Sultan II. Murad Han

Sultan II. Murad Han

Cennetmekan Çelebi Mehmed Han'ın irtihalinden sonra Osmanlı tahtına 18 yaşında cülus eden Sultan Murad Han; yaşının çok genç olmasına rağmen, savaş meydanlarında ve devlet işlerinde pişmiş, mükemmel bir kumandan, liyakatli bir devlet reisiydi. Babasının üçüncü evlâdıydı. Kendinden büyük olanları daha evvel vefat ettiklerinden üstelik de ba­bası zamanında meydana gelmiş olan Börklüce Mustafa İs­yanını bastırırken, kumandanlıktaki üstün meziyetlerini gös­terdiğinden, İslam askeri tarafında da kalbî bir sevgi ile sevi­liyordu. Ankara Savaşının meydana getirdiği elem ve ızdı-raplı sonuç, bu İslam Devletini yıkılmanın eşiğine kadar ge­tirmiş, ne var ki müdebbir, sebatkâr, hamiyyetli Sultan Çele­bi Mehmed Hazretleri adım adım ilerliyerek berzah-ı izmihla­le geimiş devlet gemisini kucaklamış, uzun çalışmalardan sonra Devlet-i Aliyye-yi, Nİğbolu Savaşının galibi devlet se­viyesine getirmeye biiznillah muvaffak olmuştu.

Sultan Murad Han, tahta cülus eyledikten sonra, ilk işi, ba­bası Sultan Çelebi Mehmed Hazretlerini Bursa'daki Yeşil Tür-be'ye ebedî istiratgahına yerleştirmek oldu. Suitan Murad. küçük kardeşlerini idam ettirmemiştir. Ne var ki, bu küçük biraderler, sonradan bir iç harbin zuhuruna sebebiyet vere­ceklerdir.

Burada şunu belirtmeyi lüzumlu görürüz ki; Yıldırım Bayezid Hazretlerini, kardeşi Yakub Bey'i Öldürülmesinden mes'uf tutanlar: «..Bu kahraman oğlu kahraman padişahın başına ne geldiyse, bu Yakub Bey olayının cezasıdır.» diye, nere-deyse el çırparlar. Sultan Murad'ın küçük biraderlerini ödür-memesİni takdirle karşılarken onların sonradan, bir iç harbe sebebiyet veren iddiay-ı saltanatlarından dolayı üzüntülerini ifade etmezler. Bu satırlarla biz, şehzadelerin illa öldürülmesi taraftan olduğumuzu söylemek için yazmıyoruz. Çünkü «tak­dir tecelli etmeden, ölüm husule gelmez» inancındayızdır. Bunu ifade etmemizin sebebi: bazı görüş sahihlerinin Os­manlı padişahlarının zalimliğini, kan dökücülüğünü İfade et­mek küstahlığına düşerek, o mübarek insanları hafife alma­ğa kalkmaları yüzündendir. Bu şehzade idamları için, şeriatın neresine sığdıracağız diyenlere cevap olarak deriz ki; Onlar, Şeriat-ı Muhammediyyeyi î'lâ ve hâkim kılmak için tırnakla­rını etlerinden ayınrcasına kardeş feda ediyorlardı. Acaba bizler bugün ne yapıyoruz? neyse, biz dönelim mevzuumuza; Çelebi Sultan Mehmed Hazretten, küçük şehzadelerinin hayatlarını korumak gayesiyle onların Kayser yanına talim ve terbiye için gönderilmelerine muvafakat etmişti. Sultan Hazretlerinin vefatından sonra Kayser Manuel Sultan Mu-rad'tan iki şehzadeyi yanma göndermesi için elçi göndermiş­ti. Sultan Murad ise, şehzadeleri Kayser'e göndermediği gibi, birer sancak beyi olarak vazifelendirmiş, gelen elçiye de; «müslüman şehzadelerin hristiyan hükümdar yanında terbi­ye olmaları şiar-ı Islamiyyeye uygun değildir.» cevabını vere­rek bu meseleyi bitirmiştir.

Şehzadeleri Osmanlı hükümetine karşı kullanmak maksa­dıyla yanma almak isteyen Kayser Manuel, Sultan Murad'ın bu cevabını öğrenince, plânını değiştirmek mecburiyetinde kalmıştı. Bizans artık o hale gelmişti ki, devamını kendi üze­rinde gözü olan devletlerin iç işlerini kanştırabiime muvaffa­kiyetinde görüyordu. Bu yüzden Limni Adasında bulunan Yıl-dırım'ın oğullarından olduğu söylenen Düzmece Mustafa'yı derhal yanına getirtip, onunla bir mukavele akd etti. Bu mu­kaveleye göre, Düzmece Mustafa, Kayser Manuel'e Gelibolu, Tirhala havalisiyle Rumeli'nin bütün Karadeniz sahilini ver­mek şartıyla Kayser'in yardımını alarak iddia-yı saltanat için

Osmanlı topkiarına girecekti. Kayser Manuel, Mustafa'nın yanına bir miktar da asker vererek Gelibolu civarına salıver­di. Düzmece Mustafa'nın yanında iki kılıç artığı vardı. Bunun bir tanesi Dimitrius Laskaris diğeri ise, ihanet kelimesinin mazharı Cüneyd bey'di. Bilindiği gibi bu Cüneyd bey, ta Yıl­dırım Bayezid Han zamanından beri Devlet-İ Osmaniyye aleyhine çevirmedik fırıldak bırakmamış, kurnaz, cesur ve kuvetli bir adamdı.

Düzmece Mustafa, hitabet san'atınde pek yüksek bir mev-kiie varmış, heybet, cesaret ve kuvvette Yıldırım Bayezid Hazretlerini hatırlatır bir insandı. Gelibolu, Düzmece Musta­fa'ya belki de bu hasletlerinden dolayı hiç mukavemet etme­den kapılarını açmış, kendisine baş kumandan tayin ettiği Cüneyd Bey'ie beraber Edirne'ye hareket etmelerine hiç ses çıkarmamışlardı. Gerek Edirne şehri, gerek o civardaki ye­rler, Düzmece Mustafa'yı memnuniyetle bağırlarına basmış­lardı. Evranoszadeler gibi bazı kumandanlar dahi kendisine biat etmişlerdi. Kısa bir müddet zarfında (aslında şehzadeliği şüpheli olan ve Düzmece lakabı da buradan gelen) bu ada­ma bütün Rumeli vilayetleri sadakatlerini bildirmişlerdi. Bu durum büyük bir vehamet kesbetmişti. Çünkü Mustafa uy­durma bir Mustafa değilse, taht-ı saltanat onun hakkı oluyor­du.

Sultan Murad Hazretleri ise bu fitnenin üstüne gidip bu ufuneti, zafer kıvılcımları çıkartan kılıcıyla akıtıp, Devlet-i Osmaniyyenin yeni bir rahatsızlığa duçar olmaması düşün­cesinde Fakat tecrübeli vezirleri İbrahim Paşa ve Bayezid Pa­şa reyleri sorulduğunda şu mütaada bulundular: "... Sulta­nım, Mustafa Çelebi'yi halk, Yıldırım Bayezid'in bergüzan zannederler, asker de bu fikirde olabilir Hele hilekâr Cüneyd Bey, onun seraskerleridir, umulmaz dolaplar çeuirir. Eğer bu ordunun başında siz gider de maazallah bir ihanet olursa herşey biter. Bırakın bir kumandan riyasetinde bir ordu onun üzerine gitsin. Eğer kaybedilecek olursa o kumandan gözden düşer, o ordu yenilmiş olur. Fakat siz sultanım gider de mağlub olunursa, yapılacak birşey kalmaz» dediler.

Bu mütalaa karşısında Sultan Murad 30.000 kişilik bir or­dunun başına lalası Bayezid Paşa'yı kumandan tayin ederek göndermeye karar verdi. Belki ileriyi gören, belki de ruh-u sultanisiyl Ruh meuzuu gerek ilahiyat ue gerekse metafizik­te en çok tartışma konusu olan işlerdendir. İnsanoğlunu şa­şırtan nokta beni beşer ile sair canlılarda ortak bir hayat emaresi yani hayvani ruh'un mevcudiyetidir. Bu şaşırtıcı durum dolaytyladırki materyalistler nasıl hayvan öldüğü za­man görülen hayat eseri son buluyorsa insanda da konu olamayacağı gaflet ve dalaletine ve bunda musir kalmışla; -dır. Hatta Lui Buhner denilen kâfir şöyle bir sual sormuştur. İstiridye ve Midye'de hayat olduğuna göre onlarında ölüm­süz bir ruha sahip olduğunamı inanacağız demek cüretini göstermiştir. Bütün Materyalistler gibi o da anlayamamıştır-ki, insanı, İnsan yapan ue asla diğer canlılarda bulunmayan bîr ruh daha vardır ki bu ruh hiç bir canlıya insanoğlu ara­sındaki ortak değildir. Buna aklı miad veya Ruhi Sultani derler.

Bunun mahiyetinin bilinir şeylerden olmadığı ve iedün es­rarında bulunduğu evvelâ Kur'an-ı Kerimin şu âyeti ile sabit­tir.

Asrı Saadette müşrikler iki^Cihan Serveti efendimize ruh nedir? diye sorduklarında âyeti kerimede bu sırra şöyle te­mas buyurulmuştur.

«Alemlerin yüce yaratıcısı, Habibi Ekremine «Onlara ruh rabbimin emridir» demekle iktifa et ilahi emrini vermiştir. (Kulit ruh minemri rabbi») bize kalırsa Sultani ruh'u ifade eden bu ayette «ve nefahtü fihi min ruhi» esrarı yani kendi ruhumdan ona üfledim gizliliği mevcud olduğu için. Cihan halkına fazla tafsilat verilmemişti t: Böyle olunca ruhi sultani dediğimiz «iye nefahtü fihi min ruhi»nin bilmediği hiç bir ulum (bilgiler) yoktur. Onun aksetmesine mani olan 'cismin kesafetidir. Ondan kurtulan VelVler bu imtiyaz ve sırra sahib olurlar. İlahiyat bakımından izahım yaptığımız ruh, yani ru­hi sultaniyi aşağıdaki beyit kadar vuzuhla (açıkça) anlat­mak pek güçtür.

«Gel nefahtü fihi min rûhi'nin anla sırrını kimse bulmazdı hayatı baki ol dem olmasa» Bugünün lisanına göre manası şudur ki: Ey insan oğlu! Gel Hak Tealâ'nın kendi ruhundan sana üflediği ruh'un sırrı­nı öğren. Eğer o ruh olmasaydı hiç kimse ebedi hayat bula­mazdı anlamınadırki Sultanî Ruhu bu kadar açık anlatmak müşküldür. İlahiyat bakımından verdiğimiz bu izahattan sonra metafizik ve felsefe bakımından da ruh, kî burada kast olunan ruhi Sutant'dir. Ay m inceleme mevzuu olmuştur. Spritüalistler maddecilerin insanda diğer canlılarda bulun-mıyan bir ruh olduğunu şöyle ispatlamışlardır. Meselâ Darvi-nizm insanın maymun aslından geldiği safsatasına verdikle­ri cevapta demişlerdir ki (ama hiç bir maymun'un uzun asır­lardır insan olduğu ve insanın yaptığı şeyleri yaptığı görül­memiştir. İnsanoğlu kâinatın yaratıcısı tarafından başka bir gaye için yaratılmıştır. Ahiret hayalıda bunun için mevcut-, tur) Ve birde Materyalistlerin insan şuurunda vukua gelen bozuklukları ruhun yokluğuna delil olarak göstermelerine karşı Spritüalistler şu haklı izahı yapmışlardır. Bir piyano düşününki elbette bir piyanist tarafından çalınmaktadır. Tuş­larda bir bozukluk olursa sesin 'bozuk çıkacağı aşikârdır. Amma bu piyanoyu çalmakta olan piyanistin yokluğuna delalet etmez. İşte Spirtüalistter, ruhla cisim münasebetini buna benzetmişlerdir ki; Bizce pek haklı söylemişlerdi.

Neyse biz mevzua dönelim nin mutad teftişinde sayıca azalır. Bu durum, paşanın ümidinin zayıflamasına, dolayısıyla sulta­nın huzurunda söylediklerinin ikinci bölümünü tatbike sıra gelir. Yanında kardeşi Hamza Bey olduğu halde diğerleriyle beraber Düzmece Mustafa'ya biat ederler. Düzmece Mustafa kendisini gayet güzel karşılar, hüsn-ü kabul gösterir, ikram­larda buunur. Ne var ki hilekâr Cüneyd Bey, Mustafa Çele-bi'den, Bayezid Bey'i ister ve alır almaz da bu şanlı vezirin öpülesi alnını al kana boyayarak Edirne Sarayının mermerle­ri üzerine döker. Onu şehid eder. Tarih bu elim olaya H. 825/M. 1422'deşahid oluyordu.

Sultan Murad Hazretlerinin durumu çok müşkil bir mevkiîe dayanmıştı. Düzmece Mustafa herkesi büyülüyor, her geçen gün durumunu kuvetlendiriyordu. Artık Sultan Murad'ın etra­fında bir ümitsizlik ağı örülmüş bulunuyordu. İşte bu sırada tecrübeli vezir İbrahim Paşa, Sultan Murad'ın huzuruna çiktî. Ve «padişahım bir tedbir vardır ki yapalım, sîz ferman buyu­run arzedeyim: Padişah anlat deyince Vezir İbrahim Paşa şöyle devam etti:

— Sultanım bilirsiniz ki, Rumeli askerinin en Önemli bölü­mü Akıncılardır. İşte bu akıncıların hepsi şu anda, Düzmece Mustafa'nın ordusunu teşkil ederler. Onları tarafımıza çeke­cek adam bir anahtardır. O da Musa Çelebi hizmetinde bu­lunduğundan cennetmekan pederiniz tarafından Tokat'ta mahpus akıncıyı beyi Mihal oğlu Mehmed Bey'dir. bir İrade­nizle onu serbest bıraksanız, o akıncıları her halde, bu düz­me şehzadeden çekip size bend eder.

Padişah bu teklifi kabul eder. Mihal oğlu Mehmed beyin serbest bırakılmasını emreder. Diğer tarafta ise Düzmece Mustafa, sarayın debdebesi ile birlikte ne olduğunun farkına varmış, Bizans Kayseri Manuel'le yaptığı mukaveleyi hatırla­tan Dimitrius Laskaris'e;

«— Ben kendi topraklarımı imparator Manuel hesabına yeniden fethetmiyorum. Sen şimdi, kuvvetlerini al ve yur­dumdan çekil. Beni hapsettiğiniz Limni'de ettiğiniz hakaret­ler, size saygı duymama mani oluyor. Ne var kî beni Sela­nik'te misafir olarak ağırlamıştınız. Bunu da unutmuyor, bu şimdiki misafirliğinizle ödeşmiş bulunuyoruz. İmparator Ma-nuel'e söyleyiniz; bundan sonra kendisine bir Osmanlı Sul­tanı olarak hitab edeceğim.»

diyerek mukaveleyi tanımayacağını bildirdi. Tabii geçirdiği uzun esaret yılları vücudunun ve nefsinin bu boluk ve rahat­lık içinde gevşemesine yolaçtı. Hilekâr Cüneyd Bey, müthiş zekâsıyla Mustafa Çelebi'nin bu saltanatı sonuna kadar götü-meyiceğini anladığından adamları vasıtasıyla İbrahim Paşa'yla haberleşme temin edip, Sultan Murad kendisini affe­der. İzmir, Tire, Nif (Kemal Paşa) gibi eski yerlerini ona iade ederse, bu gailenin kalkmasına yardım edeceğini bildirdi. İb­rahim Paşa, Cüneyd'in bu isteklerinin kabul edildiği haberini gönderince, ihanet çemberi artık Mustafa'ya musaüat olma­ya başlamıştı. Bu ihanetin kolay gerçekleşmesi Düzme-ce'nin, Sultan Murad Hazretlerini üzerine yürümesini temin etmeyle başhyacaktı. Cüneyd Bey, Düzmece Mustafa'yı tah­rik ediyor, Sultan Murad'ı tahttan kovup memleketin her ta­rafının hakimi olması icab ettiğine inandırmaya ve bunun için Anadolu'ya geçmesini temine çalışıyordu. Ve sonunda ikna etmeye de muvaffak oldu.
Top