1696-1736 Seneleri Deniz Harekatları

1696-1736 Seneleri Deniz Harekatları

Ara başlıkta koyduğumuz 96 ile 36 seneleri arasındaki, kırkyıllık zaman dilimi içindeki deniz hareketleri, üç padişa­hımızın dönemine müsadifdir. Bunlardan; 2. Mustafa'nın, se­kiz yıl süren saltanatını, 3. Ahmed'in 27 yıl süren devrini, Sultan 1. Mahmud döneminin ilk 6 yılını kapsadığı görülür. Mezamorta Hüseyin Paşanın donanmay-i hümayunu bida­yetten beri savaşa hazırlama hususundaki azimkârane tutu­mu, hiç bir zaman kendisinde bir bıkkınlık husule getirmedi. Dayandığı temel düşünce "büyük gemi-büyük top" fikr-i sa­bit hâlini almıştı. Mora yarımadasını düşmandan ve bilhassa Venediklilerden temizlemekde siyasi Öngürüsüydü Mezamor­ta Paşanın, bunda da muvaffak olacağına inanıyordu.

Sultan 2. Mustafa bu deniz kurdunun görüşleriyle bir mu­tabakat içinde olduğundan, ayrıca donanmaya, o da hayli ehemmiyet veriyor ve sık sık tersaneyi ziyaret ediyordu ve çalışmaları takipten geri kalmıyordu. Avrupalıların da, her a-lan da Osmanlı üzerine saldın halinde olmaları, bunlardan korunabilmek için, haylice tedbir ve vasıta ile kuvvetli bir ka­ra ve deniz kuvveti gerektirmekteydi. Nitekim; 20/mart/1696'da donanmamız İstanbuldan Çanakkaleye geçti. Öte tarafdanda İlyas Kaptan; 24 adet firkateynle Azak kalesi muhafızının emrine girmek üzere Karadeniz'e açılır­ken, yine Samurkaş Kaptan yönetimi altında, 9 fırkateynlik bir filo da Dinyester nehri civarında çarpışmakta olan müca-hidlerimize takviye maddeleride götürmek üzere yola çık­mıştı. Mezamorta Hüseyin Paşa ise Sultan 2. Mustafa'nın da hasretle beklediği garbocaklan gemilerinin kendisine iltihakı-m beklemekteydi ve onlar gelmeden de harekete geçmemiş­ti. Çok geçmedi ki; Cezayir'den on kalyon, Trablusgarb'dan üç ve Tunus'danda yine üç kalyon geldi ve donanmay-ı hü­mayuna iştirak ettiler.

Böylece; Mezamorta Hüseyin Paşa da Osmanlı kapdan-ı deryası unvanı ile donanmanın başında olduğu halde; 37 kalyon, 27 çektiri ve iki ateş kayığından kurulu, büyük bir fi­loyla, 13/mayıs/1696 günü Ege denizine açıldı. Evvelâ Sakız Adasına yaklaştı ve oradan çıkardığı kesife uygun gemiler ile istihbarata önem verdi.

Venedik donanması uzun müddet Salamis limanında yat­mış ve Osmanlı gemilerini kollamışsa da, su yüzünde bir ge­misini bile göremeyince donanmayı sağa sola dağıtmıştı. 28 kalyondan müteşekkil ana filoyuda, Eğriboz yakınlarında toplamış, çektiri denilen küçük fakat hızlı gemicikleri keşf için o da istihbarata çıkarmıştı. Ancak dikkati çeken bir tara­fı da vardı ki işin, Venedikliler Çanakkale önlerine yaklaşma­ya hiç de teşebbüs etmemekteydiler. Buda; Mezamorta Hü­seyin Paşadan çekindiklerini göstermekte idi. Çeşitli manev­ralarla iki donanma biribirini arıyor fakat karşılaşmayı her­kes, kendi lehinde pozisyon içinde yakalamak istemekteydi. Hüseyin Paşa gemilerinin kısmı azamini Eğriboz'un Kızılhisar mevkiine götürdü ve orada gerek fırtına yüzünden gerekse, düşmanın oraya geleceğini tahmin etmiş bulunduğundan bahse konu mevkıide haylice bir zaman kaldı.

24/ağustos/1696'da Andre boğazı ile Eğriboz arasındaki sularda, iki donanma karşılaştı. Karşılıklı top ve tüfenk atış­larıyla yapılan muharebede haylice Venedik gemisi, yara al­maktan kurtulamadı. Akşam karanhğıyla birlikte, Venedikli­ler selameti yine firarda buldular. Sabah olduğunda; gemile­rimiz düşman gemilerinin kendilerinden çok uzaklaşmış ol­duğunu gördüler. Bunun adı; Venediklilerin mağlubiyeti ve firarlarıydı ve takip etmek İçin mesafe, kapanacak derecede de olmadığından peşlerinden gitmekten sarf-ı nazar edildi.

Hüseyin Paşa gemilerini alarak, Şira Adasına gidip ufak te­fek hasarını onarmayı, ihmal etmedi. Bu işleri bir hafta sür­meden halledince Naksos adasına giderek oradan da, ikmâl yaptı. Venedik donanması; Mezamorta Hüseyin Paşa'nın önünden kaçmayı bir gelenek hâline getirmişti. Rüzgâr leh­lerinde bile olsa, yaptıkları hemen, firar yoluna düşmek ol­maktaydı. Böylece deniz mevsiminin fırtınalarla geçen gün­lerine girildi herkes kışlağına çekildiyse de, bahara kavuş­mayı iple çeken Mezamorta, hemen donanmasını Çanakka-leye, oradan da barut almak üzere Foça limanına yelken aç­tı.

Geçen yılı Venedik donanmasıyla kovalamaca oynayarak geçiren Osmanlı kapdan-ı deryası Mezamorta, bu sene Ve­nedik donanması yanında haçlı donanmasını karşısında bu* lacaktı. Çünkü uzun zaman müzakereler yapan küffar, Os­manlıyı sıkıştırıp, barış talebine mecbur kılmak istiyordu.

Bunu da şöyle planlamışlardı: Avusturya-Macaristan cep­hesinde, büyük bir kara saldırısını tanzim edecekler orayla uğraşılırken, haçlı donanması da, Çanakkaleyi geçebilmeyi zorlayacaktı. Bunun tazyikinden; sulh talebi için Osmanlının sıkıştırılmasını düşünmüşlerdi. Bunları haber mi aldı! Yoksa düşündümü? Tam bilmiyoruz amma, Mezamorta Paşa do­nanmayı Çanakkaleye getirdi ve burada savaşı yapmayı uy­gun gördü. 6/temmuz/1697'de, düşmanın Midilli adası Üe, Anadolu kıyıları arasındaki Müslim Boğazından Çanakkaleye doğru süzüidüğü keşif gemilerince, Mezamorta'ya bildirildi­ğinde, Paşada donanmasını üzerlerine sürmekte hiç fütur ge­tirmedi ve iki taraf kapıştığında, zafer yine bizde kaldı, firar ise haçlılara düşmüştü.

2/eylül/1697'de iki donanma, bir defa daha karşı karşıya geldiğindeyse, Andre Boğazı sularında seyretmekteydiler. Bu sefer, düşman gemileri kendisinin yerine ateş kayıkları denen kayıkları donanmamızın üzerine göndermişlerdi. Tedbiri pek genişçe düşünmüş olan Mezamorta gemilerin üstüne gelmekte olan, bu ateş kayıklarını top atışlarıyla, gemilerine dokundurtmadan, sulara gark etmeğe muvaffak oldu. 23/ey-lül/1697'de, böyle bir baskına yeniden teşebbüs eden düş­man, bir defa daha boyunun ölçüsünü aldı ancak bu seferki sular, Eğriboz adası yakınındaki Kızılhisar sularıydı, üçüncü bir deneme daha yapan düşman donanması bu seferde ateş kayığı yerine, bir kalyonu, gemiyi yüzdürecek kadar bir mü­rettebat koyarak, içi barut dolu olduğu halde, Osmanlı filosu üzerine yolladı. Ancak; bu savaş açık denizde ve derin sular­da olduğundan manevrası kuvvetli gemilerle Osmanlı do­nanması düşmana yine galib gelirken, bu ateş kalyonunun gelişini, serice bir manevra ile boşa çıkaran gemilerimizse, kalyonu endaht ettirerek kendi kendisini batırmasınıda zevk­le seyrettiler. Venedikliler ve düşmanlar, denizin namusunu Mezamortaya bırakıp çekildiler. Mezarnorta da, Çanakkaleye döndü.

1698 yılı ile birlikte; Osmanlı devletide artık birden fazla cephe de, hem kara hem de deniz savaşları yapmak mecbu­riyetine girmişti. Donanmayı Karadeniz ve Akdeniz filosu di­ye ikiye münkasım etmek mecburiyetindeydi. çünkü herbir yerde ayrı bir düşman sahibiydi Osmanlı devieti. Bunun çâ­relerinden biri de bunlardan en kolay olanını, önce bir güzel yenmek ve sulhe mecburkılmaktı. Bilahire diğerlerinede aynı muameleyi uygulamaya koymaktı. Sadnazam Amcazade Hüseyin Paşa; bunu nazariye de, böyle düşünmekle beraber, tatbikata nasıl koyacağını, uzun uzun mütalaa etmekteydi. Allahdan; donanmay-ı hümayunun başında Mezamorta Hü­seyin Paşa gibi bir kapdan-i derya olması ülkemizin ayn bir şansı idi. Çünkü bu zat, tersaneleri bir saniye boş bırakmıyor, hummalı bir faaliyet içinde tutarak donanmay-ı şahanenin,her çeşit ihtiyacını temine gayret ettirdiği gibi, top mesele­sinde de, Tophane'yi rahat bırakmamakta, en ileri teknik bu­luşları, gemi toplarında uygulatma hususunda araştırma-ge-liştirme çalışmalarına ehemmiyet vermekteydi. Bu sebeble de; donanmanın ikiye ayrılması, genel güç açısından, bir zaafiyete sebeb olmayacaktı.

Bütün bu faaliyetler yanında, denizlerin donanmamızın sancağından mahrum kalmaması için Akdeniz donanmasını, 25 adet kalyon, 35 çektin ve 5 tane de ateş kayığı ile cihaz-landırmış ve deryaya salıvermişti. Karadeniz donanmasınıda, 40 adet firkateyn, 40 adet iskampava ve 4 tane kalita i!e tanzim etmişti. Akdeniz donanmasının başında olduğu halde; 23/eylüI/1698'de, Midilli Adası civarındaki; Zeytinbumu ha­valisinde Venediklileri yakaladı ve kaçmalarına fırsat verme den tepelerine bindi. Çok kanlı ve göğüs göğüse çarpışmalar oldu. Rüzgâr; her iki tarafıda alıp sürüklemişti. Düşmanda bir daha kaçmaktan başka çâreyi bulamamış ve-Psara adasına doğru uzaklaşmayı seçmişti. Mezamorta Paşa da; Koyun Adaları dâhiline girerek hırpalanmış gemilerini onarıma al­mak mecburiyetinde kalmıştı. Yenilen doymaz, yenen bık­maz, hesabı onarım sonrasında her iki donanmada biribirleri-ni aramaya gayret sarfederken vede tutuşmak fırsatını kol­larken, 26/ocak/1699'da Karlofça Sulh antlaşmasının, imza­landığı haberi ulaştı ve donanmanın Akdeniz filosu, Dersa-adet'e avdet etti. Bu donanmanın başşehre gelmesinin ardın­dan Azak Denizine yakın yerde, devriye gezen kuvvetlerimi­zin başında Ali Paşa olup, 4 kalyon, 6 çektiri vede 5 firka­teyn ile 30 adet işkampavya bu seyr-ü sefainde vazife almış­tı. Dİnyester nehrine ayrılan kuvvetlerimizse, Mustafa Bey komutasında, 11 adet çektiri, 28 firkateyn, 16 adet kalita ve 25 tane işkampavyadan teşkilolunmuştu. Karadeniz filosu­nun savaş gemilerinin de, şöyle bir niteliği vardı: kalyonlarda, 450 kişi mürettebat vardı ve yelkenli idi kalyonlar. Çekti-riierde de 150 kişi bulunup 25 çiftekürekliydi. Fırkateynlerse; 80 kişilik mürettebatıyla 18 çifte kürekli idi. İşkampavyaiar ise; 35 mürettebatlı ve 12 çjftekürekliydi. Yukarıdan beri; bahsettiğimiz ateş kayığını bir izah edelimki, deniz bahsimiz de bu ifadenin ne olduğunu iyice öğrenen okurlarımız, yük­lendiği vazife bakımından ateş kayığınında önemini daha çok anlamış olur. Mehmed Zeki Pakalın merhumun da "Târih deyimleri ve terimleri" adlı enfes güzellikteki ve bir o kadar da mühim eserindeki maddede aynen şöyle yazıyor: "Eski­den üç veya dört çifte kürekli kayıklara verilen isimdi. Bu kayıklar, pazar kayıkları gibi Eminönün'den Boğaziçine iş­lerdi yük ve adam taşırdı. Ateş kayıkları öteki kayıklardan daha dar ve zayıf olarak yapılırdı. Bu sebebten de Pazar ka­yıklarından daha fazla surata mâlikdiler. Bu kayıklara ateş kayığı denilmesinin sebebi, eskiden yangın olduğu zaman, tulumbalarını İstanbul'dan Üsküdar'a, Anadolu yakasından, Rumeli sahiline nakletmek için kullanılmış olmalarıdır. Ateş kayıkları; Eminönü sahilinde beklerler, Üsküdar'da veya o cihetde çıkan yangına İstanbul'un yangın tulumbacılarını, tulumbalarıyla birlikte nakleylerdİ. Yangın nöbetçisi; elinde harbisini tuttuğu halde kayığın kıç üstünde otururdu. Bu ateş kayığı denen vasıtaya, rum ateşi adlı, suda bile yan­maya devam eden ateş yüklenirdi vede hedefe gönderilir idi. 1770/senesi haziran'ında Rusların Orlof isimli komutanı, bizim İzmir Çeşme limanındaki donanmamızı, bu vasıta ile yakmıştır. 26/ocak/1699'da Karlofça Antlaşması imzalan­mış, Osmanlı devleti bu antlaşmayı 1683'de vukubulan Vi­yana bozgununun bir neticesi olarak hesaplamıştır. Devlet-i âliye bu antlaşmalar çerçevesinde ilk defa; bu kadar büyük toprak kaybı yaşamıştır. Bundan dolayı üzerimizde pek ağır bir üzüntü meydana getirmiştirki, Erdel ve Macaristan toprakları, Avusturya devletine terkle Podolya ve Ukrayna'nın batısı ile Komaniçe kalesi, Lehistanın olmuştu. Karadenizde Azak kalesi ve civanda Rusya'ya verilmiş Ruslar;Azak deni­zinde gemi gezdirme imtiyazını da, elde etmiş oluyordu. Mezamorta Hüseyin Paşanın gayri müslimlerden temizle­meye çalıştığı Mora Yarımadası ise; maalesef Venediklilere geçmişti. Netice olarak; Amiral Afif Büyüktuğrul daha ön­cede bahsekonu ettiğimiz değerli eserinde şunları söyle­mekte: "Karlofça barış antlaşmasına, bir denizci gözüyle bakacak olursak, artık Tuna nehrinin ekonomik çıkarlarını Osmanlı, Avusturya, Lehistan yâni Polonya devletleri arala­rında pay edecektir. Rusların Karadenize çıkması ihtimalin­den ötürü, bu denizinde tek devletin malı olmaktan çıkarak, iki devletin birleşik malı olması ihtimali belirmişti. Venedik­lilerin Mora yarımadasını almalarından ötürü de hem Orta akdeniz hem de Ege denizindeki Osmanlı denizyollarının gü­venliği, politik ve stratejik şartlara bağlı bir biçim alıyordu. Takvimler 1700 yılını gösterirken İsveç Kralı Demirbaş Şarl Ruslarla yapmış olduğu Poltava muharebesini kaybetmişti. İsveç-Rus savaşı, Azak kalesini geri almak ve Rusları bir daha Karadenizden uzaklaştırmak, Osmanlı devletine bir fayda sağlardı. İsveçle Rusya arasındaki muharebe esnasın­da Osmanlı devleti Ruslara saldırmış olsaydı, çok uzak me­safedeki İki cephede savaşmak zorunda kalacak olan Rus­ya'nın pek büyük bir ihtimalle savaşı kaybedecekti. Sultan 3. Ahmed; böyle bir fırsatı değerlendirememiştir. İsveç Kra­lı; Osmanlı devletine, Ruslara karşı bir ittifak teklifinde bu­lunmuştu. Ancak bu teklif de bir takım deniz ticaret hakları koparmak, Cezayirli korsanların yakalamış olduğu İsveç ti­caret gemilerinin, kendine verilmesini istemek ve bir de Os­manlılar İsveç'e bir hayli sayıda kara kuvveti de yollaması, Şarl'ın tâlebleri arasındaydı. Bu şartlar 3. Ahmed'in bu teklifi red etmesinde mühim rol oynamıştı. Demirbaş Şarl'ın bu teklifini kabul etmeyen 3. Ahmed; ne kadar hata ettiyse, İsveç Kralıda bu teklifleri yapmak suretiyle aynı derecede hatalıydı. İsveç Kralı ile olan bu anlaşmazlığın başka bir ta­rafından da, Osmanlı devletinin Karadeniz politikası adı ve­rilen anlayışına da bir göz atalım. Osmanlı devleti; 2. Bayezid zamanında huzura çıkmış olan Rus elçisinin, insanları kahkahalara boğan gayri medeni halinden bu yana, geçen üç aşırın sonunda Rus devletinin, büyümekte olan bir tehlike olduğunu, anlamamış değildi. Bu tehlikeyi önleyecek çareyi Mezamorta Hüseyin Paşa Karadeniz donanmasıyla ve orada, güçlü birlikler bulundurmak ve takviye yapmak suretiyle al­mak istemişse de 2. Mustafa; kaleleri güçlendirmek ve külli­yetli sayıda asker bulundurmakla, Rus tehlikesini önleyebile­ceği kanaatine vardığından; dolayı, yanlış bir tutum tatbik olundu. 2. Mustafa'nın karacı tedbirlerle Rus tehlikesini kont­rol etme talimatı ve kapdan-ı derya, Mezamorta Hüseyin Pa­şayı bölgeyi keşfe göndermesi, tedbirlerin yerinde tesbit edil­mesi arzusu, donanmanın Kerç Boğazına gitmesine neden oldu. Hüseyin Paşa Yenikale ve Taman Yarımadasının korun­masını ve müdafasını temin için, Aço ve Temrek mevkıileri-ne birer kale yaptırarak, ayrıca Kılburnu kalesini de, tahkim ettirerek, kara'ya dönük tedbirlerin alınabileceği kadarını ye­rine getirmiş oldu. Aço ve Temrek mevkıilerinde yapılacak kalelerin işçileri, İstanbuidan çektiri ile görütürüldü. Bu çekti-riler silah, cephane ve diğer malzemeleride taşımaktaydı. Sekiz çektiri Aço ve Temrek kalelerine, yedi çektiri ise, Kıl-burnu kalesine malzeme getirdi. Bu çektirilerin kaptanlarını üçyüzyıl önce bu millete hizmet eden reislerin, isimlerini Os­manlı Târihi kitabımıza dere etmek bir kadirbilirliktir diye dü­şünüyorum ve bu adları buraya kayd ediyorum. "Memi Pa-şaoğlu Ahmed Paşa, Abdülkadir Paşaoğlu Ömer Bey, Haznedar İbrahim Bey, Deli Mehmed Paşaoğlu Ömer Bey, Köse Hasan Paşa oğlu Mustafa Bey, Maryol Oğlu Ali Bey, Kap-tanpaşa yedek çektîrisi, Memioğlu Abdurrahman Paşa, Ebubekir paşaoğiu Salih Paşa, Memioğlu Kasım Beş, Meh-med Paşaoğlu Mustafa Bey, Eğribozlu Mustafaoğlu Ahmed Bey, Yaryol oğlu Mustafa Bey, Tersane kâhyası Recep Bey­lerdi." O dönemde; savaş ve ticaret gemilerine, özel İsimler takmak adet olmadığından, gemiler kendisini kullanan reis­lerin adıyla anılırlardı. Bu arada; Akdenizde, Fransızlar hare­ketlenmeye başlamışlar ve Sakız Adasındaki Ermeni Patiriği-ni, ada'daki katoliklere iyi muamele etmiyor diye, Fransaya götürmüşlerdi. Patriğin iadesini defaatle isteyen Osmanlı Devleti, Fransa'ya bu sözünü dinletememişti. Ancak; Meza­morta Paşa, çıktığı Akdeniz seferinde, Fransız korsan gemi­lerini yakalayıp, İstanbul'a getirmiştir. Ne çâre ki 21/tem-muz/1701'de Mezamorta Hüseyin Paşa vefat etdi; denizlerde artık adımız zor okunur oldu.

Onun yerine Abdülfettah Paşa 17 ay, Ahçs Mehmed Paşa 12 ay, Küçük Osman Paşa 11 ay, Baltacı Mehmed Paşa 2 ay kapdan-ı deryalık yaptılarsa da, Mezamorta Hüseyin Paşa­dan boşalan makamı dolduramadılar. Yine mühim deniz sa­vaşlarımızdan sayılan 1714/1718 yıllan arasında vukubulan Osmanh-Venedik deniz savaşına vede bu gerginliğin genel yapısına bir atfu nazar edelim. Mora; Venedik senatosunun yönetiminde, 16. yılını doldurmaktaydı ki, bu yönetimi yarı­mada ahalisi asla benimsemedi, onlar Osmanlı'daki adil bir sistemi, her devlet yapar zannındaydılar ve felâket bir halde yanıldılar. Mora ahalisinin Ortodoks mezhebinde olup, Vene-dik'in Katolik olması geçimsizliği tırmandırıyordu ve orto-doks Mora ahalisi İstanbul'a gizlice gönderdiği temsilciler va­sıtasıyla halas edilmelerini taleb ediyorlardı. Bu müracaatları bir kenara yazan divân, Venediklilerin denizlerdeki ticaret gemilerimizi çapul ediyorlar, yol emniyetini ihlâl ediyorlar, Os­manlı ticarî dünyasını hayli zarara uğratıyorlardı. Silahtar Ali Paşa; her şeyi hesab etdikten sonra, bir stratejide karar kıldı. Edirne'den yola çıkacak kara ordusu, Mora yarımadasını he­def alacak donanmay-ı hümayunsa, deniz üzerinden Vene­diklilerin Mora'daki limanlan olan, Tinos Adası ve Girid Ada­sındaki Suda limanını istirdat edecekti. Bu arada Venedikliler bir sulha tâlib olmazlarsa, kapdan-ı derya sefere devam ede­rek Korfu Adasına varıp orayı ele geçirdikten sonra, Yunan denizindeki adaları da Osmanlı sancağına râm edecekti. Bü­tün bunlar olduğu takdirde, Ortaakdeniz ve Ege denizide es­ki durumuna kavuşmuş olacaktı.

Takvimler;l/nisan/1715'i gösterirken, Silahdar Ali Paşa Mora üzerine yürümeğe başladı. Yarımadanın kuzeytarafi he-mencik bizim oldu. Navarin, Modon ve Koron limanlarıda güney cihetde olup, hemen işgal edilmeliydi. 7/hazi-ran/1715'de Canım Hoca'nın; kapdan-ı deryalığındaki, do­nanma pek kolay bir şekilde Tinos Adasını ele geçirdi. Ege denizinde hükümferma olan korsanların, merkez üs'sü diye bir şey bırakmayan kapdan-ı derya çapulculuğunda önünü kesmiş oluyordu. Kara ordusu da, Mora'yı işgale muvaffak olmuştu. Osmanlı devletinin karşısındaki durumu ezik ve ye­nik bir hâle gelen Venedik yıkılmak üzereydi çünkü Osmanlı karşısında yalnız kalmıştı.

Ali Paşa çok iyi takip ettiği avrupa siyasi ahvali gereğince, Venedik'in yıkılmanın eşiğinde olduğunu pekâla bilmekteydi. Savaşı da zaten bunu bilerek açmıştı. 21/eylül/1715'de, Os­manlı donanması Suda limanının işgalini tamamladığında Venedik, doğuakdeniz ve Ege deniziyle alakası böylece tamamiyle kesilmiş oldu
Top