Hüsrev Paşanın İran Üzerine Seferi

Hüsrev Paşanın İran Üzerine Seferi

Sadrazam Hüsrev paşa İran'a yapılacak bir sefer hazırlığı­na başlamışken bir isyan hareketi zuhura gelmişti. Bunun se­bebi akça yerine kuruş talebinde bulunmaları idi. Hüsrev pa­şa enerjik davranmış ve bu işin liderliğini yapan Dağlardelisi Mehmed Ağa ile Müteselim Mehmed Ağanın kellelerini omuzlarından düşürtüvermişti. Hüsrev paşa sert tedbirlerle herkesi sindirmişti ama halkta bu sertlikten şikâyetçi idi.

Bu sırada ise İran'da kırk yıl Şahlık yapan Şah Abbas öl­müş yerine Şah Safî 2. Abbas unvanıyla İran tahtına otur-muştu. Yeni İran Şahı son derece kan dökücü bir adamdı.

Hüsrev paşa Üsküdar'dan hareket etmiş, yolda halkı ezen vazifesinde başarısızlık veya suiniyet gösterenleri en sert şe­kilde cezalandırarak Diyarbakır'a geldi. Burada bir harp di­vanı toplayan sadrazam, hedefin Bağdad olduğunu ancak nehrin durumunun geçişe müsait olmadığını, bu sebeble Bağdad'ın muhasara edilemiyeceğini İstanbul'a bildirdiler.

İstanbul'dan gelen cevap ise Şehrizor'da bir müddet ika­met edilerek bütün hazırlıkların elden geçirilmesi sonra da Mihriban karasının fethinin yapılması oldu. Onbin asker Mih-riban kal'asına sevk olundu ve mezkûr kale feth olundu. Ka­leyi feth eden mücahidler yüryüşlerine devam ederek ilerler­ken karşılarına Zeynel Han komutasında kırkbin kişilik bir İran ordusu çıktı.

Meydana gelen savaş nihayet bulduğunda meydan-ı harb-de üçbin İranlı cansız olarak kaldı. İkibin İran askeri ise Os­manlıya esir oldu. Geri kalan otuzbeşbin kişi ise kaçmayı tercih ettiler. Zeynel Han, yeni İran Şahının yanına vardığında ölümü kucaklamış oldu. Şah Safî; bu kadar büyük bir kuv­vetle küçük bir orduya yenilen kumandanı öldürmesinde ne yapsındı? Şah Safî, kendi hesabı içinde haksız da değildi.

Hakikaten bu işler böyledir sevgili okuyucular, kumandan ister verirsin, amma ne kadar isterse verirsin. Mükâfatıda, mücazatıda söylersin kabul eder savaşa gider, artık «ya kuz­gun leşe ya devlet başadır» galip gelirse alırda alır, mağlup olursa kelle gider. Bu ancak böyle olur başka türlü olmaz.

Hüsrev paşa tekrar Diyarbekir'e geçti ve orada epeyidir devam eden Diyarbekir Beylerbeyi ile Kürt beylerinden Meh­med Bey'in birbirleri ile dalaşmalarını her ikisini de idam ederek sona erdirdi. Bu işi bitiren sadrazam artık Bağdadi kurtarmak üzere yola koyuldu. Bu arada Luristan Han'ın se-kizbin süvari ve dörtbin piyade ile Osmanlı ordusunun yolu­nu beklediğini haber alan Hüsrev paşa üzerlerine bir miktar kuvvet göndererek gerek Dertnik, gerekse Şimahi sahrala­rında onlan kesin bir mağlubiyete uğrattı. İranlılar bir daha yenilmiş, Osmanlı ise bir defa daha zafer almıştı.

Bağdad önüne gelinmiş, muhasara altına alınması başla­mıştı. Ne varki Bağdad'ı İranlılar çok güzel bir şekilde savu­nuyorlardı. Sadrazam naili emel olamadı. Bir harp meclisi toplayıp uzun müzakerelerden sonra geri çekilme kararı alın­dı. Bu Bağdad şehri sadrazam yeme makinesi haline gelmiş­ti. Adeta bir mihenk taşı olmuştu. Buranın alınması demekki bir padişahın kumandasına bağlıydı. Ama o da olacaktı çün­kü taht'taki çelik pençeli kahraman yürekli aslan büyüyordu. Hüsrev paşa kışlamak üzere Mardin'e çekildiğinde tarihler 1040 Hicri, 1631 Miladî yılını gösteriyordu.

Mardin'de kış geçirilmişti ki, yeniden Bağdad üstüne git­meye hazırlanan Hüsrev paşa İstanbul'dan gelen iradei se-niyye ile Kırım Han'ının kuvvetleri ile gelip kendisine katıl­masını beklemesine amirdi. Bu kuvvetleri beklerken yine mevsim geçirilmiş Sadrazam Haleb'e, Kırım Han'ı Erzurum Hasan Kale'ye kışlamaya çekildi.
Top