Düzmece Nazariyyesi İflas Etmiştir
Düzmece Nazariyyesi İflas Etmiştir
Cumhuriyet gazetesi'nin 22-7-39 günlü sayısında «Fâtihin dedesi»nin Düzmece Mustafa olmadığını isbat ve ilân eden yazıma (İsmail Hami Danişmend) kendi seviyesinden konuşan dil ile güya cevap verdi. İlmî ve afakî hava içerisinde ne-zahet, nezaket cümleleri kullanarak yazdığım makale (Ne-sebname) muharririnde büyük reaksiyon hasıl eylemiş. Yazımın istinat ettiği Thema, (İsmail Hami) imzalı muharririn Türklük mecmuasındaki şu cümlesi idi: (..Bununla beraber tarih metodu itibarile muasır kitabelerin birinci derecede ehemmiyeti haiz vesikalardan olduğu düşünülecek olursa, bütün müverrihlerin ifadelerini bir tarafa bırakarak bu kitabeyi esas ittihaz etmek lazım gelir.
Her halde şurası muhakkaktır ki Osmangazinin nesebi şöyle dursun hatta onunla (Fâtih) arasındaki nesiler hususunda bile tereddüdü mücib olacak noktalar vardır ve şimdi bahsettiğim mesele de işte bu noktalardan biridir.)
Muharirin şu kat'î ifadelerinde şart tasavvuru cidden gülüne tevil, çürük bir mantık olur.
Böyle nazik, ayni zamanda çok mesuliyetli hükmü katı surette kestirib atmak için dayanılan vesikanın her türlü şüphe ve ithamdan uzak bulunması gerektir. O, bunları asla göz önünde tutmadan Frenk seyyahının acele okuduğu kitabeyi işhada ve yalnız bununla da kalmıyarak hatta onun hakkında hala tereddüd ve inkârda İsrar ederse -meselede- başka amillerin tesiri hatıra gelir.
Fransalı müsteşrik CI. Huart'İn küçük Asya kitabeleri pek çok yanlışlarla dolu olduğu esasen kitabelerle uğraşanların malûmudur. Hal bu merkezde iken onu en büyük epigraf görmek onun okuduğunu nassı katı' şeklinde kabul eylemek İdee d'inferieuritee den başka birşey değildir.
(I. H.) bu frengin o derecede esiri fikridir ki Akşehir kita-besindeki 2 kelimeyi onun kıraat tarzında okunmadığını görerek küplere binmiş. Düzmeceyi Fatihe dede yapmak fırsatını kaçıran muharrir, ruhî asabı kjn ve gayzinı başkalarına tecavüzle teskine yeltenmiş.Hazine mi, Hanemi? bunu nasıl okumak gerekdir.
Bu kelime-müddeamizın esas noktasını ve yegâne mevzuunu teşkil etmediği halde Nesebname muharriri bu sözler üstüne gürültü kopararak kariin zihnini oraya imale ve münakaşa noktasını ihmal eylemek istemiş. Yazdığı yarım sütunda ilmî hiçbir hakikat yok.
Cumhuriyetin 22-7-39 günüde çıkan yazımı hazırlamış ve Akşehir kitabesini «Hazihil Hazineti» şeklinde okumuş ve öyle yazmışdım. Yurdun aydın insanları önüne çıkacak arabca kitabelerin -iyi arabca bilen bir zat tarafından bir defa görülmesini- makalemi kendisine yolladığım -Prof. Dr. A. Süheyl'den rica"etmişdim. Arkadaşım, bana gönderdiği mektubunda aynen şunları söylüyor: «Düne kadar Şerefeddin efendinin tercümesi sürdü, makalenizde ona göre bir iki noktaya dokunuldu, Cüddüdeye T ilâve edildi, Hazine Elhane oldu; o kadar.»
Profesör Şerefeddin, Muhammed bin Murat sözünü Mehmet oğlu Murat gibi bir kalem sehvi ile tercüme etmiş, mute-riz onu da bizim cehaletimize hüküm -kiyaset ve ferasetinde-bulunmuş.
Arabcada iktidarı müsellem olan Prof. Şerefeddin, bu mü-nakaşlarda kendi elile ve ilmile vukua gelen hale seyirci kalamaz, çünkü ilmin şiarını o zat ,Üniversite Ordinarius profesörü haysiyetile- daha âlâ bilir.
Netekim sayın Profesör bize şu kıymetli mütaleayj göndermiştir:
"ve lev la şezeha mahtideyet elhaniha velevlâ seraha ma tasviriha el vehmi"
İbn-i fard-hamriye
Bu beyitteki Han, şarih/Hasen el-Birunî tarafından Beytül-hamr diye izah ediliyor. Kamus sarihi Tacül-arus da bu «han» kelimesi hakkında şu sözler vardır:
"el hanet mevdî beya ehamr. Kal Ebu Hanife: İzniha farsi-ya ven eslihahâne ve Ebu Zeyd Buseyd el han câlis han"
Demek ki ebu Hanifenin zannına göre bu; Farsçadaki Hane imiş. Ve benim ta'yinime göre bu «Ev» dir.
Hariri makame-i Vasıtıyesinde: ve Ebu Zeyd Buseyd el-Han calis
Buradaki Han Findik diye şerhediliyor ki Findik bizim Han, Ev, menzil dediğimizdir.
Yine bu makamede: velem yecalehu mimmen hane fi han geçer ki bu da dediğimizdir ki şehirlerde gurebanın nazil oldukları mahal olmak üzere şerhedilmektedir.
Ord. Prof. Ş. Yaltkaya»
l. Huart Hâzine kelimesini fransızcaya çevirirken «Mağasin» yahut Château d'eau diye iki suretle niçin tasrihde bulunmuş? halbuki kitabelerde ayn yani göz^göze tabiri müte-arifdi, bu kitabe bu çeşmenin mi. Yüzlerce çeşme kitabesi gösterebilirim ki onlardan da ayn söz kullanılmıştır.
Nesebname muharriri hane sözünün Farsça olub arabçada kullanılmadığını hangi bilgisi ile iddia ettiği meçhülümüz-dür. Şuraya dercedeceğimiz arabca ve türkçe lügat kitabları-nın tarifatına göre hane sözü han kelimesi gibi arabcada kullanılmaktadır.
El-Hanet Ev, beyit, mesken ve bir nesnenin vazı' olunmasına mahsus ve etrafı bir veçhile mesdud ve mahdud olan mahal. Kitabı müntehebatı lügati Osmaniye S. 263. 1238 tabı.
El-Han Meyhaneye denir. Okyanus.
El-Hanut Dükkâna denir, Hanut mânasına; yahud dükkân sahibine denir ve tüccar sakin olduğu mahalle denir ki lisanımızda dahi han tabir olunur. Sarihin beyanına göre bunlar farscadan muarebdirler. Netekim «Eve» hane derler. Okyanus.
E!-Haunt nun ile calût vezninde meyhaneye denir ve meyhaneciye denir ve hamut, müennesdir, beyit ve dükkân tevi-liyle müzekker dahi olur ve buna hane dahî lügattir. Muhtarı sıhah.
Han: Padişah ve bey ve kârbansaray ve bazirgân odalarını havi ticarete mahsus olan bina. Mükemmel lügati Osmaniye.
Bu notların delâlet ettiği manalar karşısında başka türlü tevile imkân yoktur.
Nesebname muharririnin sandığı gibi hane mücerret ev, ikametgâh manasına gelmiyor, etrafı bir şeyle çevrilmiş ve bir meta' koymağa mahsus yer anlamına istimal ediliyor, su konulan yere dahi hane denilebiliyor.
Âmmeye tahsis edilen şeylerde beyit sözü bir veçhile kullanılmadığını bildirmek isterim: Tıbhane, mühendishane, tophane, takvimhane, fetvahane, hastahane, postahane, pastahane, feshane, kimyahane ve saire. Mecid 1 den sonra hane kelimesi yerine (Dâr) sözü istimal ediliyor: Darülmualii-min, Darülfünun, Darülmesnevi, Daruttibaatulamire, Darüş-şafaka, Darülaceze, Dürelelhan, Darüttalimi musiki, Darülbe-dayi, Darüleytam vesaire.
Hane kelimesi arabca izafetle terkib yapılır: Kütüphanetül umumiye, Serkis efendinin arabca ve arabcaya mütercem kitablann bibliografik kamusunda Ramazanulmisriden bahsedilirken Mühendishanetülmısriye medresesinde müderris olduğu tasrih edilmektedir. S. 15, Mısır 1928.
Mektep çocuklariyle onların zihniyetini taşıyanlar bu ince kaidelere elbette akıl erdiremezler.
Şimdi asıl mevzua avdet edelim:
Biz makalemizde Huart'ın okuduğu (Murad bin Mustafa) sözünün tamamile yanlış olduğunu söyledik. Anadoluda bulunan ve emir, vezir, hayır sahipleri yönünden yaptırılmış müesseseler üstündeki kitabede hükümdar adından sonra sahibi hayrın ismi anılırken (alâ yedi, «bazan» El'abdülfakir) gibi tabirlerin geçmesi mutaddır. Akşehir kitabesinin fotogra-fisi mahallinden gelince orada (Bisa'yi) kelimesini bulduk. Bu sarahat karşısında artık onu (Murat bin Mustafa) şeklinde okumanın mümkün olmadığı ve düzmece nazariyesinin iflâs eylediği şüphesizdir.
İsmail Hami Danişmend, bu hakikat karşısında eski fikrinde tutunamıyarak: Huart'ın ifadesini sahife numarası ile beraber mehaz gösterdim: -bu kitabeyi kendim okudum- gibi bir iddiada bulunmadım, binaenaleyh kitabenin yanlış yahut doğru okunmuş olması beni alâkadar etmez, (Cl. Huart'i alâkadar eder.) Cumhuriyet gazetesi, 28-7-39 tarihli makale: Diyor ki böyle bir sözün tarih gibi ciddi bir ilimde değil Karagöz oyununda bile söylenmesi herkesi güldürür.
Halbuki ayni muharrir, bu şimdiki ifadesile taban tabata zıt olarak «Türklük» mecmuasına aynen şöyle diyordu: Tarih metodu itibarile muasır kitabelerin birinci derecede ehemmiyeti haiz olduğu düşünülürse bütün müverrihlerin ifadelerini bir tarafa bırakarak bu kitabeyi esas ittihaz etmek lâzım gelir» ve «Fatihin kendi namına kendi devrinde yapılmış olan bir kitabenin yanlış olmak ihtimali çok zayıftır» gibi kuvvetle sarıldığı faraziyeyi kısa bir müddet zarfında bir başkası tarafından yanlış olduğu söylenince kabahati ört basa kalkması cidden acıklıdır. Bu kitabeyi iyice tedkik lâzımdır şeklinde ihtiraz kaydı gerekirdi.
Şimdi Cl. Hurat'ın «Epigraphie arabe d'Asie mineure» isimli eserinde bu Akşehir kitabesini nasıl okuduğunu ve yine bizzat kendi tarafıdan ne suretle tashih edildiğini inceliyelim: Gördüğümüz nüshanın tafsili ve ehemmiyet: Pariste 1895 yılında «Paul Lemaire» matbaasında basılan 96 sahifelik kitabın en ehemmiyetli ciheti. Cl. Huart yönünden bir-dostuna armağan edilmesi ve Huart tarafından kendi kamelime tashih ve tezhib edilmesidir. Kitabın dış kabında aynen şunlar şazılıdır: Le monsieur e. Drouin.
Souverain de cordiales relations Cl. Huart
Kitabın iç kapağında ise: E. Drouin, 14, R. Verneuil Paris
. Avril 1896
Cümleleri stempel ve el ile yazılmışdır. Kitabda bulunan kitabelerin pek çoğu ve bir hayli kelime Arab ve Latin harfle-rile tashih görmüştür. Bununla beraber kitab baştan sona kadar yanlışlarla -amma ne büyük ve ne mühim yanlışlar- doludur. Böylelikle elimizde bulunan kitabın kıymeti cidden yüksekdîr, güya manevi bir el onu yanlışlar doğrultmak için bize gönderilmiştir.
Kitabenin ikinci satırında «Mehmet, Murad, Mustafa sözlerinin arasında (bin) diye kelimeye tesadüf edilmemesi çok garibdir. Ancak resimde dahî görüldüğü gibi Mustafa kelimesinin altında biseb' gibi okuyacağımız bir söz arab harfile basılmış ve ondan sonra Muradın önünden çekilen bir kurşun kaiemile kenarda bisa'yi kelimesi -müsteşriklerin o kargacık yazısı ile- gayet vazıh olarak görülmektedir. Demek neseb-name muharririnin bir türlü okumağa cesaret edemediği bu «bisa'yi» kelimesini Huart doğru okumuştur. Tarihle uğraşan lann kütüphanelerinde -haydi muharririn bu işlerle yeni uğraştığını kabul edelim- bulunması derecei vücübde olan bir kitaba bakmamak nasıl affedilir. Hele İstanbul gibi her türlü ilim müesseseleri bol olan yerde bu derece gaflet ne ile izah olunur. Huart «fils de» oğlu sözünü kendisini ilâve etmiş olduğunu bildirmek için bu kelimeleri mu'tarıza içine almış İ. H., Huart'in öldüğünden dahi bihaberdir.
Akşehir çeşmesinin kitabesini ve umumî durumunu gösteren fotoğrafı kapakta takdim ediyorum.
Akşehire kadar gitmeği tavsiye edene son sözüm: Bu aklınız eskiden hangi canibe gitmişti diye sormak olacaktır.
Dünya tarihinde bir devre açan Türk oğlu Fatih Sultan Muhammet, Çelebi S. Mehmet oğlu Sultan Muradın oğludur.
Düzmece nazariyesi İflâs etmiştir. Not:
Cumhuriyet gazetesi'nin 28-7-1939 nüshasında intişar eden yazıya karşılık ve taahhütlü olarak ayni gazeteye yolladığım makale bugüne kadar neşredilmemiştir.
İlmî ve hâttâ millî bir tezin müdafasi olmasından sarfı nazarla şahsiyatla uğraşan mütecavize cevab teşkil eden makalemin derci kanun icabı idi.
Cumhuriyet gazetesinde sütununda, Türklük mecmuasını reklam eden muharririn, nesebnameci ile samimî dost geçinmesi cevabımın basılmasına engel oluyormuş.
Hak ve adalet karşısında dostlukların, menfaat ve ihtirasların bir kenare çekilmesi icabeder.
Matbuat, sahifelerini ilme ve hakka açmıyacak olursa bir takım kimseler bundan cüret alarak herşeyi -tahkiksiz, tedkiksiz- yazmağa kalkarlar ve bundan ilim müteessir olur.
Feridun Nafiz Üzlük
Her halde şurası muhakkaktır ki Osmangazinin nesebi şöyle dursun hatta onunla (Fâtih) arasındaki nesiler hususunda bile tereddüdü mücib olacak noktalar vardır ve şimdi bahsettiğim mesele de işte bu noktalardan biridir.)
Muharirin şu kat'î ifadelerinde şart tasavvuru cidden gülüne tevil, çürük bir mantık olur.
Böyle nazik, ayni zamanda çok mesuliyetli hükmü katı surette kestirib atmak için dayanılan vesikanın her türlü şüphe ve ithamdan uzak bulunması gerektir. O, bunları asla göz önünde tutmadan Frenk seyyahının acele okuduğu kitabeyi işhada ve yalnız bununla da kalmıyarak hatta onun hakkında hala tereddüd ve inkârda İsrar ederse -meselede- başka amillerin tesiri hatıra gelir.
Fransalı müsteşrik CI. Huart'İn küçük Asya kitabeleri pek çok yanlışlarla dolu olduğu esasen kitabelerle uğraşanların malûmudur. Hal bu merkezde iken onu en büyük epigraf görmek onun okuduğunu nassı katı' şeklinde kabul eylemek İdee d'inferieuritee den başka birşey değildir.
(I. H.) bu frengin o derecede esiri fikridir ki Akşehir kita-besindeki 2 kelimeyi onun kıraat tarzında okunmadığını görerek küplere binmiş. Düzmeceyi Fatihe dede yapmak fırsatını kaçıran muharrir, ruhî asabı kjn ve gayzinı başkalarına tecavüzle teskine yeltenmiş.Hazine mi, Hanemi? bunu nasıl okumak gerekdir.
Bu kelime-müddeamizın esas noktasını ve yegâne mevzuunu teşkil etmediği halde Nesebname muharriri bu sözler üstüne gürültü kopararak kariin zihnini oraya imale ve münakaşa noktasını ihmal eylemek istemiş. Yazdığı yarım sütunda ilmî hiçbir hakikat yok.
Cumhuriyetin 22-7-39 günüde çıkan yazımı hazırlamış ve Akşehir kitabesini «Hazihil Hazineti» şeklinde okumuş ve öyle yazmışdım. Yurdun aydın insanları önüne çıkacak arabca kitabelerin -iyi arabca bilen bir zat tarafından bir defa görülmesini- makalemi kendisine yolladığım -Prof. Dr. A. Süheyl'den rica"etmişdim. Arkadaşım, bana gönderdiği mektubunda aynen şunları söylüyor: «Düne kadar Şerefeddin efendinin tercümesi sürdü, makalenizde ona göre bir iki noktaya dokunuldu, Cüddüdeye T ilâve edildi, Hazine Elhane oldu; o kadar.»
Profesör Şerefeddin, Muhammed bin Murat sözünü Mehmet oğlu Murat gibi bir kalem sehvi ile tercüme etmiş, mute-riz onu da bizim cehaletimize hüküm -kiyaset ve ferasetinde-bulunmuş.
Arabcada iktidarı müsellem olan Prof. Şerefeddin, bu mü-nakaşlarda kendi elile ve ilmile vukua gelen hale seyirci kalamaz, çünkü ilmin şiarını o zat ,Üniversite Ordinarius profesörü haysiyetile- daha âlâ bilir.
Netekim sayın Profesör bize şu kıymetli mütaleayj göndermiştir:
"ve lev la şezeha mahtideyet elhaniha velevlâ seraha ma tasviriha el vehmi"
İbn-i fard-hamriye
Bu beyitteki Han, şarih/Hasen el-Birunî tarafından Beytül-hamr diye izah ediliyor. Kamus sarihi Tacül-arus da bu «han» kelimesi hakkında şu sözler vardır:
"el hanet mevdî beya ehamr. Kal Ebu Hanife: İzniha farsi-ya ven eslihahâne ve Ebu Zeyd Buseyd el han câlis han"
Demek ki ebu Hanifenin zannına göre bu; Farsçadaki Hane imiş. Ve benim ta'yinime göre bu «Ev» dir.
Hariri makame-i Vasıtıyesinde: ve Ebu Zeyd Buseyd el-Han calis
Buradaki Han Findik diye şerhediliyor ki Findik bizim Han, Ev, menzil dediğimizdir.
Yine bu makamede: velem yecalehu mimmen hane fi han geçer ki bu da dediğimizdir ki şehirlerde gurebanın nazil oldukları mahal olmak üzere şerhedilmektedir.
Ord. Prof. Ş. Yaltkaya»
l. Huart Hâzine kelimesini fransızcaya çevirirken «Mağasin» yahut Château d'eau diye iki suretle niçin tasrihde bulunmuş? halbuki kitabelerde ayn yani göz^göze tabiri müte-arifdi, bu kitabe bu çeşmenin mi. Yüzlerce çeşme kitabesi gösterebilirim ki onlardan da ayn söz kullanılmıştır.
Nesebname muharriri hane sözünün Farsça olub arabçada kullanılmadığını hangi bilgisi ile iddia ettiği meçhülümüz-dür. Şuraya dercedeceğimiz arabca ve türkçe lügat kitabları-nın tarifatına göre hane sözü han kelimesi gibi arabcada kullanılmaktadır.
El-Hanet Ev, beyit, mesken ve bir nesnenin vazı' olunmasına mahsus ve etrafı bir veçhile mesdud ve mahdud olan mahal. Kitabı müntehebatı lügati Osmaniye S. 263. 1238 tabı.
El-Han Meyhaneye denir. Okyanus.
El-Hanut Dükkâna denir, Hanut mânasına; yahud dükkân sahibine denir ve tüccar sakin olduğu mahalle denir ki lisanımızda dahi han tabir olunur. Sarihin beyanına göre bunlar farscadan muarebdirler. Netekim «Eve» hane derler. Okyanus.
E!-Haunt nun ile calût vezninde meyhaneye denir ve meyhaneciye denir ve hamut, müennesdir, beyit ve dükkân tevi-liyle müzekker dahi olur ve buna hane dahî lügattir. Muhtarı sıhah.
Han: Padişah ve bey ve kârbansaray ve bazirgân odalarını havi ticarete mahsus olan bina. Mükemmel lügati Osmaniye.
Bu notların delâlet ettiği manalar karşısında başka türlü tevile imkân yoktur.
Nesebname muharririnin sandığı gibi hane mücerret ev, ikametgâh manasına gelmiyor, etrafı bir şeyle çevrilmiş ve bir meta' koymağa mahsus yer anlamına istimal ediliyor, su konulan yere dahi hane denilebiliyor.
Âmmeye tahsis edilen şeylerde beyit sözü bir veçhile kullanılmadığını bildirmek isterim: Tıbhane, mühendishane, tophane, takvimhane, fetvahane, hastahane, postahane, pastahane, feshane, kimyahane ve saire. Mecid 1 den sonra hane kelimesi yerine (Dâr) sözü istimal ediliyor: Darülmualii-min, Darülfünun, Darülmesnevi, Daruttibaatulamire, Darüş-şafaka, Darülaceze, Dürelelhan, Darüttalimi musiki, Darülbe-dayi, Darüleytam vesaire.
Hane kelimesi arabca izafetle terkib yapılır: Kütüphanetül umumiye, Serkis efendinin arabca ve arabcaya mütercem kitablann bibliografik kamusunda Ramazanulmisriden bahsedilirken Mühendishanetülmısriye medresesinde müderris olduğu tasrih edilmektedir. S. 15, Mısır 1928.
Mektep çocuklariyle onların zihniyetini taşıyanlar bu ince kaidelere elbette akıl erdiremezler.
Şimdi asıl mevzua avdet edelim:
Biz makalemizde Huart'ın okuduğu (Murad bin Mustafa) sözünün tamamile yanlış olduğunu söyledik. Anadoluda bulunan ve emir, vezir, hayır sahipleri yönünden yaptırılmış müesseseler üstündeki kitabede hükümdar adından sonra sahibi hayrın ismi anılırken (alâ yedi, «bazan» El'abdülfakir) gibi tabirlerin geçmesi mutaddır. Akşehir kitabesinin fotogra-fisi mahallinden gelince orada (Bisa'yi) kelimesini bulduk. Bu sarahat karşısında artık onu (Murat bin Mustafa) şeklinde okumanın mümkün olmadığı ve düzmece nazariyesinin iflâs eylediği şüphesizdir.
İsmail Hami Danişmend, bu hakikat karşısında eski fikrinde tutunamıyarak: Huart'ın ifadesini sahife numarası ile beraber mehaz gösterdim: -bu kitabeyi kendim okudum- gibi bir iddiada bulunmadım, binaenaleyh kitabenin yanlış yahut doğru okunmuş olması beni alâkadar etmez, (Cl. Huart'i alâkadar eder.) Cumhuriyet gazetesi, 28-7-39 tarihli makale: Diyor ki böyle bir sözün tarih gibi ciddi bir ilimde değil Karagöz oyununda bile söylenmesi herkesi güldürür.
Halbuki ayni muharrir, bu şimdiki ifadesile taban tabata zıt olarak «Türklük» mecmuasına aynen şöyle diyordu: Tarih metodu itibarile muasır kitabelerin birinci derecede ehemmiyeti haiz olduğu düşünülürse bütün müverrihlerin ifadelerini bir tarafa bırakarak bu kitabeyi esas ittihaz etmek lâzım gelir» ve «Fatihin kendi namına kendi devrinde yapılmış olan bir kitabenin yanlış olmak ihtimali çok zayıftır» gibi kuvvetle sarıldığı faraziyeyi kısa bir müddet zarfında bir başkası tarafından yanlış olduğu söylenince kabahati ört basa kalkması cidden acıklıdır. Bu kitabeyi iyice tedkik lâzımdır şeklinde ihtiraz kaydı gerekirdi.
Şimdi Cl. Hurat'ın «Epigraphie arabe d'Asie mineure» isimli eserinde bu Akşehir kitabesini nasıl okuduğunu ve yine bizzat kendi tarafıdan ne suretle tashih edildiğini inceliyelim: Gördüğümüz nüshanın tafsili ve ehemmiyet: Pariste 1895 yılında «Paul Lemaire» matbaasında basılan 96 sahifelik kitabın en ehemmiyetli ciheti. Cl. Huart yönünden bir-dostuna armağan edilmesi ve Huart tarafından kendi kamelime tashih ve tezhib edilmesidir. Kitabın dış kabında aynen şunlar şazılıdır: Le monsieur e. Drouin.
Souverain de cordiales relations Cl. Huart
Kitabın iç kapağında ise: E. Drouin, 14, R. Verneuil Paris
. Avril 1896
Cümleleri stempel ve el ile yazılmışdır. Kitabda bulunan kitabelerin pek çoğu ve bir hayli kelime Arab ve Latin harfle-rile tashih görmüştür. Bununla beraber kitab baştan sona kadar yanlışlarla -amma ne büyük ve ne mühim yanlışlar- doludur. Böylelikle elimizde bulunan kitabın kıymeti cidden yüksekdîr, güya manevi bir el onu yanlışlar doğrultmak için bize gönderilmiştir.
Kitabenin ikinci satırında «Mehmet, Murad, Mustafa sözlerinin arasında (bin) diye kelimeye tesadüf edilmemesi çok garibdir. Ancak resimde dahî görüldüğü gibi Mustafa kelimesinin altında biseb' gibi okuyacağımız bir söz arab harfile basılmış ve ondan sonra Muradın önünden çekilen bir kurşun kaiemile kenarda bisa'yi kelimesi -müsteşriklerin o kargacık yazısı ile- gayet vazıh olarak görülmektedir. Demek neseb-name muharririnin bir türlü okumağa cesaret edemediği bu «bisa'yi» kelimesini Huart doğru okumuştur. Tarihle uğraşan lann kütüphanelerinde -haydi muharririn bu işlerle yeni uğraştığını kabul edelim- bulunması derecei vücübde olan bir kitaba bakmamak nasıl affedilir. Hele İstanbul gibi her türlü ilim müesseseleri bol olan yerde bu derece gaflet ne ile izah olunur. Huart «fils de» oğlu sözünü kendisini ilâve etmiş olduğunu bildirmek için bu kelimeleri mu'tarıza içine almış İ. H., Huart'in öldüğünden dahi bihaberdir.
Akşehir çeşmesinin kitabesini ve umumî durumunu gösteren fotoğrafı kapakta takdim ediyorum.
Akşehire kadar gitmeği tavsiye edene son sözüm: Bu aklınız eskiden hangi canibe gitmişti diye sormak olacaktır.
Dünya tarihinde bir devre açan Türk oğlu Fatih Sultan Muhammet, Çelebi S. Mehmet oğlu Sultan Muradın oğludur.
Düzmece nazariyesi İflâs etmiştir. Not:
Cumhuriyet gazetesi'nin 28-7-1939 nüshasında intişar eden yazıya karşılık ve taahhütlü olarak ayni gazeteye yolladığım makale bugüne kadar neşredilmemiştir.
İlmî ve hâttâ millî bir tezin müdafasi olmasından sarfı nazarla şahsiyatla uğraşan mütecavize cevab teşkil eden makalemin derci kanun icabı idi.
Cumhuriyet gazetesinde sütununda, Türklük mecmuasını reklam eden muharririn, nesebnameci ile samimî dost geçinmesi cevabımın basılmasına engel oluyormuş.
Hak ve adalet karşısında dostlukların, menfaat ve ihtirasların bir kenare çekilmesi icabeder.
Matbuat, sahifelerini ilme ve hakka açmıyacak olursa bir takım kimseler bundan cüret alarak herşeyi -tahkiksiz, tedkiksiz- yazmağa kalkarlar ve bundan ilim müteessir olur.
Feridun Nafiz Üzlük
Sultan Çelebi 1. Mehmed
- Adil Mahkeme Şeriattedir
- Anadolu'nun Durumu
- Avrupa'ya İlk Elçi Gönderilmesi
- Bir Kaza
- Bozcaada Meselesi
- Çamurlu Ova Savaşı
- Çelebi Sultan Mehmed'in Hanımları ve Çocukları
- Düzmece Nazariyyesi İflas Etmiştir
- Fetret Devri
- Hedefe Son Yürüyüş
- İki Tarihçinin Fikir Müsademesi
- Musa Çelebi'nin Saltanatı
- Müslüman Samsun'un Fethi
- Osmanlı ve Denizler
- Osmanlılardan Önceki Yerleşimler
- Sultan Çelebi Mehmed Hazretlerinin Vefatı
- Sultan I. Mehmed Çelebi Devri
- Sultanın Anadolu'ya Seferi
- Süleyman Çelebi
- Süleyman Çelebi'nin Sonu
- Şeyh Bedreddin Ayaklanması
- Yıldırım Bayezid'in Deniz Hareketleri