Damad Nasuh Paşa'nın Sadareti ve İdamı

Damad Nasuh Paşa'nın Sadareti ve İdamı

Kuyucu Murad Paşanın öldürmeyip bağışladığı Nasuh Pa­şa, sadrazamın vefatı üzerine, İran seferine çıkmış ve kışla­makta olan orduyu hümayunun Serdar vekilliğini üzerine al­mıştı. Birkaç gün sonra Hazreti Padişah Nasuh Paşayı sadra­zamlığa tayin ettiğini bildirdiğinden vekâlet, asalete münka-lip olmuştu. Sadrazam Nasuh Paşa İstanbul'a hareket edince İran seferi durmuş oldu. Bilahare Nasuh Paşa muahedesi im­zalandı. Nasuh Paşa, padişah hazretlerinin kızlarından 13 ya­şındaki Ayşe Sultanla evlendi.

Sultan Ahmed Hazretleri Edirne'ye gittiğinde sadrazamı damad Nasuh Paşa'yı da yanına almıştı. Yol boyunca avcılık yapıldı. Hazreti padişah eihak ne yaman bir binici, ne kadar Kuvvetli kollara malik olduğunu çektiği yayın fırlattığı okların düştükleri menziler gösteriyordu. Hazreti padişah damad sadrazamla yaptığı bir cirit müsabakasında galip gelmişti. Edirne'den Gelibolu'ya kadar uzanan bir seyahat yapan Sul­tan Ahmed Hazretleri, bir çok Velî ve şehidlerin kabirlerini zi­yaret etmiş ve Rumeli Fatihi Süleyman Paşa merhumun Bo-layır'daki kabrini de bu ziyaret zincirinin dışında bırakmamış ve merhumun sandukasının üstündeki örtüyü altun yaldızlı bir örtü ile değiştirmiş ve bizzat Kur'an-ı Kerim tilavet ederek merhumun ruh-u mübareklerine hediye eylemiştir.

Bu seyahatini yanında bulunan maiyetinden sadece dert kişiyle yapması Sultan hazretlerini halkın gerçekten sevgisini kazanmasına yol açmıştı. İstanbul'lu olanlar bilirlerki bundan kırk yıl evvel Florya'da tenis oynayacak vükela çocukları yüzünden Bakırköy'den öteye tren seferleri durdurulurdu. Dünya'ya nizamat veren bir padişahın sadece dört kişiyle o günün şartları altında vilâyetler arası yolları arşınlaması ev­velâ iradei ilahiyyeye olan bağlılıktan sonra kendine olan iti­mattan ve müslüman millete olan güveninden gelmekteydi. Ayrıca kendisine sokulan büyüklerden halk çok hoşlanır hem onların cesaretlerine hayran olur hemde herhangi bir mevzuyu açıkça söyleme imkânı bulurdu.

Hazreti padişah Edirne'ye dönüp oradan da İstanbul'a av­det etmişti. Çok kısa bir müddet sonra yeniden büyük bir av partisi tertiplenmişti. Sırası gelmişken bu av partilerinin sa­dece eğlence için olmadığını yeri geldikçe daha evvelki cilt­lerde beyan etmiştik şimdi bu beyanları tekrar etmeyecek ayrıca şu hususu belirtmekle yetineceğiz. Bilindiği gibi yerle­şik bölgelerden sayılan İstanbul ile Edirne arası köy ve kasabaları İle bir tarım alanı olmuş ve insanların kalabalık şekilde bir arada yaşadıkları yerler haline gelmişti. Balkan ormanları tabir edilen bu ormanlarda topluluklara olduğu gibi ekin ve bostanlara zarar veren hayvanat ile dolu olduğu izahtan va­restedir.

Bunlar mevsimleri geldikçe bu zararlarını insanlara verirler ve bu hususta şikâyetler padişaha kadar arzolunur ve emri padişahı ile bu ormanlar üzerine av seferleri tertip olunur ve bir nevi ormanlar taranır zararlı hayvanlar itlaf edilir, halka emniyet telkin olunurdu. Bu sebepten devlet sık sık av sefer­leri tertib ederdi. Yoksa bazı tarihlerin bu avları bir sefahat gi­bi göstermeleri ve esas maksadı gizlemeleri gaflet değilse ihanete bağlanabilir. Yoksa bu günde bir çok avcı kulüpleri av partileri tertiplerler ve bazı köylere dadanmış islâm mileti-nin haram edilmesi yüzünden katiyyen görmek dahi isteme­diği domuz gibi zararlı mahluku itlaf ederler. Böylece hem bu köylere bir hizmet etmiş hemde temiz orman ve kır havası alarak vücudlarının idmanlı kalmasını temin etmiş olurlar. İş­te Sultan Ahmed Hazretlerinin terar tekrar tertip ettirdiği bu av partileri böyle halka nâfi bir şey olsa gerektir. Bu izahı yaptıktan sonra mevzuumuza dönelim.

Tertip edilen av partisi icabı avlana avlana Edirne'ye gidil­mişti. Fakat bu arada devletin bazı işleri aksi gitmiş sadra­zam ise bunları padişahtan saklamış hatta hilafı hakikat be­yanda bulunmaya başlamıştı.

Bu arada Mekkei Mükerremenin bazı tamiratlarına kalkışıl­mış ve bu tamiratlara nezaret için gönderilen Hüseyin Paşa Dersaadete avdet ederken beraberinde Kâbeyi muazzamanın sathındaki ağaçtan yapılmış bir asa'yı şerifi hazreti padişaha takdim etmiştir. Bu asa'yı şerif ve diğer emanetler Hırkai Sa­adet dairesine konulmuştur.

İbrahim Paşa, Kaptan-ı Derya Hali Paşa'mn emriyle si-nob'u yağmalayan korsanları takip etmemiş, onların ge­çeceği noktayı bulmuş, doğru oraya gidip, Tatarların yardı­mıyla Sinob'u yağmalayan Kazakları perişan edip elerinden yağmalarını almış ve Sinob'a geri göndermişti. Kazakları Don nehri ağızlarında yakalayan İbrahim Paşa bunlara iyi bir ders vermişti.

Gelgelelim bütün bunlar olurken Nasuh Paşa olanları padi­şaha haber vermiyor örtbas etmeye gayret gösteriyordu. Du­rum padişaha Şeyhülislâm Efendi tarafından duyurulmuştu. Bu durum padişahın çok sinirlenmesine vesile olmuşsa da artık İşin olgunlaşmasını beklemeye karar verimşti.

Nasuh Paşa, Gümülcineli bir hiristiyanın oğlu iken topla­nan devşirmeler içinde zekâsı ve akıllıca davranışları ile te­mayüz etmiş ve saraya baltacı olarak girmişti. Gösterdiği muvaffakiyet sayesinde kısa zamanda Çavuş rütbesiyle sa­raydan ve az sonra Kürdistan'ın ileri gelen zenginlerinden ve komutanlarından Mir Şerefin kızlarından biri ile evlenmişti. Zamanla mevkilerini yükseltmiş ve nihayet sadrazam olmuş aynı zamanda Sultan Ahmed'in onüç yaşındaki kızı Ayşe Sultanim nişanlanmıştı. Fakat şunu unutmuştu: Her yükseli­şin esas rpuvaffakiyyeti zirvede durabilmekle kabildir. «Ne oldum değil, ne olacağım» sözünü daima hatırda tutmak ge­rekir. Sadrazam olmak belki çok şeydir fakat her şey değil­dir. Padişahın kuvvetli yumruğu bir gün tepende patlar ken­dini sağ salim görürsen buna şükredersin çünkü hayatını bile kaybedersin. İşte Bu Nasuh Paşa da ikinci şık yâni ölümle neticelendi. Şöyleki; Sadrazam otoritesine mani olan üq kişi­nin idamını padişahtan istedi. Bunlar suitan'ın Hocası, Kızlar ağası ve Şeyhülisâm Efendi idi. Padişah bu talebi konuşma­ya değer bile bulmadı. Edirne'ye tekrar ava giden Sultan Ah­med Hazretleri, av sırasında Kırım Hânı'nin şehzadelerinden 220

Mehmed Giray'ı yanında tepeden tırnağa silahlı adamları ite gördü. Buna da canı çok sıkıldı. Mehmed Giray Sadrazamın davetlisi olarak geldiğini söylediysede padişah hazretleri Mehmed Giray'ın derhal tutuklanıp Yedikule zindanına kapa­tılmasını emir buyurdu ve Öyle yapıldı. Çünkü Hazreti padi­şah, Osmanlı devletinin Kırım Hânları ile yaptıkları antlaş­mada Hanedan-ı Ali Osman'da erkek kalmazsa Kırım Hanlı­ğı otomatikman devleti Osmaniyyenin başına geçecekti. Bu anlaşma Sultan Ahmed'in aklına düşünce bu durumun ken­disine bir suikasd tertibi olduğu şeklinde tefsir ederek tutuk­latma kararından vazgeçmediği gibi Dersaadete döndü.

Cuma selâmlığına gittiği bir camide, meczubun biri kendi­sine yanaşıp öyle bir feryatla şu şikâyette bulundu.

«Sadrazamın ağalarından biri zevcemi iğva etti (yâni baş­tan çıkardı) bunun hükmünün yerine getirilmesini isterim» dedi. Bu talebden ve talebin yapılışından ziyade olayın çir­kinliği padişahı çok üzdü. Nasuh Paşa ise bu olaydan biha-bermiş gibi eski İsteğinde yâni yukarıda arzettİğimiz zevatın idamını tekrar taleb edince Hazreti padişah gayet açık bir şe­kilde talebi red etti.

Nasuh Paşa «Hiçbir isteğim yerine getirilmiyor. Hiç bir sö­züm tutulmuyor. Böyle devam etmez, ya isteklerim kabul edilir yahutta mührü hümayunu alır bu üç bendenizden bîri­ne verirsiniz ben de kendimi zehirlerim» deyince Hazreti pa­dişah: «Vah hain demekki Lalam Murad Paşayı da sen zehir­ledin şimdi defol!» buyurdu. Nasuh Paşaya bir müddet sonra bir cuma günü selâmlığa beraber çıkalım diye haber gönde­ren padişah, paşanın gelmemesini bir hakaret telakki ederek Bostancının eline verdiği bir iradei hümayun ile idamını emr etti. Ve Nasuh Paşanın evinde hüküm infaz olundu. Hicri 1024, Milâdi 1615.
Top