Müthiş Bir Zelzele ve Padişahın İkazı

Müthiş Bir Zelzele ve Padişahın İkazı

Hicrî 915/Milâdî 1510 yılında o güne kadar görülmemiş şiddette bir zelzele husule gelmişti ki İstanbul ve civarı bu zelzeleden son derece müteessir olmuşlar. Hakikaten yer ye­rinden oynadı tabiri bu felâketli günden sonra söylenmiş olsa yendir. Dersaadette Hammer'in yazdığına göre 109 adet ca­mi yıkılmış binlerce ev yer ile yeksan olmuş, kara tarafındaki surların tamamı, Yedikule'den başlayan saray duvarları te­melden, tepeye kadar yıkılmıştır. Bayezid-i Velî Hazretleri bu duruma çok üzülmüş milleti İslâmiyye'nin günlerini ve gece­lerini çadırlarda bin bir zorluk içinde geçirdiklerini görünce o da çadıra çıkmıştır. Fakat nedense tarihlerin bazılarında bu çadıra çıkışını korkup saraydan çıkıp sarayın bahçesine ça­dır kurdurdu diye yazarlar. Hatta Edirne tarafında da zelzele­nin tahribatı haberi geldiğinde Hazreti Padişah bu âfetin yap­tığı tahribatı yerinde görmek üzere Edirne'ye gidişini dahi korkaklığa hamledip İstanbul'daki zelzeleden kaçmak şeklin­de yorumluyarak aklın ve Şeriatın almayacağı bir bühtanda, iftirada bulunurlar.

Bu adamlar bilmezler ki, Bayezid Camiinin açılışında Haz­reti Padişah şöyle buyurur.

— Bu camii şerifin ilk namazını kıldıracak zâtın ikindi na­mazının dahi sünnetini terketmemiş olmasını isterim.

Bunun üzerine cemaat'tan hiç kimse imamete çıkamadı. O zaman Bayezid-i Velî Hazretleri:

Elhamdüilâh; hazarda ve seferde namazımızı terk etme­dik bunun mükâfatı bu dünyada bu namazı bizim kıldırma­mız olarak tecelli ediyor.

Buyurup imamete geçti.

Ayrıca bu tarihçiler yeri gelsin gelmesin Bayezid-i Velî için daima sofu, derviş, inzivayı seven gibi tabirler kullanırlar el-hak doğrudur. Yalnız şu var ki bu söyledikleri lâkablar ölüm, hayat, dünya nimetleriyle pek meşgul olmazlar, o rütbe zat­lardır ki şüphesiz Bayezid-i Velî de öyle idi. O zaman yok korktu, yok çadıra çıktı, yok Edirne'ye kaçtı derken ne halt etmeye dervişliğinden bahsederler. Söyliyelim, içlerinin zeh­rini kusarlar ve maalesef bu kusmuklara dalanlar zamanı­mızda az değidir. Allah onları islâh etsin.

Edirne'ye kadar gelen Hazreti Padişah Meriç üzerindeki köprünün yıkıldığını görünce hemen meydanda At Dîvanı yapıp vezirlere şöyle hitab buyurdu:

«Ey vezirlerim, kadılarım, subaşılanm, ağalarım, beylerim, şu felâketi görüyorsunuz bu topraklar üzerinde böyle misline rastlanmaz bir âfet uukubulmamışttr. Ben bunda siz kulların zalimlikle zulüm yaptığınız İntibaını alıyorum. Ayağınızı denk atın. Vazifenizi adaletle yapınız. Kimseye zulm etmeyi­niz. Bu Cenabı Hak'ın bize bir ikazıdır Ben de bunu size bil­diriyorum ki zulüm irtikâp edeni bu dünyada hal ederim.»

Bu zelzeleden sonra memaliki Osmaniyye'nin her tarafın­dan getirtilen ustalar ve kalfalar zelzelenin senei devriyesinde bütün yıkıntıları imâr ettiler. Bu büyük zelzelenin tevlit ettiği yaralar devlet hazinesinin karşılaması ile çabucak sarılmış oldu. Felâketin senei devriyesinde İstanbul'un bütün fakirleri­ne saraydan üç gün yemek verildi. Hazreti Padişah fakirlerle beraber oturup bu yemeklerden yedi.
Top