2. Süleyman Döneminin Batıyla Savaşları
2. Süleyman Döneminin Batıyla Savaşları
Sultan 2. Süleymanın padişahlığı dört yıl sürmesine rağmen çok hareketli gerek iç gerekse dış olaylar yaşanmıştir. Bunların iç olaylar ile alakalı bir bölümünü geçtiğimiz satırlarda nakletmeye çalıştık. Şimdi de 1688'den 1691 senesi bitimine kadar harp durumunu ve bu harp durumu içindeki, çeşitli vak'alann ve bu vak'alara perde arkası gelişmelere temas etmemiz yerinde olacaktır.
Devletin maaşlı yaya kuvvetleri ve suvar^kuvvetleri, yeniçeri ve sipahi adı ile İstanbul'da zorbalık ederlerken Avusturya ve Venedikliler topraklarımız üzerinde rahatça ilerlemekteydiler. Boşnak San Süleyman Paşanın, Mohaç Ovasındaki mağlubiyetinden sonra ordumuzun, evvelâ Petervaradin'e daha sonra da Belgrad'a çekilmiş olması, adetâ bir panikti.
Hırvatistan ve Slovenya'daki müsiümanlar arasında panik kendini gösterdi. 1098 sonları ki, 1687'nin ekim ayma tesa-düfeder. Önce Eşek, arakasından Valpo ve bilahire de Peter-varadin'in düştüğü görüldü. 1099'h. -1687'm. de Kuzey Macaristan da kalmış olan artık, İmdad almaktan ümidini kesen Eğri Kalesi içinde ki askerimizde, Muhafız Osman Paşanın şehid olması.üzerine serbestçe çıkıp gitmek şartıyla, safer ayının 8. günü 1099'da yâni 14/aralık/1687'de, general Ka-raffa'ya Kale'yi teslim etmeğe mecbur kaldı. Bundan sonra Solnok ile Lİbve ve onun peşinden de İstolni Belgrad elden çıkmıştı. Osmanlı padişahının hakimiyeti altından sıyrılmak isteye^-Er-delKralı Apafi de, Klozenburgu işgal etmiş olan Avusturya imparatoru ile müzakereler yapmaktaydı.
Bu esnada Tamışvar Muhafızı Gürcü İbrahim Paşa da, kale muhafızlarına eziyet ettiği için askeri tarafından öldürüldüğünden, yerine Diyarıbekir Valisi Cafer Paşa tâyin edilmişti. Böylece; biribirini takip eden mağlubiyetler sebebiyle Avusturya cephesi pek nâzik bir vaziyete gelmiş bu gidiş artık bizim Belgrad'da dahi tutunabileceğimizi şüpheli bir hâle getirmişti. Arkasında bir haçlı tertibinin yatmış olduğu garp cep-hemizdeki bu seri saldırılar ve meydana gelen seri savaşlar Osmanlı İslam devleti aleyhine gayrimüslim dünyanın, bir geri püskürtme yâni kıta-yı Asyaya dönmelerini temin etme çabasıydı.
Böyle plânlı ve hazırlıkları fevkalade yapılmış seferlere önce mukavemet edebilecek, daha sonra da, onları çekilmeğe icbar edecek kuvvete, muhtemelen sahip olan Osmanlı Devletinde kaht-ı rical varmış gibi muktedir bir sadrıazam, işbilir bir kumandanı, serdar-ı ekrem yapamamaktaydı. Acaba! Durum hakikaten böylemiydi? Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, büyük bir kıymet olmasına rağmen, fazla önem taşımayan bir görevde adetâ menkûb olarak durmaktaydı. Buna karşılık şakî'likten gelme, Yeğen Osman Paşanın serdarliktan tutun da, neredeyse sadrıazam tâyinine ufukta yol gözüküyordu. Yeğen Osman Paşanın; serdarlığa Rumeli Beylerbeyi unvanıyla çıkmış olması, bu haydut adamın iyice şımarmasını da sağlamıştı.
İstanbul'da vukubulan sancak vak'asından, firar etmiş olan hempaları, Yeğen Osman Paşanın yanına kapak atmışlar ve burada, nifak ve şikaklarına devama başlamışlardı. Artık; Osman Paşayı sadrıazamlığa o makamı istemeye sevk etmekteydiler ve Osman Paşa; Dayısı olan Deli Veli'ye Ru-meliden ve Anadodan levendleri toplamak üzere, Kara Mustafaya Karaman eyaletini verip İstanbul'a gönderdi. Kendisi de: "Ben; bu kadar az asker ile düşmana mukabele ede-
mem, bu tarafa ya veziriazam gelmeli veyahut da, bana mührü hümayunla beraber, sancağ-ı şerif gönderilmelidir. Şeklinde haber gönderdi. Üsküpten de kalkıp, Sofya'ya geldi. Bu hareketi üzerine serdarlıktan Osman Paşa alınarak, yerine Hazinedar Hasan Paşa 2. defa olarak tâyin edildi. Osman Paşaya; Bosna Valiliği verilirken, Dayısı Deli Veli ise Hersek Sancağı memuriyetine getirildi. Eğer; Yeğen Osman Paşa, bu görevi kabul etmez ise, bütün Rumelideki sancaklara, Yeğen Osman Paşanın üstüne yürümesi için emirnameler yazılmıştır. Bu arada da veziriazam Kirli İsmail Paşa; padişahın hocası Abdülvehhab Efendi ile sarayın darüssaade Ağasının, rüşvet almak suretiyle devlet işlerine müdehalelerine karşı çıktığı görüldü. Veziriazam bu rüşvetçilerin tesirini kırmaya çalıştı.
Ne varki Hoca ile Ağa birleşince ve aralarına da şeyhülislâmı kattıklarında padişahın yapacağı iş, veziriazamını azletmekten başkası değildi. 1099/recep-1688/mayıs yazmaktaydı takvimde. Azledilen İsmail Paşanın yerine, Boğaz Muhafızlığında istihdam edilen Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa, veziriazamhğa getirildi. Bu aradada eski sadrıazamın, Yeğen Osman Paşa taraftan olan, Anadoludaki Sarıca ve Sekbanlar üzerine sevk etmek istediği, "nefir-iâm" denilen, halk kuvvetlerinin dağıldığını haber alan, Yeğen Osman Paşa; Bosnaya gitmeyip: "benim istediğim mansıbı almak elimdedir" demek sureti ile yanındaki onikibin kişi ile Belgradda bulunan; eski hazinedar Serdar Hasan Paşa adına gelen, serdarlık beratını da, kendi adına okutarak serdarlığı zorla aldı. Bir isyan hareketini önlemek isteyen hükümetde bu emri vâkiyi kabul etti. 1 O/ramazan/l 099-9/temmuz/l 688.
Muhterem okuyucularım gördüğünüz şu hâl, ne kadarda geniş bir siyasi toleransı işaret ediyor. Ancak; otoritenin devamı bazen/otoritede böylesi boşlukların tanınmasıyla devam edebilir ki, buna eski idarede "maslahat" denir. Serdar Yeğen Osman Paşa, gasp yoluyla ele geçirdiği bu yeni görevinde daha doğrusu 2. serdarliğında düşmanın gelmekte olduğunu, Belgrad'i muhasara ettiğini, kendisinin de Belgrad müdafaasına, Rumeli beylerbeyi Ahmed Paşayı bırakıp Niş'e geldiği bildirilmiştir.
Hakikaten; Nemçe yâni Avusturya kumandanı Maksimil-yen, 30 bin kişilik bir kuvvet ile Zemlinde bulunan Tökeli îm-re ve de Osmanlı birliklerini mağlup edince, Yeğen Osman Paşa'nın Dayısı olan Veli Paşanın da, gafletinden istifade ederek onbin kadar askerle, Belgrad tarafına kuvvet geçirtti bu kuvvet karşısına çıkmış olan Osmanlı birliklerini bozduktan az sonra da Belgrad'i muhasara etti. Yeğen Osman Paşa'nın hatası Belgradın yağmalanmasına ve orada binyedi-yüz muhafızla Ahmed Paşayı bırakıp, Nişe kaçmasıysa işin, tuzu biberi oldu. Belgrad Balkan Yarımadasının, bir nevi giriş kapısı olduğundan, mezkûr yeri düşmanın çok kolay ele geçirmesi ve de, serdar Yeğen Osman Paşa'nın adetâ ortadan yok olması, düşmanın çok rahat hareket etmesini sağlarken, şehri zapt ve içindekileri öldürüp, yağma yapması kısa bir zaman içinde yardım gelmezse, muhakkak olduğu bildirilmişti.
Rumelide eli silah tutan kimselerden başıbozuk olarak tâbir edilen milis kuvvetleri, tertib edilip Belgrad'a şevkine çalışıldı. Ancak;serdar bu işe de önem vermediğinden Belgrad Kalesine takviye kuvvet konması kabil olamadı.
Maksimilyen kuşatmanın, 29. günü 12/zilkade/l 099-8/eylül/1688'de, Belgradı ele geçirdi. Peşinden Tunanın sahilinin sol tarafında Macaristan topraklarında bulunan, Pan-çova Palangaları da işgale uğradı. Macaristan da;yalniz başına Tamışvar, yokluklar içinde müdafaasına devam etmekteydi. Üst üste gelen bu felâketleri savaş yoluyla telâfi etmek kabil görülmeyince, bir sulh tesisi temin etmek için çalışmalar başlatıldı. Artık bu hâl Osmanlı'nın kendisinden sulh tâleb edilen devlet halinden çıkıp, artık kendisinin; sulh teklif eden bir devlet haline geldiğinin alışmasının emareleri olarak, târihi perspektifden vakalara baktığımızda, istesek de istemesek de, kabul etmemiz gereken, açık bir hakikat halindeydi.
Rumeli beylerbeyi payesi ile elçi olarak tâyin olunan Divanı Hümayun baştercümanı îskerletzâde Aleksandr ile ZüSfikâr Efendi elçi olarak gönderildi. 1 2/ramazan/l 099/-tem-muz/1688'sulh müzakerelerini olsun, savaş halini olsun daha yakından takip edebilmesi için padişah, 2. Süleyman, Edirne'ye gitmeyi istedi ve zaten bu hal gerekendi.
Barış aramakta olan Osmanlı murahhas heyeti Belgradın elden çıkışının 2. günü olan 8/eylül/1688'de, nâme teslimi ve protokol usulleri hakkındaki, arada beliren ihtilaf ve birde müttefiklerin Mukaddes ittifakları dolaysıyla bir noktada görüşleri toplamak için, toplantı akd edildi. İhtilaflar hal edildi, aradan üç ay geçtiğinde Osmanlı heyeti, 8/şubat/1689'da, Avusturya imparatoru tarafından'kabul edildi. Bu murahhas heyetinin riyasetinde bulunan ve şehid olana kadar, ismi Elçi Zülfikâr Efendi, diye anılmış bulunan zât, Tamışvar civarındaki, 1696'da ki savaşlardan birinde yeniçeri ocağı kâtipliğini de yapmaktayken, göğsüne isabet eden bir düşman kurşunu onu şehidler zümresine iltihak ettirdi. Zülfikâr Efendi hem tahta geçiş tebliği, hem de sulh için gönderdiği mektubu, 8/şubat/1689'da vukubulan kabul töreninde, Avusturya imparatoruna takdim etmiş ve Avusturyalılardan dört, Lehis-tandan, iki ve Venedikten, bir murahhasın iştirakiyle sulh tefini için biribirini takip eden görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerin 14-çjefa tekrarlandığı, iştirakçilerin her birinin, Şimdiye >âdar Osmanlı devletine söyleyemediği ifadelerle cevap vermesi, güçlü ol, konuşturma! Anlayışının her zaman için geçerli olduğunu ortaya koyuyordu. Biz; kaybettiğimiz yerlerin iadesi üzerinde fazla söz sarfetmezken, Erdel'in, serbest kalmasını ısrarla istiyorduk. Tâbiiki böyle bir Erdel, bizim için, yaralarımızı tımar ettiğimizde fırlanacak bir trample-nimizdi ve düşman bundan da gafil değildi. Sulh müzakerelerini bitiren Avusturyalıların, şu sözünü buraya alamadan geçmemiz kâbildeğil: "Osmanlı askeri, oklanmış şikârımizdir (av)ne sulha tâlib olduk, ne de sizden adam istedik, bizzat hedefimiz İstanbul'dur nasıl ki, seferin ibtidaiarında elçimizi, Budin'den saldığımız gibi biz de, seni Edirne'den salıveririz dîye Elçi Zülfikâr Efendiye hitabda bulunmuşlardır. Bütün bunlar devletçe göz önüne alınmış ve Edirne'de bulunan padişahın sefere çıkmak üzere hazırlanması kararlaştırıldı.
Devletin maaşlı yaya kuvvetleri ve suvar^kuvvetleri, yeniçeri ve sipahi adı ile İstanbul'da zorbalık ederlerken Avusturya ve Venedikliler topraklarımız üzerinde rahatça ilerlemekteydiler. Boşnak San Süleyman Paşanın, Mohaç Ovasındaki mağlubiyetinden sonra ordumuzun, evvelâ Petervaradin'e daha sonra da Belgrad'a çekilmiş olması, adetâ bir panikti.
Hırvatistan ve Slovenya'daki müsiümanlar arasında panik kendini gösterdi. 1098 sonları ki, 1687'nin ekim ayma tesa-düfeder. Önce Eşek, arakasından Valpo ve bilahire de Peter-varadin'in düştüğü görüldü. 1099'h. -1687'm. de Kuzey Macaristan da kalmış olan artık, İmdad almaktan ümidini kesen Eğri Kalesi içinde ki askerimizde, Muhafız Osman Paşanın şehid olması.üzerine serbestçe çıkıp gitmek şartıyla, safer ayının 8. günü 1099'da yâni 14/aralık/1687'de, general Ka-raffa'ya Kale'yi teslim etmeğe mecbur kaldı. Bundan sonra Solnok ile Lİbve ve onun peşinden de İstolni Belgrad elden çıkmıştı. Osmanlı padişahının hakimiyeti altından sıyrılmak isteye^-Er-delKralı Apafi de, Klozenburgu işgal etmiş olan Avusturya imparatoru ile müzakereler yapmaktaydı.
Bu esnada Tamışvar Muhafızı Gürcü İbrahim Paşa da, kale muhafızlarına eziyet ettiği için askeri tarafından öldürüldüğünden, yerine Diyarıbekir Valisi Cafer Paşa tâyin edilmişti. Böylece; biribirini takip eden mağlubiyetler sebebiyle Avusturya cephesi pek nâzik bir vaziyete gelmiş bu gidiş artık bizim Belgrad'da dahi tutunabileceğimizi şüpheli bir hâle getirmişti. Arkasında bir haçlı tertibinin yatmış olduğu garp cep-hemizdeki bu seri saldırılar ve meydana gelen seri savaşlar Osmanlı İslam devleti aleyhine gayrimüslim dünyanın, bir geri püskürtme yâni kıta-yı Asyaya dönmelerini temin etme çabasıydı.
Böyle plânlı ve hazırlıkları fevkalade yapılmış seferlere önce mukavemet edebilecek, daha sonra da, onları çekilmeğe icbar edecek kuvvete, muhtemelen sahip olan Osmanlı Devletinde kaht-ı rical varmış gibi muktedir bir sadrıazam, işbilir bir kumandanı, serdar-ı ekrem yapamamaktaydı. Acaba! Durum hakikaten böylemiydi? Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa, büyük bir kıymet olmasına rağmen, fazla önem taşımayan bir görevde adetâ menkûb olarak durmaktaydı. Buna karşılık şakî'likten gelme, Yeğen Osman Paşanın serdarliktan tutun da, neredeyse sadrıazam tâyinine ufukta yol gözüküyordu. Yeğen Osman Paşanın; serdarlığa Rumeli Beylerbeyi unvanıyla çıkmış olması, bu haydut adamın iyice şımarmasını da sağlamıştı.
İstanbul'da vukubulan sancak vak'asından, firar etmiş olan hempaları, Yeğen Osman Paşanın yanına kapak atmışlar ve burada, nifak ve şikaklarına devama başlamışlardı. Artık; Osman Paşayı sadrıazamlığa o makamı istemeye sevk etmekteydiler ve Osman Paşa; Dayısı olan Deli Veli'ye Ru-meliden ve Anadodan levendleri toplamak üzere, Kara Mustafaya Karaman eyaletini verip İstanbul'a gönderdi. Kendisi de: "Ben; bu kadar az asker ile düşmana mukabele ede-
mem, bu tarafa ya veziriazam gelmeli veyahut da, bana mührü hümayunla beraber, sancağ-ı şerif gönderilmelidir. Şeklinde haber gönderdi. Üsküpten de kalkıp, Sofya'ya geldi. Bu hareketi üzerine serdarlıktan Osman Paşa alınarak, yerine Hazinedar Hasan Paşa 2. defa olarak tâyin edildi. Osman Paşaya; Bosna Valiliği verilirken, Dayısı Deli Veli ise Hersek Sancağı memuriyetine getirildi. Eğer; Yeğen Osman Paşa, bu görevi kabul etmez ise, bütün Rumelideki sancaklara, Yeğen Osman Paşanın üstüne yürümesi için emirnameler yazılmıştır. Bu arada da veziriazam Kirli İsmail Paşa; padişahın hocası Abdülvehhab Efendi ile sarayın darüssaade Ağasının, rüşvet almak suretiyle devlet işlerine müdehalelerine karşı çıktığı görüldü. Veziriazam bu rüşvetçilerin tesirini kırmaya çalıştı.
Ne varki Hoca ile Ağa birleşince ve aralarına da şeyhülislâmı kattıklarında padişahın yapacağı iş, veziriazamını azletmekten başkası değildi. 1099/recep-1688/mayıs yazmaktaydı takvimde. Azledilen İsmail Paşanın yerine, Boğaz Muhafızlığında istihdam edilen Tekirdağlı Bekrî Mustafa Paşa, veziriazamhğa getirildi. Bu aradada eski sadrıazamın, Yeğen Osman Paşa taraftan olan, Anadoludaki Sarıca ve Sekbanlar üzerine sevk etmek istediği, "nefir-iâm" denilen, halk kuvvetlerinin dağıldığını haber alan, Yeğen Osman Paşa; Bosnaya gitmeyip: "benim istediğim mansıbı almak elimdedir" demek sureti ile yanındaki onikibin kişi ile Belgradda bulunan; eski hazinedar Serdar Hasan Paşa adına gelen, serdarlık beratını da, kendi adına okutarak serdarlığı zorla aldı. Bir isyan hareketini önlemek isteyen hükümetde bu emri vâkiyi kabul etti. 1 O/ramazan/l 099-9/temmuz/l 688.
Muhterem okuyucularım gördüğünüz şu hâl, ne kadarda geniş bir siyasi toleransı işaret ediyor. Ancak; otoritenin devamı bazen/otoritede böylesi boşlukların tanınmasıyla devam edebilir ki, buna eski idarede "maslahat" denir. Serdar Yeğen Osman Paşa, gasp yoluyla ele geçirdiği bu yeni görevinde daha doğrusu 2. serdarliğında düşmanın gelmekte olduğunu, Belgrad'i muhasara ettiğini, kendisinin de Belgrad müdafaasına, Rumeli beylerbeyi Ahmed Paşayı bırakıp Niş'e geldiği bildirilmiştir.
Hakikaten; Nemçe yâni Avusturya kumandanı Maksimil-yen, 30 bin kişilik bir kuvvet ile Zemlinde bulunan Tökeli îm-re ve de Osmanlı birliklerini mağlup edince, Yeğen Osman Paşa'nın Dayısı olan Veli Paşanın da, gafletinden istifade ederek onbin kadar askerle, Belgrad tarafına kuvvet geçirtti bu kuvvet karşısına çıkmış olan Osmanlı birliklerini bozduktan az sonra da Belgrad'i muhasara etti. Yeğen Osman Paşa'nın hatası Belgradın yağmalanmasına ve orada binyedi-yüz muhafızla Ahmed Paşayı bırakıp, Nişe kaçmasıysa işin, tuzu biberi oldu. Belgrad Balkan Yarımadasının, bir nevi giriş kapısı olduğundan, mezkûr yeri düşmanın çok kolay ele geçirmesi ve de, serdar Yeğen Osman Paşa'nın adetâ ortadan yok olması, düşmanın çok rahat hareket etmesini sağlarken, şehri zapt ve içindekileri öldürüp, yağma yapması kısa bir zaman içinde yardım gelmezse, muhakkak olduğu bildirilmişti.
Rumelide eli silah tutan kimselerden başıbozuk olarak tâbir edilen milis kuvvetleri, tertib edilip Belgrad'a şevkine çalışıldı. Ancak;serdar bu işe de önem vermediğinden Belgrad Kalesine takviye kuvvet konması kabil olamadı.
Maksimilyen kuşatmanın, 29. günü 12/zilkade/l 099-8/eylül/1688'de, Belgradı ele geçirdi. Peşinden Tunanın sahilinin sol tarafında Macaristan topraklarında bulunan, Pan-çova Palangaları da işgale uğradı. Macaristan da;yalniz başına Tamışvar, yokluklar içinde müdafaasına devam etmekteydi. Üst üste gelen bu felâketleri savaş yoluyla telâfi etmek kabil görülmeyince, bir sulh tesisi temin etmek için çalışmalar başlatıldı. Artık bu hâl Osmanlı'nın kendisinden sulh tâleb edilen devlet halinden çıkıp, artık kendisinin; sulh teklif eden bir devlet haline geldiğinin alışmasının emareleri olarak, târihi perspektifden vakalara baktığımızda, istesek de istemesek de, kabul etmemiz gereken, açık bir hakikat halindeydi.
Rumeli beylerbeyi payesi ile elçi olarak tâyin olunan Divanı Hümayun baştercümanı îskerletzâde Aleksandr ile ZüSfikâr Efendi elçi olarak gönderildi. 1 2/ramazan/l 099/-tem-muz/1688'sulh müzakerelerini olsun, savaş halini olsun daha yakından takip edebilmesi için padişah, 2. Süleyman, Edirne'ye gitmeyi istedi ve zaten bu hal gerekendi.
Barış aramakta olan Osmanlı murahhas heyeti Belgradın elden çıkışının 2. günü olan 8/eylül/1688'de, nâme teslimi ve protokol usulleri hakkındaki, arada beliren ihtilaf ve birde müttefiklerin Mukaddes ittifakları dolaysıyla bir noktada görüşleri toplamak için, toplantı akd edildi. İhtilaflar hal edildi, aradan üç ay geçtiğinde Osmanlı heyeti, 8/şubat/1689'da, Avusturya imparatoru tarafından'kabul edildi. Bu murahhas heyetinin riyasetinde bulunan ve şehid olana kadar, ismi Elçi Zülfikâr Efendi, diye anılmış bulunan zât, Tamışvar civarındaki, 1696'da ki savaşlardan birinde yeniçeri ocağı kâtipliğini de yapmaktayken, göğsüne isabet eden bir düşman kurşunu onu şehidler zümresine iltihak ettirdi. Zülfikâr Efendi hem tahta geçiş tebliği, hem de sulh için gönderdiği mektubu, 8/şubat/1689'da vukubulan kabul töreninde, Avusturya imparatoruna takdim etmiş ve Avusturyalılardan dört, Lehis-tandan, iki ve Venedikten, bir murahhasın iştirakiyle sulh tefini için biribirini takip eden görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerin 14-çjefa tekrarlandığı, iştirakçilerin her birinin, Şimdiye >âdar Osmanlı devletine söyleyemediği ifadelerle cevap vermesi, güçlü ol, konuşturma! Anlayışının her zaman için geçerli olduğunu ortaya koyuyordu. Biz; kaybettiğimiz yerlerin iadesi üzerinde fazla söz sarfetmezken, Erdel'in, serbest kalmasını ısrarla istiyorduk. Tâbiiki böyle bir Erdel, bizim için, yaralarımızı tımar ettiğimizde fırlanacak bir trample-nimizdi ve düşman bundan da gafil değildi. Sulh müzakerelerini bitiren Avusturyalıların, şu sözünü buraya alamadan geçmemiz kâbildeğil: "Osmanlı askeri, oklanmış şikârımizdir (av)ne sulha tâlib olduk, ne de sizden adam istedik, bizzat hedefimiz İstanbul'dur nasıl ki, seferin ibtidaiarında elçimizi, Budin'den saldığımız gibi biz de, seni Edirne'den salıveririz dîye Elçi Zülfikâr Efendiye hitabda bulunmuşlardır. Bütün bunlar devletçe göz önüne alınmış ve Edirne'de bulunan padişahın sefere çıkmak üzere hazırlanması kararlaştırıldı.
Sultan 2. Süleyman Han
- Sultan 2. Süleyman'ın Tahta Çıkışı
- 2. Süleyman Döneminin Batıyla Savaşları
- 2. Süleyman'ın Hanımları
- 2. Süleyman'ın Sadrazam ve Şeyhülislamları
- 2. Süleyman'ın Sefere Katılışı
- 2. Süleyman'ın Şahsiyeti
- Belgrad'a Doğru
- Bir Topluluk Kendi Hakkındaki Hükmü
- Bunlar Belalarını Nasıl Buldular?
- Fitnenin Tatsızlığı
- Kul Sıkışmayınca