21, s. 18, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 424.
[99] Ta ben, Tefsir, c. 21, s. 21.
[100] Eiriat, Şam taraflarında, Belka ve Anman araanda bulunan Şam kasabalarındandır (Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 130).
[101] Taberî, Tefsir, c. 21, s. 18, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 214, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 476, Kurtubî, Tefsir, c. 14, s. 4, Nesefî, Medârik, c. 3, s. 265, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 424, Beyzâvî, Tefsir, c. 2, s. 215, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Ebussuud, Tefsir, c. 7,s. 49.
[102] Taberî, c. 21, s. 18, İbn Esir, c. 1, s. 476, Kurtubî, c. 14, s. 4, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423, Beyzâvî, c. 2, s. 215-216, Hâzin, c.3, s. 427.
[103] Taberî.c 21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Kurtubî, c. 14, s. 4, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423-424-425.
[104] Taberî.c 21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423-424.
[105] İbn Esîr, Kâmil, c.1, s. 475, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 425.
[106] Taberî, c.21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Kurtubî, c. 14, s. 4.
[107] Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 425.
[108] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 343, Taberî, c.21, s. 16, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 410,Ebu Muaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 391, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 330, Kurtubî, c. 14, s. 1, Zehebî, Târîhu´l-islâm , s.227, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 422, Suyûtî, Dürru´l-mensur, c. 5, s. 1 50.
[109] Taberî, Tefsîr, c. 21, s. 1 7-18, Zemahşerî, Keşşaf, c.3 , s. 214, Nesefî, Medârik, c.3,s. 265, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Ebussuud, Tefsîr, c. 7, s. 49, Suyûtî, Dürru´l-m Mensûr, c. 5, s. 152, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[110] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276.
[111] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276.
[112] Rûm, 1-6.
[113] Taberî, Tefsîr, c. 21, s. 1 8, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 424, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Suyûtî, Dürru´l -mensûr, c. 5, s. 152.
[114] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[115] İbnİshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 251-252, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, Hâkim, Müstedrek, c.2, s. 327.
[116] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3.
[117] Zemahşerî, Keşşaf, c. , s. 214, Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3, Ebussuud, Tefsîr, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[118] Zemahşerî, c. 3, s. 214, Kurtubî, c. 14, s. 3, Ebussuud, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, c. 1, s. 298.
[119] Zemahşerî, c.3, s. 214, Beyzâvî, Tefsîr, c. 2, s. 216, Hâzin, c.3, s. 428, Ebussuud, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, c. 1, s. 298.
[120] Zemahşerî, c. 3, s. 214, Kurtubî, c. 14, s. 3, Nesefî, c. 3, s. 265-266, Beyzâvî, c. 2, s. 216, Hâzin, c. 3, s. 428.
[121] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3.
[122] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 345, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, t 3, s. 422.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/91-95.
[123] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 241 , Müslim, Sahih, c. 2, s. 593, İbn Abdilberr, İsti
Hâşim ve Muttalib oğullarının Müslüman olan ve olmayanlarının tümünün Şı´b´da toplandıklarını ve Peygamberimiz (a.s.)ı korumaya azmettiklerini görünce,[1] Kureyş müşrikleriyle Kinane´ler,[2] Mekke´nin yukarı tarafında, kabirler yanındaki[3] "Kinane oğullarının Hayf´ı" diye anılan Muhassab´da[4] toplandılar.[5]
Hâşim oğulları ile Muttalib oğullarına karşı:[6]
1- Öldürmek için[7] Peygamberimiz (a.s.) kendilerine[8] teslim edilinceye kadar, Haşim oğullarından gelecek barış dileği asla kabul edilmemek,
2- Kendilerine acınmamak.[9]
3- Onlara kız
vermemek, onlardan kız alınmamak,[10]
4- Onlara birşey satmamak.[11]
5- Onlardan birşey satın almamak.[12]
6- Onlarla oturmamak, görüşmemek,[13] konuşmamak,[14]
7- Onların evlerine girmemek[15] üzere, küfür üzerinde[16] aralarında andlaştılar.[17] Kararlaştırıpüzerinde andlaştıklan bu maddeleri bir sahifeye yazdılar.[18] Sahifenin üzerine üç mühür bastılar.[19]
Verdikleri sözlerinde durmalarını sağlamak için de,[20] onu Kabe´nin içine astılar.[21]
Bu sahifeyi yazan, Mansur b. İkrime idi.[22]
Sahifeyi yazdığı gün,[23] Peygamberimiz (a.s.) dua edince,[24] Mansur´un eli[25] çolak oldu,[26] kurudu.[27]
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri aralarında:
"Hâşim oğullarına zulmettik de,[28] işte bakınız! Mansur b. İkrime musibete uğradı!" demeye başladılar.[29]
Bu zulüm sahifesinin Ebu Cehil´in anası,[30] veya halası Ümmü´l-Cülas´ın[31] ve daha başkalarının yanında bulundurulduğu da rivayet edilir.[32]
Sanıldığına göre; sahifenin şahıslar yanında bulunduruluşu, Kabe´nin içine asılısından önce idi .[33]
Ebu Talib´in Kureyşlileri Uyarışı ve Kendisine Karşı Saygılı ve Merhametli Davranmaya Çağırışı
Kureyş müşriklerinin, Haşim ve Muttalib oğullarına karşı aldıkları acımasız tedbirler üzerine, Ebu Talib, söylediği bir manzumesinde:
Lüeyy oğullarına ve bilhassa onlardan Ka´b oğullarına;
Muhammed ((a.s.))ın, Musa ((a.s.)) gibi bir peygamber olduğunu eski semavî kitablarda yazılı bulduklarını kendilerinin de bildiklerini; Kabe duvarına astıkları yazının, başlarına ancak uğursuzluk ve felaket getireceğini hatırlattı.
Suçsuzlar suçlu durumuna düşmeden ayılmalarını, fesatçılara uyup aradaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparmamalarını, sonucu çok acı olabilecek kanlı bir savaşı davet etmemelerini tavsiye etti.
Zağlı kılıçlarla boyunlar ve kollar kesilip başlar uçurulmadan, Muhammed (a.s.)ı kendilerine teslim edebileceğini hiç ummamalarını, babaları Hâşim´in vasiyetini tutan Hâşim oğullarının hiçbir zaman savaşmaktan yılmayacaklarını hatırlattı .[34]
Ebu Talib´in Peygamberimiz (a.s.) İçin Her Gece Koruma Tedbiri Alışı
Ebu Talib; Peygamberimiz (a.s.)a herhangi bir kötülük veya suikastta bulunmak isteyeceklere karşı bir koruma tedbiri olmak üzere, her gece, yatağa yatılacağı zaman, herkesin gözü önünde, Peygamberimiz (a.s.)a yatağına yatmasını söyler; halk uykuya dalınca da, oğullarından veya kardeşlerinden ya da amca oğullarından birisine, Peygamberimiz (a.s.)ın yatağına yatmasını emreder. Peygamberimiz (a.s.)a da onun yatağında uyumasını söylerdi.[35]
Şı´b Sakinlerinin Yokluk ve Açlık Sıkıntısına Düşmeleri
Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)ı ve Peygamberimiz (a.s.)ın kabile halkı olan Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarını, Şı´b´cia[36] üç yıl kuşatıp gözaltında tuttular.[37]
Onlara sıkı bir içtimaî ve iktisadî ambargo uyguladılar.
Çarşı ve pazarların, Şı´b sakinlerine giden yollarını kestiler.[38] Şı´b´a yiyecek ve katık gitmesini önlediler.[39]
Kureyş müşrikleri; Mekke´den gelen yiyecekleri veya satılan herhangi bir şeyi Şı´b´a bırakmamakta, hemen varıp onları kendileri satın almakta,[40] Şı´b sakinlerini açlıktan öldürüp,[41] böylece Peygamberimiz (a.s.)ın kanını dökmeye muvaffak olabileceklerini um m aktaydılar.[42]
Şı´b sakinlerinin hac mevsimlerinde-dinî geleneğe uyarak-Şı´b´dan çıkıp alışverişte bulunmalarına her ne kadar engel olmamakta iseler de,[43] Mekke çarşısına bir deve yükü yiyecek geldiği ve Şı´b sakinlerinden birisi çoluk çocuğu için biraz yiyecek almak üzere oraya vardığı zaman, Ebu Leheb hemen erzak yüklerinin başına dikilir:
"Ey tüccar topluluğu! Muhammed´in ashabına fiyatları öyle yükseltiniz ki, onlar yanınızdaki şeylerden birşey alamasınlar!
Siz benim zengin ve verdiği sözü yerine getirir bir kimse olduğumu bilirsiniz.[44] Böyle yapmanızdan size bir zarar gelmeyeceğine ben kefilim!" der;[45]
Tüccarlar da meta´larının fiyatını öyle kat kat arttırırlardı ki, Müslümanlar açlıktan ağlaşan çocuklarının yanına, ellerinde onlara yedirecek birşey bulunmaksızın dönmek zorunda kalırlardı.
Ertesi günü, sabahleyin, tüccarlar Ebu Leheb´in yanına varırlar; o da kalan yiyecek ve giyecekleri onlardan yüksek fiyatla satın alıp,[46] mü´minleri ve yanındakileri aç ve çıplak bırakırdı .[47]
Şı´b sakinlerini geçindirmek için Peygamberimiz (a.s.) bütün malını harcadı.
Hz. Hatice de, Ebu Talib de, bu yolda bütün mallarını harcadılar.[48]
Yiyecek birşey bulunup satın alınmadığı için, açlıktan ölenler,[49]
Ağaç yapraklarını yiyenler,[50]
Buldukları kuru deri parçalarını su içinde yumuşatıp ateşe tuttuktan sonra, onunla üç gün idare edenler oldu![51]
Açlıktan ağlaşan çocukların feryatları, Şı´b´ın arkasından duyulmaya başladı.[52]
Müşriklerden kimisi bundan sevinç, kimisi de üzüntü duymakta; üzüntü duyanları, "Bakınız! Sahifeyi yazan Mansur b. İkrime nasıl felakete uğradı!" demekte idi.[53]
Kureyş müşrikleri Şı´b sakinlerine birşey göndermemekte, akrabalarına birşey göndermek isteyenler de, onu ancak gizlice salabilmekte idiler.[54]
Ebu Cehil Şı´b´ı sık sık gözetler dururdu.
Hz. Abbas, bir gün, yiyecek satın almak için Şı´b´dan çıkmıştı.
Ebu Cehil ona çatmak istedi. Fakat, Allah onu Ebu Cehil´in şerrinden korudu.
Hz. Hatice, Zem´a b. Esved´e:
"Ebu Cehil´e bir söz dinlet" diye bir haber saldı.
O da söz dinletti, Ebu Cehil geri durdu.[55]
Hakîm b. Hizam; bir ticaret kafilesiyle, Şam´dan buğday yükleyip getirmişti.
Üzerine, buğday yüklediği bir deveyi, gizlice, Şı´b yoluna yöneltti, arkasına vurup Şı´b sakinlerinin yanına soktu. Onlarda, devenin üzerindeki buğdayı aldılar.[56]
Yine Hakîm b. Hizam; başka bir gece, devenin üzerine un yükleyip Şı´b´ın içine saldı .[57]
Hişam b. Amr da; bir gece, deveye yiyecek yükleyip Şı´b´ın ağzına kadar götürdü. Devenin başından yularını çözdü. İki böğrüne vurup onu Şı´b´a soktu.[58]
Hişam b. Amr Şı´b sakinlerine böyle yardım etmekte devam etti.[59]
Başka bir gecede üç yük yiyecek gönderdi.
Kureyş müşrikleri bunu öğrenince, sabahleyin ona bu hususta ihtarda bulundular. Hişam da:
"Ben artık böyle birşeyi tekrarlar ve size aykırı davranır değilim!" dedi.
Bunun üzerine, müşrikler onun yanından ayrıldılar.
Fakat, Hişam; bundan sonra, tekrar Şı´b sakinlerine geceleyin bir veya iki deve yükü daha yiyecek salınca, müşrikler ona ağır sözler söylediler.[60] Hatta, onu öldürmeye kalktılar![61]
Ebu Süfyan b. Harb:
"Bırakınız adamı! Şı´b´daki akrabalarına iyilik etmiş!
Vallahi, keşke biz de onun yaptığı gibi yapaydık! Ne güzel olurdu!" diyerek, onu kayırdı.[62]
Hakîm b. Hizam; bir gün, kölesinin sırtına biraz buğday yükleyip Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice´ye götürmek üzere Şı´b´a giderken, yolda Ebu Cehil´e rastladı.
Ebu Cehil hemen Hakîm´in yakasına yapıştı.
"Demek sen Haşim oğullarına yiyecek götürüyorsun ha?!
Vallahi, ben seni Mekke´de rezil etmedikçe, buradan ne sen ileri geçebilirsin, ne de yiyecek geçebilir!" dedi.
O sırada, Ebu´l-Bahterî b. Hişam, yanlarına geldi. Ebu Cehil:
"O," dedi, "Hâşim oğullarına yiyecek taşıyor!?"
Ebu´l-Bahterî:
"Halasına ait olup yanında bulunan bir yiyeceği ona götürmesine sen nasıl engel olursun?!
Çekil adamın yolundan, gideceği yere gitsin!" dedi.
Ebu Cehil kabul etmedi ve hatta Hakîm´in veya kölesinin yakasına yapışınca, Ebu´l-Bahterî kızdı. Eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile vurup Ebu Cehil´in başını yardı, kendisini yere yıktı, tepeledi, tekmeledi durdu.[63]
Hz. Hamza oraya yakın bir yerde bulunuyor ve onları seyrediyordu.
Müşrikler ise, aralarında geçen bu gibi hadiseleri Peygamberimiz (a.s.)la ashabının görüp veya işitip kendilerine gülmelerini hiç istemezlerdi.[64]
Müşriklerin Kuraklık ve Kıtlık Azabına Uğramaları
Peygamberimiz (a.s.); Kureyş müşriklerinin kendisini dinlemediklerini,[65] yalanlayıp durduklarını ,[66] İslâmiyete karşı çok yavaş ve isteksiz davrandıklarını[67] ve sırt çevirdiklerini[68] görünce:
"Ey Allah! Şunlara da, Yusuf (a.s.)ın zamanındaki yedi (kıtlık) yılı gibi, yedi (kıtlık azabı) verip[69] bana yardım et!" diyerek.[70] Kureyş müşrikleri aleyhinde dua etti.[71]
Bunun üzerine, yağmurlar kesildi. Yer kupkuru oldu, kurudu![72]
Kureyş müşriklerini öyle bir kuraklık ve kıtlık yakaladı ki,[73] herşeyi kökten kazıdı, silip süpürdü![74]
Birçokları açlıktan öldüler![75]
Yiyecek birşey bulamayınca,[76] açlıktan dolayı, ölü hayvanların etlerini,[77] kokmuş leşleri,[78] derileri,[79] kemikleri,[80] köpekleri,[81] kanla deve yününden yapılan "ılhız" denilen şeyi., yediler.[82]
Onlardan herhangi biri, gökyüzüne baksa, açlıktan dolayı, ortalığı duman kaplamış gibi görürdü![83]
Mekke´de kuraklık ve kıtlık son dereceyi bulunca,[84] Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi:[85]
"Ey Muhammed![86] Sen kendinin rahmet olmak üzere gönderildiğini söylüyor,[87] Allah´a itaati,[88] akrabayı görüp gözetmeyi bize emredip duruyorsun![89]
Kavmin ise, kuraklık ve kıtlıktan ölüp gitmektedirler![90]
Onlardan bu felâketin kaldırılması için.[91] Allah´a bir dua ediver![92]
Eğer sen dua edersen, Allah da şu belayı üzerimizden kaldıracak olursa, Allah´a iman edeceğiz!" diye and içerek söz verdi.[93]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Allah´a dua etti.
Yağmur sularıyla sulandılar.[94]
Yüce Allah onların üzerinden kuraklık ve kıtlık azabını kaldırınca, onlar eski şirklerine döndüler.[95]
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"Hayır! Onlar (öldükten sonra dirilmekten) şüphe içindedirler. (Bununla) eğlenirler.
O halde, semanın apaşikâr bir duman getireceği günü gözle!
(Öyle bir duman ki) insanları, saracaktır o!
(´Bu,´ diyecekler) ´pek yaman bir azab!
Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır!
Çünkü, biz artık iman edeceğiz!´ diyecekler.
Onlara, düşünmek, ibret almak nerede?
Kendilerine gerçekleri apaçık anlatan bir Resûl geldi de, ondan yüz çevirdiler.
Ona: ´Bir öğretilmiştir!, ´Bir mecnundur!´ dediler.
Biz o azabı biraz açacak, kaldıracağız!
Fakat, siz yine küfre döneceksiniz!
Amma, o büyük satvetle sıkıvereceğimiz gün, her halde, Biz onlardan intikam alacağız!"[96]
Acem-Rum Savaşı Hakkında Müşriklerle Bahse Girişilmesi
Nübüvvetin sekizinci yılında icii[97] ki, İran ordusu ile Rum ordusu,[98] Şam toprağı ile İran toprağı arasında,[99] Ezriat´ta[100] Busra´da[101] karşılaşarak çarpışmışlar; İranlılar Rumları ağır bir yenilgiye uğratmışlardı.[102]
Rumların şehirlerini yakıp yıkmışlar,[103] ağaçları kesmişler,[104] hatta İstanbul´a kadar ilerlemişler.[105] Halic´in üzerine konmuşlardı.[106] İstanbul´u uzun müddet kuşattıkları halde, yarısı denizde, yansı karada olduğu için, ele geçirememişlerdi.
İran Şahı, Kayserden tazminat olarak, dünya hükümdarlarından hiçbirinin sağlamaya güç yetinemeyeceği kadar çok altın, mücevherat, kumaşlar, hizmetçi kadınlar, uşaklar ve daha pek çok türlü mallar da istemiş; o da, muvafakat etmişti .[107]
Kureyş müşrikleri, Farslıların (İranlıların) Rumları yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar putperest idiler.
Müslümanlar ise, Rumların Farslılan yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar Kitab ehli idiler.[108]
Rumların mağlubiyet haberi Peygamberimiz (a.s.)la ashabına çok ağır geldi.
Peygamberimiz (a.s.); Kitabsız Mecusilerin Kitab ehli olan Rumlara galip gelmelerini istemezdi.
Kureyş müşrikleri, Müslümanlara:
"Siz ehl-i Kitabsınız, Hıristiyanlar da Kitab ehlidirler.
Biz Kitabsız ümmîleriz.
Farslı kardeşlerimiz sizin Kitab ehli olan kardeşlerinize galip gelmişlerdir.
Siz de bizimle çarpışacak olursanız, muhakkak, biz size galip geliriz!" dediler.[109]
Hz. Ebu Bekir müşriklerin bu sözlerini Peygamberimiz (a.s.)a anınca, Peygamberimiz (a.s.):
"Şu muhakkak ki, onlar (Farslılar, er geç) mağlup olacaklardır!" buyurdu.[110]
Yüce Allah da, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurmuştur:
"Elif Lâm Mîm!
Rum(lar) mağlup oldu yakın bir yerde.
Halbuki, onlar, bu yenilmelerinin ardından, galip olacaklar. Bid´-i sinînde (üçten dokuza kadar olan yıllar içinde)[111]
Önünde de, sonunda da, emr Allah´ındır.
O gün, mü´minler de Allah´ın yardımıyla ferahlanacak.
O (Allah), kime dilerse yardım eder.
O (Allah) kudretiyle herşeye üstün gelen Azîz, rahmetiyle mü´minleri esirgeyen Rahîm´dir.
Bu, Allah´ın va´didir.
Allah va´dinden caymaz.
Fakat, insanların çoğu (bunu) bilmezler."[112]
Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir Kureyş müşriklerinin yanına varıp:
"Sizler (putperest) kardeşleriniz (Farslılar)ın, bizim (Kitab ehli) kardeşlerimiz (Rumlar)a galip gelmesine seviniyor musunuz? Hiç de sevinmeyin!
Allah sizin gözlerinizi aydın etmeyecektir!
Vallahi, Rumlar muhakkak Farslılara galip geleceklerdir!
Bunu bize Peygamberimiz (a.s.) haber verdi!" deyince, Übeyy b. Halef kalkıp Hz. Ebu Bekir´e doğru vardı ve:
"Sen yalan söyledin!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah düşmanı! Sensin yalancı olan!
Eğer üç yıla kadar, Rumlar Farslılara galip gelirse, bana on deve vermeyi borçlan!
Fakat, Farslılar Rumlara galip gelirse, ben sana on deve vermeyi borçlanayım!" diyerek bahse giriştiler.
Bundan sonra, Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip, Übeyy b. Halef ile aralarında geçeni haber verince, Peygamberimiz (a.s.):
"Ben, böyle mi andım?!
Âyetteki ´bid´i´ sözü ancak üç ile dokuz arasındaki müddeti ifade eder.
Sen hemen gidip devenin sayısını da, müddeti de (ona göre) uzat!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir gitti. Übeyy b. Halefle karşılaştı.
Übeyy b. Halef:
"Sen galiba (bahse giriştiğine) pişman oldun?!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Hayır! Pişman olmadım!
İstersen, aramızdaki bahiste alınacak, verilecek develerin sayısını arttı rai im, müddeti de uzatalım:
Bahiste kazanacak olan, yüz deve alsın! Kaybeden de yüz deve versin!
Müddet de dokuz yıla kadar uzatılsın!" dedi.
Übeyy b. Halef:
"Öyle yaptım!" dedi.[113]
Hz. Ebu Bekir´in Peygamberimiz (a.s.)la gizlice Mekke´den ayrılıp Medine´ye hicret edeceği sıralarda idi ki, Übeyy b. Halef Hz. Ebu Bekir´e:
"Bahiste yenilecek olursan bana ödeyeceğin develer hakkında bir kefil ver" dedi.
Hz. Ebu Bekir de, oğlu Abdurrahman´ı kefil verdi.
Übeyy b. Halef de Uhud savaşına gitmek istediği zaman, Abdurrahman ondan bir kefil istedi, o da verdi.[114]
Übeyy b. Halef Uhud´da Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmek isterken, Peygamberimiz (a.s.)ın mızrağından aldığı yaradan kurtulamayarak, Mekke yakınındaki Şerifte öldü.[115]
Rumlar belirlenen müddet içinde[116] birdenbire kalkınarak İranlıları ağır bir hezimete uğrattığı zaman;[117] Hz. Ebu Bekir Übeyy b. Halefin veresesinden yüz deveyi alıp.[118] Peygamberimiz (a.s.)a getirdi.[119]
Peygamberimiz (a.s.) da Hz. Ebu Bekir´e:
"Bunları fakirlere dağıt!" buyurdu.[120]
O da fakirlere dağıttı.[121]
Rumların İranlıları dokuz yıl içinde mağlup edecekleri hakkındaki ihbar-ı Kufâniyenin böylece gerçekleşmesi üzerine, Mekkeli müşriklerden birçok kimseler Müslüman oldular.[122]
Dımâdu´l-Ezdî´nin Peygamberimiz (a.s.)ı Tedaviye Kalkışı ve Müslüman Oluşu
Ezd-i Şenûe kabilesinden[123] Dımâd b. Sa´lebe, umre yapmak üzere[124] Mekke´ye gelmişti.[125]
Kendisi, Cahiliye devrinde, Peygamberimiz (a.s.)ın tanışı, dostu idi. Doktorluğa özenir,[126] delilere okur,[127] ilim elde etmeye çalışırdı.[128]
Dımâd, Mekke´ye gelince, Ebu Cehil, Utbe b. Rebia ve Ümeyye b. Halefin bulunduğu bir mecliste oturdu.
Ebu Cehil:
"Şu adam bizim topluluğumuzu dağıttı. Akıllarımızı akılsızlık, ölüp gitmiş baba ve atalarımızı dalâlete düşmüş saydı. İlahlarımıza dil uzattı" dedi.
Ümeyye b. Halef de:
"O, hiç şüphesiz, deli bir adamdır!" dedi.[129]
Dımâd, müşriklerin "Muhammed delidir!" dediklerini işitince,[130] kendi kendine: [131]
"Ben gidip[132] şu zâtı bir görseydim,[133] tedavi etseydim,[134] belki Allah ona benim ellerimle şifa verirdi"[135] diyerek, müşriklerin meclislerinden kalktı.
O gün, Peygamberimiz (a.s.)ı aradı, bulamadı.
Ertesi gün, tekrar aramaya çıktı.[136] Buldu[137] ve:
"Yâ Muhammed! Ben deliliği tedavi ederim.[138] İstersen seni de tedavi edeyim.[139] Belki Allah sana fayda verir![140]
Ben delilere okurum. Belki Allah benim elimle senin deliliğine de şifa verir!
Okumamı istersen, gel, sana da okuyayım.[141]
Sen, üzerindekini, gözünde büyütme!
Ben sendekinden daha ağırını tedavi etmişimdir, kurtulmuştur!
Ben senin hakkında;
Kavminin akıllarını akılsızlık saymak,
Toplululuklarını dağıtmak,
Onlardan ölüp gitmiş olanların dalâlet içinde bulunduklarını ileri sürmek,
İlahlarını ayıplamak... gibi birtakım kötü huylardan söz ettiklerini işittim.
Bunu, kendisinde delilik bulunan adamdan başkası yapmaz!" dedi.[142]
Peygamberimiz (a.s.), Dımâd´a şöyle mukabele buyurdu:
"Hamd Allah´a mahsustur.
Biz O´na hamdeder; yardımı,[143] yarlıganmayı da[144] O´ndan dileriz.[145]
Nefislerimizin şerlerinden de Allah´a sığınırız.[146]
Allah´ın doğru yola eriştirdiğini saptıracak yoktur!
Saptırdığını da doğru yola eriştirecek yoktur!
Şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir, tektir!
O´nun eşi, ortağı yoktur!
Yine, şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Muhammed, O´nun kulu ve resûlüdür!"[147]
Peygamberimiz (a.s.)ın söyledikleri, Dımâd´ın çok hoşuna gitti: [148]
"Ben, hiçbir zaman, bundan daha güzel bir kelam dinlememişimdir![149]
Sen şu sözlerini bana tekrarı asana?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrarladı.[150]
Dımâd onu Peygamberimiz (a.s.)a iki kere daha tekrarlattı .[151]
"Vallahi,[152] ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şairlerin sözlerini de dinlemişimdir. Fakat, senin şu sözlerin gibi hiçbir söz işitmemişimdir. Bunlar, denizin dibine kadar varıp dayanmıştır!" dedi. "Sen nelere davet ediyorsun?" diye sordu.[153]
Peygamberimiz (a.s.):
"Seni boynundan putları atıp, eşi, ortağı olmayan, bir ve tek olan Allah´a iman etmeye ve benim de Allah´ın resûlü olduğuma şehadet getirmeye davet ediyorum" buyurdu.
Dımâd:
"Ben bunu yaparsam, bana ne var?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sana Cennet var!" buyurdu,
Dımâd:
"Ben, boynumdan putları atıp onlardan uzaklaşarak[154] şehadet ederim ki: Allah´tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir; O´nun eşi, ortağı yoktur!
Yine şehadet ederim ki: Sen de, Allah´ın kulu ve resûlüsün!
Getir, ver elini, sana İslâmiyet üzerine bey´at edeyim!" dedi.[155]
Peygamberimiz (a.s.) elini uzattı. Dımâd bey´at etti.[156]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu bey´at kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Kavmim adına da!" dedi.[157]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kendin adına da, kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Hem kendi adıma, hem kavmim adına!" dedi.[158]
Dımâd, böylece, hem kendi adına, hem kavmi adına bey´at edip Müslüman oldu.[159]
Yüce Allah ondan razı olsun![160]
Peygamberimiz (a.s.)ın Halkı İslamiyete Davetten Geri Durmaması ve İman Ettirmek İçin
Kureyş Pehlivanı Rükâne ile Güreşmesi
Kureyş müşriklerinin İslâmiyeti önlemek için her tedbire başvurmalarına bakmayarak, Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah´ın emriyle, hiç kimseden korkmaksum, gece gündüz, gizli açık, halkı İslâmiyete davet ve teşvik etmekten geri durmamakta idi.[161]
Rükâne b. Abdi Yezid,[162] Kureyşlilerin en güçlü ol anlarından,[163] sırtı yere getirilmeyen pehlivan-larındandı.[164]
Rükâne, bir gün, Mekke vadilerinden[165] veya dağlarından birisinde,[166] Peygamberimiz (a.s.)a rastlamıştı.[167]
Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Ey Rükâne! Sen hâlâ Allah´tan, korkmamakta ve seni davet ettiğim şeyi kabul etmemekte direnip duracak mısın?[168] Müslüman ol!" diyerek,[169] kendisini İslâmiyete davet etti.[170]
Rükâne:
"Eğer söylediklerinin hak ve gerçek olduğunu bilseydim, sana tâbi olurdum.[171]
Yâ Muhammedi Sen beni yıkarsan, sana iman ederim!" dedi.[172]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben seni yıkarsam, ne dersin? Söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu bilir ve kabul eder misin?" diye sordu. Rükâne:
"Evet.[173] Sen beni yıkacak olursan, ben ya Müslüman olurum, ya da şu koyunlarım senin olur! Ben seni yıkacak olursam, sen şu peygamberlik işinden vazgeç!" dedi.[174]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kalk haydi! Seninle güreşelim!" buyurdu.
Rükâne, Peygamberimiz (a.s.)la güreşmeye kalktı.
Peygamberimiz (a.s.), onu tutar tutmaz yere yıkıverdi!
Rükâne kendisini korumaya, savunmaya kadir olamadı.[175]
"Yâ Muhammedi Bir daha güreşelim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrar güreşti ve onu yine yıkıverdi.[176] Rükâne:
"Ey amcamın oğlu! Haydi bir kez daha güreşelim?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) onu üçüncü güreşte de yi ki verdi.[177]
Rükâne:
"Vallahi, yâ Muhammedi Bu çok şaşılacak bir iş! Sen beni nasıl yıkabiliyorsun, anlayamadı m.[178]
Şehadet ederim ki, sen muhakkak bir sihirbazsın!" dedi.[179]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bundan daha çok şaşılacak olanı davar. İstersen, sana onu da göstereyim-Allahtan korkar ve davetime uyarsan!" buyurdu.
Rükâne:
"Ne imiş o daha acaib olan şey?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Şu gördüğün ağacı senin için çağıracağım. O da bana gelecektir!" buyurdu.
Rükâne:
"Haydi çağır, gelsin bakayım?!" dedi.[180]
Peygamberimiz (a.s.), kendilerine yakın bir yerdeki, dallı budaklı[181] semüre[182] veyatalha ağacını "Allah´ın izniyle, gel benim yanıma!" diyerek çağırınca,[183] ağaç yeri yi ita yi ita gelip,[184] Peygamberimiz (a.s.)ın önünde durdu![185]
Rükâne:
"Doğrusu, ben şimdiye kadar bugünkü gibi büyük bir sihir görmedim![186] Ona emret de, yerine dönsün!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) ağaca:
"Allah´ın izniyle,[187] dön yerine!" buyurdu.
Ağaç eski yerine döndü.[188]
Peygamberimiz (a.s.), Rükâne´ye:
"Yazıklar olsun sana! Müslüman olsana!" buyurdu.
Rükâne:
"Hayır! Müslüman olmam" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, ben de senin davarlarını alırım!" buyurdu.
Rükâne:
"Kureyşlilere bu hususta ne söyleyeceksin?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"´Onunla güreştim. Kendisini yıkıp, davarlarını aldım´ diyeceğim" buyurdu.
Rükâne:
"Böyle söylersen, beni rezil rüsvay etmiş olursun!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, onlara ne söylemeliyim?" diye sordu.
Rükâne:
"Onlara ´Rükâne ile bahse girişip, bahsi, kumarı kazandım1 dersin" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"O zaman ben yalan söylemiş olurum" buyurdu.
Rükâne:
"Sabahtan akşama kadar hep yalan içinde bulunuyor, yalan söyleyip duruyor değil misin?" deyince, Peygamberimiz (a.s.) Rükâne´nin bu çirkin sözlerinden çok müteessir oldu ve ona:
"Al git davarını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Rükâne:
"Sen, vallahi, benden daha hayırlı ve daha şereflisin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Böyle olmaya, elbette, ben senden daha layı ki m!" buyurdu.[189]
Rükâne, kavminin yanına gidip:
"Ey Abdi Menaf oğulları! Sahibinizin sayesinde, bütün yeryüzü halkıyla sihir yarışması yapın! Vallahi, ben şimdiye kadar ondan daha üstün sihirbaz görmedim!" dedi. Sonra da, onlara, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığını gördüğü şeyleri haber verdi.[190]
Rükâne Mekke´nin fethinde Müslüman olmuş, Medine´ye de giderek, orada yerleşmiştir.[191]
Allah ondan razı olsun![192]
Ayın İkiye Ayrılması Mucizesi
İnşıkak-ı Kamer (Ayın ikiye ayrılması) mucizesinin Medine´ye hicretten beş yıl önce,[193] nübüvvetin dokuzuncu yılında,[194] Kureyş müşriklerinin istekleri üzerine-Yüce Allah´ın izniyle-Peygamberimiz (a.s.) tarafından gösterildiği:
Enes b. Malik.[195]
Hz. Ali,
Huzeyfe b. Yeman.[196]
Abdullah b. Mes´ud,[197]
Abdullah b.Abbas.[198]
Abdullah b. Ömer.[199]
Abdullah b. Amr b.Âs.[200]
Cübeyr b. Mut´im196 ve daha başka sahabiler tarafından bildirilmiştir.[201]
Abdullah b. Mes´ud der ki:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrılınca, Resûlullah (a.s.):
´Şahit olunuz!´ buyurdu."[202]
"Bir kere, biz, Resûlullah (a.s.)la birlikte Mina´da bulunuyorduk.
Ay iki parçaya ayrıldı!
Ayın bir parçası dağın gerisinde, bir parçası da berisinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.), bize:
´Şahit olunuz!´ buyurdu."[203]
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrıldı da, parçanın birisini dağ örttü[204] diğer parça dağın üzerinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
´Ey Allah! Şahit ol!´ dedi."[205]
Cübeyr b. Mut´im de:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay, şu dağın üzerinde olmak üzere iki parçaya ayrıldı!" demiştir.[206]
Abdullah b. Mes´ud ile Enes b. Malik´in diğer rivayetlerinde de:
"Ay iki parçaya ayrıldığı zaman, dağın, Hira dağının, Ayın iki parçası arasında göründüğü" açıklan-mıştir.[207]
Hadisenin ayrıntılarına gelince:
Kureyş müşriklerinden,
1- Velid b. Mugîre,
2- Ebu Cehil Amr b. Hişam,
3- Âs b. Vâil,
4- Âs b. Hişam,
5- Esved b. Abdi Yağus,
6- Esved b. Muttalib,
7- Zem´a b. Esved,
8- Nadr b. Haris; ve daha başkaları ,[208] Peygamberimiz (a.s.)a:
"Eğersen gerçekten peygambersen, bize Kameri (Ayı), yansı Ebu Kubeys dağı,yarısı daKuaykıan dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?" diye sordu.
Müşrikler:
"Evet! İman ederiz" dediler.
Ayın bedir, yani dolunay olduğu, iyice göründüğü gece, Peygamberimiz (a.s.), müşriklerin istedikleri şeyi kendisine vermesini, Yüce Allahtan diledi.[209]
Cebrail (a.s.) inip:
"Yâ Muhammedi Mekkelilere:
´Bu gece mucizeyi seyredin; yararlanabilmeniz!´ de" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın söylediğini, onlara haber verdi. Müşrikler Ayın ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler![210]
Yüce Allah Ayın yansını Ebu Kubeys dağı, yarısını da Kuaykıan dağı arasında doğdurunca, Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Ebu Seleme b. Abdulesed! Erkam b. Ebi´l-Erkam! Şahit olunuz!" diyerek Müslümanlara;[211]
"Ey filan! Ey filan! Şahit olunuz!" diye de, müşriklere seslendi.[212]
Fakat müşrikler "Bu, Ebu Kebşe´nin oğlunun bir sihridir!"[213]
"Ebu Kebşe´nin oğlu sizi sihirledi!"[214]
"Muhammed bizi sihiriedi!" dediler.[215]
Bazısı da:
"Muhammed bizi sihiriediyse,[216] bütün insanları da sihirlemez ya!" dedi .[217]
"O ayı sihiriedi, nihayet Ay yanldı!" dediler.[218]
Kimisi de:
"Muhammed Ayı sihiriedi ise, sihrini bütün yeryüzünü sihiriemeye de yetiştiremez ya!"[219]
Başka beldeler halkından, yanınıza gelecek olanlara, sorun bakalım: Bunu onlar da görmüşler mi?"[220]
"Siz gelecek olan yolcularınızı da gözleyin![221] Onlara da sorun bakalım ![222]
Eğer onlar sizin gördüğünüz şeyin tıpkısını gördüklerini size haber verirlerse,[223] gördüğünüz doğru demektir.[224]
Şayet sizin gördüğünüz gibi birşey görmem işlerse, o sizi bir sihirle sihirlem iştir!" dediler.[225]
Ebu Cehil de:
"Bu bir sihirdir! Çevre ülkeler halkına adam salın! Bakalım, onlar da Ayı böyle yarılmış görmüşler mi? Yoksa görmemişler mi?" dedi.[226]
Sordular.[227]
Hertaraftan[228] gelenler:[229]
"Evet![230] Onu biz de öyle gördük![231] Ayı ikiye yanlmış gördük!" dediler.[232] Ayın ikiye ayrılmış olduğunu haber verdiler,[233] doğrul adı lar.[234]
Her taraftan gelenlerden, Ayın ikiye ayrıldığını görüp de haber vermeyen bir kimse kalmadı .[235]
Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip:
"Bu, müstemir (olagelen) bir sihirdir!" dediler.[236]
Yüce Allah, Kamer sûresinde bu mucizeye şöyle temas buyurur
"Saat yaklaştı.
Ay (ikiye) yarıldı (ayrıldı).
Onlar (ne zaman) bir âyet, bir mucize görseler, yüz çevirirler ve:
´Müstemir (olagelen) bir sihir!´ derler.
(Ayın ikiye ayrılması mucizesini görünce de) hevalarına uydular:
´Yalan!´ dediler (Peygamberi yalanladılar).
Oysa ki, her iş bir gayeye bağlıdır.
Andolsun ki; onlara (kendilerini küfür ve inattan) vazgeç irecek öyle önemli haberler gelmiştir ki, her biri, gayesine ermiş bir hikmet ve ibrettir.
Fakat, onları tehdit eden bütün o hadiseler kendilerine fayda vermiyor!
O halde, sen de onlardan yüz çevir!
O Çağırıcının benzeri görülmedik korkunç şeye (Kıyamete) çağıracağı gün, onlar gözleri zelil ve hakîr (korkudan, dehşetten donmuş) olarak dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkacak, o Çağırıcıya doğru koşacaklar. Kâfir olanlar
´Bu,´ diyecekler, ´pek çetin bir gün!´"[237]
Müşriklerin Kâbe´ye Astığı Anlaşma Sahifesinin Güve Tarafından Yenilişi
Haşim ve Muttalib oğulları Şı´b´da üç yıl kuşatılmış bir halde kaldıktan sonra,[238] Kabe´nin içinde asılı sahifeye, Yüce Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti.
Güve; sahifede, Allah´ın ismi anılan[239] "Bismik´allahümme=5enin isminle başlarım ey Allah" cümlesi dışında,[240] zulüm ve cevr ifade eden herşeyi yedi, bırakmadı.[241]
Bunu Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a vahiyle bildirdi .[242]
Peygamberimiz (a.s.) da, Ebu Talib´e:
"Ey amca! Benim Rabbim olan Allah, Kureyşlilerin sahifesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allah´ın isminden başka, onda tesbit edilen,zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan., gibi şeylerden hiçbirini bırakmadı, yok etti!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Bunu sana Rabbin mi haber verdi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Rabbim haber verdi" buyurdu.[243]
Ebu Talib:
"Ey kardeşimin oğlu! Bana haber verdiğin şey gerçek midir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Vallahi gerçektir!" buyurdu.[244]
Ebu Talib:
"Vallahi, bizim yanımıza da,[245] senin yanına da, (bunu haber verecek) hiç kimse girmemiştir![246] Bunu sana kim haber verdi?" diye tekrar sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Rabbim haber verdi. Doğrudur bu ey amca!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Ben şehadet ederim ki; sen ancak doğru söylersin!" dedi.[247]
Ebu Talib bu haberi kardeşlerine anlattı. Kardeşleri:
"Senin bu husustaki kanaatin nedir?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Vallahi, o bana hiçbir zaman yalan söylememiştir!" dedi.
Ebu Talib´e:
"Sen bu hususta ne yapmamızı uygun görürsün?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Elbiselerden, bulabildiğiniz en güzelini giymenizi, sonra da Kureyşlilerin yani arına kadar varmanızı, onlara bu sahifenin haberini -kendilerine haber erişmeden önce- anmanızı uygun görüyorum!" dedi.
Hep birlikte gittiler, Mescid-i Haram´a girdiler, Hicr´e kadar vardılar. O sırada, Kureyşlilerin emir ve nehiy sahipleri olan yaşlıları orada oturuyorlardı.[248] Onlar Ebu Talib ile yanındakileri görünce, çektiklerine dayanamayarak Peygamberimiz (a.s.)ı kendilerine teslim etmek üzere gelmek zorunda kaldıklarını sandılar.[249] Ebu Talib´le yanındakileri, hemen meclislerine aldılar.
"Ne söyleyecekler?" diye, onlara bakmaya başladılar.
Ebu Talib:
"Biz, sizce bilinen, kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş bulunuyoruz" dedi. Müşrikler:
"Hoşgeldiniz, safa geldiniz!" dediler.[250] Ebu Talib:
"Ey Kureyş cemaatı![251] Hiçbir zaman yalan söylememiş olan[252] kardeşimin oğlu bana haber verdi[253] ki; sizin yazmış olduğunuz sahifenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış; o, onun içindeki cevr, zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme., gibi herşeye dokunmuş, onda sadece Allah´ın ismi anılan sözler kalmıştır![254] Haydi,[255] aleyhimizde yazdığınız[256] sahifenizi getiriniz![257] Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise,[258] sahife onun dediği gibi çıkarsa,[259] vallahi biz en sonuncumuz ölmedikçe onu size teslim etmeyiz![260] Artık siz de kötü görüşünüzden,[261] bizimle ilginizi kesmek-ten[262] vazgeçin![263] Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim[264] Siz de onu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!" dedi.[265]
Müşrikler:
"Kabul ettik![266] Sen bize insaflı davrandın!" dediler.[267]
Bu hususta akityaptılar.[268]
Sahifeyi getirmek üzere,[269] acele[270] adam gönderdiler.[271]
Müşrikler bu işin arzularına uygun geleceğini sandılar.[272]
Sahife getirilince, Ebu Talib:
"Okuyunuz onu!" dedi.
Sahife açıldığı zaman,[273] onu Peygamberimiz (a.s.)ın dediği gibi buldular.[274]
Sahifede; Allah´ın isminden başka herşey, güve tarafından yenilmiş, bitiriliri işti ![275]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü![276]
Ebu Talib, bundan kuvvet ve cesaret alıp bağırarak:[277]
"Her halde, zulmettiğiniz, akraba ile ilişiği kesip kötülük yoluna saptığınız sizce de belli oldu, değil mi?!" dedi.[278]
Müşriklerden hiçbiri Ebu Talib´e cevap vermedi.[279]
Ancak:
"Siz bize sadece sihir ve bühtan getirdiniz![280]
Bu, sahibinizden sâdır olan bir sihirden başka birşey değildir!" dediler.[281] Red ve inkâr ettiler.
Peygamberimiz (a.s.)la ashabına yapageldikleri kötülükleri, katlıkları tekrarladılar.[282]
Kureyşlilerin ileri gelenlerinden bazıları ise, Hâşim oğullarına karşı yaptıkları şeylerden dolayı, birbirlerini kınadılar.[283]
Ebu Talib ile ashabı, Kabe örtüsü arasına girerek:
"Ey Allah! Bize zulmedenlere, akrabalarla ilişiğini kesenlere, bize yapılması haram olan şeyleri helâlleştirenlere karşı bize yardım et!" diyerek yalvardıktan sonra, Şı´b´a döndüler.[284]
Müşriklerden bir topluluk:
"Bu, kardeşlerimize karşı, tarafımızdan yapılmış bir zulümdür!" dediler,[285] pişmanlık duydular.[286]
Şı´b Sakinlerinin Şı´b´dan Çıkarılışları
Nübüvvetin onuncu yılında idi[287] ki, Kureyş müşriklerinin Haşirin ve Muttalib oğulları aleyhindeki yazılı antlaşmalarını bozup yürürlükten kaldırmak için, Kureyşlilerden birkaç kişi, harekete geçti. Onların içinde, bu hususta, Hişam b. Amfin çabasından daha güzel çabalı kimse yoktu.[288]
Hişam b. Amr; Nadle b. Hişam b. Abdi Menafin ana bir kardeşinin oğlu olduğu için,[289] Hâşim oğullarından sayılırdı.
Kendisi, kavmi arasında şerefli ve itibarlı idi.[290]
Hişam b. Amr, Züheyr b. Ebi Ümeyye´nin yanına vardı.
Züheyr b. Ebi Ümeyye´nin annesi Âtlke Hatun, Abdulmuttalib´in kızı idi.
Hişam b. Amr, Züheyr´e:
"Ey Züheyr! Dayılarının birşey almaktan, satmaktan, evlenmekten, evlendirmekten., mahrum edildiklerini;[291] darlık ve yokluk içinde kıvrandıklarını[292] bilip durduğun halde, istediğini yemeye, içmeye, giyinip kuşanmaya, istediğin kadınla evlenmeye senin gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniy-or?[293]
Allah´a yemin ederim ki; [Ebu Cehil] Ebu´l-Hakem Amr b. Hişam´ın seni dayıların aleyhinde antlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu kendi dayıları aleyhinde böyle bir antlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine hiçbir zaman icabet etmez, yanaşmazdı" dedi.[294]
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Allah senin iyiliğini versin ey Hişam! Ben bir tek adamım .[295] Tek başıma ne yapabilirim?!
Vallahi, yanımda başka bir kişi daha olsaydı, muhakkak o antlaşma sahifesini bozmaya kalkar, bozuncaya kadar uğraşırdım!" dedi.[296]
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Sen bize üçüncü bir adam daha ara!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Mut´im b. Adiyy´e gitti. Ona: "Ey Mut´im! Kureyşlilere uyarak Abdi Menaf oğullarından iki batın ailenin gözünün önünde yok edilmelerine gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniyor?![297] Vallahi, onlan bundan kurtarmaya imkân bulabilseydim, içinizden onlara ilk koşacak olanı, beni bulurdun!" dedi.[298]
Mut´im b. Adiyy:
"Allah senin iyiliğini versin! Ben bir tek adamın! Tek başıma ne yapabilirim?" dedi.
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Bize üçüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr:
"Buldum bile!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye´dir" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Sen bize dördüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Ebu´l-Bahterî b. Hişam´ın yanına gitti.[299] Onunla konuştu.[300]
Ona da, Mut´im b. Adiyy´e söylediklerine benzer sözler söyledi.
Ebu´l-Bahterî:
"Bize bu hususta yardım edecek,[301] bu görüşte[302] kimseler var mı?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi.[303]
Ebu´l-Bahterî
"Kim imiş onlar?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye, M ur/im b. Adiyy´dir. Ben de yanındayım!" dedi.
Ebu´l-Bahterî:
"Sen bize beşinci bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Zem´a b. Esved´e gitti. Onunla konuştu.[304] Kendisinin onlarla olan akrabalığını ve haklarını andı.
Zem´a b. Esved:
"Beni davet ettiğin bu iş üzerinde duran kimselervar mı?" diye sordu. Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi.
Zem´aya, onların isimlerini birer birer saydı.
Mekke´nin yukansındaki Hacun mevkiinin başlangıcında, geceleyin toplanmaya hazırlandılar.
Orada toplanıp, yapacakları işi konuştular.
Sahife üzerinde durup, onu bozuncaya kadar uğraşmaya ahd ve akd ettiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye ise:
"Sizden, işe ilk başlayan ve ilk konuşan kimse ben olayım!" dedi.
Ertesi günü, sabahleyin, Kureyş müşriklerinin toplantı yerine gittiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye; üzerine ağır ve kıymetli bir elbise giyinmiş olduğu halde Kabe´yi yedi kere tavaf ettikten sonra, halkın yanına geldi ve:
"Ey Mekkeliler! Bizler istediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da, Hâşim ve Muttalib oğulları alışverişten mahrum edilerek helak olsunlar, yakışır mı?!
Vallahi, akrabalık bağlarını kesen şu zalim sahife yirtılıncaya kadar, oturmayacağım!" dedi.
O sırada, Mescid-i Haram´ın bir köşesinde oturan Ebu Cehil:
"Sen yalan söylüyorsun!
Vallahi, o sahife yırtılamaz!" dedi.
Zem´a b. Esved:
"Vallahi, asıl sen yalan söylüyorsun!
Zaten, biz o yazıya-yazıldığı zaman-razı değildik!" dedi.
Ebu´l-Bahterî:
"Zem´a doğru söylüyor!
Biz onda yazılı şeyleri ne kabul, ne de ikrar ettik!" dedi.
Mut´im b. Adiyy:
"Her ikiniz de doğru söylüyorsunuz.
Bunun aksini söyleyen yalan söyler!
Biz bu sahifeden ve onun içinde yazılı olanlardan uzaklaşır, Allah´a sığınırız!" dedi.
Hişam b. Amr da, Mut´im b. Adiyy´in sözlerine yakın sözler söyledi.
Ebu Cehil:
"Her halde, bu, buradan başka biryerde geceleyin konuşulmuş, üzerinde karara varılmış bir iş olsa gerek!?" dedi.
O sırada, Ebu Talib de, Mescid-i Haram´ın bir köşesinde oturuyordu.
Mut´im b. Adiyy kalkıp, Kabe´nin içinde asılı sahifeyi yırtmak için yanına vardığı zaman; "Bismik´allahümme" sözleri dışındaki bütün yazılan ağaç kurdu (güvesi) yemiş bir halde buldu![305]
Bunun üzerine, Adiyy b. Kays, Zem´a b. Esved, Ebu´l-Bahterî ve Züheyr b. Ümeyye silahlanarak Hâşim ve Muttalib oğullarının yanlarına gittiler, onları Şı´b´dan evlerine döndürdüler.[306]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü!
Hâşim oğullarının Peygamberimiz (a.s.)ı sonuna kadar koruyacaklarına, kendilerine teslim etmeyeceklerine kanaat getirdiler.[307]
Peygamberimiz (a.s.) ile cemaatı, Şı´b´dan çıkarak, halk arasına karıştılar.[308]
Ebu Talib; sahifeyi ve içindekini iptal edip Şı´b´dan çıkmalarını sağlayanları, söylediği yirmialtı bey-itlik bir şiirle övdü.[309]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 126,Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 221, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 84, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 26.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 237, Buharı", Sahih, c. 2, s. 158, Müslim, Sahih, c. 2, s. 952, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ,c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec İ bn Cevzî, el -Vefa, c. 1, s. 199, Halebî, İnsâ nu´l-Uyûn, c. 2, s. 25, Zürkânî, M evâhibu1 l-ledün niye Şerhi, c. 1 ,s. 278.
[3] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
[4] Muhassab; Mekke ile Mina arasında bir yer olup, Mina´ya Mekke´den daha yakındı r. (Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 5, s. 62).
[5] Ahmed b.Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim , c. 2, s. 952, E bu´l-F erec, c. 1, s. 199, İbn Haldun, Târîh, c. 2,ks. 2, s. 9, Halebî, c. 2, s. 25, Zürkânî, c. 1, s. 278.
[6] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s.375, Ahmed b. Hanbel.c. 2,s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, Ebu´lFerec, c. 1, s. 199, İbn Esîr, Kâmil,
c. 2, s. 87, İbn Haldun, c. 2,ks. 2, s. 9, Diyarbekrî, c. 1, s. 297.
[7] E bu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221 , E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Kastalâni,Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 25.
[8] Ahmed b. Hanbel, c.2,s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Ebu Nuaym, c . 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312,Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 197, İbn Kayyım , Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51 , 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Kastalâni, c. 1, s. 67. Diyarbekrî, c. 1, s.297, Halebî, c. 2, s. 25.
[9] Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Halebî, c. 2,s. 25.
[10] İbn İshak, İbn Hişam , c. 1, s. 375, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Ahm ed b. Hanbel, c. 2, s. 237,
Buhârî, c. 2, s.158, Müslim, c. 2, s. 952, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 197, İbn Esîr, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Kastalâni, c. 1,s.67, Halebî, c. 2, s. 25.
[11] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1 , s. 375, İbn Sa´d, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2,s. 952, Belâzurî, c. 1, s. 234, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1 , s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Hazm, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64,Ebu´l-Ferec, c. 1,s.197, İbn Esîr, c. 2, s. 83, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 1 26, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84,İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 9, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 22, s. 25.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 375, İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 237,Buhârî, Sahîh.c. 2, s. 158, Müslim, Sahîh, c. 2, s. 952, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 197, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 197, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Kastalâni,Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1, s. 67, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
[13] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 188, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî,Delâil, c. 2, s. 312, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64, İbn Usdu´l-gâbe, c. 1, s. 26, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51, Zehebî,Târîhu´l-islâm, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, İbn Haldun, Târih, c. 2, ks. 2, s. 9.
[14] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 188, Belâzurî, c. 1, s. 234, İbn Hazm, s. 64, İbn Esîr, c. 1, s. 26, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbnHaldun, c. 2, ks. 2, s. 9.
[15] Ebu Nuaym, c.1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84.
[16] Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Ebu Nuaym, c.1 , s. 273, Beyhakî, Sünenü´l-kübrâ,c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec, c.1, s. 199.
[17] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 375, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 237, Buhârî, c. 2, s. 158, Müslim, c. 2, s. 952, Taberî, c. 2, s.225, Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 160, Ebu´l-Ferec, c. 1, s. 199.
[18] İbn İshak, İbn Hişam, c.1, s. 375-376, İbn Sa´d, c.1, s. 208-210, Belâzurî, c. 1, s. 234, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym,c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâil, c . 2, s. 312, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Zehebî, s. 221 ,Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, İbn Haldun, c. 2, ks. 2, s. 9, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297, Halebî, c. 2, s. 25.
[19] İbn Sa´d, Tabakât, c.1, s. 209.
[20] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1,s.376, Taberî, c. 2, s. 225, İbn Esir, c. 2, s. 87, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Halebî, c. 2, s.25.
[21] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1,s.376, İbn Sa´d, c.1, s.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s. 376, İbn Sa´d, c.1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, Taberî, c. 2, s. 229, Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, E bu´l-F idâ.c. 3, s. 86, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c.1, s. 377, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1 , s. 297.
[23] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 376, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, c. 2, s. 31 .
[24] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c.1, s. 376.
[25] İbn İshak, İ bn H i sam, Sîre, c. 1, s. 376, İ bn S a´d, Tabak âtü´l -k übrâ, c. 1, s. 209, Bel âzu rî, E nsâbu´l -eşraf, c. 1, s. 235, Taberî,Târîh, c. 2, s. 229, Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 278, Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2,s. 51, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c.1, s. 129, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 86, Kastalâni, M evâhibu´l-ledünniye, c.1, s.
67, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297.
[26] İbn İshak, İbn Hişam, c.1 ,s. 376, İbn Sa´d, c.1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 235, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, Taberî, c. 2, s.229, Ebu Nuaym, c.1, s. 278, Süheyli, c. 3, s. 352, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 129, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Suyûtî,Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 377, Kastalâni, c. 1, s. 67, Diyarbekrî, c. 1, s. 297.
[27] Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1 , s. 377.
[28] Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 86, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 375.
[29] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86, Suyûtî, c. 1, s. 377.
[30] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[31] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209.
[32] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c.1, s. 235.
[33] Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/81-83.
[34] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 377-379, E bu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 87.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/84.
[35] . E bu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 127, Zehebî, Târıîıu´l-islâm, s. 221, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, Halebî, İnsanu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, M evâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 279.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/84.
[36] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 188, Yâkubî, Târîh, c. 2, s. 31, İbn Haim, Cevâmiu´s-Sîre, s. 64, İbn Abdilberr, İstiâb, c.1, s. 37, İbn Kaybın, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 828, İbn Sa´d, Tabakât, c.1, s. 188, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c.1 , s. 234, Yâkubî, Târîh, c. 2, s.31, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym , Delâil, c. 1 ,s.273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Haim, s. 64, İbn Abdilberr, c. 1, s. 37, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 88, 89, İbn Kayyım, c. 2, s. 51, İbn Seyyid, c. 1, s. 127, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84, İbn Haldun, Târîh,c. 2, ks. 2, s. 9, Suyûtî, Hasâisü´l-kübrâ, c. 1, s. 374, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[38] Ebu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, . 126, Zehebî, s. 221, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 84.
[39] İbn Sa´d, Tabakât, c. 1, s. 209, Belâzurî, c. 1 , s. 234, Ebu Nuaym , c. 1, s. 273, Ebu´l-Ferec İbn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 197,İbn Kayyım, c. 2, s. 51.
[40] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1 , s.. 273, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s.126.
[41] Ebu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273.
[42] Ebu Nuaym, c. 1, s. 273, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Seyyid, c. 1, s. 126, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 84.
[43] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1, s. 209, Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 234. Ebu´l-Ferec İ bn Cevzî, el-Vetâ, c. 1, s. 197,Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 297.
[44] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354-355, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 25-26.
[45] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355.
[46] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355, Halebî, c. 2, s. 26.
[47] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 355.
[48] Yâkubî, Târih, c. 2, s. 31.
[49] Belâzurî, c. 1, s. 234, Ebu Nuaym, c. 1, s. 273.
[50] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354, Halebî, c. 2, s. 25.
[51] Süheyli, Ravdu´l-ünüf, c. 3, s. 354.
[52] .İbn Sa´d, c. 1, s. 209, Belâzurî, c. 1, s. 234, Beyhakî, c. 2, s. 312, İbn Kayyım, Zâdü´l-mead, c. 2, s. 51, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 86.
[53] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 1 , s. 209.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1 , s. 379, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 87, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s.223, Kastalâni, Mevâhibu´l-ledünniye, c. 1 , s. 67, Diyarbekrî Hamis, c. 1, s. 297.
[55] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[56] Zübeyr b. Bekkâr, Nesebi Kureyş, s. 355.
[57] Belâzurî, Ensâbu´l-eşrâf, c. 1, s. 235.
[58] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 14, Belâzurî, c. 1 , s. 235, Ebu Nuaym , Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 273, İbn Esîr, Kâmil,c. 2, s. 88, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 96.
[59] İbn İshak, İbn Hişam, c. 2, s. 14, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 275.
[60] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Halebî, İnşânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, Mevâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 290.
[61] AhmedZeynf Dahlan.Sîre, c. 1, s. 137.
[62] İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34, Zürkânî, Mevâhibu´l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 290.
[63] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 379-380, Taberî, Târîh, c. 2, s. 225, E bu Nuaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 1, s. 275, İbnEsîr, Kâmil, c. 2, s. 87-88, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1, s. 128, Zehebî, Târîhu´l-islâm, s. 223, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c.3, s. 87-88, Halebî, İnsânu´l-Uyûn, c. 2, s. 34.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c. 1, s. 379-380, Taberî, c. 2, s. 225, Ebu Nuaym, c. 1, s. 275-276, İbn Esîr, c. 2, s. 87-88, Zehebî,s. 223, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 88.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/85-88.
[65] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 381, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 379.
[66] Fahru´r-Râzî, Tefsir, c. 27, 242, Hâzin, Tefsir, c. 4, s. 113.
[67] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19, Taberî, Tefsir, c. 25, s. 111, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 326, Zehebî, Tâ rfhu´l-islâm, s.225, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 107, Suyûtî, Dürru´l-mensur, c. 6, s:. 28.
[68] Müslim , Sahih, c. 4, s. 2156, Taberî, Tefsir, c. 25, s. 112, Beyhakî, Delâil, c. 2, s. 227, Zehebî, Târîh, s:. 226, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye, c. 3, s. 1 07, Hâzin, Tefsîr, c. 4, s:. 113.
[69] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 441, M üslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 380, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, Delâil, c. 2, s. 447, Beyhakî, Delâil, c. 2, s:. 326.
[70] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s:. 431, Buhârî, c. 6, s:. 19, Tirmizî, c. 5, s:. 380, Ebu Nuaym, c. 2, s:. 447, Beyhakî, c. 2, s:. 326, Zehebî, s. 225-226, E bu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, D ürru´l-mensur, c. 6, s. 28.
[71] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2157, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 111, Ebu Nuaym, c. 2, s.447, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 242, Kurtubî, Tefsîr, c. 16, s. 131 , Nesefî, Medârik, c. 3, s. 128.
[72] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 242-243.
[73] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[74] Ahmed b. Hanbel,c. 1, s. 441, Müslim, s. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî,c. 25, s. 112.Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî,s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Hâzin, c. 4, s. 113.
[75] Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19.
[76] Zehebî, Tâ rîhu1l-islâm, s. 226, Ebu´l -Fidâ, c. 3, s. 1 08.
[77] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 21566, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 111, Beyhakî,c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 1 07, Hâzin, c. 4, s. 11 3, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[78] Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zemahşerî, c.3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 242,Nesefî,c.4, s. 128, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[79] Ahmed b. Hanbel,c. 1, s. 431, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî,c. 25, s. 112.Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî,s. 226, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[80] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 431, Buhârî, c. 6, s. 19, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s.326, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 242, Kurtubî, c. 16, s. 131, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 4, s. 1 38, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[81] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 243.
[82] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Nesefî, c. 4, s. 128, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 107.
[83] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 431, Buhârî, Sahîh, c. 6, s. 19, Müslim, Sahîh,c. 4, s.2156, Taberî, Tefsîr, c. 25, s. 111 ,Ebu Nuaym , Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 447, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 326, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî,Tefsîr, c. 2 7, s. 242, Kurtubî, Tefsîr, c. 16, s. 131, N eseff, M edâri k, c. 4, s. 1 28, Zehebî, Tâ rfhu ´l-islâm, s. 226, E bu´l-F idâ, el-Bi dâye,c.3,s.107.
[84] Fahru´r-Râzî, Tefsîr, c. 27, s. 243.
[85] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112,Ebu Nuaym , c . 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243, Zehebî, s. 226, E bu´l-Fidâ, c. 3,s. 107-108, Hâzin, c. 4, s. 113, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[86] Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Beyhakî, c. 2, s. 326, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[87] Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[88] Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Hâzin, c. 4, s. 113.
[89] Buhârî, c. 6,s.19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym , c. 2, s. 447, Hâzin, c. 4, s. 113.
[90] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447,Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[91] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1 , s. 441.
[92] Ahmed b. Hanbel, c. 1, s. 441, Buhârî, c. 6, s. 19, Müslim, c. 4, s. 2156, Tirmizî, c. 5, s. 380, Taberî, c. 25, s. 112, Ebu Nuaym, c. 2, s. 447, Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[93] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243.
[94] Beyhakî, c. 2, s. 326, Zehebî, s. 226, Suyûtî, c. 6, s. 28.
[95] Zemahşerî, c. 3, s. 502, Fahru´r-Râzî, c. 27, s. 243, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 107.
[96] Duhan: 9-16.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/88-91.
[97] Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 295.
[98] Ta ben, Tefar, c. 21, s. 18, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 424.
[99] Ta ben, Tefsir, c. 21, s. 21.
[100] Eiriat, Şam taraflarında, Belka ve Anman araanda bulunan Şam kasabalarındandır (Yakut, Mu´cemu´l-büldân, c. 1, s. 130).
[101] Taberî, Tefsir, c. 21, s. 18, Zemahşerî, Keşşaf, c. 3, s. 214, İbn Esîr, Kâmil, c. 1, s. 476, Kurtubî, Tefsir, c. 14, s. 4, Nesefî, Medârik, c. 3, s. 265, Ebu´l-Fidâ, Tefsir, c. 3, s. 424, Beyzâvî, Tefsir, c. 2, s. 215, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Ebussuud, Tefsir, c. 7,s. 49.
[102] Taberî, c. 21, s. 18, İbn Esir, c. 1, s. 476, Kurtubî, c. 14, s. 4, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423, Beyzâvî, c. 2, s. 215-216, Hâzin, c.3, s. 427.
[103] Taberî.c 21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Kurtubî, c. 14, s. 4, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423-424-425.
[104] Taberî.c 21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 423-424.
[105] İbn Esîr, Kâmil, c.1, s. 475, Ebu´l-Fidâ, c. 3, s. 425.
[106] Taberî, c.21, s. 18, İbn Esîr, c. 1, s. 475, Kurtubî, c. 14, s. 4.
[107] Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 425.
[108] Ahmedb. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276, Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 343, Taberî, c.21, s. 16, Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 410,Ebu Muaym, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 391, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvve, c. 2, s. 330, Kurtubî, c. 14, s. 1, Zehebî, Târîhu´l-islâm , s.227, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 422, Suyûtî, Dürru´l-mensur, c. 5, s. 1 50.
[109] Taberî, Tefsîr, c. 21, s. 1 7-18, Zemahşerî, Keşşaf, c.3 , s. 214, Nesefî, Medârik, c.3,s. 265, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Ebussuud, Tefsîr, c. 7, s. 49, Suyûtî, Dürru´l-m Mensûr, c. 5, s. 152, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[110] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276.
[111] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 276.
[112] Rûm, 1-6.
[113] Taberî, Tefsîr, c. 21, s. 1 8, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, c. 3, s. 424, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Suyûtî, Dürru´l -mensûr, c. 5, s. 152.
[114] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3, Hâzin, Tefsîr, c. 3, s. 427, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[115] İbnİshak.İbnHişam, Sîre, c. 3, s. 89, Vâkıdî, Megâzî, c. 1,s. 251-252, Taberî, Târih, c. 3, s. 26, Hâkim, Müstedrek, c.2, s. 327.
[116] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3.
[117] Zemahşerî, Keşşaf, c. , s. 214, Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3, Ebussuud, Tefsîr, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, Hamis, c. 1, s. 298.
[118] Zemahşerî, c. 3, s. 214, Kurtubî, c. 14, s. 3, Ebussuud, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, c. 1, s. 298.
[119] Zemahşerî, c.3, s. 214, Beyzâvî, Tefsîr, c. 2, s. 216, Hâzin, c.3, s. 428, Ebussuud, c. 7, s. 49, Diyarbekrî, c. 1, s. 298.
[120] Zemahşerî, c. 3, s. 214, Kurtubî, c. 14, s. 3, Nesefî, c. 3, s. 265-266, Beyzâvî, c. 2, s. 216, Hâzin, c. 3, s. 428.
[121] Kurtubî, Tefsîr, c. 14, s. 3.
[122] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 345, Ebu´l-Fidâ, Tefsîr, t 3, s. 422.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 2/91-95.
[123] İbn Sa´d, Tabakâtü´l-kübrâ, c. 4, s. 241 , Müslim, Sahih, c. 2, s. 593, İbn Abdilberr, İsti
İslam Tarihi - 2
- Apaçık Bir Zafere Doğru
- Ayrılık Gününe Doğru
- Bedir Gazası
- Bedir´den Sonra
- Beni Kurayza Gazası
- Beni Kurayza´dan Sonra
- Beni Nadir Yahudileri
- Birinci Akabe Beyatı
- Cihad Emri
- Dokuzuncu Yıl Haccı
- Elçiler Gönderilmesi
- En Büyük Fethin Arefesinde
- Habeş Ülkesine Hicret
- Hayber Gazası
- Hayber´den Sonra
- Hendek Savaşı
- Heyetler Yılı
- Hudeybiye Seferi
- Huneyn Gazası ve Taif Kuşatması
- Hüzün Yılı
- Hz. Hamza ve Hz. Ömer
- Hz. Muhammed (s.a.v.) Medine´de
- Hz. Muhammed´in (a.s.) Eşlerinden İnzivaya Çekilişi
- Hz. Muhammed´in (s.a.v.) Ahlakı
- Hz. Peygamberin (a.s.) Doğumu, Çocukluğu ve Gençliği
- İkinci Akabe Beyatı
- İslam´a Koşanlar
- İslamiyet Arabistan´da Yayılıyor
- İsra ve Miraç Mucizeleri
- Kitap ve Sünnet