Deli Hüseyin Paşa ve Girit Ahvali

Deli Hüseyin Paşa ve Girit Ahvali

Merhum Sultan İbrahim devrinde, fethine başlanan Girid savaşı devam ediyor, yukarıda bir nebze bahsettiğimiz, do­nanma gücünün yetersizliği, Venedik donanmasının boğaza yaptığı tıkaç bizi ne Girid gazilerine yardıma gidebilmeye fır­sat bırakıyordu ne de, boğazdan çıkmamıza müsaade et­mekteydi. Yokluklar içinde, maaşları bile gÖnderilemeyen or­duyu hümayun, başlarında serasker Deli Hüseyin Paşa oldu­ğu halde, nice kahramanlık destanları yazıyorlardı. Hüseyin Paşa hücum esnasında en önde, geri çekilme sırasında ise en geriden gelmekteydi. Böyle bir kumandan nasıl seviliyor­du bir atfı nazar edelim:

Bu devrin en müstekreh kimselerinden bulunan Zurnazen Mustafa Paşa adlı birisini ip beklerken, o terfilere gark oldu. Rumeli Beylerbeyi sıfatıyla Girid'de bulunan gazilere istim-dad etmek üzere gönderilmiş idi. Sipahilik ve askerlik mesle­ğinde boşalan mansıblann dağılımını rumeli ve anadolu'da beylerbeyleri yaparlardı. Ancak serdar seferlerde ordunun başında bulunduğunda, bu hak serdar'ın tasarrufuna geçi­yordu. Deli Hüseyin Paşa'da bu hakkı pek güzel tarzda kul­lanmaktaydı. Aslında bu işi suistimale âlet eden büyük para­lar kazanabilirdi. Zurnazen Mehmed Paşa böyle bir eğilim ta­şıyan me'şum kimselerdendi. Ne varki Hüseyin Paşanın var-

önünde pek mühim bir engeldi. Kendine bir ortak aradı onunda Sekbanbaşı Mahmud Ağa'yı, kendine uydurdu ve Hüseyin Paşanın aleyhine askeri kışkırtıp, isyan çıkmasını acıladılar. Bu isyan şöyle böyle değil, direk olarak serdar'ın ansına saldıranların temin edildiği tarzda bir kalkışmaydı. İste bu meyanda, Deli Hüseyin Paşa, üzerine hücum eden bir caniyi, kılıcının bir darbesiyle İkiye bölerek, ölümden, kıl pa-y! kurtulabildi.

Öte taraftan kışkırtılan asker, Paşanın evine saldırıya geç­ti Bu arada evi yağma ettikten sonra, yakma ameliyesine giriştikleri gibi, hizmetkârlarını ve cariyelerini rehin alıp dağa kaçırdılar. Ancak bu son davranış bütün namuslu insanları harekete geçmeğe sevk etti. Hepsi Hüseyin Paşadan kendi­lerini bağışlamasını istirham eylediler. Paşa, bu istirhamları müsbet tarzda kabullendi. Zurnazen ve Mahmud Ağa korku­ya düştüler ve barışıklığı temine mesai sarfına giriştiler.

Neticede şu şartların tahakkukuna riayete karar verdiler. Madde bir olarak askerler, Hüseyin Paşa'dan özür dileyecek­ler ve siperlere girerek Kasım ayına kadar Kandiye önünde duracaklar. Eğer o döneme kadar kabul edilecek miktarda para, yardımcı kuvvetlerle, terhisler gelmeyecek olursa as­kerler kendilerinden mevzilerden çıkıp İstanbul'a hareket edecekler idi.

Barış temin edilmiş, serdar'ın ele geçen malları mümkün mertebe bulunup iade olundu. Cariyelerini ve hizmetçileri de Paşalarına iade edildiler. Şurasını biraz düşünelim: böyle bir noktaya getirilmiş askerle Girid gibi önemli bir üssün fethini becermek ne kadar mümkündür? Böyle soruya kolay cevap her babayiğidin işi değildir. Diğer taraftan düşman donanma-sı- sadece Çanakkale Boğazı kapısını tıkamakla iktifa etmi-V°r, sahil köy ve kasabalarına yaptığı gerilla tipi baskınlarla Zararlar veriyor, yağmalar yapıyordu. Hâttâ can bile aldıkları

oluyordu. Bu saldırı dalgalarını kırmak için Kaptan Paşanın îstanbul'a yaptığı teklifle düşman saldırısına maruz kalan bölgelere, yeniçeri askeri vazifelendirilmesi yoluna gidildi.

Ancak çok geçmedi ki; ilk feryadın duyulduğu ağız Kap­tan Paşanın ağzı oldu. Gelen savunma askerleri, düşmanı gözetleyeceği yerde, bilakis kendisi köylere musallat oluyor, yağma ve haraçla beraber ırza tasaddi kendini göstermeye başlamıştı. Hâttâ Gelibolu'da kadınlar hamamı bu adamlar tarafından basılıyor ve namus ehli insanlar, büyük bir haka­rete maruz bırakılıyordu.

Ereğli ise; Rusya canibinden gelen Kazakların taarruzuna uğruyor, nice can ve ırz pâyimal ediliyordu. Burayı da koru­ma altına vermek için asker getiriliyor. Bu seferde ahalinin feryadı ayyuka çıkıyor. Çünkü gelen asker yeniçeri olup, bunların ortaya koydukları yağma ve ırza tasallutları, kazak­lardan daha da şedit olarak gerçekleşmekteydi. Şu da el-zemdiki, Boğazdan çıkışı engelleyen düşman donanmasını bu işlevi yerine getirmek için alınması gereken, tedbirlerden belki de başta geleni, bunlar üzerine saffı harp nizamında ilerlemek, hâttâ göğüs göğüse denen çarpışmalar yapmaktı.

Yapılması lâzım gelen bu gemilere doğuşken asker doldu­rup, saldırıya geçmek üzere gemilere dolduruldu. Artık yapı­lacak iş Tunus, Cezayir beylerinin, Barbaros ve Turgut reisle­rin usulü düşmanı gemisi içinde bastırmak için rampa yapıl­ması idi. Bu yerine getirilmiş adetâ düşman gemisine rampa yapılmasına pek az kala, yeniçeri müfrezeleri, gerni kaptan­larının gırtlağına çökerek, bizi karaya çıkar, biz deniz savaş­çısı değil , kara cengaveriyiz hemen bizi karaya çıkar diye tehdit ederler. Mecburen düşmanların üzerine süzülmekte olan gemilerimiz, bu tehdit karşısında birden cenah değişti­rip, karaya yönelip baştan kara eder. Yeniçeriler kendilerini sahile atarlar. Ne hâzin, mazisi dünya harp tarihinin en parıak zaferleriyle dolu bir asker sınıfının, ortaya koyduğu bu cebîn hâl, korkaklık ve mesuliyetsizlik Allah ve Rasûlü'nün rızasına muhalif davranış olduğundan bu ocak zaman içinde inkıraza yâni yıkılışa doğru yol almaya başlamıştı Ancak ye­niçerileri karaya döken kaptanı derya, eksik kuvvetle saldır­dığı düşmana maalesef mağlup olmuştu. Böylece gemiler­den inen yeniçeriler sayesinde, rakip donanma baştan kara eden gemilerimizi işgal ediyor. Bunlardan uygun gördüklerini kendilerine alıyor, gözü tutmadıklarını ise tutuşturup yakıyor­lardı ayrıca Boğaz önünde ablukayı kıran donanma Girid'e doğru rota açarken geride cereyan eden bu olumsuz vaka­dan etkilendi perişanlığı yaşadı.
Top