İsâ Aleyhisselâm
İsâ Aleyhisselâm
İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz. Meryem´in Soyu, Doğuşu, Beytülmakdis Mescidine Adanıp Bırakılışı Ve Bazı Faziletleri:
Hz. Meryem´in babası İmran b.Mâsân olup Hub´um b.Süleyman Aleyhisselâ-mın soyundandı.[1]
Mâsân Hanedanı da, İsrail oğullarının Başkanlarından, Din Bilginleri ve Danışmanlarından idiler.[2]
Zekeriyyâ Aleyhisselâmla İmran b.Mâsân, iki kız kardeşle evli olup Zekeriyyâ Aleyhisselâmın zevcesinin adı Eşya´ (İşa´) bint-i Fâkud, İmran b. Mâsân´ın zevcesinin adı da, Hanne bint-i Fakud idi.[3]
Hanne; İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´in annesi idi.[4]
Hanne; yaşlanıp çocuk doğurmaktan âciz bulunduğu ve bir ağacın gölgesinde oturduğu sırada[5], bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek verdiğini görünce, kendisinde, bir oğlan çocuğu olması arzusu uyandı.[6]
Bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allâha yalvardı.[7]:
"Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmak-dis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onun hizmetinde bulundurmak, üzerime, borç olsun!" dedi.[8]
Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, (İmran´in) karısı:
Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım.
Benden olan bu (adağı) kabul et!
Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!" demişti.[9]
Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.
Erginlik çağına girdikten sonra, orada kalmak veya ayrılıp gitmek hususunda serbest bırakılır[10], gitmek isterse, arkadaşlarından izin alırdı. Oradan çıkıp gitmesi, onların bilgisi dahilinde olurdu.[11]
Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.
Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğramaları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.[12]
Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran "Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?!
Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!" dedi.
İkisi de, üzüntüye düştüler.[13]
Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.[14]
(Hanne) Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken,
"Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum.
Erkek, kız gibi değildir.
Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum.
Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır (ısmarlarım!" dedi.[15]
Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada ibadete -Mahrem olması, za´fı, Hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulunmaması sebebiyle- erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti.
Sonra, onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.
Hârûn Aleyhisselâm oğullarından olan[16] ve o zaman, Beytülmakdis Mescidinde sayıları otuzu bulan[17] din bilginlerinin yanına koydu.[18]
Şeybe oğulları[19] Kabe işlerine baktıkları gibi, bu Bilginler de, Beytülmakdis Mescidinin işlerine bakarlardı.
Hanne, onlara;
"Şu önünüzdeki çocuk, bir adaktır!" deyince, namaz İmamları ve kurbanlarının Vazifelisi İmran´ın kızı olduğu için, hepsi de, onu alıp bakma arzusuyla çekiştiler.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ben, buna bakmağa, sizden daha lâyık ve müstehak bulunuyorum: Çünkü, bunun Teyzesi, benim yanımda(zevcem)dır." dedi.[20] Öteki Bilginler; Zekeriyyâ Aleyhisselâma:
"Böyle yapma! Eğer, o, kendisine, halkın en yakın ve en lâyık olanına bırakılacak olursa, onun, doğuran annesine bırakılması gerekir.[21]
Fakat, biz, onun hakkında kur´a çekelim.[22]
Kimin okuna çıkarsa, o, onun yanında kalsın!" dediler ve bunun üzerinde söz birliği ettikten sonra, on dokuz kişi[23], Car (Ürdün) ırmağına kadar gittiler.
Tevrat yazarken, kullandıkları kalemlerini, suyun içine attılar. Zekeriyyâ Aleyhisselâmın kalemi, suyun üzerine çıktı. Öbürlerininki suyun dibine çöktü.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´in bakımını, üzerine aldı ve onu, Yahya Aleyhisselâmın annesi olan Teyzesine teslim etti.[24]
Büyüyünceye kadar[25], ona, bir süt annesi tuttu.[26]
Hz.Meryem, erginlik çağına basınca[27], Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Mescid´de, onun için, bir oda yaptırdı.
Oraya, ortasından bir kapı da, koydurdu.[28]
Kabe´nin içine, merdivensiz çıkılamadığı gibi[29], bunun içine de, merdivensiz çıkılamazdı.[30]
Kendisinin yanına, Zekeriyyâ Aleyhisselâmdan başkası, çıkmazdı.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, her gün, ona, yiyeceğini, içeceğini, yağını, kokusunu... götürüp bırakır, ayrılırken, kapısını, kilitlerdi.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, ne zaman, onun odasına girse, yanında, kış içinde yaz meyvası, yaz içinde de, kış meyvası bulur[31], ona:
"Ey Meryem![32] Bu, sana, nereden geliyor?!" diye sorar, o da:
"Bu, Allah tarafından!" diye cevap verirdi.[33]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Bunun üzerine, Rabb´i, onu, iyi bir rızâ ile kabul etti.
Onu, güzel bir nebat gibi, büyüttü.
(Zekeriyyâ´yı da), ona (bakmağa) memur etti.
Zekeriyyâ, ne zaman (onun bulunduğu yere) Mihrab´a, girdiyse, onun yanında, bir yiyecek buldu:
"Meryem! Bu, sana, nereden geliyor?!" dedi.
Oda:
"Bu, Allah tarafından!
Şüphe yok ki, Allah, kimi, dilerse, ona, sayısız rızık verir!" dedi. [34]
(Ey Resulüm!) Bunlar, sana, Vahy etmekte olduğumuz Gayb haber/erindendir.
Meryem´i, onlardan, hangisi himayesine alacak diye kalemlerini, atarlarken, sen, yanlarında değildin.
(Bu hususta) çekişirlerken de, yine, sen, yanlarında yoktun.[35]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´le ilgili Hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı: îmran´ın kızı Meryem idi.
Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da, Hatice´dir."[36]
"Cennet [37] kadınlarının üstünü:
Hatice bint-i Huveylid,
Fâtıma bint-i Muhammed,
Meryem bint-i İmran,
Firavunun Zevcesi Âsiye bint-i Müzâhım´dır." [38]
Hz. Meryem´in Hâmile Oluşu Ve İsâ Aleyhisselâmı Doğuruşu:
Hz.Meryem; Mesciddeki odasında, kendisini, öyle ibâdetlere vermişti ki, bu hususta, o zamanda, kendisinin bir benzeri daha yoktu.
Hattâ kendisinde, Zekeriyyâ Aleyhisselâmı bile imrendirecek bir takım fevkal´-âde haller zuhur ve melekler, kendisine, hitab etmeye, müjdeler vermeye başlamıştı.[39]
Bu husus, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, Melekler:
Ey Meryem! demişti, şüphesiz ki, Allah, sana, seçkin bir hususiyet verdi.
Seni, tertemiz (büyüttü).
Seni, âlemlerin kadınları üzerine, mümtaz kıldı.
Ey Meryem! Huşu ile Rabb´ın Dîvanına dur, secdeye kapan [40]
(Allah´a) Rükû edenlerle birlikte Rükû et, eğil (cemaatla namaz kıl [41]
Melekler:
"Ey Meryem! Allah, Kendinden bir Kelime´yi, sana, müjdeliyor:
Onun adı: İsâ, (lakabı) Mesîh. (Sıfatı): Meryem oğludur.
Dünyada da, Âhirette de, sânı, yücedir.
(Kendisi, Allah´a) çok yakınlardandır da.
Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de, insanlara söz söyleyecektir.
(O) Sâlihlerdendir!" dediği zaman da, (Ey Resulüm! Sen, onların yanında değildin.[42]
Hz.Meryem; yirmi [43] veya on beş, ya da, on üç yaşında bulunduğu sırada idi ki, Cebrail Aleyhisselâmla karşılaşmıştı. [44]
Gerek bu karşılaşma ve gerek İsâ Aleyhisselâma hâmile kalış hâdisesi, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Kitabda, Meryem (kıssasını)da, an!
Hani, o ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra, onların önünde bir perde edinmiş (çekmiş)ti.
Derken, biz, ona, Rûh´umuzu (Cebrail´i) göndermiştik te, o, kendisine, hilkati tam (genç) bir beşer şeklinde görünmüştü.
(Meryem, ona):
Doğrusu, ben, senden, Esirgeyici´ye (Allah´a) sığınırım!
Eğer, sen, fenalıktan hakkıyle sakınan (bir insan) isen, (çekil yanımdan) dedi.
(Ruh da):
Ben, ancak, sana (günahlardan) pâk bir oğul verme(ye vesile olmak) için, (o sığındığın) Rabb´ının (gönderdiği) Elçisiyim! dedi.
O (Meryem):
"Benim, nasıl bir oğlum olacakmış?!
Bana, bir beşer dokunmamıştır!
Ben, bir iffetsiz de, değilim!? dedi.
(Ruh: Evet!) öyledir!
(Fakat) Rabb´in:
Bu, bana göre, pek kolaydır!
Çünki, biz, onu, insanlara bir âyet (bir Burhan) ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız.
Zâten, bu iş, olup bitmiştir! buyurdu dedi. [45] Meryem:
Ey Rabb´im Bana, bir beşer, dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir?!" dedi.
(Allah):
Öyledir!
(Fakat), Allah, ne dilerse, yaratır.
(O) bir işe, hükmedince, ona, ancak: ol! der, o da, oluverir.
(Allah) Ona, yazmayı, Hikmeti, Tevratı, İncil´i öğretecek.
Onu, İsrail oğullarına Peygamber gönderecek.
(O da, onlara diyecek ki):
Hakikat, ben, size, Rabbinizden bir âyet (Mucize) getirdim.
Hakikat, ben, size, çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona, üfürürüm de, Allah´ın izniyle, (o) derhal (canlı) bir kuş olurdur. (Yine) Ben, Allah´ın izniyle, anadan doğma körü ve abraşı iyi eder ve ölüleri diriltirim!
Evlerinizde, ne yiyor, ne biriktiriyorsanız, size haber veririm.
Elbette, bunlarda sizin için -eğer iman edicilerseniz- kat´î bir ibret vardır.
Önümdeki Tevratı tasdik edici olarak size ve size haram edilen bazı şeyleri -yararmıza- helâl kılmak için, (geldim)
Size, Rabb´inizden, (Peygamberliğimi isbatlar) âyet (Mucize) getirdim. Artık, Attâh´dan korkunuz! Bana da, itaat ediniz! Şüphe yok ki, Allah, benim de, Rabbim, sizin de, Rabbinizdir. Öyle ise, Ona, ibadet ediniz!
İşte, doğru yol (budur)!´[46]
"Irzını (muhkem bir kale gibi) koruyan o kızı (Meryem´i) de (yâd et)ki, biz, ona, Ruhumuzdan, üflemiş, kendisini de, oğlunu da, âlemlere bir ibret kılmıştık. " [47]
"Namusunu (muhkem bir kale gibi) koruyan İmran kızı Meryem´i de, (Allah bir misal olarak îrad buyurdu)
Biz, bundan dolayı ona, Ruhumuzdan, üfürdük. O, Rabbının Kelimelerini ve Kitablarını tasdik etti. (Rabbına) itâatde sebat edenlerdendi, o!´[48]
Rivayete göre: Cebrail Aleyhisselâm, Hz.Meryem´in yanma vanp gömleğinin yakasından üfürmüş ve üfürüğü, onun döl yatağına erişmiştir. [49]
"Nihayet, (Meryem), ona (İsa´ya) hâmile kaldı. [50]
Hz. Meryem´in Amcasının Oğlu Yûsuf´la Münâkaşası:
Hz.Meryem´in hamileliğini görünce; kendisinin, son derecede dindarlığını, iffet ve nezâhetini ve ibâdetini yakından bildiği için, hayretten hayrete düşen[51] ve bu hususta ilk tepkiyi gösteren, Amcasının oğlu Marangoz Yûsuf b.Yâkub oldu.[52]
O zaman, Mescid´e; Hz.Meryemle Yûsuf´den daha ziyâde hizmet eden ve Al-lâha, bunlardan, daha çok ibâdet yapan bir kimse bulunduğu bilinmiyordu.[53]
Yûsuf; Hz.Meryem´in hamileliğini, çok ağır ve aşırı derecede işlenmiş bir kötülük sayarak, ne yapacağını, bilemiyor; onu, suçlamak istediği zaman, kendisinin, iyi halliliğini ve bu kötülüğü işlemekten çok uzak bulunduğunu ve yanından, hiç bir zaman uzaklaşmamış olduğunu, düşünerek kendisini, temize çıkarmak istiyordu.
Bu düşünce ve kuruntular, kendisine ağır gelmeye başlayınca, onunla konuştu ve ona, ilk söz olarak:
"Ben, senin işin hakkında kalbime düşen şüpheyi, ölünceye kadar kalbimde gizlemeyi, çok arzu etmiştim.
Fakat, bu iş, beni, yendi de, kalbimi, ferahlatmak için, bu hususta seninle konuşmayı uygun gördüm!" dedi.
Hz. Meryem:
"Öyle ise, güzel bir söz söyle!" dedi. Yûsuf:
"Ben de, ancak, böyle söyleyeceğim! Haydi, söyle, bana: Tohumsuz, ekin, biter mi?" dedi. Hz.Meryem: "Evet! Biter!" dedi. Yûsuf:
"Bir ağaç, ona, yağmur düşmeksizin, yetişir mi?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Yetişir!" dedi. Yûsuf:
"Hiç erkek olmadan, çocuk olur mu?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Olur!
Sen, Allah´ın, ekini, ilk yarattığı gün, tohumsuz olarak, yarattığını bilmiyor musun?
Allah´ın, ilk defa, ağacı, yağmursuz olarak yarattığını, Onun, ağacı da, yağmuru da, her birini, ayrı ayrı yarattıktan sonra, yağmuru, ağacın hayatına vesîle kıldığını bilmiyor musun?
Yâhud, suyun yardımını istemedikçe, Allah´ın, bitirmeye güc yetiremediğini, söyleyebilir misin?
Eğer, öyle olaydı, Allah, ilk ağacı bitirmeğe güç yetiremezdi!" dedi.
Yûsuf:
"Ben, öyle demiyorum.
Ben, çok iyi biliyorum ki: Allah´ın, dilediğini, yapmağa gücü yeterdir.
Bunun için de, Ol! demesi, yeter ve o şey, oluverirdir!" dedi.
Hz.Meryem:
"Sen, Yüce Allah´ın, Âdem´i ve zevcesini de, erkeksiz ve kadınsız yarattığını, bilmiyor musun?" diye sordu.
Yûsuf:
"Evet! Biliyorum." dedi.
Hz. Meryem, bunu, söyleyince, Yûsüfün kalbinde, Meryem´deki şeyin, Yüce Allah tarafından gelen bir şey olabileceği ve her halde, onu, bunun için, kendisinden gizlediği, bu hususta kendisi, bir şey söylemedikçe, kendisine bir şey sormamak gerekeceği hissi uyandı.[54]
Bunun üzerine, Yûsuf, Mescid´in bütün hizmetlerini, üzerine aldı, Hz. Meryem´in yapacağı işleri de, kendisi yapmağa başladı.
Çünki, Hz.Meryem´in, vücudca zaiflediğini, benzinin sarardığını, yüzünün çil-lendiğini, karnının büyüdüğünü, güçten düştüğünü, bakışlarının değiştiğini görüyordu. [55]
Halbuki, kendisi, bundan önce, hiç te böyle değildi. [56]
Hz. Meryem, ağırlaşıp doğum yapma zamanı yaklaşınca, Yüce Allah, ona:
Beytülmakdis Mescidinin, içinde, Yüce Allah´ın ismi yükseltilerek anılacak, temiz tutulacak Mâbedlerinden bir Mâbed olduğunu hatırlatmıştı.
Bunun üzerine, Hz.Meryem, oradan ayrılıp Teyzesinin, yâni, Yahya Aleyhis-selâmın annesinin evine taşındı.
Oraya varınca, Yahya Aleyhisselâmın annesi, ayağa kalkarak Hz. Meryem´i karşıladı. [57] Evine kabul etti ve:
"Ey Meryem! Benim karnımdakinin, senin karnındakine eğildiğini hisettim!" dedi. [58]
Gebelik Ve Doğum Hadisesiyle Bu Hâdise Üzerine Olan Bitenlerin Kur´ân-I Kerimde Açıklanışı: Başa Dön
Yüce Allah; Gebelik ve Doğum hâdisesini ve bu hâdise üzerine, olan, bitenleri de, Kur´ân-ı Kerim´inde şöyle açıklar:
"Nihayet, ona (İsa´ya) gebe kalıp uzak bir yere çekildi.
Derken, doğum sancısı, onu, bir hurma ağacına (dayanmağa) şevketti.
"Keşke, bundan önce, öteydim de, unutulup gideydim!" dedi.
Ona, aşağısından, şu nida geldi:
Tasalanma! Rabb´in, senin alt yanında bir su arkı vücûde getirmiştir.
Hurma ağacını da, kendine doğru silk! Üstüne, derilmiş taze hurma dökülecektir!
Artık, ye, iç! Gözün aydın olsun!
Eğer, beşerden her hangi birini, görürsen:
Ben, O çok Esirgeyici (Allâh)a oruç adadım.
Onun için, ben, bu gün, hiç bir kimseye katiyen söz söylemeyeceğim!" de!
Derken, Onu (İsa´yı), yüklenerek kavmine getirdi.
"Ey Meryem! And olsun ki: sen, acâip bir şey yapmışsın!?
Ey Harun´un kız kardeşi! Senin baban, kötü bir adam değildi.
Anan da, iffetsiz bir kadın değildi!?" dediler.
Bunun üzerine, (Meryem), ona (İsâya) işaret etti.
"Biz, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?!" dediler. [59]
(İsâ dile gelip):
"Ben, hakikat, Allah´ın kuluyum!
O, bana, Kitab verdi.
Beni, Peygamber yaptı.
Beni, her nerede bulunursam, mübarek kıldı.
Bana, ben, hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti.
Beni, anneme hürmetkar kıldı.
Beni, bir Zorba, bir bedbaht yapmadı.
Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, Selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir." dedi.[60]
Bundan sonra, İsâ Aleyhisselâm, yaşıtları gibi, konuşma zamanı gelinceye kadar, bir daha konuşmamıştır.[61]
Fakat, Hz.Meryem:
"Ben, tenhâda bulunduğum zaman, o bana karnımdan söyler ve benimle konuşurdu.
İnsanlar içinde bulunduğum zamanda ise, karnımda Teşbih ederdi." de-miştir.[62]
İsrail oğulları, Hz.Meryem´in, zina ettiğini sanarak[63] kendisini, taşlayıp öldürmek için, ellerine taş almışlardı!
İsâ Aleyhisselâm, konuşunca, Hz.Meryem´i serbest bıraktılar.[64]
İsrail oğullarının küfre düşmelerinin sebeplerinden birisi de[65], namusunu, bir kale gibi koruyan[66] Hz.Meryem´e, zina isnad ve iftira etmeleri idi. [67]
İsâ Aleyhisselâmın doğum yeri Beytüllahm´di. [68] Beytüllahm, Beytülmakdis´in yakınında, bir yerdir. [69]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:
Yüce Allah; Hz.Meryem´e, kavmi olan İsrail oğullarının[70], kendisini de, oğlunu da[71], öldürmeğe kalkacaklarını[72], kavminin yurdundan[73], hemen çıkıp gitmesini vahy ve ilham etmişti.
Bunun üzerine, Hz.Meryemle İsâ Aleyhisselâmı, amcasının oğlu Yûsuf Nec-car, merkebe bindirip acele Mısır´a kadar götürüp bıraktı.[74]
Anne oğul, Mısırda bir tepeye yerleştiler.[75]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Meryem´in oğlunu ve Onun anasını (kudretimize) bir âyet kıldık.
Onları, düz ve akar suya mâlik bir tepede barındırdık. [76]
Mısır Hayatı Ve Halkın İsâ Aleyhisselâm´dan Gördükleri Şaşılacak Haller:
Hz.Meryem, Mısır´da, on iki yıl kaldı. İsâ Aleyhisselâmı, halktan, gizledi. [77] Hiç kimse, İsâ Aleyhisselâmın, onun oğlu olduğunun farkına varmadı.
Hz.Meryem´in, ne oğlunun hayatı hakkında, ne de, geçimi hakkında, hiç kimseye güvenci yoktu.
Bir tarladan ekin biçildiğini işitti mi? [78] hemen, oğlunun beşiğini, bir omuzu-na alır, toplayacağı başakları koyacağı kabı da, o bir omuzuna yüklenerek tarlaya gidip başak toplardı.
Hz.Meryem; İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşını tamamlayıncaya kadar, böyle yapmağa devam etti. [79]
Hz.Meryem; Mısır halkından, bir çiftlik ağasının evine konuk olmuştu. Çiftlik ağasının evinde yalnız fakirler ve yoksullar, otururdu. O sırada, Çiftlik ağasına âid bir mal, saklandığı yerden, çalınmıştı. Fakat, Ağa, evinde barınan fakir ve yoksulları, suçlamıyordu. Hz.Meryem ise, ağanın uğradığı bu musîbetten dolayı, üzgündü.
İsâ Aleyhisselâm; annesinin, Ev sahibinin musibetine, üzüldüğünü görünce, ona:
"Ey anneciğim! Çalınan malını, ona, göstermemi istermisin? diye sordu.
Hz. Meryem:
"Evet! İsterim ey oğulcuğum!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Öyle ise, ona, söyle: benim için, yoksulları, evine toplasın!" dedi.
Hz. Meryem, Ev sahibine, yoksulları, evinde toplamasını, söyledi.
Yoksullar, toplanınca, İsâ Aleyhisselâm, iki kişiyi suçlu buldu.
Onlardan, birisi: âmâ, diğeri: kötürümdü!
İsâ Aleyhisselâm, kötürümü, kör´ün omuzuna bindirdikten sonra,:
"Onunla birlikte ayağa kalk!" dedi.
Âmâ:
"Ben, bunu, yapmaktan âcizim!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Peki! Dün gece, buna, ayağa kalkmağa, nasıl güc yetirdin?!" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâmın, bu sözünü, işittikleri zaman, âmâyı, ayağa kaldırdılar.
Körün, ensesine binen kötürüm, oradan, deponun penceresine kadar uzandı.
İsâ Aleyhisselâm:
"İşte, dün gece, senin malını,âmâ olan,gücü ile, kötürüm olan da, gözü ile birbirine yardım ederek böyle, çalmışlardır!" dedi.
Kötürüm ve âmâ, İsâ Aleyhisselâmın sözünü, doğruladılar, Çiftlik Ağasına, malını, geri verdiler.
O da, onu, mal deposuna koydu ve:
"Ey Meryem! Bu malın, yarısını, sen al!" dedi.
Hz.Meryem:
"Ben, bunun için, yaratılmadım!" dedi.
Çiftlik ağası:
"Öyle ise, onu, alıp oğluna, ver!" dedi.
Hz. Meryem:
"O, hal ve şan yönünden, benden daha büyüktür!" dedi.
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşındaydı.[80]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´dan Şam´a Gidişleri:
Mısır halkı, İsâ Aleyhisselâmın yaptığı ve Allah´ın, ona verdiği şeylerden korkmağa başlayınca, Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´e oğlunu, Şam´a götürmesini, Vahy ve ilham etti.
O da, emrolunan şeyi, yerine getirdi. [81]
Sâm´ın Nasıra kariyesinde[82], Cebel-i´Halîl´de[83] yerleştiler.
Nasârâ adı da, bu kariyeden dolayı, verilmişti. [84]
İsâ Aleyhisselâm, otuz yaşına kadar, oradan ayrılmadı.[85]
İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi Ve İncil´in Nazil Oluşu:
Otuz yaşında iken, İsâ Aleyhisselâma Vahy geldi[86], İncil, nazil oldu.[87]
Yüce Allah, ona:
Halkı, Allah´a iman ve ibâdete davet etmeğe başlamasını,
Hastaları,
Kötürümleri[88],
Anadan doğma[89] körleri[90],
Delileri[91],
Alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.
İsâ Aleyhisselâm da, kendisine emrolunanı, yaptı.[92]
Halk, onu, sevdi.[93]
Ona, meyi etti ve alıştı.[94]
Kendisine, uyanlar, çoğaldı.
Anısı, yükseldi, ünlendi.[95]
Bâzan, hastalardan[96], kötürümlerden[97]... binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.
Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü, yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi, yürüyerek gider, onları[98], ancak, Allâha imân şartiyle[99], düa edip iyileştirirdi.[100]
İsâ Aleyhisselâm:
"Siz; Allah´ın Kelimesi ve Rûhu(ndan) olan; kötürümü, Alaca hastalıklısını... iyileştiren ve ölüleri dirilten, benden başka bir kimse bulunduğunu, biliyor musunuz?" diye sorar, onlar da:
"Hayır!" derlerdi.[101]
İsâ Aleyhisselâmın Hastaları İyileştirme Ve Ölüleri Diriltme Duası:
"Ey Allah´ım! Semâ´da İlâh, Sen´sin! Yer´de İlâh, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı İlâh, yoktur!
Göklerde Cebbar olan, Sen´sin! Yer´de Cebbar olan Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Cebbar olan, yoktur!
Göklerde Hükümdar olan, Sensin! Yer´de Hükümdar olan, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Hükümdar yoktur!
Göklerde hüküm, Senindir! Yerde hüküm, Senindir!
İkisinde de, Senin hükmünden gayrı hüküm yoktur!
Senin, yer yüzündeki Kudretin, semâdaki Kudretin gibidir!
Senin, yer yüzündeki Saltanatın, semâdaki Saltanatın gibidir!
Ben, Senin Şerefli İsimlerinle, Sen´den dilekte bulunuyorum!
Hiç şüphe yok ki, Sen, her şeye Kadirsin, Senin, her şeye gücün yeter!"[102]
İsâ Aleyhisselâm; ölüleri, Esmây-ı Hüsnâ´dan Yâ Hayy´u Yâ Kayyûm! Esmâsi-le, diriltirdi. [103]
İsâ Aleyhisselâmın zamanında tıb (Doktorluk) üstündü. [104]
Fakat, doktorlar; anadan doğma kör´ün gözünü açmaktan, baras hastalığını, iyileştirmekten âcizlerdi. [105]
İsâ Aleyhisselâm ise, doktorların, gördürmekten âciz kaldıkları anadan doğma körleri, gördürüyor, onların iyileştiremedikleri alaca hastalıklarını, iyileştiriyor, hattâ, ölüleri bile diriltiyordu. [106]
Şeytanın İsâ Aleyhisselâm Hakkında Halkı Dalâlete Düşüren Telkini:
Büyük şeytan; çok yaşlı, güzel yüzlü ve gösterişli bir adam şekline girip kendisi gibi iki şeytanla birlikte gelince, halk, onların şekil ve şemaillerine bakarak, İsâ Aleyhisselâmdan, döndüler, onlara, yöneldiler.
Yaşlı şeytan, onlara, şaşılacak şeyler haber vermeğe başladı ve İsâ Aleyhisselâm hakkında:
"Bu adamın, şaşılacak hali var: Beşikte, konuştu!
Ölüleri, diriltti!
Gayb´dan, gelecekten haber verdi!
Hastayı, iyileştirdi!
Bu, Allâh´dır!" dedi.
Yaşlı şeytanın yanındaki adamlarından birisi:
"Ey Şeyh! Sen, ne kötü bir söz söyledin!
Allah´ın, ne kullarına tecellî etmesi, ne rahimlerde yerleşmesi, ne de, kadınların karınlarına sığması, mümkin ve lâyık değildir!
Fakat, o, Allah´ın oğludur!" dedi. Üçüncü şeytan:
"İkiniz de, ne kötü sözler söylediniz! Söylediğiniz şeyler, hatâ ve cehaletten ibarettir. Allah´ın, bir oğul edinmesi lâyık değildir. Fakat, bu adam, Allah ile birlikte bulunan bir İlâh´dır!" dedi. Bu sözleri, söyleyip bitirdikleri zaman, kayboldular. [107]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri:
Rivayete göre: krallardan bir kral, yemek yaptırıp halkı, yemeğe davet etmiş, İsâ Aleyhisselâm da, yemek çanağının çevresinde oturmuştu. [108]
İsâ Aleyhisselâm, yemek çanağının, kendisinin önüne gelen tarafından yiyor[109], çanaktaki yemek, hiç eksilmiyordu.
Kral, İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kim´sin?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Ben, İsâ b.Meryem´im!" dedi.[110]
Kral:
"Ben, krallığı, bıraktım, sana, tâbi´ oldum!" dedi,[111] krallıktan ayrılıp bazı arkadaşlarıyla birlikte İsâ Aleyhisselâma tâbi oldu[112] ki, işte, İsâ Aleyhisselâmın Havarileri, bunlardı.
Havarilerin, Boyacılar[113] veya Avcılar, ya da, daha başka meslekten oldukları da, söylenmiştir.[114]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri hakkında Kur´ân-ı Kerim´de şöyle buyrulur:
"Vaktâ ki, İsâ, onlardan (İsrail oğullarından, ısrarla taşan) küfrü, his etti de:
"Allah´a (doğru giden yolda) bana, yardım edecekler kim?" dedi.
Havariler:
"Biziz, Allah´ın Yardımcıları!
Biz, Allah´a, inandık.
Sen de (Ey İsâ!) Şâhid ol ki: biz, muhakkak, Müslümanlarız!" dedifler)."[115]
İsâ Aleyhisselâmın yanındaki Havariler, on iki kişi idiler.[116]
Onların isimleri şöyledir:
1) Butrus,
2) Enderais (Enderavüs),
3) Tumas,
4) Filibüs,
5) Yuhannes (b. Zebdî),
6) Yâkubüs (Yâkub b.Zebdî),
7) İbn.Selma (Telma),
8) Simun (Şem´un),
9) Matta,
10) Yâkub b.Halkya,
11) Tüddavüs,
12) Yudüs Zekeriyya Yuta.[117]
Havarîler, acıktıkları zaman, İsâ Aleyhisselâma:
"Ey Allah´ın Ruhu! Biz, acıktık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da[118], ovada veya dağda[119], elini, yere vururdu.
Oradan, her bir insan için, iki ekmek çıkar[120], onları, yerlerdi.[121]
Susadıkları zaman da:
"Ey Ruhullâh! Biz, susadık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da, ovada veya dağda, elini, yere vurur, yerden, su çıkar, içerlerdi.
Havariler:
"Ey Ruhullâh![122] Bizden daha faziletli kim var?:
İstediğimiz zaman, bize ekmek yediriyorsun.[123]
İstediğimiz zaman[124], bize, su içiriyorsun![125]
Hem de, Sana iman ettik ve sana, tâbi olduk!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Eli ile çahşan[126]
Elinin kazancından yiyen kimse, sizden daha faziletlidir." dedi.
Bunun üzerine, Havariler, ücretle elbise yıkayarak geçinir oldular.[127]
Sâm b. Nûh Aleyhisselâm´dan Gemi Hakkında Bilgi Alınışı :
İsâ Aleyhisselâm; bir gün, Havarilerle birlikte iken[128], İsâ Aleyhisselâm, Nûh Aleyhisselâmın gemisini tavsif[129], Nûh Aleynisselâmdan, Tûfan´dan ve Gemi´-den bahsedince[130], Havariler:
"Keski, gemiyi gören bir kimseyi, bize[131], diriltmiş[132], göndermiş[133] olsaydın da[134], o, bize, onu, anlatsa[135], tarif etseydi!" dediler.[136]
İsâ Aleyhisselâm, kalkıp küçük, düz bir tepeye[137], oradaki kabre kadar gitti.[138]
Elini, yere uzatıp oradan bir avuç toprak aldı[139]: "Bu, nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Havariler:
"Allah ve Resulü, daha iyi bilir!" dediler.[140]
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, Sâm b.Nûh´un[141] kabridir!
İstiyorsanız, onu, sizin için, dirilteyim!" dedi.
Havariler:
"Olur! Dirilt!" dediler.[142]
İsâ Aleyhisselâm, Allâh´a[143], İsm-i Âzam´ıyla[144] dua etti.[145]
Toprak yığınına, asasıyla vurup:
"Allah´ın izniyle[146] diril![147] kalk!" deyince, başının saçı[148], saçının yarısı[149] ağarmış olduğu halde[150], Sâm b.Nûh[151] veya Hâm b.Nûh[152], başından, toprağı silkerek ayağa kalktı[153], kabrinden çıktı.[154]
"Yoksa, Kıyamet mi koptu?" dedi. İsâ Aleyhisselâm: "Hayır! Kıyamet, kopmadı.
Fakat, ben, Allâh´a[155], İsm-i Âzam´ıyla[156] dua ettim.[157] Allah da, seni, diriltti." dedi.[158]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Sen, böyle, saçı, ağarmış olarak mı ölmüştün?" diye sordu.
O:
"Hayır! Ben, genç iken ölmüştüm.
Fakat, şimdi, kıyamet koptu sandım da, saçım ağardı!" dedi.[159]
Sâm b.Nûh Aleyhisselâm, beş yüz yıl yaşamıştı.
O zaman, saç hiç ağarmazdı.
Halbuki, onun saçının yarısı ağarmıştı.[160]
Havârîler, ona, gemi hakkında, bir takım sorular sordular.[161]
O da, onlara, geminin haberini, haber verdi.[162]
Nûh Aleyhisselâmın gemisini, anlattı.[163] Sonra da:
"Bu, İsâ b.Meryem´dir. Ona, tâbi olunuz!" dedi.[164]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Öl artık!" dedi.
Sâm b. Nuh Aleyhisselâm:
"Bana, Allah, ölüm sarhoşluğunu tekrarlamamak şartıyla!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a düa etti.
Allah da, onun ölümünü, öyle yaptı.[165]
İsrail Oğullarının İstekleri Yapılmazsa, İsâ Aleyhisselâmı Yakmağa Kalkışmaları:
İsrail oğulları[166], İsâ Aleyhisselâma: "Bize, Uzeyr´i, dirilt!
Yoksa, seni, ateşte yakarız!" demişler[167] ve İsâ Aleyhisselâm için, üzüm odunlarından pek çok odun toplamışlardı.
O zaman, İsrail oğulları, ölülerini, taş sandıklar içine koyarlar, sandıkların üzerlerine de, taştan, iyice kapanan kapaklar, geçirirlerdi.
Uzeyr Aleyhisselâmın kabrini de, arkasında ismi yazılı olduğu halde buldular. Bütün uğraşmalarına rağmen onu, kabrinden çıkarmağa güc yetiremediler.
Dönüp İsâ Aleyhisselâma haber verdiler.
İsâ Aleyhisselâm, içinde su bulunan bir kabı, onlara, uzattı ve:
"Bu suyu, onun kabrinin üzerine saçınız!" dedi.
Saçtılar.
Kapak, açıldı.
İsâ Aleyhisselâmı, götürdüler.
Uzeyr Aleyhisselâm, kefeninin içinde, öylece duruyordu.
Sonra, elbisesini, üzerinden soydular.[168]
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a düa etti.[169]
Uzeyr Aleyhisselâma da:
"Ey Uzeyr! Yüce Allah´ın izniyle, diril!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, dirilip oturduğu zaman, İsrail oğulları, bütün bunları, gözleriyle, gördüler.[170]
Kendileri de; İsâ Aleyhisselâm hakkında[171]:
"Ey Uzeyr![172] Şu Adam için, şehâdette bulunur musun?" diye sordular,
Uzeyr Aleyhisselâm:
"Ben, onun, Allah´ın kulu ve Resulü olduğuna, şehâdet ederim!" dedi.[173]
Bunun üzerine, İsrail oğulları:
"Ey İsâ! Bizim için, Rabbine dua et te, onu, bizim aramızda, sağ olarak bulundursun!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Onu, kabrine iade ediniz!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, kabrine iade edildi ve öldü.
İsâ Aleyhisselâma, iman eden, iman etti; küfründe, direnen de, küfründe direndi.[174]
İsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, böyle, Mucizelerle gönderildiği zaman, onların münafık ve kâfir olanları, şaşırıyorlar, alay ediyorlar:
"Filanın, dün gece yediği ve evinde biriktirdiği şeyleri, onlara, haber veriyormuş!?" diyorlar;
Bu; Mü´minlerin imanlarını, kâfir ve münafık olanların da, küfürlerini ve şüphelerini artırıyordu.
Ölüleri, diriltme mucizeleri ise, kâfir ve münafık yahûdileri, büsbütün kızdırıyordu.[175]
Matta İncil´inde bildirildiğine göre: İsâ Aleyhisselâmın, Havra da hikmetli, ibretli temsillerle yaptığı konuşmadan da, şaşkına dönen Yahûdîler:
"Bu Adam´ın, bu hikmeti ve bu kudret işleri, bu şeyieri, nereden geliyor?!" dediler, Ona, Peygamberliği yakıştıramadılar ve Peygamberliğine inanmadılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Bir Peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir." dedi.
Onların imansızlıklarından dolayı, orada çok kudret işleri yapmadı.[176]
İsrail Oğulları İle Havarilerin Kendileri İçin Gökten Sofra İndirilmesini İstemeleri:
İsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:
"Sizler, Allah için, otuz gün oruç tuttuktan sonra, ondan, isteyeceğinizi, isteseniz de, size, istediğiniz şey verilse, olmaz mı?
Çünkü, işçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir" dedi.
İsrail oğulları, İsâ Aleyhisselâmın, dediğini yaptıktan, otuz gün oruç tuttuktan sonra:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bize:
"İşçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir!" dedin ve otuz gün oruç tutmamızı, bize emrettin.
Biz de, otuz gün oruç tutup emrini, yerine getirdik.
Bizim, hiç bir kimseye otuz gün çalışıp ta, işimizi, bitirince, yemek yedirilmedi-ğimiz gün, olmamıştır.[177]
Ey İsâ! Biz, bir kimsenin işini, yapınca, yemek yediriliriz.
Biz, oruç tuttuk, acıktık.
Üzerimize, gökten bir sofra indirilmesi için, Allah´a düa et!" dediler.[178]
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, otuz gün oruç tutmalarını, Havarilere de, emretmişti.
Onlar da, otuz gün oruç tutmuş bulunuyorlardı.[179]
İnen yemek sofrasının sıfatı ve mâhiyeti hakkında bilginlerin rivayetleri çok değişiktir.[180]
Bazılarına göre: Meleklerin, semâdan[181] getirip İsrail oğulları ile Havârîlerin önlerine koydukları sofranın üzerinde[182], arpa unundan yapılmış[183] yedi ekmekle, yedi balık vardı.[184]
İsâ Aleyhisselâm, ağladı ve:
"Allah´ım! Beni, şükredenlerden eyle!
Allah´ım! Bu sofrayı, bir rahmet kıl! Onu, bir ceza ve azab kılma!" diyerek dua etti.[185]
Sofra, inince; zenginler, fakirler, büyükler, küçükler, erkekler, kadınlar, Sofranın başına yığıldılar.[186]
İsâ Aleyhisselâm´a:
"Ey Rûhullâh! [187] Bundan, ilk önce yiyen, Sen ol! Sonra da, biz, yiyelim!" dediler. [188]
İsâ Aleyhisselâm:
"Allah, onu, yemekten, beni korusun! [189]
Fakat, ondan, isteyen yiyebilir!" dedi. [190]
Kendisi, ondan, hiç yemedi. [191]
Havariler de [192], ondan, yemekten, korktular. [193] Yemediler. [194]
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm; o yemeğe;
Fakirleri,
Hastaları, [195]
Kötürümleri,[196]
Cüzzam hastalığına tutulmuş olanları, çağırıp onlara:
"Allah´ın rızkından yiyiniz!
Bu, sizin için, ihsan, sizden başkaları için, belâdır!" dedi.[197]
Kadın, erkek[198] fakirlerinden, kötürümlerinden, hastalarından, mübtelâların-dan bin üç yüz kişi, ondan yediler, hepsi de, doydular[199], genirdiler.[200]
Onların, en sonuncusu, ondan, en başındakinin yediği gibi, yemişti´[201] Bir cemâat gelip ondan, yiyor, sonra, çıkıyor, başkaları, geliyordu.
Onlar da, yedikten sonra çıkıyordu.
Böylece, onların hepsi, yemişler, daha da, artmış kalmıştı.[202]
İsâ Aleyhisselâm, balığa baktı, gökten indiği sıradaki gibi duruyordu.[203]
Rivayete göre, Sofradan yiyenlerin sayısı: Beş bindi.[204] Biraz daha fazla idi.[205]
Hattâ, yedi bine yakındı.[206]
O gün; hasta olup ta, ondan, yiyince, iyileşmeyen,
Kötürüm olup ta, yürüyemeyen,
Mübtelâ olup ta, ihtilasından kurtulmayan,
Fakir olup ta, zenginliğe kavuşmayan ve ölünceye kadar da, zenginlik hali devam etmeyen, yoktu. [207]
Onlar, Sofraya bakarlarken, Sofra, semâya yükselip gözden kayboldu. Havariler, sofradan yemediklerine pişman oldular. [208] Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma:
"Soframı ve rızkımı, zenginler dışında, fakirlere tahsis et!" diye vah-yetmişti.[209]
İsâ Aleyhisselâm da, öyle, yapınca[210], bu zenginlerin, çok ağırına gitti. [211]
Onun, gökten inişini, inkâr ettiler.[212]
Sofra hakkında şüpheye düştüler ve halkı da, şüpheye düşürdüler. [213]
"Siz, sofranın, gerçekten, semâdan indiğini mi sanıyorsunuz?" dediler. [214]
Sofrayı, görmeyenler de,[215], onu, inkâr ettiler.[216]:
"Yazıklar olsun size![217] O, sizin gözlerinizi, büyülemiştir!" dediler.[218]
Yüce Allah, kimin hayrını murad ettiyse, o, basîret üzere, imanda sebat etti.
Kimin de, fitneye tutulmasını, murad ettiyse, onlar da, küfürlerine, döndüler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Siz, helak oldunuz: Allah´ın azabına, hazırlandınız!" dedi.[219]
Sofranın Gökten İndiğini İnkâr Edenlerin Akıbeti:
Sofranın, gökten indiğini inkâr eden İsrail oğullarından üç yüz otuz[220], üçyüz otuz üç[221] kişi, yurdlarında geceleyin, döşekleri üzerinde aileleriyle birlikte yatarlarken, domuzlara çevrilmiş olarak sabahladılar.[222]
Domuzlara çevrilmiş olanlar içinde ne bir kadın, ne de, bir çocuk vardı.[223]
Domuza çevirilen Yahûdîler, yolları ve meydanları, dolduruyor, helâlardaki pislikleri, yiyorlardı.[224]
Halk, onların bu hallerini, görünce, korktular.
İsâ Aleyhisselâmın yanına vardılar. Ona, ağladılar.
İsâ Aleyhisselâm da, onların Ev halklarının bu hâle düşmelerine ağladı.
Domuzlar; İsâ Aleyhisselâmı, gördükleri zaman, ağladılar ve çevresinde dönüp dolaşmağa başladılar.
İsâ Aleyhisselâm, onları, isimleriyle birer birer çağırıyor.[225] Onlara: "Sen, filan, sen filan, sen filan değil misin" diye soruyor[226] Onlar; ağlıyor.[227]
"Evet! demek istiyor[228], başlarını sallayarak işaret ediyorlar[229], konuşamıyorlardı.
Öylece, üç gün yaşadıktan sonra, ölüp gittiler.[230]
Kur´ân-I Kerimin Sofra Hakkındaki Açıklaması:
"O vakit, Havariler:
Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb´in, bizim üstümüze gökten bir Sofra indirebilir mi?" demiş,
O (da):
"Eğer, inanmış (adam)larsanız, Allâhfın kudretinden ve benim Peygamberliğimden kuşkuya sapmak)dan korkunuz! demişti.
(Havârîler):
İstiyoruz ki: biz de, ondan, yiyelim, kalblerimiz, yatışsın.
Senin, bize hakîkaten doğru söylediğini, bilelim ve biz de, bunun üzerine şahid-lik edenlerden olalım!" dediler.
Meryem oğlu İsâ (dua ederek):
"Ey Allah! Ey Bizim Rabbimiz! Üstümüze, gökten bir sofra indir ki, bizim hem evvelimiz, hem âhirimiz için, bir bayram ve Sen´den bir âyet (Mucize) olsun! Bizi, rızıklandırsın!
Sen, rızık verenlerin, en hayırlısısın!" dedi.
Allah:
"Ben, onu, sizin üzerinize, şüphesiz indiriciyim.
Artık (ondan) sonra, içinizden, kim, nankörlük eder (küfre döner)se, işte, ben, onu muhakkak ki, âlemlerden, hiç birini azablandırmayacağım bir azabla azab-landırırım!" buyurdu. [231]
İsâ Aleyhisselâmın Hacca Gidişi Ve Hac Telbiyesi:
Revhâ vadisindeki Hacc yolundan, üzerlerine, yün Aba giyinmiş, develerinin Lif´den yularlarını tutmuş oldukları halde, yetmiş Peygamberin Hacc için, Telbi-ye ederek Mekke´ye gelip Hayf Mescidinde namaz kıldıkları rivayet edilir.
İsâ Aleyhisselamın Hacc Telbiyesi: "Lebbeyk.... = Buyur Allâhım, buyur! Emrine, amadeyim! Ben, Senin kulun´um.
Senin, iki kulunun Kızı olan Câriye kulunun oğluyum!" tarzında idi. [232]
İsâ Aleyhisselâmın Havarilerden Ve Etba´dan Her Tarafa Dâvetciler Gönderişi:
İsâ Aleyhisselâm; uzak veya yakın ülkelere, Havarilerden, Dâvetciler göndermek istediği zaman, yakın yere gönderdiği, seve seve gitti ve selâmete erdi.
Uzak yere göndermek istediği kimseler ise, güçsündüler, yüksündüler ve kaçındılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onların bu hallerinden, Yüce Allah´a şikâyetlerdi.
Güçsünen ve yüksünenlerden her biri, gönderilecekleri kavmin dilini konuşur olduğu halde, sabaha çıktı.[233]
İsâ Aleyhisselâm:
1) Havarilerden Butrus´u, Havârî olmayan Etba´dan, Buluş ile birlikte Rümiye´ye;
2) Havarilerden Enderais´i, ve Matta´yı, insan yeyen Zencilerin yurduna;
3) Tumas´ı, Doğu ülkesindeki Babil´e;
4) Filibüs´ü, Kayravan ve Kartacanna´ya (Afrikaya);
5) Yuhannes´i, Eshab-ı Kehf kariyesi Efsus (Defsus)a;
6) Yâkubüs´ü, Orışalım´a (İlya´ya, Beytülmakdis´e):
7) İbn.Selma´yı, Hicaz ülkesine Araplara;
8) Simun´u, Afrika yanında Berberlerin yurduna;
9) Havarilerden olmayan Yahuda´yı, -Yuzez (Yudis) Zekeriya Yuta´nın yerine-Eryübüs´e gönderdi.[234]
Antakya Halkının Elçileri Öldürmeğe Kalkışmaları Ve Helak Olmaları :
İsâ Aleyhisselâm; putperest Antakya halkına da, Havarilerinden, içlerinde Şem´-un´un da, bulunduğu, üç Elçi göndermişti.
Elçiler; ilk önce, Antakya halkından Habib b.Mürrey´e rastladılar.
Habib b.Mürreyyin evi, şehir kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde bulunuyordu.
İşi, urgancılıktı.
Kendisi, hastalıklı bir zat idi. Cüzzam miskin hastalığına tutulmuştu.
Hayra, eli açık mümin bir zat idi. Kazancını, akşamlayın bir araya toplar, ikiye böler, yarısı ile çoluk çocuğunu geçindirir, yarısını da, yoksullara dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi, kendisini, ibadetten alıkoymazdı.
Habib b.Müreyy; Antakya halkının, gönderilen Elçileri öldürmek üzere söz birliği ettiklerini haber aldığı zaman, koşup yanlarına vardı. Onlara, Allah´ı, hatırlattı, kendilerini öğütledi, Elçilere uymağa davet etti.
Antakya halkı ise, onu, taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler.
Habib b.Müreyy ise: "Ey Allah´ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!" diye dua ede ede can verdi. [235]
Antakya halkını da, Cebrail Aleyhisselâmın bir Sayhası, haykırışı, helak etmeğe yetti.
Habib b.Müreyy´in kabri, Antakya çarşısındadır.[236]
Hâdise, Kur´an-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Onlara, o şehir (Antakya) Eshabını misal getir:
Hani, oraya (gönderilen) Elçiler, gelmişti.
Biz, o zaman, kendilerine iki (Elçi) göndermiştik te, onlar, onları yalanlamışlardı.
Biz de, bir üçüncü ile (bunları) takviye etmiştik.
(Bunlar, onlara): biz, size gönderilmiş hak Elçileriz! demişlerdi.
Onlar: siz, bizim gibi insandan başka (kimseler) değilsiniz!
Hem, Rahman (olan Allah, Vahy´den, Risaletten) hiç bir şey indirmemiştir.
Siz, ancak, yalan söyler (kimselersiniz! dediler.
(Elçiler): Rabbimiz biliyor ki, biz, gerçekten, size gönderilmiş Elçileriz!
Bizim üzerimize (düşen vazife) apaçık tebliğden başka (bir şey) değildir! dediler.
(Şehir halkı): doğrusu, biz, sizin yüzünüzden uğursuz/andık.
Eğer, (bizimle uğraşmaktan) vaz geçmezseniz, and olsun ki, sizi, mutlaka taşlarız! Size, bizden, muhakkak acıklı bir işkence de, dokunur! dediler.
(Elçiler): sizin uğursuzluğunuz, kendi yanınızdadır (kendinizdendir)
Size öğüt verilirse mi (uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam edeceksiniz)?!
Hayır! Siz, haddi aşan, taşanlar güruhusunuz! dediler.
O şehrin en ucundan koşarak bir adam geldi ve: Ey kavmim! Uyunuz o gönderilmiş olan (Elçiler)e!
Uyunuz, sizden hiç bir ücret istemeyen o kişilere! Onlar, hidayete ermiş (kişi)lerdir. Ben, beni, yaratan´a, ne diye kulluk etmeyecekmişim?! Siz, (hepiniz) ancak, O´na döndürüflüp götürüleceksiniz. Ben, O´ndan başka, tanrılar edinir miyim hiç?
Eğer, O çok Esirgeyici (Allah), bana, bir zarar (yapmak) isterse, onların (o putların iddia ettiğiniz) şefaati, bana hiç bir yarar vermez. Onlar, beni, asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben, o takdirde, muhakkak, bir sapıklık içindeyim (demek)tir.
Gerçekten, ben, (sizin de) Rabbınız (olan Allâha) iman ettim.
İşte, bunu, benden duyunuz!" dedi.
(Şehid ettikleri zaman, ona): Cennet´e gir!" denildi.
(O da): ne olurdu, Rabbimin, beni, yarlıgadığını, beni, (Cennetle) ikram edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!" dedi.
Ondan sonra, onun kavminin üzerine, gökten hiç bir ordu indirmedik, indiriciler de, değildik.
(Onları helak eden) bir tek Sayha´dan (Cebrail´in haykırışından) başka (bir şey) değildi ki, hemen, sönüverdiler!" (Yâsîn: 13-29)[237]
İsâ Aleyhisselâmın Ölen Bir Dostunu Diriltişi:
Beytülmakdis´in bir kariyesinde[238] İsâ Aleyhisselâmın, Âzer adında bir dostu vardı.[239]
Âzer, hastalanınca Âzer´in kız kardeşi, İsâ Aleyhisselâma: "Kardeşin, ölüyor! Hemen, onun yanına gel!" diye haber salmıştı. Âzer´in arası ile İsâ Aleyhisselâmın arası üç günlük yoldu.[240]
İsâ Aleyhisselâmla Eshabı[241], Âzer´in kariyesine[242] vardıkları zaman, onu, üç gün önce, ölmüş[243], oradaki mağaranın içine gömülmüş[244] buldular.[245]
İsâ Aleyhisselâm, o kariyeye gelince, Âzer´in iki kız kardeşi, onun yanına varıp:
"Ey Efendimiz! Dostun Âzer, ölmüş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, üzüldü ve kızlara:
"Onun kabri, nerededir?" diye sordu.[246]:
"Bizi, onun kabrine götürünüz!" dedi.´[247]
Götürdüler.[248]
Âzer´in, mağarada, üzerine, taş[249] kapak kapatılmış[250] kabrine vardılar.[251]
İsâ Aleyhisselâm:
"Taş kapağı, açınız!" dedi.
"Dört gündenberi, kokmuş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, mağaraya yaklaşarak:
"Rabbim! Hamd, sana mahsustur.[252]
Ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin Rabbi olan Allah´ım!
Beni, İsrail oğullarına, Sen, gönderdin.
Onları, senin dinine davet ettim.
Kendilerine -Senin izninle- ölüleri, dirilteceğimi, haber verdim.[253]
Ben, iyice biliyorum ki: her şeyi, veren, Sensin!
Fakat, ben, şu ayakta dikilen cemâat ta, Senin, beni peygamber olarak gönderdiğine iman etsinler ve beni, doğrulasınlar, diyorum. [254]
Âzer´i, dirilt!´ [255] dedikten sonra, Âzer´e: "Kalk!" dedi.
Âzer, iki eli, iki ayağı, sımsıkı bağlanmış, üzerindeki kefenini, sürür bir halde[256], kabrinden çıkıp[257] ayağa kalktı.[258]
Yahûdî kavminden, orada bulunanlar, İsâ Aleyhisselâma, hemen iman ettiler; Âzer´e, bakıyorlar, onun dirilişine şaşıp duruyorlardı.[259]
Yahûdî İleri Gelenleri Ve Din Bilginlerinin İsâ Aleyhisselâmı Öldürmeyi Kararlaştırmaları:
Bunun üzerine, Yahûdîlerin ulu kişileri ve Din Bilginleri, toplandılar ve:
"Biz; bunun (İsâ Aleyhisselâmın), bize karşı, dinimizi, bozmasından ve halkın, ona, uymasından, korkuyoruz!" dediler.
Şekillerden, izlerden, neseblerden, çok iyi anlayan Kâhinler Başkanı, onlara:
"Bir tek adamı, vadide giderken tutup öldürmek, hayırdır!" dedi ve İsâ Aley-hisselâmı, öldürmek üzere, söz birliği ettiler. [260]
Kendisini, öldürmeye yöneldiler. [261]
Yahûdîler, zamanın krallarından bazısına da, İsâ Aleyhisselâm aleyhinde ihbarda bulundular ve onu, öldürmeye ve asmağa azmettiler. [262]
Kendisini, öldürmek için, aramağa başladılar. [263]
İsâ Aleyhisselâmla Annesine Dil Uzatan Yahudilerin Domuzlara Çevrilişi:
İsâ Aleyhisselâm; merkep üzerinde Oraşalim (Beytülmakdis)e, girmiş[264] Yahudilerden, bazı kimselerle karşılaşmıştı.
Onlar, İsâ Aleyhisselâmı, görünce:
"Sihirbaz kadının oğlu Sihirbaz, kötü işler yapıcısı kadının, kötü işler yapıcı oğlu geldi!" dediler ve bu sözleriyle, ona ve annesine isnad ve iftirada bulundular.[265]
İsâ Aleyhisselâm, bunları, işitince[266], onların, aleyhlerinde[267]:
"Ey Allah´ım! Sen, benim Rabb´imsin!
Ben, Senin eserin olan Rûh´undan çıkarıldım ve Senin Ol! Kelimenle yaratıldım.
Ben, onlara, kendiliğimden, Peygamber gelmedim.
Ey Allah´ım! Bana ve anama söven kimselere lanet et, onları rahmetinden uzaklaştır!" diyerek[268] dua etti.
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın duasını kabul buyurup[269], ona ve onun annesine sövüp saymış olanları[270], domuzlara çeviriverdi!
İsrail oğullarının başkanı, bunu görünce büyük bir korkuya düştü. Yahudiler, İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek hususunda söz birliği yaptılar.[271]
İsâ Aleyhisselâma Dünyadan Ayrılacağının Bildirilişi:
Rivayete göre:
Dünyadan ayrılacağı, Yüce Allah tarafından bildirildiği zaman, İsâ Aleyhisselâm, Havarilerini, yanına çağırmış, yemekten sonra, onlara:
"Çoban, gidince, davar, dağılır!" demiş ve bununla, kendisinin öleceğini, anlatmak istemiş.
İçlerinden, birisinin; horoz, üç kerre ötmeden önce kendisini, inkâr edeceğini,
Birisinin de, kendisini, az bir karşılığa (otuz dirheme) satıp bedelini yiyeceğini, haber vermişti.
Gerçekten de, Yahûdîler; İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek için, ararlarken, Havarilerden Şem´un´u, yakalayıp:
"İşte, bu, onun arkadaşlarındandır!" dedikleri zaman, Şem´un:
"Ben, onun arkadaşı, değilim!" diyerek inkârda bulunmuş ve bırakılmış, horozun öttüğünü, işitince de, üzülmüş ve ağlamağa başlamıştı.
Havarilerden birisi de, Yahûdîlerin yanına varıp:
"Mesîh´in yerini, size gösterirsem, bana, ne verirsiniz?" demiş, onların verdiği otuz dirhemi alıp İsâ Aleyhisselâmın bulunduğu yeri, onlara göstermiştir.[272]
İsâ Aleyhisselâmın, Yahudiler Tarafından Öldürülmek İstenilince Semâya Kaldırılışı:
Rivayete göre:
Yahudiler, bir gün[273] toplanıp İsâ Aleyhisselâmı, sorguya çektiler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ey Yahûdî cemaatları! Hiç şüphesiz, Allah, size, buğz ediyor, sizden nefret ediyordur!" deyince, İsâ Aleyhisselâmın sözlerine, son derecede kızdılar ve öldürmek için, üzerine, yürüdüler.
O sırada, Yüce Allah, Cebrail Aleyhisselâmı, gönderdi. O da, İsâ Aleyhisselâmı, bir evin cümle kapısının içindeki küçük kapısından içeri soktu.
Yüce Allah; evin tavanındaki pencereden İsâ Aleyhisselâmı, semâya kaldırdı. Yahûdîlerin Başkanı, adamlarından birisine:
İsâ Aleyhisselâmın yanına girmesini ve onu, orada öldürmesini, emretti.[274] Adam, içeri girdiği zaman, orada, İsâ Aleyhisselâmı, göremedi.
Dışarıdakilerin yanına çıkmayı geciktirince, onun, İsâ Aleyhisselâmı, öldürmeğe uğraştığını, sandılar.[275]
Yüce Allah; adamı, İsâ Aleyhisselâma benzetti.
Adam, dışarıdakilerin yanına çıkınca, kendisini, İsâ Aleyhisselâm, sandılar, hemen, onu, öldürdüler ve astılar.[276]
Diğer rivayetlerde ise:
Yahûdîlerin; İsâ Aleyhisselâmı, yakalayıp bağladıkları ve hakaret ederek götürdükleri ve asacakları sırada, İsâ Aleyhisselâmın semâya kaldırıldığı bildirildiği gibi;[277]
Yakalayıp hakaret ederek götürdükleri, İsâ Aleyhisselâm olmayıp Yahûdîlere, İsâ Aleyhisselâmın yerini gösteren Havârî olduğu[278];
İsâ Aleyhisselâmı, asmak istedikleri sırada, yer yüzüne karanlık çöktüğü ve Meleklerin, Yahudilerle İsâ Aleyhisselâm arasına gerildikleri ve İsâ Aleyhisselâmın yerini, Yahûdîlere gösteren ve İsâ Aleyhisselâma benzetilen Havârî´yi, yakalayıp[279], kendisinin:
"Ben, size, onun yerini, gösteren´im!" demesine bakmayarak´[280] İsâ Aleyhisselâmın, yerine, onu[281] öldürüp[282] ağaca astıkları[283];
Yahûdîler tarafından kuşatıldıkları evde bütün Havârîlerin, İsâ Aleyhisselâma benzetildikleri ve onlardan birisinin, İsâ Aleyhisselâm için, kendisini, feda ettiği de, bildirilmekte ve bu hususta daha başka bilgiler de verilmektedir.[284]
İsâ Aleyhisselâm, semâya kaldırıldığı zaman, otuz üç yaşında idi.[285]
Kur´ân-ı Kerimin Bu Husustaki Açıklaması:
"Bir de, onların (İsa´yı) inkâr ile kâfir olmaları, Meryem´in aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri,
Biz, Allah´ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa´yı, öldürdük! demeleri sebebiyledir ki, kendilerini, rahmetimizden kovduk)
Halbuki onlar, onu öldürmediler, onu asmadılar da.
Fakat, (öldürülen ve asılan adam), kendilerine (İsâ) gibi gösterildi.
(Zâten ve) hakîkatan (İsâ ve onun katli) hakkında, kendileri de, ihtilâfa düşüp kat´î bir şek ve şüphe içindedirler.
Onların, buna (Onun katline) âid hiç bir bilgileri yoktur.
Ancak (kupkuru) zanna uymaktadırlar.
Onu, yakînen öldürmemişlerdir.
Bilakis, Allah, onu, yükseltip kendisine kaldırmıştır.
Allah, mutlak Galib´dir, yegâne hüküm ve Hikmet sahibidir. [286]
İsâ Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili Ve Zâhidâne Yaşantısı:
İsâ Aleyhisselâm:
Orta boylu,
Hamamdan çıkmış gibi, kırmızıya çalar beyaz benizli[287],
Dağınık[288], düz saçlı idi.[289]
Saçını, uzatır, omuzları arasına salardı.[290]
Saçına, hiç yağ sürmezdi.[291]
Geniş göğüslü[292],
Küçük yüzlü[293],
Çok ben´li idi. [294]
Sırtına, kıl [295], yün elbise [296],
Ayağına, ağaç kabuğundan yapılmış, tasması hurma lifinden sandal giyerdi. [297]
Çoğu zaman, yalın ayak yürürdü. [298]
Kendisinin, ne geceleri varıp içinde barınacağı [299] bir evi [300],
Ne bir ev eşyası,
Ne zevcesi,
Ne de, ölmeyecek kadar bir günlük yiyecekten başka bir şeyi vardı. [301]
Hiç bir şeyi, yarın için, biriktirmez, saklamazdı. [302]
İsâ Aleyhisselâm, göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bir çift çoban mesti, bir de, deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı. [303]
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
İsâ Aleyhisselâm; dünyadan yüz çevirip Âhireti, özler, Allâha, ibâdete koyulurdu.
Yer yüzünde dolaşır, nerede, güneş batarsa, orada, iki ayağının üzerinde namaza durur, sabahlardı. [304]
Bütün geceleri namazla, gündüzleri de, oruçla geçirirdi. [305]
Arpa ekmeği, yerdi. [306]
Havârîlerine:
"Ey Havârîler topluluğu! Mescidleri, meskenler edininiz!
Evlerinizi de, yolcu menzilleri gibi edininiz [307] ki, dünyadan, selâmetle kurtu-lasınız!" derdi. [308]
İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, su üzerinde nasıl yürüyebiliyorsun?" diye sorulmuştu.
İsâ Aleynisselâm:
´Yakîn ile!" dedi. [309]
"Biz de, yakîn sahibiyiz!?" denilince:
"Sizin yanınızda, taş, çamur ve altun, eşid ve bir midir?" diye sordu.
"Hayır!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bunlar, benim yanımda, eşid ve birdirler!" dedi.
Havariler, bir gün; İsâ Aleyhisselâmı, aramağa gittiler, Kendisini, su üzerinde yürür bir halde, buldular.
Onlardan birisi:
"Ey Allanın Peygamberi! Biz de, senin yanına yürüyüp varalım mı?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Olur!" dedi.
Havari, ayağını, basınca suyun içine, batıverdi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Getir ver elini ey güdük imanlı!
Eğer, Âdem oğlunun, zerre kadar yakîni olsaydı, suyun üzerinde yürürdü!" dedi.[310]
İsâ Aleyhisselâm, bir adamın hırsızlık ettiğini görmüş, ona:
"Sen, çaldın ha!?" demişti.
Adam:
"Kendisinden başka İlâh bulunmayan Allah´a and olsun ki; hayır!" deyince, İsâ Aleyhisselâm:
"Allâha iman ettim, kendi gözümü ise yalanladım!" demiştir.[311]
İsâ Aleyhisselâma bir adam gelip:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bana bir şey öğret ki, o, beni, yararlandırsın, seni, zararlandırmasın!" demişti.
İsâ Aleyhisselâm:
"Nedir o?" diye sordu.
Adam:
"Kul, Yüce Allah´a karşı, hakkıyle takvâlı nasıl olur?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, kolay bir iştir:
Allah´ı, kalbinden, hakkıyle seversin,
Onun için, gücün yettiği kadar amelde bulunursun,
Benî nev´ine de, kendine acır gibi, acırsın!" dedi.
Adam:
"Ey iyilik öğreticisi! Benim, Benî nev´im, kimlerdir?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bütün Âdem oğullarıdır.
Sana gelmesini, istemediğin şeyi, sen, senden başkasına da, getirme!
O zaman, sen, Allah´a karşı, hakkıyle ittikalı olursun!" dedi. [312]
İsâ Aleyhisselâmın bildirdiğine göre:
"Zamanın sonunda;
Dünyadan, el çekmeğe özenen ve fakat, dünyadan, el çekmeyen,
Âhireti, özler görünen ve fakat, âhireti, özlemeyen,
Başkalarını, Valilere, gitmekten, men eden ve fakat, kendileri giden,
Zenginlere, yaklaşan ve fakat, fakirlerden, uzaklaşan,
Ellerini, ileri gelenlere, açan ve fakat, ellerini, fakirlere yuman bilginler gelecektir ki, işte, bunlar, şeytanların kardeşleri, Rahman´ın ise düşmanlarıdır!"[313]
İsâ Aleyhisselâmın Vazifesinin Mahiyetinin Açıklanışı Ve Muhammed Aleyhisseelâmın Geleceğini Müjdeleyişi:
"Meryem oğlu İsâ da, bir zaman:
Ey İsrail oğulları! Ben, size, Allah´ın gönderdiği Peygamberiyim.
Benden önceki Tevrat´ı, tasdik edici,
Benden sonra gelecek Peygamberi de-ki, ismi: Ahmed´dir- müjdeleyici olarak geldim..." demişti." [314]
İbn.İshak´ın (85-151 Hicrî) bildirdiğine göre: İsâ Aleyhisselâma Allah tarafından indirilen İncil´de, Muhammed Aleyhisselâmın sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsâ Aleyhisselâmın devrinde Havârî Yuhanna da yazdığı İncilde [315] tesbit etmiş bulunuyordu.
Nitekim, İsâ Aleyhisselâm, kendisini, inkâr eden kavmine karşı:
"Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Münhamennâ, Rab tarafından çıkıp gelecek O Rûhulkuds gelmiş olsaydı, O, bana, şehâdet ederdi.
Siz, de şehâdet edersiniz.
Çünkü, ötedenberi, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, bunları, size söyledim ki, şüpheye düşmeyesiniz!" demiştir.
Münhamennâ, Süryanca, Muhammed demektir.
Bunun, Rumcası: Baraklitüs´dür. [316]
Ebülferec İbn.Cevzî´nin (540-597 Hicrî), İbn.Kuteybe´den (213-276 Hicrî) nakline göre:
İsâ Aleyhisselâm, Havârîlerine:
"Ben, gidersem, size Faraklit, Rûhulhak, gelecektir.
O, kendiliğinden, söz söylemeyecek, ancak, kendisine, ne söylenirse, onu, söyleyecektir.
O, bana, şehâdet edecektir.
Siz de, şehâdet edersiniz.
Çünkü, siz, halktan daha önce, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, gitmezsem, Feraklit, size gelmez." demiştir. [317]
Gerek Baraklitüs, gerek Faraklit sözü, Periclotas şekline sokulup Yuhanna İncilinde Tesellî Edici diye terceme edilmiştir.
Şüphesiz ki: İsâ Aleyhisselâmın ana dili, Yunanca değil, İbranice idi.
Kendisine, Allah tarafından indirilmiş olan İncil´in dilinin de, İbranca olacağı, tabiîdir.
İsimleri terceme etmek, Ehl-i Kitap Bilginlerince, âdet olduğundan, İsâ Aleyhisselâmın, kendisinden sonra, geleceğini, müjdelediği Âhir zaman Peygamberinin ismini de, Yunancaya terceme etmişler ve Arapça Mütercimler de, onu, Faraklit olarak Arapçalaştırmalardır.
Bir Papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta´da bastırılan bir broşürde:
Faraklit olarak Arapçalaştırman ismin, İncil´in Yunanca nüshasında Paraklitüs şeklinde mi? Yoksa, Piraklütüs şeklinde mi? geçtiği incelenerek, birinci şekle göre: ismin, Tesellî ve Yardım Edici, Vekil mânâlarına geldiği, ifâde ve ikinci şekle göre ise, Muhammed ve Ahmed mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslümanların, bu şekli iltizam ettikleri ileri sürülmüştür.
Halbuki, iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından, pek az bir fark vardır. Yunan harfleri, birbirlerine benzerdir.
Bazı İncil nüshalarındaki Piraklütüs, belki de, yazıcıların hatası yüzünden, Paraklitüs olmuştur.[318]
İsâ Aleyhisselâmın Annesinin Vefatı:
İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz.Meryem, İsâ Aleyhisselâm´dan sonra altı yıl daha yaşayıp vefat etmiştir. [319]
Yüce Allah´ın Kendi İlminden İlim Ve Kendi Hilm´inden Hilim Vererek Getireceği Ümmet:
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma; Peygamberimizin Ümmeti hakkında da:
"Ey İsâ! Ben, senden sonra, bir ümmet getireceğim ki: onlar, sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa, Allah´a hamd ve şükrederler,
Hoşlanmadıkları bir şeye uğrarlarsa, sabredip katlanırlmar ve Allâh´dan, ecir beklerler.
Onların ne ilimleri, ne de, hilimleri vardır." buyurmuştu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onların, böyle davranmaları, nasıl mümkün oluyor?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onlara, kendi ilmimden ve hilmimden ihsan ederim!" buyurdu. [320]
İncillere göre: İsâ Aleyhisselâm da, İsrail oğullarına, Muhammed Aleyhisselâ-mın Eshab ve Ümmeti hakkında şöyle demiştir:
"Allah´ın Melekûtu, böyledir; Yere, tohum saçan bir adam gibidir.
Gece, gündüz uyuyup kalkar; tohum, biter ve büyür; nasıl o bilmez.
Toprak, kendiliğinden, önce onu, sonra başağı, sonra, başakta dolu taneyi verir.
Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar;
Çünkü, hasad zamanı gelmiştir. [321]
Yine, onlara dedi ki:
"Siz, kitapta:
Yapıcıların red ettikleri taş, köşenin başı oldu;
Bu, Rab tarafından oldu ve (o gözlerimizde şaşılacak iştir.) sözünü hiç okumadınız mı?
Bundan dolayı, size derim:
Allah´ı
Hz. Meryem´in babası İmran b.Mâsân olup Hub´um b.Süleyman Aleyhisselâ-mın soyundandı.[1]
Mâsân Hanedanı da, İsrail oğullarının Başkanlarından, Din Bilginleri ve Danışmanlarından idiler.[2]
Zekeriyyâ Aleyhisselâmla İmran b.Mâsân, iki kız kardeşle evli olup Zekeriyyâ Aleyhisselâmın zevcesinin adı Eşya´ (İşa´) bint-i Fâkud, İmran b. Mâsân´ın zevcesinin adı da, Hanne bint-i Fakud idi.[3]
Hanne; İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´in annesi idi.[4]
Hanne; yaşlanıp çocuk doğurmaktan âciz bulunduğu ve bir ağacın gölgesinde oturduğu sırada[5], bir kuşun, yavrusunun ağzına yiyecek verdiğini görünce, kendisinde, bir oğlan çocuğu olması arzusu uyandı.[6]
Bir oğlan çocuğu ihsan etmesi için Allâha yalvardı.[7]:
"Ey Allâhım! Eğer, bana, bir erkek çocuğu ihsan edersen, onu, Beytülmak-dis´e vakfetmek, adak ve şükrâne olarak onun hizmetinde bulundurmak, üzerime, borç olsun!" dedi.[8]
Hanne´nin bu adağı, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, (İmran´in) karısı:
Rabb´im! Karnımdakini, âzâdlı bir kul olarak Sana adadım.
Benden olan bu (adağı) kabul et!
Şüphesiz, (niyazımı) hakkıyle işiten, (niyetimi) kemaliyle bilen Sensin Sen!" demişti.[9]
Adanılan çocuk; Mescid´in hizmetlerini görür, erginlik çağına basıncaya kadar, hizmetten ayrılmazdı.
Erginlik çağına girdikten sonra, orada kalmak veya ayrılıp gitmek hususunda serbest bırakılır[10], gitmek isterse, arkadaşlarından izin alırdı. Oradan çıkıp gitmesi, onların bilgisi dahilinde olurdu.[11]
Mescid hizmetine, erkek çocuklardan başkası, adanmazdı.
Kızlar, bununla mükellef tutulmazlar; Hayz görmeleri ve rahatsızlığa uğramaları sebebiyle, bu hizmete elverişli görülmezlerdi.[12]
Hanne; Hz.Meryem´e gebe olup ta, karnındakini, adayınca, kocası İmran "Yazıklar olsun sana! Sen, bunu, ne diye yaptın?!
Eğer, karnındaki, kız olursa, kız da, bu hizmete elverişli bulunmadığına göre, şu yaptığın şeyi gördün mü?!" dedi.
İkisi de, üzüntüye düştüler.[13]
Hanne, Hz.Meryem´e gebe iken, İmran vefat etti.[14]
(Hanne) Kız çocuğunu doğurunca, Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken,
"Rabb´im! Hakîkat, ben, onu, kız olarak doğurdum.
Erkek, kız gibi değildir.
Gerçek, ben, (onun) adını, Meryem koydum.
Onu da, zürriyetini de, o taşlanmış (koğulmuş) şeytandan, Sana sığınır (ısmarlarım!" dedi.[15]
Hanne; erkek, kız gibi değildir demekle, kızın, Mescid hizmetine ve orada ibadete -Mahrem olması, za´fı, Hayzdan, nifasdan, rahatsızlanmaktan berî bulunmaması sebebiyle- erkek gibi, elverişli olmadığını söylemek istemişti.
Sonra, onu alıp bir beze sararak Mescid´e götürdü.
Hârûn Aleyhisselâm oğullarından olan[16] ve o zaman, Beytülmakdis Mescidinde sayıları otuzu bulan[17] din bilginlerinin yanına koydu.[18]
Şeybe oğulları[19] Kabe işlerine baktıkları gibi, bu Bilginler de, Beytülmakdis Mescidinin işlerine bakarlardı.
Hanne, onlara;
"Şu önünüzdeki çocuk, bir adaktır!" deyince, namaz İmamları ve kurbanlarının Vazifelisi İmran´ın kızı olduğu için, hepsi de, onu alıp bakma arzusuyla çekiştiler.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ben, buna bakmağa, sizden daha lâyık ve müstehak bulunuyorum: Çünkü, bunun Teyzesi, benim yanımda(zevcem)dır." dedi.[20] Öteki Bilginler; Zekeriyyâ Aleyhisselâma:
"Böyle yapma! Eğer, o, kendisine, halkın en yakın ve en lâyık olanına bırakılacak olursa, onun, doğuran annesine bırakılması gerekir.[21]
Fakat, biz, onun hakkında kur´a çekelim.[22]
Kimin okuna çıkarsa, o, onun yanında kalsın!" dediler ve bunun üzerinde söz birliği ettikten sonra, on dokuz kişi[23], Car (Ürdün) ırmağına kadar gittiler.
Tevrat yazarken, kullandıkları kalemlerini, suyun içine attılar. Zekeriyyâ Aleyhisselâmın kalemi, suyun üzerine çıktı. Öbürlerininki suyun dibine çöktü.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´in bakımını, üzerine aldı ve onu, Yahya Aleyhisselâmın annesi olan Teyzesine teslim etti.[24]
Büyüyünceye kadar[25], ona, bir süt annesi tuttu.[26]
Hz.Meryem, erginlik çağına basınca[27], Zekeriyyâ Aleyhisselâm, Mescid´de, onun için, bir oda yaptırdı.
Oraya, ortasından bir kapı da, koydurdu.[28]
Kabe´nin içine, merdivensiz çıkılamadığı gibi[29], bunun içine de, merdivensiz çıkılamazdı.[30]
Kendisinin yanına, Zekeriyyâ Aleyhisselâmdan başkası, çıkmazdı.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, her gün, ona, yiyeceğini, içeceğini, yağını, kokusunu... götürüp bırakır, ayrılırken, kapısını, kilitlerdi.
Zekeriyyâ Aleyhisselâm, ne zaman, onun odasına girse, yanında, kış içinde yaz meyvası, yaz içinde de, kış meyvası bulur[31], ona:
"Ey Meryem![32] Bu, sana, nereden geliyor?!" diye sorar, o da:
"Bu, Allah tarafından!" diye cevap verirdi.[33]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Bunun üzerine, Rabb´i, onu, iyi bir rızâ ile kabul etti.
Onu, güzel bir nebat gibi, büyüttü.
(Zekeriyyâ´yı da), ona (bakmağa) memur etti.
Zekeriyyâ, ne zaman (onun bulunduğu yere) Mihrab´a, girdiyse, onun yanında, bir yiyecek buldu:
"Meryem! Bu, sana, nereden geliyor?!" dedi.
Oda:
"Bu, Allah tarafından!
Şüphe yok ki, Allah, kimi, dilerse, ona, sayısız rızık verir!" dedi. [34]
(Ey Resulüm!) Bunlar, sana, Vahy etmekte olduğumuz Gayb haber/erindendir.
Meryem´i, onlardan, hangisi himayesine alacak diye kalemlerini, atarlarken, sen, yanlarında değildin.
(Bu hususta) çekişirlerken de, yine, sen, yanlarında yoktun.[35]
Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm da, Hz.Meryem´le ilgili Hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı: îmran´ın kızı Meryem idi.
Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da, Hatice´dir."[36]
"Cennet [37] kadınlarının üstünü:
Hatice bint-i Huveylid,
Fâtıma bint-i Muhammed,
Meryem bint-i İmran,
Firavunun Zevcesi Âsiye bint-i Müzâhım´dır." [38]
Hz. Meryem´in Hâmile Oluşu Ve İsâ Aleyhisselâmı Doğuruşu:
Hz.Meryem; Mesciddeki odasında, kendisini, öyle ibâdetlere vermişti ki, bu hususta, o zamanda, kendisinin bir benzeri daha yoktu.
Hattâ kendisinde, Zekeriyyâ Aleyhisselâmı bile imrendirecek bir takım fevkal´-âde haller zuhur ve melekler, kendisine, hitab etmeye, müjdeler vermeye başlamıştı.[39]
Bu husus, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Hani, Melekler:
Ey Meryem! demişti, şüphesiz ki, Allah, sana, seçkin bir hususiyet verdi.
Seni, tertemiz (büyüttü).
Seni, âlemlerin kadınları üzerine, mümtaz kıldı.
Ey Meryem! Huşu ile Rabb´ın Dîvanına dur, secdeye kapan [40]
(Allah´a) Rükû edenlerle birlikte Rükû et, eğil (cemaatla namaz kıl [41]
Melekler:
"Ey Meryem! Allah, Kendinden bir Kelime´yi, sana, müjdeliyor:
Onun adı: İsâ, (lakabı) Mesîh. (Sıfatı): Meryem oğludur.
Dünyada da, Âhirette de, sânı, yücedir.
(Kendisi, Allah´a) çok yakınlardandır da.
Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de, insanlara söz söyleyecektir.
(O) Sâlihlerdendir!" dediği zaman da, (Ey Resulüm! Sen, onların yanında değildin.[42]
Hz.Meryem; yirmi [43] veya on beş, ya da, on üç yaşında bulunduğu sırada idi ki, Cebrail Aleyhisselâmla karşılaşmıştı. [44]
Gerek bu karşılaşma ve gerek İsâ Aleyhisselâma hâmile kalış hâdisesi, Kur´ân-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Kitabda, Meryem (kıssasını)da, an!
Hani, o ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra, onların önünde bir perde edinmiş (çekmiş)ti.
Derken, biz, ona, Rûh´umuzu (Cebrail´i) göndermiştik te, o, kendisine, hilkati tam (genç) bir beşer şeklinde görünmüştü.
(Meryem, ona):
Doğrusu, ben, senden, Esirgeyici´ye (Allah´a) sığınırım!
Eğer, sen, fenalıktan hakkıyle sakınan (bir insan) isen, (çekil yanımdan) dedi.
(Ruh da):
Ben, ancak, sana (günahlardan) pâk bir oğul verme(ye vesile olmak) için, (o sığındığın) Rabb´ının (gönderdiği) Elçisiyim! dedi.
O (Meryem):
"Benim, nasıl bir oğlum olacakmış?!
Bana, bir beşer dokunmamıştır!
Ben, bir iffetsiz de, değilim!? dedi.
(Ruh: Evet!) öyledir!
(Fakat) Rabb´in:
Bu, bana göre, pek kolaydır!
Çünki, biz, onu, insanlara bir âyet (bir Burhan) ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız.
Zâten, bu iş, olup bitmiştir! buyurdu dedi. [45] Meryem:
Ey Rabb´im Bana, bir beşer, dokunmamışken, benim nasıl çocuğum olabilir?!" dedi.
(Allah):
Öyledir!
(Fakat), Allah, ne dilerse, yaratır.
(O) bir işe, hükmedince, ona, ancak: ol! der, o da, oluverir.
(Allah) Ona, yazmayı, Hikmeti, Tevratı, İncil´i öğretecek.
Onu, İsrail oğullarına Peygamber gönderecek.
(O da, onlara diyecek ki):
Hakikat, ben, size, Rabbinizden bir âyet (Mucize) getirdim.
Hakikat, ben, size, çamurdan kuş biçimi gibi bir şey yapar, ona, üfürürüm de, Allah´ın izniyle, (o) derhal (canlı) bir kuş olurdur. (Yine) Ben, Allah´ın izniyle, anadan doğma körü ve abraşı iyi eder ve ölüleri diriltirim!
Evlerinizde, ne yiyor, ne biriktiriyorsanız, size haber veririm.
Elbette, bunlarda sizin için -eğer iman edicilerseniz- kat´î bir ibret vardır.
Önümdeki Tevratı tasdik edici olarak size ve size haram edilen bazı şeyleri -yararmıza- helâl kılmak için, (geldim)
Size, Rabb´inizden, (Peygamberliğimi isbatlar) âyet (Mucize) getirdim. Artık, Attâh´dan korkunuz! Bana da, itaat ediniz! Şüphe yok ki, Allah, benim de, Rabbim, sizin de, Rabbinizdir. Öyle ise, Ona, ibadet ediniz!
İşte, doğru yol (budur)!´[46]
"Irzını (muhkem bir kale gibi) koruyan o kızı (Meryem´i) de (yâd et)ki, biz, ona, Ruhumuzdan, üflemiş, kendisini de, oğlunu da, âlemlere bir ibret kılmıştık. " [47]
"Namusunu (muhkem bir kale gibi) koruyan İmran kızı Meryem´i de, (Allah bir misal olarak îrad buyurdu)
Biz, bundan dolayı ona, Ruhumuzdan, üfürdük. O, Rabbının Kelimelerini ve Kitablarını tasdik etti. (Rabbına) itâatde sebat edenlerdendi, o!´[48]
Rivayete göre: Cebrail Aleyhisselâm, Hz.Meryem´in yanma vanp gömleğinin yakasından üfürmüş ve üfürüğü, onun döl yatağına erişmiştir. [49]
"Nihayet, (Meryem), ona (İsa´ya) hâmile kaldı. [50]
Hz. Meryem´in Amcasının Oğlu Yûsuf´la Münâkaşası:
Hz.Meryem´in hamileliğini görünce; kendisinin, son derecede dindarlığını, iffet ve nezâhetini ve ibâdetini yakından bildiği için, hayretten hayrete düşen[51] ve bu hususta ilk tepkiyi gösteren, Amcasının oğlu Marangoz Yûsuf b.Yâkub oldu.[52]
O zaman, Mescid´e; Hz.Meryemle Yûsuf´den daha ziyâde hizmet eden ve Al-lâha, bunlardan, daha çok ibâdet yapan bir kimse bulunduğu bilinmiyordu.[53]
Yûsuf; Hz.Meryem´in hamileliğini, çok ağır ve aşırı derecede işlenmiş bir kötülük sayarak, ne yapacağını, bilemiyor; onu, suçlamak istediği zaman, kendisinin, iyi halliliğini ve bu kötülüğü işlemekten çok uzak bulunduğunu ve yanından, hiç bir zaman uzaklaşmamış olduğunu, düşünerek kendisini, temize çıkarmak istiyordu.
Bu düşünce ve kuruntular, kendisine ağır gelmeye başlayınca, onunla konuştu ve ona, ilk söz olarak:
"Ben, senin işin hakkında kalbime düşen şüpheyi, ölünceye kadar kalbimde gizlemeyi, çok arzu etmiştim.
Fakat, bu iş, beni, yendi de, kalbimi, ferahlatmak için, bu hususta seninle konuşmayı uygun gördüm!" dedi.
Hz. Meryem:
"Öyle ise, güzel bir söz söyle!" dedi. Yûsuf:
"Ben de, ancak, böyle söyleyeceğim! Haydi, söyle, bana: Tohumsuz, ekin, biter mi?" dedi. Hz.Meryem: "Evet! Biter!" dedi. Yûsuf:
"Bir ağaç, ona, yağmur düşmeksizin, yetişir mi?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Yetişir!" dedi. Yûsuf:
"Hiç erkek olmadan, çocuk olur mu?" diye sordu. Hz.Meryem: "Evet! Olur!
Sen, Allah´ın, ekini, ilk yarattığı gün, tohumsuz olarak, yarattığını bilmiyor musun?
Allah´ın, ilk defa, ağacı, yağmursuz olarak yarattığını, Onun, ağacı da, yağmuru da, her birini, ayrı ayrı yarattıktan sonra, yağmuru, ağacın hayatına vesîle kıldığını bilmiyor musun?
Yâhud, suyun yardımını istemedikçe, Allah´ın, bitirmeye güc yetiremediğini, söyleyebilir misin?
Eğer, öyle olaydı, Allah, ilk ağacı bitirmeğe güç yetiremezdi!" dedi.
Yûsuf:
"Ben, öyle demiyorum.
Ben, çok iyi biliyorum ki: Allah´ın, dilediğini, yapmağa gücü yeterdir.
Bunun için de, Ol! demesi, yeter ve o şey, oluverirdir!" dedi.
Hz.Meryem:
"Sen, Yüce Allah´ın, Âdem´i ve zevcesini de, erkeksiz ve kadınsız yarattığını, bilmiyor musun?" diye sordu.
Yûsuf:
"Evet! Biliyorum." dedi.
Hz. Meryem, bunu, söyleyince, Yûsüfün kalbinde, Meryem´deki şeyin, Yüce Allah tarafından gelen bir şey olabileceği ve her halde, onu, bunun için, kendisinden gizlediği, bu hususta kendisi, bir şey söylemedikçe, kendisine bir şey sormamak gerekeceği hissi uyandı.[54]
Bunun üzerine, Yûsuf, Mescid´in bütün hizmetlerini, üzerine aldı, Hz. Meryem´in yapacağı işleri de, kendisi yapmağa başladı.
Çünki, Hz.Meryem´in, vücudca zaiflediğini, benzinin sarardığını, yüzünün çil-lendiğini, karnının büyüdüğünü, güçten düştüğünü, bakışlarının değiştiğini görüyordu. [55]
Halbuki, kendisi, bundan önce, hiç te böyle değildi. [56]
Hz. Meryem, ağırlaşıp doğum yapma zamanı yaklaşınca, Yüce Allah, ona:
Beytülmakdis Mescidinin, içinde, Yüce Allah´ın ismi yükseltilerek anılacak, temiz tutulacak Mâbedlerinden bir Mâbed olduğunu hatırlatmıştı.
Bunun üzerine, Hz.Meryem, oradan ayrılıp Teyzesinin, yâni, Yahya Aleyhis-selâmın annesinin evine taşındı.
Oraya varınca, Yahya Aleyhisselâmın annesi, ayağa kalkarak Hz. Meryem´i karşıladı. [57] Evine kabul etti ve:
"Ey Meryem! Benim karnımdakinin, senin karnındakine eğildiğini hisettim!" dedi. [58]
Gebelik Ve Doğum Hadisesiyle Bu Hâdise Üzerine Olan Bitenlerin Kur´ân-I Kerimde Açıklanışı: Başa Dön
Yüce Allah; Gebelik ve Doğum hâdisesini ve bu hâdise üzerine, olan, bitenleri de, Kur´ân-ı Kerim´inde şöyle açıklar:
"Nihayet, ona (İsa´ya) gebe kalıp uzak bir yere çekildi.
Derken, doğum sancısı, onu, bir hurma ağacına (dayanmağa) şevketti.
"Keşke, bundan önce, öteydim de, unutulup gideydim!" dedi.
Ona, aşağısından, şu nida geldi:
Tasalanma! Rabb´in, senin alt yanında bir su arkı vücûde getirmiştir.
Hurma ağacını da, kendine doğru silk! Üstüne, derilmiş taze hurma dökülecektir!
Artık, ye, iç! Gözün aydın olsun!
Eğer, beşerden her hangi birini, görürsen:
Ben, O çok Esirgeyici (Allâh)a oruç adadım.
Onun için, ben, bu gün, hiç bir kimseye katiyen söz söylemeyeceğim!" de!
Derken, Onu (İsa´yı), yüklenerek kavmine getirdi.
"Ey Meryem! And olsun ki: sen, acâip bir şey yapmışsın!?
Ey Harun´un kız kardeşi! Senin baban, kötü bir adam değildi.
Anan da, iffetsiz bir kadın değildi!?" dediler.
Bunun üzerine, (Meryem), ona (İsâya) işaret etti.
"Biz, henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?!" dediler. [59]
(İsâ dile gelip):
"Ben, hakikat, Allah´ın kuluyum!
O, bana, Kitab verdi.
Beni, Peygamber yaptı.
Beni, her nerede bulunursam, mübarek kıldı.
Bana, ben, hayatta oldukça, namazı, zekâtı emretti.
Beni, anneme hürmetkar kıldı.
Beni, bir Zorba, bir bedbaht yapmadı.
Dünyaya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, diri olarak kaldırılacağım gün de, Selâm (ve selâmet) benim üzerimdedir." dedi.[60]
Bundan sonra, İsâ Aleyhisselâm, yaşıtları gibi, konuşma zamanı gelinceye kadar, bir daha konuşmamıştır.[61]
Fakat, Hz.Meryem:
"Ben, tenhâda bulunduğum zaman, o bana karnımdan söyler ve benimle konuşurdu.
İnsanlar içinde bulunduğum zamanda ise, karnımda Teşbih ederdi." de-miştir.[62]
İsrail oğulları, Hz.Meryem´in, zina ettiğini sanarak[63] kendisini, taşlayıp öldürmek için, ellerine taş almışlardı!
İsâ Aleyhisselâm, konuşunca, Hz.Meryem´i serbest bıraktılar.[64]
İsrail oğullarının küfre düşmelerinin sebeplerinden birisi de[65], namusunu, bir kale gibi koruyan[66] Hz.Meryem´e, zina isnad ve iftira etmeleri idi. [67]
İsâ Aleyhisselâmın doğum yeri Beytüllahm´di. [68] Beytüllahm, Beytülmakdis´in yakınında, bir yerdir. [69]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´a Gidişi:
Yüce Allah; Hz.Meryem´e, kavmi olan İsrail oğullarının[70], kendisini de, oğlunu da[71], öldürmeğe kalkacaklarını[72], kavminin yurdundan[73], hemen çıkıp gitmesini vahy ve ilham etmişti.
Bunun üzerine, Hz.Meryemle İsâ Aleyhisselâmı, amcasının oğlu Yûsuf Nec-car, merkebe bindirip acele Mısır´a kadar götürüp bıraktı.[74]
Anne oğul, Mısırda bir tepeye yerleştiler.[75]
Bu hususta Kur´ân-ı kerimde şöyle buyrulur:
"Meryem´in oğlunu ve Onun anasını (kudretimize) bir âyet kıldık.
Onları, düz ve akar suya mâlik bir tepede barındırdık. [76]
Mısır Hayatı Ve Halkın İsâ Aleyhisselâm´dan Gördükleri Şaşılacak Haller:
Hz.Meryem, Mısır´da, on iki yıl kaldı. İsâ Aleyhisselâmı, halktan, gizledi. [77] Hiç kimse, İsâ Aleyhisselâmın, onun oğlu olduğunun farkına varmadı.
Hz.Meryem´in, ne oğlunun hayatı hakkında, ne de, geçimi hakkında, hiç kimseye güvenci yoktu.
Bir tarladan ekin biçildiğini işitti mi? [78] hemen, oğlunun beşiğini, bir omuzu-na alır, toplayacağı başakları koyacağı kabı da, o bir omuzuna yüklenerek tarlaya gidip başak toplardı.
Hz.Meryem; İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşını tamamlayıncaya kadar, böyle yapmağa devam etti. [79]
Hz.Meryem; Mısır halkından, bir çiftlik ağasının evine konuk olmuştu. Çiftlik ağasının evinde yalnız fakirler ve yoksullar, otururdu. O sırada, Çiftlik ağasına âid bir mal, saklandığı yerden, çalınmıştı. Fakat, Ağa, evinde barınan fakir ve yoksulları, suçlamıyordu. Hz.Meryem ise, ağanın uğradığı bu musîbetten dolayı, üzgündü.
İsâ Aleyhisselâm; annesinin, Ev sahibinin musibetine, üzüldüğünü görünce, ona:
"Ey anneciğim! Çalınan malını, ona, göstermemi istermisin? diye sordu.
Hz. Meryem:
"Evet! İsterim ey oğulcuğum!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Öyle ise, ona, söyle: benim için, yoksulları, evine toplasın!" dedi.
Hz. Meryem, Ev sahibine, yoksulları, evinde toplamasını, söyledi.
Yoksullar, toplanınca, İsâ Aleyhisselâm, iki kişiyi suçlu buldu.
Onlardan, birisi: âmâ, diğeri: kötürümdü!
İsâ Aleyhisselâm, kötürümü, kör´ün omuzuna bindirdikten sonra,:
"Onunla birlikte ayağa kalk!" dedi.
Âmâ:
"Ben, bunu, yapmaktan âcizim!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Peki! Dün gece, buna, ayağa kalkmağa, nasıl güc yetirdin?!" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâmın, bu sözünü, işittikleri zaman, âmâyı, ayağa kaldırdılar.
Körün, ensesine binen kötürüm, oradan, deponun penceresine kadar uzandı.
İsâ Aleyhisselâm:
"İşte, dün gece, senin malını,âmâ olan,gücü ile, kötürüm olan da, gözü ile birbirine yardım ederek böyle, çalmışlardır!" dedi.
Kötürüm ve âmâ, İsâ Aleyhisselâmın sözünü, doğruladılar, Çiftlik Ağasına, malını, geri verdiler.
O da, onu, mal deposuna koydu ve:
"Ey Meryem! Bu malın, yarısını, sen al!" dedi.
Hz.Meryem:
"Ben, bunun için, yaratılmadım!" dedi.
Çiftlik ağası:
"Öyle ise, onu, alıp oğluna, ver!" dedi.
Hz. Meryem:
"O, hal ve şan yönünden, benden daha büyüktür!" dedi.
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, on iki yaşındaydı.[80]
Hz. Meryem´le İsâ Aleyhisselâmın Mısır´dan Şam´a Gidişleri:
Mısır halkı, İsâ Aleyhisselâmın yaptığı ve Allah´ın, ona verdiği şeylerden korkmağa başlayınca, Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın annesi Hz. Meryem´e oğlunu, Şam´a götürmesini, Vahy ve ilham etti.
O da, emrolunan şeyi, yerine getirdi. [81]
Sâm´ın Nasıra kariyesinde[82], Cebel-i´Halîl´de[83] yerleştiler.
Nasârâ adı da, bu kariyeden dolayı, verilmişti. [84]
İsâ Aleyhisselâm, otuz yaşına kadar, oradan ayrılmadı.[85]
İsâ Aleyhisselâma Vahy Gelişi Ve İncil´in Nazil Oluşu:
Otuz yaşında iken, İsâ Aleyhisselâma Vahy geldi[86], İncil, nazil oldu.[87]
Yüce Allah, ona:
Halkı, Allah´a iman ve ibâdete davet etmeğe başlamasını,
Hastaları,
Kötürümleri[88],
Anadan doğma[89] körleri[90],
Delileri[91],
Alacalıları ve diğer her türlü hastalığa tutulmuş olanları, iyileştirmesini, emretti.
İsâ Aleyhisselâm da, kendisine emrolunanı, yaptı.[92]
Halk, onu, sevdi.[93]
Ona, meyi etti ve alıştı.[94]
Kendisine, uyanlar, çoğaldı.
Anısı, yükseldi, ünlendi.[95]
Bâzan, hastalardan[96], kötürümlerden[97]... binlercesi gelip, İsâ Aleyhisselâmın kapısında toplanırdı.
Hastalardan, İsâ Aleyhisselâmın yanına, yürüyerek gelmeğe gücü, yetenler, yürüyerek gelir, onlardan, gelecek güçte olmayanların yanında ise, kendisi, yürüyerek gider, onları[98], ancak, Allâha imân şartiyle[99], düa edip iyileştirirdi.[100]
İsâ Aleyhisselâm:
"Siz; Allah´ın Kelimesi ve Rûhu(ndan) olan; kötürümü, Alaca hastalıklısını... iyileştiren ve ölüleri dirilten, benden başka bir kimse bulunduğunu, biliyor musunuz?" diye sorar, onlar da:
"Hayır!" derlerdi.[101]
İsâ Aleyhisselâmın Hastaları İyileştirme Ve Ölüleri Diriltme Duası:
"Ey Allah´ım! Semâ´da İlâh, Sen´sin! Yer´de İlâh, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı İlâh, yoktur!
Göklerde Cebbar olan, Sen´sin! Yer´de Cebbar olan Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Cebbar olan, yoktur!
Göklerde Hükümdar olan, Sensin! Yer´de Hükümdar olan, Sen´sin!
İkisinde de, Sen´den gayrı Hükümdar yoktur!
Göklerde hüküm, Senindir! Yerde hüküm, Senindir!
İkisinde de, Senin hükmünden gayrı hüküm yoktur!
Senin, yer yüzündeki Kudretin, semâdaki Kudretin gibidir!
Senin, yer yüzündeki Saltanatın, semâdaki Saltanatın gibidir!
Ben, Senin Şerefli İsimlerinle, Sen´den dilekte bulunuyorum!
Hiç şüphe yok ki, Sen, her şeye Kadirsin, Senin, her şeye gücün yeter!"[102]
İsâ Aleyhisselâm; ölüleri, Esmây-ı Hüsnâ´dan Yâ Hayy´u Yâ Kayyûm! Esmâsi-le, diriltirdi. [103]
İsâ Aleyhisselâmın zamanında tıb (Doktorluk) üstündü. [104]
Fakat, doktorlar; anadan doğma kör´ün gözünü açmaktan, baras hastalığını, iyileştirmekten âcizlerdi. [105]
İsâ Aleyhisselâm ise, doktorların, gördürmekten âciz kaldıkları anadan doğma körleri, gördürüyor, onların iyileştiremedikleri alaca hastalıklarını, iyileştiriyor, hattâ, ölüleri bile diriltiyordu. [106]
Şeytanın İsâ Aleyhisselâm Hakkında Halkı Dalâlete Düşüren Telkini:
Büyük şeytan; çok yaşlı, güzel yüzlü ve gösterişli bir adam şekline girip kendisi gibi iki şeytanla birlikte gelince, halk, onların şekil ve şemaillerine bakarak, İsâ Aleyhisselâmdan, döndüler, onlara, yöneldiler.
Yaşlı şeytan, onlara, şaşılacak şeyler haber vermeğe başladı ve İsâ Aleyhisselâm hakkında:
"Bu adamın, şaşılacak hali var: Beşikte, konuştu!
Ölüleri, diriltti!
Gayb´dan, gelecekten haber verdi!
Hastayı, iyileştirdi!
Bu, Allâh´dır!" dedi.
Yaşlı şeytanın yanındaki adamlarından birisi:
"Ey Şeyh! Sen, ne kötü bir söz söyledin!
Allah´ın, ne kullarına tecellî etmesi, ne rahimlerde yerleşmesi, ne de, kadınların karınlarına sığması, mümkin ve lâyık değildir!
Fakat, o, Allah´ın oğludur!" dedi. Üçüncü şeytan:
"İkiniz de, ne kötü sözler söylediniz! Söylediğiniz şeyler, hatâ ve cehaletten ibarettir. Allah´ın, bir oğul edinmesi lâyık değildir. Fakat, bu adam, Allah ile birlikte bulunan bir İlâh´dır!" dedi. Bu sözleri, söyleyip bitirdikleri zaman, kayboldular. [107]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri:
Rivayete göre: krallardan bir kral, yemek yaptırıp halkı, yemeğe davet etmiş, İsâ Aleyhisselâm da, yemek çanağının çevresinde oturmuştu. [108]
İsâ Aleyhisselâm, yemek çanağının, kendisinin önüne gelen tarafından yiyor[109], çanaktaki yemek, hiç eksilmiyordu.
Kral, İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, kim´sin?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Ben, İsâ b.Meryem´im!" dedi.[110]
Kral:
"Ben, krallığı, bıraktım, sana, tâbi´ oldum!" dedi,[111] krallıktan ayrılıp bazı arkadaşlarıyla birlikte İsâ Aleyhisselâma tâbi oldu[112] ki, işte, İsâ Aleyhisselâmın Havarileri, bunlardı.
Havarilerin, Boyacılar[113] veya Avcılar, ya da, daha başka meslekten oldukları da, söylenmiştir.[114]
İsâ Aleyhisselâmın Havarileri hakkında Kur´ân-ı Kerim´de şöyle buyrulur:
"Vaktâ ki, İsâ, onlardan (İsrail oğullarından, ısrarla taşan) küfrü, his etti de:
"Allah´a (doğru giden yolda) bana, yardım edecekler kim?" dedi.
Havariler:
"Biziz, Allah´ın Yardımcıları!
Biz, Allah´a, inandık.
Sen de (Ey İsâ!) Şâhid ol ki: biz, muhakkak, Müslümanlarız!" dedifler)."[115]
İsâ Aleyhisselâmın yanındaki Havariler, on iki kişi idiler.[116]
Onların isimleri şöyledir:
1) Butrus,
2) Enderais (Enderavüs),
3) Tumas,
4) Filibüs,
5) Yuhannes (b. Zebdî),
6) Yâkubüs (Yâkub b.Zebdî),
7) İbn.Selma (Telma),
8) Simun (Şem´un),
9) Matta,
10) Yâkub b.Halkya,
11) Tüddavüs,
12) Yudüs Zekeriyya Yuta.[117]
Havarîler, acıktıkları zaman, İsâ Aleyhisselâma:
"Ey Allah´ın Ruhu! Biz, acıktık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da[118], ovada veya dağda[119], elini, yere vururdu.
Oradan, her bir insan için, iki ekmek çıkar[120], onları, yerlerdi.[121]
Susadıkları zaman da:
"Ey Ruhullâh! Biz, susadık!" derlerdi.
İsâ Aleyhisselâm da, ovada veya dağda, elini, yere vurur, yerden, su çıkar, içerlerdi.
Havariler:
"Ey Ruhullâh![122] Bizden daha faziletli kim var?:
İstediğimiz zaman, bize ekmek yediriyorsun.[123]
İstediğimiz zaman[124], bize, su içiriyorsun![125]
Hem de, Sana iman ettik ve sana, tâbi olduk!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Eli ile çahşan[126]
Elinin kazancından yiyen kimse, sizden daha faziletlidir." dedi.
Bunun üzerine, Havariler, ücretle elbise yıkayarak geçinir oldular.[127]
Sâm b. Nûh Aleyhisselâm´dan Gemi Hakkında Bilgi Alınışı :
İsâ Aleyhisselâm; bir gün, Havarilerle birlikte iken[128], İsâ Aleyhisselâm, Nûh Aleyhisselâmın gemisini tavsif[129], Nûh Aleynisselâmdan, Tûfan´dan ve Gemi´-den bahsedince[130], Havariler:
"Keski, gemiyi gören bir kimseyi, bize[131], diriltmiş[132], göndermiş[133] olsaydın da[134], o, bize, onu, anlatsa[135], tarif etseydi!" dediler.[136]
İsâ Aleyhisselâm, kalkıp küçük, düz bir tepeye[137], oradaki kabre kadar gitti.[138]
Elini, yere uzatıp oradan bir avuç toprak aldı[139]: "Bu, nedir biliyor musunuz?" diye sordu. Havariler:
"Allah ve Resulü, daha iyi bilir!" dediler.[140]
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, Sâm b.Nûh´un[141] kabridir!
İstiyorsanız, onu, sizin için, dirilteyim!" dedi.
Havariler:
"Olur! Dirilt!" dediler.[142]
İsâ Aleyhisselâm, Allâh´a[143], İsm-i Âzam´ıyla[144] dua etti.[145]
Toprak yığınına, asasıyla vurup:
"Allah´ın izniyle[146] diril![147] kalk!" deyince, başının saçı[148], saçının yarısı[149] ağarmış olduğu halde[150], Sâm b.Nûh[151] veya Hâm b.Nûh[152], başından, toprağı silkerek ayağa kalktı[153], kabrinden çıktı.[154]
"Yoksa, Kıyamet mi koptu?" dedi. İsâ Aleyhisselâm: "Hayır! Kıyamet, kopmadı.
Fakat, ben, Allâh´a[155], İsm-i Âzam´ıyla[156] dua ettim.[157] Allah da, seni, diriltti." dedi.[158]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Sen, böyle, saçı, ağarmış olarak mı ölmüştün?" diye sordu.
O:
"Hayır! Ben, genç iken ölmüştüm.
Fakat, şimdi, kıyamet koptu sandım da, saçım ağardı!" dedi.[159]
Sâm b.Nûh Aleyhisselâm, beş yüz yıl yaşamıştı.
O zaman, saç hiç ağarmazdı.
Halbuki, onun saçının yarısı ağarmıştı.[160]
Havârîler, ona, gemi hakkında, bir takım sorular sordular.[161]
O da, onlara, geminin haberini, haber verdi.[162]
Nûh Aleyhisselâmın gemisini, anlattı.[163] Sonra da:
"Bu, İsâ b.Meryem´dir. Ona, tâbi olunuz!" dedi.[164]
İsâ Aleyhisselâm, ona:
"Öl artık!" dedi.
Sâm b. Nuh Aleyhisselâm:
"Bana, Allah, ölüm sarhoşluğunu tekrarlamamak şartıyla!" dedi.
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a düa etti.
Allah da, onun ölümünü, öyle yaptı.[165]
İsrail Oğullarının İstekleri Yapılmazsa, İsâ Aleyhisselâmı Yakmağa Kalkışmaları:
İsrail oğulları[166], İsâ Aleyhisselâma: "Bize, Uzeyr´i, dirilt!
Yoksa, seni, ateşte yakarız!" demişler[167] ve İsâ Aleyhisselâm için, üzüm odunlarından pek çok odun toplamışlardı.
O zaman, İsrail oğulları, ölülerini, taş sandıklar içine koyarlar, sandıkların üzerlerine de, taştan, iyice kapanan kapaklar, geçirirlerdi.
Uzeyr Aleyhisselâmın kabrini de, arkasında ismi yazılı olduğu halde buldular. Bütün uğraşmalarına rağmen onu, kabrinden çıkarmağa güc yetiremediler.
Dönüp İsâ Aleyhisselâma haber verdiler.
İsâ Aleyhisselâm, içinde su bulunan bir kabı, onlara, uzattı ve:
"Bu suyu, onun kabrinin üzerine saçınız!" dedi.
Saçtılar.
Kapak, açıldı.
İsâ Aleyhisselâmı, götürdüler.
Uzeyr Aleyhisselâm, kefeninin içinde, öylece duruyordu.
Sonra, elbisesini, üzerinden soydular.[168]
İsâ Aleyhisselâm, Yüce Allah´a düa etti.[169]
Uzeyr Aleyhisselâma da:
"Ey Uzeyr! Yüce Allah´ın izniyle, diril!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, dirilip oturduğu zaman, İsrail oğulları, bütün bunları, gözleriyle, gördüler.[170]
Kendileri de; İsâ Aleyhisselâm hakkında[171]:
"Ey Uzeyr![172] Şu Adam için, şehâdette bulunur musun?" diye sordular,
Uzeyr Aleyhisselâm:
"Ben, onun, Allah´ın kulu ve Resulü olduğuna, şehâdet ederim!" dedi.[173]
Bunun üzerine, İsrail oğulları:
"Ey İsâ! Bizim için, Rabbine dua et te, onu, bizim aramızda, sağ olarak bulundursun!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Onu, kabrine iade ediniz!" dedi.
Uzeyr Aleyhisselâm, kabrine iade edildi ve öldü.
İsâ Aleyhisselâma, iman eden, iman etti; küfründe, direnen de, küfründe direndi.[174]
İsâ Aleyhisselâm; İsrail oğullarına, böyle, Mucizelerle gönderildiği zaman, onların münafık ve kâfir olanları, şaşırıyorlar, alay ediyorlar:
"Filanın, dün gece yediği ve evinde biriktirdiği şeyleri, onlara, haber veriyormuş!?" diyorlar;
Bu; Mü´minlerin imanlarını, kâfir ve münafık olanların da, küfürlerini ve şüphelerini artırıyordu.
Ölüleri, diriltme mucizeleri ise, kâfir ve münafık yahûdileri, büsbütün kızdırıyordu.[175]
Matta İncil´inde bildirildiğine göre: İsâ Aleyhisselâmın, Havra da hikmetli, ibretli temsillerle yaptığı konuşmadan da, şaşkına dönen Yahûdîler:
"Bu Adam´ın, bu hikmeti ve bu kudret işleri, bu şeyieri, nereden geliyor?!" dediler, Ona, Peygamberliği yakıştıramadılar ve Peygamberliğine inanmadılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Bir Peygamber, kendi memleketinden ve evinden başka yerde itibarsız değildir." dedi.
Onların imansızlıklarından dolayı, orada çok kudret işleri yapmadı.[176]
İsrail Oğulları İle Havarilerin Kendileri İçin Gökten Sofra İndirilmesini İstemeleri:
İsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullarına:
"Sizler, Allah için, otuz gün oruç tuttuktan sonra, ondan, isteyeceğinizi, isteseniz de, size, istediğiniz şey verilse, olmaz mı?
Çünkü, işçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir" dedi.
İsrail oğulları, İsâ Aleyhisselâmın, dediğini yaptıktan, otuz gün oruç tuttuktan sonra:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bize:
"İşçinin ücreti, kendisinin işi üzerine, verilir!" dedin ve otuz gün oruç tutmamızı, bize emrettin.
Biz de, otuz gün oruç tutup emrini, yerine getirdik.
Bizim, hiç bir kimseye otuz gün çalışıp ta, işimizi, bitirince, yemek yedirilmedi-ğimiz gün, olmamıştır.[177]
Ey İsâ! Biz, bir kimsenin işini, yapınca, yemek yediriliriz.
Biz, oruç tuttuk, acıktık.
Üzerimize, gökten bir sofra indirilmesi için, Allah´a düa et!" dediler.[178]
O zaman, İsâ Aleyhisselâm, otuz gün oruç tutmalarını, Havarilere de, emretmişti.
Onlar da, otuz gün oruç tutmuş bulunuyorlardı.[179]
İnen yemek sofrasının sıfatı ve mâhiyeti hakkında bilginlerin rivayetleri çok değişiktir.[180]
Bazılarına göre: Meleklerin, semâdan[181] getirip İsrail oğulları ile Havârîlerin önlerine koydukları sofranın üzerinde[182], arpa unundan yapılmış[183] yedi ekmekle, yedi balık vardı.[184]
İsâ Aleyhisselâm, ağladı ve:
"Allah´ım! Beni, şükredenlerden eyle!
Allah´ım! Bu sofrayı, bir rahmet kıl! Onu, bir ceza ve azab kılma!" diyerek dua etti.[185]
Sofra, inince; zenginler, fakirler, büyükler, küçükler, erkekler, kadınlar, Sofranın başına yığıldılar.[186]
İsâ Aleyhisselâm´a:
"Ey Rûhullâh! [187] Bundan, ilk önce yiyen, Sen ol! Sonra da, biz, yiyelim!" dediler. [188]
İsâ Aleyhisselâm:
"Allah, onu, yemekten, beni korusun! [189]
Fakat, ondan, isteyen yiyebilir!" dedi. [190]
Kendisi, ondan, hiç yemedi. [191]
Havariler de [192], ondan, yemekten, korktular. [193] Yemediler. [194]
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm; o yemeğe;
Fakirleri,
Hastaları, [195]
Kötürümleri,[196]
Cüzzam hastalığına tutulmuş olanları, çağırıp onlara:
"Allah´ın rızkından yiyiniz!
Bu, sizin için, ihsan, sizden başkaları için, belâdır!" dedi.[197]
Kadın, erkek[198] fakirlerinden, kötürümlerinden, hastalarından, mübtelâların-dan bin üç yüz kişi, ondan yediler, hepsi de, doydular[199], genirdiler.[200]
Onların, en sonuncusu, ondan, en başındakinin yediği gibi, yemişti´[201] Bir cemâat gelip ondan, yiyor, sonra, çıkıyor, başkaları, geliyordu.
Onlar da, yedikten sonra çıkıyordu.
Böylece, onların hepsi, yemişler, daha da, artmış kalmıştı.[202]
İsâ Aleyhisselâm, balığa baktı, gökten indiği sıradaki gibi duruyordu.[203]
Rivayete göre, Sofradan yiyenlerin sayısı: Beş bindi.[204] Biraz daha fazla idi.[205]
Hattâ, yedi bine yakındı.[206]
O gün; hasta olup ta, ondan, yiyince, iyileşmeyen,
Kötürüm olup ta, yürüyemeyen,
Mübtelâ olup ta, ihtilasından kurtulmayan,
Fakir olup ta, zenginliğe kavuşmayan ve ölünceye kadar da, zenginlik hali devam etmeyen, yoktu. [207]
Onlar, Sofraya bakarlarken, Sofra, semâya yükselip gözden kayboldu. Havariler, sofradan yemediklerine pişman oldular. [208] Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma:
"Soframı ve rızkımı, zenginler dışında, fakirlere tahsis et!" diye vah-yetmişti.[209]
İsâ Aleyhisselâm da, öyle, yapınca[210], bu zenginlerin, çok ağırına gitti. [211]
Onun, gökten inişini, inkâr ettiler.[212]
Sofra hakkında şüpheye düştüler ve halkı da, şüpheye düşürdüler. [213]
"Siz, sofranın, gerçekten, semâdan indiğini mi sanıyorsunuz?" dediler. [214]
Sofrayı, görmeyenler de,[215], onu, inkâr ettiler.[216]:
"Yazıklar olsun size![217] O, sizin gözlerinizi, büyülemiştir!" dediler.[218]
Yüce Allah, kimin hayrını murad ettiyse, o, basîret üzere, imanda sebat etti.
Kimin de, fitneye tutulmasını, murad ettiyse, onlar da, küfürlerine, döndüler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Siz, helak oldunuz: Allah´ın azabına, hazırlandınız!" dedi.[219]
Sofranın Gökten İndiğini İnkâr Edenlerin Akıbeti:
Sofranın, gökten indiğini inkâr eden İsrail oğullarından üç yüz otuz[220], üçyüz otuz üç[221] kişi, yurdlarında geceleyin, döşekleri üzerinde aileleriyle birlikte yatarlarken, domuzlara çevrilmiş olarak sabahladılar.[222]
Domuzlara çevrilmiş olanlar içinde ne bir kadın, ne de, bir çocuk vardı.[223]
Domuza çevirilen Yahûdîler, yolları ve meydanları, dolduruyor, helâlardaki pislikleri, yiyorlardı.[224]
Halk, onların bu hallerini, görünce, korktular.
İsâ Aleyhisselâmın yanına vardılar. Ona, ağladılar.
İsâ Aleyhisselâm da, onların Ev halklarının bu hâle düşmelerine ağladı.
Domuzlar; İsâ Aleyhisselâmı, gördükleri zaman, ağladılar ve çevresinde dönüp dolaşmağa başladılar.
İsâ Aleyhisselâm, onları, isimleriyle birer birer çağırıyor.[225] Onlara: "Sen, filan, sen filan, sen filan değil misin" diye soruyor[226] Onlar; ağlıyor.[227]
"Evet! demek istiyor[228], başlarını sallayarak işaret ediyorlar[229], konuşamıyorlardı.
Öylece, üç gün yaşadıktan sonra, ölüp gittiler.[230]
Kur´ân-I Kerimin Sofra Hakkındaki Açıklaması:
"O vakit, Havariler:
Ey Meryem oğlu İsâ! Rabb´in, bizim üstümüze gökten bir Sofra indirebilir mi?" demiş,
O (da):
"Eğer, inanmış (adam)larsanız, Allâhfın kudretinden ve benim Peygamberliğimden kuşkuya sapmak)dan korkunuz! demişti.
(Havârîler):
İstiyoruz ki: biz de, ondan, yiyelim, kalblerimiz, yatışsın.
Senin, bize hakîkaten doğru söylediğini, bilelim ve biz de, bunun üzerine şahid-lik edenlerden olalım!" dediler.
Meryem oğlu İsâ (dua ederek):
"Ey Allah! Ey Bizim Rabbimiz! Üstümüze, gökten bir sofra indir ki, bizim hem evvelimiz, hem âhirimiz için, bir bayram ve Sen´den bir âyet (Mucize) olsun! Bizi, rızıklandırsın!
Sen, rızık verenlerin, en hayırlısısın!" dedi.
Allah:
"Ben, onu, sizin üzerinize, şüphesiz indiriciyim.
Artık (ondan) sonra, içinizden, kim, nankörlük eder (küfre döner)se, işte, ben, onu muhakkak ki, âlemlerden, hiç birini azablandırmayacağım bir azabla azab-landırırım!" buyurdu. [231]
İsâ Aleyhisselâmın Hacca Gidişi Ve Hac Telbiyesi:
Revhâ vadisindeki Hacc yolundan, üzerlerine, yün Aba giyinmiş, develerinin Lif´den yularlarını tutmuş oldukları halde, yetmiş Peygamberin Hacc için, Telbi-ye ederek Mekke´ye gelip Hayf Mescidinde namaz kıldıkları rivayet edilir.
İsâ Aleyhisselamın Hacc Telbiyesi: "Lebbeyk.... = Buyur Allâhım, buyur! Emrine, amadeyim! Ben, Senin kulun´um.
Senin, iki kulunun Kızı olan Câriye kulunun oğluyum!" tarzında idi. [232]
İsâ Aleyhisselâmın Havarilerden Ve Etba´dan Her Tarafa Dâvetciler Gönderişi:
İsâ Aleyhisselâm; uzak veya yakın ülkelere, Havarilerden, Dâvetciler göndermek istediği zaman, yakın yere gönderdiği, seve seve gitti ve selâmete erdi.
Uzak yere göndermek istediği kimseler ise, güçsündüler, yüksündüler ve kaçındılar.
Bunun üzerine, İsâ Aleyhisselâm, onların bu hallerinden, Yüce Allah´a şikâyetlerdi.
Güçsünen ve yüksünenlerden her biri, gönderilecekleri kavmin dilini konuşur olduğu halde, sabaha çıktı.[233]
İsâ Aleyhisselâm:
1) Havarilerden Butrus´u, Havârî olmayan Etba´dan, Buluş ile birlikte Rümiye´ye;
2) Havarilerden Enderais´i, ve Matta´yı, insan yeyen Zencilerin yurduna;
3) Tumas´ı, Doğu ülkesindeki Babil´e;
4) Filibüs´ü, Kayravan ve Kartacanna´ya (Afrikaya);
5) Yuhannes´i, Eshab-ı Kehf kariyesi Efsus (Defsus)a;
6) Yâkubüs´ü, Orışalım´a (İlya´ya, Beytülmakdis´e):
7) İbn.Selma´yı, Hicaz ülkesine Araplara;
8) Simun´u, Afrika yanında Berberlerin yurduna;
9) Havarilerden olmayan Yahuda´yı, -Yuzez (Yudis) Zekeriya Yuta´nın yerine-Eryübüs´e gönderdi.[234]
Antakya Halkının Elçileri Öldürmeğe Kalkışmaları Ve Helak Olmaları :
İsâ Aleyhisselâm; putperest Antakya halkına da, Havarilerinden, içlerinde Şem´-un´un da, bulunduğu, üç Elçi göndermişti.
Elçiler; ilk önce, Antakya halkından Habib b.Mürrey´e rastladılar.
Habib b.Mürreyyin evi, şehir kapılarının yanında, şehirden uzakça bir yerde bulunuyordu.
İşi, urgancılıktı.
Kendisi, hastalıklı bir zat idi. Cüzzam miskin hastalığına tutulmuştu.
Hayra, eli açık mümin bir zat idi. Kazancını, akşamlayın bir araya toplar, ikiye böler, yarısı ile çoluk çocuğunu geçindirir, yarısını da, yoksullara dağıtırdı.
Hastalığı, zayıflığı ve işi, kendisini, ibadetten alıkoymazdı.
Habib b.Müreyy; Antakya halkının, gönderilen Elçileri öldürmek üzere söz birliği ettiklerini haber aldığı zaman, koşup yanlarına vardı. Onlara, Allah´ı, hatırlattı, kendilerini öğütledi, Elçilere uymağa davet etti.
Antakya halkı ise, onu, taşa tuttular, ayaklarının altına alıp çiğnediler.
Habib b.Müreyy ise: "Ey Allah´ım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!
Ey Allâhım! Kavmime doğru yolu göster!" diye dua ede ede can verdi. [235]
Antakya halkını da, Cebrail Aleyhisselâmın bir Sayhası, haykırışı, helak etmeğe yetti.
Habib b.Müreyy´in kabri, Antakya çarşısındadır.[236]
Hâdise, Kur´an-ı kerimde şöyle açıklanır:
"Onlara, o şehir (Antakya) Eshabını misal getir:
Hani, oraya (gönderilen) Elçiler, gelmişti.
Biz, o zaman, kendilerine iki (Elçi) göndermiştik te, onlar, onları yalanlamışlardı.
Biz de, bir üçüncü ile (bunları) takviye etmiştik.
(Bunlar, onlara): biz, size gönderilmiş hak Elçileriz! demişlerdi.
Onlar: siz, bizim gibi insandan başka (kimseler) değilsiniz!
Hem, Rahman (olan Allah, Vahy´den, Risaletten) hiç bir şey indirmemiştir.
Siz, ancak, yalan söyler (kimselersiniz! dediler.
(Elçiler): Rabbimiz biliyor ki, biz, gerçekten, size gönderilmiş Elçileriz!
Bizim üzerimize (düşen vazife) apaçık tebliğden başka (bir şey) değildir! dediler.
(Şehir halkı): doğrusu, biz, sizin yüzünüzden uğursuz/andık.
Eğer, (bizimle uğraşmaktan) vaz geçmezseniz, and olsun ki, sizi, mutlaka taşlarız! Size, bizden, muhakkak acıklı bir işkence de, dokunur! dediler.
(Elçiler): sizin uğursuzluğunuz, kendi yanınızdadır (kendinizdendir)
Size öğüt verilirse mi (uğursuzluk sayacak ve küfrünüzde devam edeceksiniz)?!
Hayır! Siz, haddi aşan, taşanlar güruhusunuz! dediler.
O şehrin en ucundan koşarak bir adam geldi ve: Ey kavmim! Uyunuz o gönderilmiş olan (Elçiler)e!
Uyunuz, sizden hiç bir ücret istemeyen o kişilere! Onlar, hidayete ermiş (kişi)lerdir. Ben, beni, yaratan´a, ne diye kulluk etmeyecekmişim?! Siz, (hepiniz) ancak, O´na döndürüflüp götürüleceksiniz. Ben, O´ndan başka, tanrılar edinir miyim hiç?
Eğer, O çok Esirgeyici (Allah), bana, bir zarar (yapmak) isterse, onların (o putların iddia ettiğiniz) şefaati, bana hiç bir yarar vermez. Onlar, beni, asla kurtaramazlar.
Şüphesiz ki, ben, o takdirde, muhakkak, bir sapıklık içindeyim (demek)tir.
Gerçekten, ben, (sizin de) Rabbınız (olan Allâha) iman ettim.
İşte, bunu, benden duyunuz!" dedi.
(Şehid ettikleri zaman, ona): Cennet´e gir!" denildi.
(O da): ne olurdu, Rabbimin, beni, yarlıgadığını, beni, (Cennetle) ikram edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!" dedi.
Ondan sonra, onun kavminin üzerine, gökten hiç bir ordu indirmedik, indiriciler de, değildik.
(Onları helak eden) bir tek Sayha´dan (Cebrail´in haykırışından) başka (bir şey) değildi ki, hemen, sönüverdiler!" (Yâsîn: 13-29)[237]
İsâ Aleyhisselâmın Ölen Bir Dostunu Diriltişi:
Beytülmakdis´in bir kariyesinde[238] İsâ Aleyhisselâmın, Âzer adında bir dostu vardı.[239]
Âzer, hastalanınca Âzer´in kız kardeşi, İsâ Aleyhisselâma: "Kardeşin, ölüyor! Hemen, onun yanına gel!" diye haber salmıştı. Âzer´in arası ile İsâ Aleyhisselâmın arası üç günlük yoldu.[240]
İsâ Aleyhisselâmla Eshabı[241], Âzer´in kariyesine[242] vardıkları zaman, onu, üç gün önce, ölmüş[243], oradaki mağaranın içine gömülmüş[244] buldular.[245]
İsâ Aleyhisselâm, o kariyeye gelince, Âzer´in iki kız kardeşi, onun yanına varıp:
"Ey Efendimiz! Dostun Âzer, ölmüş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, üzüldü ve kızlara:
"Onun kabri, nerededir?" diye sordu.[246]:
"Bizi, onun kabrine götürünüz!" dedi.´[247]
Götürdüler.[248]
Âzer´in, mağarada, üzerine, taş[249] kapak kapatılmış[250] kabrine vardılar.[251]
İsâ Aleyhisselâm:
"Taş kapağı, açınız!" dedi.
"Dört gündenberi, kokmuş bulunuyor!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm, mağaraya yaklaşarak:
"Rabbim! Hamd, sana mahsustur.[252]
Ey yedi kat göklerin ve yedi kat yerlerin Rabbi olan Allah´ım!
Beni, İsrail oğullarına, Sen, gönderdin.
Onları, senin dinine davet ettim.
Kendilerine -Senin izninle- ölüleri, dirilteceğimi, haber verdim.[253]
Ben, iyice biliyorum ki: her şeyi, veren, Sensin!
Fakat, ben, şu ayakta dikilen cemâat ta, Senin, beni peygamber olarak gönderdiğine iman etsinler ve beni, doğrulasınlar, diyorum. [254]
Âzer´i, dirilt!´ [255] dedikten sonra, Âzer´e: "Kalk!" dedi.
Âzer, iki eli, iki ayağı, sımsıkı bağlanmış, üzerindeki kefenini, sürür bir halde[256], kabrinden çıkıp[257] ayağa kalktı.[258]
Yahûdî kavminden, orada bulunanlar, İsâ Aleyhisselâma, hemen iman ettiler; Âzer´e, bakıyorlar, onun dirilişine şaşıp duruyorlardı.[259]
Yahûdî İleri Gelenleri Ve Din Bilginlerinin İsâ Aleyhisselâmı Öldürmeyi Kararlaştırmaları:
Bunun üzerine, Yahûdîlerin ulu kişileri ve Din Bilginleri, toplandılar ve:
"Biz; bunun (İsâ Aleyhisselâmın), bize karşı, dinimizi, bozmasından ve halkın, ona, uymasından, korkuyoruz!" dediler.
Şekillerden, izlerden, neseblerden, çok iyi anlayan Kâhinler Başkanı, onlara:
"Bir tek adamı, vadide giderken tutup öldürmek, hayırdır!" dedi ve İsâ Aley-hisselâmı, öldürmek üzere, söz birliği ettiler. [260]
Kendisini, öldürmeye yöneldiler. [261]
Yahûdîler, zamanın krallarından bazısına da, İsâ Aleyhisselâm aleyhinde ihbarda bulundular ve onu, öldürmeye ve asmağa azmettiler. [262]
Kendisini, öldürmek için, aramağa başladılar. [263]
İsâ Aleyhisselâmla Annesine Dil Uzatan Yahudilerin Domuzlara Çevrilişi:
İsâ Aleyhisselâm; merkep üzerinde Oraşalim (Beytülmakdis)e, girmiş[264] Yahudilerden, bazı kimselerle karşılaşmıştı.
Onlar, İsâ Aleyhisselâmı, görünce:
"Sihirbaz kadının oğlu Sihirbaz, kötü işler yapıcısı kadının, kötü işler yapıcı oğlu geldi!" dediler ve bu sözleriyle, ona ve annesine isnad ve iftirada bulundular.[265]
İsâ Aleyhisselâm, bunları, işitince[266], onların, aleyhlerinde[267]:
"Ey Allah´ım! Sen, benim Rabb´imsin!
Ben, Senin eserin olan Rûh´undan çıkarıldım ve Senin Ol! Kelimenle yaratıldım.
Ben, onlara, kendiliğimden, Peygamber gelmedim.
Ey Allah´ım! Bana ve anama söven kimselere lanet et, onları rahmetinden uzaklaştır!" diyerek[268] dua etti.
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâmın duasını kabul buyurup[269], ona ve onun annesine sövüp saymış olanları[270], domuzlara çeviriverdi!
İsrail oğullarının başkanı, bunu görünce büyük bir korkuya düştü. Yahudiler, İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek hususunda söz birliği yaptılar.[271]
İsâ Aleyhisselâma Dünyadan Ayrılacağının Bildirilişi:
Rivayete göre:
Dünyadan ayrılacağı, Yüce Allah tarafından bildirildiği zaman, İsâ Aleyhisselâm, Havarilerini, yanına çağırmış, yemekten sonra, onlara:
"Çoban, gidince, davar, dağılır!" demiş ve bununla, kendisinin öleceğini, anlatmak istemiş.
İçlerinden, birisinin; horoz, üç kerre ötmeden önce kendisini, inkâr edeceğini,
Birisinin de, kendisini, az bir karşılığa (otuz dirheme) satıp bedelini yiyeceğini, haber vermişti.
Gerçekten de, Yahûdîler; İsâ Aleyhisselâmı, öldürmek için, ararlarken, Havarilerden Şem´un´u, yakalayıp:
"İşte, bu, onun arkadaşlarındandır!" dedikleri zaman, Şem´un:
"Ben, onun arkadaşı, değilim!" diyerek inkârda bulunmuş ve bırakılmış, horozun öttüğünü, işitince de, üzülmüş ve ağlamağa başlamıştı.
Havarilerden birisi de, Yahûdîlerin yanına varıp:
"Mesîh´in yerini, size gösterirsem, bana, ne verirsiniz?" demiş, onların verdiği otuz dirhemi alıp İsâ Aleyhisselâmın bulunduğu yeri, onlara göstermiştir.[272]
İsâ Aleyhisselâmın, Yahudiler Tarafından Öldürülmek İstenilince Semâya Kaldırılışı:
Rivayete göre:
Yahudiler, bir gün[273] toplanıp İsâ Aleyhisselâmı, sorguya çektiler.
İsâ Aleyhisselâm, onlara:
"Ey Yahûdî cemaatları! Hiç şüphesiz, Allah, size, buğz ediyor, sizden nefret ediyordur!" deyince, İsâ Aleyhisselâmın sözlerine, son derecede kızdılar ve öldürmek için, üzerine, yürüdüler.
O sırada, Yüce Allah, Cebrail Aleyhisselâmı, gönderdi. O da, İsâ Aleyhisselâmı, bir evin cümle kapısının içindeki küçük kapısından içeri soktu.
Yüce Allah; evin tavanındaki pencereden İsâ Aleyhisselâmı, semâya kaldırdı. Yahûdîlerin Başkanı, adamlarından birisine:
İsâ Aleyhisselâmın yanına girmesini ve onu, orada öldürmesini, emretti.[274] Adam, içeri girdiği zaman, orada, İsâ Aleyhisselâmı, göremedi.
Dışarıdakilerin yanına çıkmayı geciktirince, onun, İsâ Aleyhisselâmı, öldürmeğe uğraştığını, sandılar.[275]
Yüce Allah; adamı, İsâ Aleyhisselâma benzetti.
Adam, dışarıdakilerin yanına çıkınca, kendisini, İsâ Aleyhisselâm, sandılar, hemen, onu, öldürdüler ve astılar.[276]
Diğer rivayetlerde ise:
Yahûdîlerin; İsâ Aleyhisselâmı, yakalayıp bağladıkları ve hakaret ederek götürdükleri ve asacakları sırada, İsâ Aleyhisselâmın semâya kaldırıldığı bildirildiği gibi;[277]
Yakalayıp hakaret ederek götürdükleri, İsâ Aleyhisselâm olmayıp Yahûdîlere, İsâ Aleyhisselâmın yerini gösteren Havârî olduğu[278];
İsâ Aleyhisselâmı, asmak istedikleri sırada, yer yüzüne karanlık çöktüğü ve Meleklerin, Yahudilerle İsâ Aleyhisselâm arasına gerildikleri ve İsâ Aleyhisselâmın yerini, Yahûdîlere gösteren ve İsâ Aleyhisselâma benzetilen Havârî´yi, yakalayıp[279], kendisinin:
"Ben, size, onun yerini, gösteren´im!" demesine bakmayarak´[280] İsâ Aleyhisselâmın, yerine, onu[281] öldürüp[282] ağaca astıkları[283];
Yahûdîler tarafından kuşatıldıkları evde bütün Havârîlerin, İsâ Aleyhisselâma benzetildikleri ve onlardan birisinin, İsâ Aleyhisselâm için, kendisini, feda ettiği de, bildirilmekte ve bu hususta daha başka bilgiler de verilmektedir.[284]
İsâ Aleyhisselâm, semâya kaldırıldığı zaman, otuz üç yaşında idi.[285]
Kur´ân-ı Kerimin Bu Husustaki Açıklaması:
"Bir de, onların (İsa´yı) inkâr ile kâfir olmaları, Meryem´in aleyhinde büyük iftira atıp söylemeleri,
Biz, Allah´ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa´yı, öldürdük! demeleri sebebiyledir ki, kendilerini, rahmetimizden kovduk)
Halbuki onlar, onu öldürmediler, onu asmadılar da.
Fakat, (öldürülen ve asılan adam), kendilerine (İsâ) gibi gösterildi.
(Zâten ve) hakîkatan (İsâ ve onun katli) hakkında, kendileri de, ihtilâfa düşüp kat´î bir şek ve şüphe içindedirler.
Onların, buna (Onun katline) âid hiç bir bilgileri yoktur.
Ancak (kupkuru) zanna uymaktadırlar.
Onu, yakînen öldürmemişlerdir.
Bilakis, Allah, onu, yükseltip kendisine kaldırmıştır.
Allah, mutlak Galib´dir, yegâne hüküm ve Hikmet sahibidir. [286]
İsâ Aleyhisselâmın Şekil Ve Şemaili Ve Zâhidâne Yaşantısı:
İsâ Aleyhisselâm:
Orta boylu,
Hamamdan çıkmış gibi, kırmızıya çalar beyaz benizli[287],
Dağınık[288], düz saçlı idi.[289]
Saçını, uzatır, omuzları arasına salardı.[290]
Saçına, hiç yağ sürmezdi.[291]
Geniş göğüslü[292],
Küçük yüzlü[293],
Çok ben´li idi. [294]
Sırtına, kıl [295], yün elbise [296],
Ayağına, ağaç kabuğundan yapılmış, tasması hurma lifinden sandal giyerdi. [297]
Çoğu zaman, yalın ayak yürürdü. [298]
Kendisinin, ne geceleri varıp içinde barınacağı [299] bir evi [300],
Ne bir ev eşyası,
Ne zevcesi,
Ne de, ölmeyecek kadar bir günlük yiyecekten başka bir şeyi vardı. [301]
Hiç bir şeyi, yarın için, biriktirmez, saklamazdı. [302]
İsâ Aleyhisselâm, göğe kaldırıldığı zaman, yün bir kaftan, bir çift çoban mesti, bir de, deri dağarcıktan başka bir şey bırakmamıştı. [303]
Ona ve gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!
İsâ Aleyhisselâm; dünyadan yüz çevirip Âhireti, özler, Allâha, ibâdete koyulurdu.
Yer yüzünde dolaşır, nerede, güneş batarsa, orada, iki ayağının üzerinde namaza durur, sabahlardı. [304]
Bütün geceleri namazla, gündüzleri de, oruçla geçirirdi. [305]
Arpa ekmeği, yerdi. [306]
Havârîlerine:
"Ey Havârîler topluluğu! Mescidleri, meskenler edininiz!
Evlerinizi de, yolcu menzilleri gibi edininiz [307] ki, dünyadan, selâmetle kurtu-lasınız!" derdi. [308]
İsâ Aleyhisselâma:
"Sen, su üzerinde nasıl yürüyebiliyorsun?" diye sorulmuştu.
İsâ Aleynisselâm:
´Yakîn ile!" dedi. [309]
"Biz de, yakîn sahibiyiz!?" denilince:
"Sizin yanınızda, taş, çamur ve altun, eşid ve bir midir?" diye sordu.
"Hayır!" dediler.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bunlar, benim yanımda, eşid ve birdirler!" dedi.
Havariler, bir gün; İsâ Aleyhisselâmı, aramağa gittiler, Kendisini, su üzerinde yürür bir halde, buldular.
Onlardan birisi:
"Ey Allanın Peygamberi! Biz de, senin yanına yürüyüp varalım mı?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Olur!" dedi.
Havari, ayağını, basınca suyun içine, batıverdi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Getir ver elini ey güdük imanlı!
Eğer, Âdem oğlunun, zerre kadar yakîni olsaydı, suyun üzerinde yürürdü!" dedi.[310]
İsâ Aleyhisselâm, bir adamın hırsızlık ettiğini görmüş, ona:
"Sen, çaldın ha!?" demişti.
Adam:
"Kendisinden başka İlâh bulunmayan Allah´a and olsun ki; hayır!" deyince, İsâ Aleyhisselâm:
"Allâha iman ettim, kendi gözümü ise yalanladım!" demiştir.[311]
İsâ Aleyhisselâma bir adam gelip:
"Ey iyilik öğreticisi! Sen, bana bir şey öğret ki, o, beni, yararlandırsın, seni, zararlandırmasın!" demişti.
İsâ Aleyhisselâm:
"Nedir o?" diye sordu.
Adam:
"Kul, Yüce Allah´a karşı, hakkıyle takvâlı nasıl olur?" dedi.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bu, kolay bir iştir:
Allah´ı, kalbinden, hakkıyle seversin,
Onun için, gücün yettiği kadar amelde bulunursun,
Benî nev´ine de, kendine acır gibi, acırsın!" dedi.
Adam:
"Ey iyilik öğreticisi! Benim, Benî nev´im, kimlerdir?" diye sordu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Bütün Âdem oğullarıdır.
Sana gelmesini, istemediğin şeyi, sen, senden başkasına da, getirme!
O zaman, sen, Allah´a karşı, hakkıyle ittikalı olursun!" dedi. [312]
İsâ Aleyhisselâmın bildirdiğine göre:
"Zamanın sonunda;
Dünyadan, el çekmeğe özenen ve fakat, dünyadan, el çekmeyen,
Âhireti, özler görünen ve fakat, âhireti, özlemeyen,
Başkalarını, Valilere, gitmekten, men eden ve fakat, kendileri giden,
Zenginlere, yaklaşan ve fakat, fakirlerden, uzaklaşan,
Ellerini, ileri gelenlere, açan ve fakat, ellerini, fakirlere yuman bilginler gelecektir ki, işte, bunlar, şeytanların kardeşleri, Rahman´ın ise düşmanlarıdır!"[313]
İsâ Aleyhisselâmın Vazifesinin Mahiyetinin Açıklanışı Ve Muhammed Aleyhisseelâmın Geleceğini Müjdeleyişi:
"Meryem oğlu İsâ da, bir zaman:
Ey İsrail oğulları! Ben, size, Allah´ın gönderdiği Peygamberiyim.
Benden önceki Tevrat´ı, tasdik edici,
Benden sonra gelecek Peygamberi de-ki, ismi: Ahmed´dir- müjdeleyici olarak geldim..." demişti." [314]
İbn.İshak´ın (85-151 Hicrî) bildirdiğine göre: İsâ Aleyhisselâma Allah tarafından indirilen İncil´de, Muhammed Aleyhisselâmın sıfatı ve ismi hakkında verilmiş olan bilgiyi, İsâ Aleyhisselâmın devrinde Havârî Yuhanna da yazdığı İncilde [315] tesbit etmiş bulunuyordu.
Nitekim, İsâ Aleyhisselâm, kendisini, inkâr eden kavmine karşı:
"Rab tarafından çıkıp gelecek olan o Münhamennâ, Rab tarafından çıkıp gelecek O Rûhulkuds gelmiş olsaydı, O, bana, şehâdet ederdi.
Siz, de şehâdet edersiniz.
Çünkü, ötedenberi, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, bunları, size söyledim ki, şüpheye düşmeyesiniz!" demiştir.
Münhamennâ, Süryanca, Muhammed demektir.
Bunun, Rumcası: Baraklitüs´dür. [316]
Ebülferec İbn.Cevzî´nin (540-597 Hicrî), İbn.Kuteybe´den (213-276 Hicrî) nakline göre:
İsâ Aleyhisselâm, Havârîlerine:
"Ben, gidersem, size Faraklit, Rûhulhak, gelecektir.
O, kendiliğinden, söz söylemeyecek, ancak, kendisine, ne söylenirse, onu, söyleyecektir.
O, bana, şehâdet edecektir.
Siz de, şehâdet edersiniz.
Çünkü, siz, halktan daha önce, benimle birlikte bulunuyorsunuz.
Ben, gitmezsem, Feraklit, size gelmez." demiştir. [317]
Gerek Baraklitüs, gerek Faraklit sözü, Periclotas şekline sokulup Yuhanna İncilinde Tesellî Edici diye terceme edilmiştir.
Şüphesiz ki: İsâ Aleyhisselâmın ana dili, Yunanca değil, İbranice idi.
Kendisine, Allah tarafından indirilmiş olan İncil´in dilinin de, İbranca olacağı, tabiîdir.
İsimleri terceme etmek, Ehl-i Kitap Bilginlerince, âdet olduğundan, İsâ Aleyhisselâmın, kendisinden sonra, geleceğini, müjdelediği Âhir zaman Peygamberinin ismini de, Yunancaya terceme etmişler ve Arapça Mütercimler de, onu, Faraklit olarak Arapçalaştırmalardır.
Bir Papaz tarafından yazılıp Hicrî 1268 yılında Kalküta´da bastırılan bir broşürde:
Faraklit olarak Arapçalaştırman ismin, İncil´in Yunanca nüshasında Paraklitüs şeklinde mi? Yoksa, Piraklütüs şeklinde mi? geçtiği incelenerek, birinci şekle göre: ismin, Tesellî ve Yardım Edici, Vekil mânâlarına geldiği, ifâde ve ikinci şekle göre ise, Muhammed ve Ahmed mânâlarına gelebileceği itiraf edilmiş ve Müslümanların, bu şekli iltizam ettikleri ileri sürülmüştür.
Halbuki, iki kelime arasında şekil ve telaffuz bakımından, pek az bir fark vardır. Yunan harfleri, birbirlerine benzerdir.
Bazı İncil nüshalarındaki Piraklütüs, belki de, yazıcıların hatası yüzünden, Paraklitüs olmuştur.[318]
İsâ Aleyhisselâmın Annesinin Vefatı:
İsâ Aleyhisselâmın Annesi Hz.Meryem, İsâ Aleyhisselâm´dan sonra altı yıl daha yaşayıp vefat etmiştir. [319]
Yüce Allah´ın Kendi İlminden İlim Ve Kendi Hilm´inden Hilim Vererek Getireceği Ümmet:
Yüce Allah, İsâ Aleyhisselâma; Peygamberimizin Ümmeti hakkında da:
"Ey İsâ! Ben, senden sonra, bir ümmet getireceğim ki: onlar, sevdikleri bir şeyle karşılaşırlarsa, Allah´a hamd ve şükrederler,
Hoşlanmadıkları bir şeye uğrarlarsa, sabredip katlanırlmar ve Allâh´dan, ecir beklerler.
Onların ne ilimleri, ne de, hilimleri vardır." buyurmuştu.
İsâ Aleyhisselâm:
"Yâ Rab! İlimleri, hilimleri olmadığı halde, onların, böyle davranmaları, nasıl mümkün oluyor?" diye sordu.
Yüce Allah:
"Onlara, kendi ilmimden ve hilmimden ihsan ederim!" buyurdu. [320]
İncillere göre: İsâ Aleyhisselâm da, İsrail oğullarına, Muhammed Aleyhisselâ-mın Eshab ve Ümmeti hakkında şöyle demiştir:
"Allah´ın Melekûtu, böyledir; Yere, tohum saçan bir adam gibidir.
Gece, gündüz uyuyup kalkar; tohum, biter ve büyür; nasıl o bilmez.
Toprak, kendiliğinden, önce onu, sonra başağı, sonra, başakta dolu taneyi verir.
Mahsul erdiği zaman, hemen orağı salar;
Çünkü, hasad zamanı gelmiştir. [321]
Yine, onlara dedi ki:
"Siz, kitapta:
Yapıcıların red ettikleri taş, köşenin başı oldu;
Bu, Rab tarafından oldu ve (o gözlerimizde şaşılacak iştir.) sözünü hiç okumadınız mı?
Bundan dolayı, size derim:
Allah´ı
Peygamberler Tarihi - 2
- Nübüvvet, Nebi ve Resul
- Adem Aleyhisselâm
- Şit Aleyhisselâm
- İdris Aleyhisselâm
- Nuh Aleyhisselâm
- Hûd Aleyhisselâm
- Salih Aleyhisselam
- İbrahim Aleyhisselâm
- İsmail Aleyhisselâm
- İshak Aleyhisselâm
- Lût Aleyhisselâm
- Yâkub Aleyhisselâm
- Yûsuf Aleyhisselâm
- Eyyûb Aleyhisselâm
- Zülkifl Aleyhisselâm
- Şuayb Aleyhisselâm
- Musa ve Harun Aleyhisselam
- Hızır Aleyhisselam
- Yûşa´ b. Nun Aleyhisselâm
- Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâm
- Hızkıl Aleyhisselâm
- İlyas Aleyhisselâm
- Elyesa´ Aleyhısselam
- Yûnus Aleyhisselâm
- Şemûyel Aleyhisselâm
- Dâvûd Aleyhısselam
- Süleyman Aleyhisselam
- Lokman Aleyhisselâm
- Şaya Aleyhisselâm
- İrmiya Aleyhisselâm