Eğri Seferi Öncesi
Eğri Seferi Öncesi
Hazreti Padişah niçin tereddüt ediyordu? Bir çok tarihçiler bu tereddüdü rahatına düşkünlüğü vermişler, bazıları (hâşâ) korkaklığına hamletrnişlerdir. Bizde derizki; bir sürü mağlubiyyetle biten son iki yıl şüphesiz ki saadece bizim zayıflığımızdan değil, akılca kabul etmek gerekirki, kâfirlerinde zamanını değerlendirmesi, tekniklerini geliştirmeleri, ideal birliğine varmaları muvaffakiyetler temin etmelerinde büyük rol oynuyordu.
Burada çok kısa bir misal vermek isteriz Selahaddin Eyyübi Hazretleri üzerine yapılan haçlı seferlerinde, kâfirler harp sahasında safa dizdikleri askerlerini kalın zincirlerle birbirine bağlarlardı. Ayrıca ağır zırhlar giyer bu askerler hareket kabiliyetlerini son derece kaybederlerdi, üstelik gayet hafif elbiselerle savaşa giren islâm mücahidleri, bu safların arasına dahpta her zincirli guruptan üç beş kişiyi cansız veya hareketsiz kalacak derecede yaraladımı kâfir savaşma gücünü son derece kaybederdi. Çünkü zincirle bağlı olduğu ölü veya ağıf yaralı arkadaşlannımı taşısın yoksa, şahin gibi İla'yı Kelimetullah için cihad eden islâm mücahidleriylemi baş etsin. Tabii zinciri koparamadığından ve cebanetinden perişan olur giderler çok az bir kuvvetle saldıran islâm ordusu bu yukarıdan gök düşse mızraklarımızla onu tutarız diyen ahmakları zirüzeber ederdi.
Gerek haçlı seferlerinin bunlara kazandırdığı görgü gerekse Avrupa üzerine doğan bir medeniyyet güneşi olan Endülüs Emevi devletinden öğrendikleri ile bu aptalca hatalardan bir de sadece hristiyanîık için geçerli reform harekti ve buna bağlı rönesans akımı bu adamların terakkilerine müncer olmuştu. Her neyse biz gene mevzuumuza avdet edelim.
Şimdi böyle bir kuvvetin karşısına çıkmak ne kadar büyük bir risktir. Bilindiği gibi ta 1. Murad-ı Hüdavendigâr zamanından beri son koz daima en iyi şartlar tahakkuk ettiği zaman kullanılır usûlünü hatırlamak gerekir. Çünkü bir komutanın mağlubiyyeti başka bir ordu ile telâfi olunabilir. Ama padişahın kumanda ettiği ordunun bir savaş kaybetmesi telafi edilemez durumlar meydana getirir. İşte Hazreti Padişahın tereddüdü buradan geliyordu. Yoksa korkaklık ve sefahata düşkünlük gibi ithamlar sadece dar ve suiniyyet dolu görüşlülere aittir.
Hazreti padişah sefere çıkma kararı verdiği zaman hazırlıklar başladı. Padişahın başkumandanlığında yapılan seferi hümayunlar Davud paşa sahrasında kurulan otağı hümayunla başlamak adetinde idi. Fakat Zigetvar seferinden bu yana geçen otuz sene zarfında hiç bir padişah sefere çıkmadığından, otağı hümayunun ananevi yeri bulunamıyordu. Buda şunu gösteriyorki, Kaanunî Sultan Süleyman devrinin komutanlarından ve ileri gelen askerlerinden kimse kalmamıştı. Belki de tarihçiler bir nesilden bahs ederken ölçü olarak otuz seneyi ele almayı bu olaydan sonra akıl etmiş olabilirer.
İşte tam bu sırada Sinan Paşa eceliyle ölmüş ve şimdi Beyoğlunda Parmakkapi denilen yerde defn edilmiştir. Beş sefer sadaret makamına gelen bu haris adam çok büyük bir servet biriktirmişti. Servetinin ne kadar olduğunu buraya yazmamızın sebebini biraz sonra bir islâm düşmanına vereceğimiz cevap için uygun gördük. Bu Sinan Paşaya, Asya'dan Avrupadan hatta Afrika'dan dereler gibi servet akmıştı. Ölümünden sonra sakladığı yer altından çıkarılan hazinesinden şunlar çıkmıştı: Yirmi kasa külçe altın, iri incilerden meydana gelen onbeş adet teşbih, otuz parça elmas, yirmi Kavanoz dolusu altın, ibrikler, onaltı at eğeri, otuzdört üzengi, yakutlarla işlemeli otuziki zırh, yüzkırk miğfer, kıymetli taşlarla bezenmiş pazubentler, gümüşten yemek takımları, altı-yüz samur ve vaşak kürkü, tilki kürkükaplı otuz tane palto, ipek ve sim ile dokunmuş ikiyüz parça kumaş, dokuzyüz rus sincabı kürkü, altıyüzbin duka altını ve ikimilyon gümüş akçe ben ibaret bu listeyi veren L'amartin adlı sözde Türk dostu kâfir utanmadan (görüyorsunuz Türkiyede mülkiyet hakkı üzerinde ne kadar zayıf bir teminat vardır. Çünkü Sinan paşanın ölümünden sonra malı mülkü müsaadere edilmiştir) diyor. Bu müsadereye kötülemektedir. Şimdi bu deyişte doğruca islâmiyete hücum vardır. Çünkü islâmiyetin mülkiyete vermiş olduğu ehemmiyet hiç bir beşer'i nizâmın tanzim edemeyeceği kadar güzel ve emsalsizdir. Din-i islâm hep verin demektedir. Hele hele Kur'an-ı azimüşşanda Cenabı Hakk (c.c.) meâlen (O altın biriktirenleriniz yokmu, hesap günü biriktirdikleriniz işte bunlardır diyerek kendilerine gösterilecek ve etirilip boğazlarından akıtılıp, göğüsleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır) buyurmaktadır. Bu hitap her müslüman gibi Sinan Paşaya da altın biriktiren ve onu saklayan her müslümana hitap etmektedir. Dünyanın dört bucağından akan bu servet Sinan Paşanın şahsına değil ihraz ettiği makamın kuvvet ve kudretinden geliyordu. Dolayısıyla o hak, Sinan Paşa sağken saklamış olmasından dolayı da kendisine ait olmayan bir hak olduğunun ispatı da sayılabilir. Osmanlı devletinde mülkiyet hakkının zayıf olduğunu ileri sürmeye kalkan bu sefil, Avrupadaki derebeylerinin; halkının gelinlerimin ilk gecelerinin dahi sahibi olma yetkisinde olduğunu hatırlasın ve tarih huzurunda kızaran yüzünü insanlığa göstermemek için başını öne eğsin. Hazreti Ömer'den sonra islâm adaletinin en büyük temsilcileri olan Osmanlı Devletine dil uzatmasın.
Burada çok kısa bir misal vermek isteriz Selahaddin Eyyübi Hazretleri üzerine yapılan haçlı seferlerinde, kâfirler harp sahasında safa dizdikleri askerlerini kalın zincirlerle birbirine bağlarlardı. Ayrıca ağır zırhlar giyer bu askerler hareket kabiliyetlerini son derece kaybederlerdi, üstelik gayet hafif elbiselerle savaşa giren islâm mücahidleri, bu safların arasına dahpta her zincirli guruptan üç beş kişiyi cansız veya hareketsiz kalacak derecede yaraladımı kâfir savaşma gücünü son derece kaybederdi. Çünkü zincirle bağlı olduğu ölü veya ağıf yaralı arkadaşlannımı taşısın yoksa, şahin gibi İla'yı Kelimetullah için cihad eden islâm mücahidleriylemi baş etsin. Tabii zinciri koparamadığından ve cebanetinden perişan olur giderler çok az bir kuvvetle saldıran islâm ordusu bu yukarıdan gök düşse mızraklarımızla onu tutarız diyen ahmakları zirüzeber ederdi.
Gerek haçlı seferlerinin bunlara kazandırdığı görgü gerekse Avrupa üzerine doğan bir medeniyyet güneşi olan Endülüs Emevi devletinden öğrendikleri ile bu aptalca hatalardan bir de sadece hristiyanîık için geçerli reform harekti ve buna bağlı rönesans akımı bu adamların terakkilerine müncer olmuştu. Her neyse biz gene mevzuumuza avdet edelim.
Şimdi böyle bir kuvvetin karşısına çıkmak ne kadar büyük bir risktir. Bilindiği gibi ta 1. Murad-ı Hüdavendigâr zamanından beri son koz daima en iyi şartlar tahakkuk ettiği zaman kullanılır usûlünü hatırlamak gerekir. Çünkü bir komutanın mağlubiyyeti başka bir ordu ile telâfi olunabilir. Ama padişahın kumanda ettiği ordunun bir savaş kaybetmesi telafi edilemez durumlar meydana getirir. İşte Hazreti Padişahın tereddüdü buradan geliyordu. Yoksa korkaklık ve sefahata düşkünlük gibi ithamlar sadece dar ve suiniyyet dolu görüşlülere aittir.
Hazreti padişah sefere çıkma kararı verdiği zaman hazırlıklar başladı. Padişahın başkumandanlığında yapılan seferi hümayunlar Davud paşa sahrasında kurulan otağı hümayunla başlamak adetinde idi. Fakat Zigetvar seferinden bu yana geçen otuz sene zarfında hiç bir padişah sefere çıkmadığından, otağı hümayunun ananevi yeri bulunamıyordu. Buda şunu gösteriyorki, Kaanunî Sultan Süleyman devrinin komutanlarından ve ileri gelen askerlerinden kimse kalmamıştı. Belki de tarihçiler bir nesilden bahs ederken ölçü olarak otuz seneyi ele almayı bu olaydan sonra akıl etmiş olabilirer.
İşte tam bu sırada Sinan Paşa eceliyle ölmüş ve şimdi Beyoğlunda Parmakkapi denilen yerde defn edilmiştir. Beş sefer sadaret makamına gelen bu haris adam çok büyük bir servet biriktirmişti. Servetinin ne kadar olduğunu buraya yazmamızın sebebini biraz sonra bir islâm düşmanına vereceğimiz cevap için uygun gördük. Bu Sinan Paşaya, Asya'dan Avrupadan hatta Afrika'dan dereler gibi servet akmıştı. Ölümünden sonra sakladığı yer altından çıkarılan hazinesinden şunlar çıkmıştı: Yirmi kasa külçe altın, iri incilerden meydana gelen onbeş adet teşbih, otuz parça elmas, yirmi Kavanoz dolusu altın, ibrikler, onaltı at eğeri, otuzdört üzengi, yakutlarla işlemeli otuziki zırh, yüzkırk miğfer, kıymetli taşlarla bezenmiş pazubentler, gümüşten yemek takımları, altı-yüz samur ve vaşak kürkü, tilki kürkükaplı otuz tane palto, ipek ve sim ile dokunmuş ikiyüz parça kumaş, dokuzyüz rus sincabı kürkü, altıyüzbin duka altını ve ikimilyon gümüş akçe ben ibaret bu listeyi veren L'amartin adlı sözde Türk dostu kâfir utanmadan (görüyorsunuz Türkiyede mülkiyet hakkı üzerinde ne kadar zayıf bir teminat vardır. Çünkü Sinan paşanın ölümünden sonra malı mülkü müsaadere edilmiştir) diyor. Bu müsadereye kötülemektedir. Şimdi bu deyişte doğruca islâmiyete hücum vardır. Çünkü islâmiyetin mülkiyete vermiş olduğu ehemmiyet hiç bir beşer'i nizâmın tanzim edemeyeceği kadar güzel ve emsalsizdir. Din-i islâm hep verin demektedir. Hele hele Kur'an-ı azimüşşanda Cenabı Hakk (c.c.) meâlen (O altın biriktirenleriniz yokmu, hesap günü biriktirdikleriniz işte bunlardır diyerek kendilerine gösterilecek ve etirilip boğazlarından akıtılıp, göğüsleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır) buyurmaktadır. Bu hitap her müslüman gibi Sinan Paşaya da altın biriktiren ve onu saklayan her müslümana hitap etmektedir. Dünyanın dört bucağından akan bu servet Sinan Paşanın şahsına değil ihraz ettiği makamın kuvvet ve kudretinden geliyordu. Dolayısıyla o hak, Sinan Paşa sağken saklamış olmasından dolayı da kendisine ait olmayan bir hak olduğunun ispatı da sayılabilir. Osmanlı devletinde mülkiyet hakkının zayıf olduğunu ileri sürmeye kalkan bu sefil, Avrupadaki derebeylerinin; halkının gelinlerimin ilk gecelerinin dahi sahibi olma yetkisinde olduğunu hatırlasın ve tarih huzurunda kızaran yüzünü insanlığa göstermemek için başını öne eğsin. Hazreti Ömer'den sonra islâm adaletinin en büyük temsilcileri olan Osmanlı Devletine dil uzatmasın.
Sultan 3. Mehmed Han
- 3. Mehmed'in Doğumu
- 3. Mehmed'in Tahta Geçişi
- Curcura Köprüsü Faciası
- Eğri Kalesinin Fethi
- Eğri Seferi Öncesi
- Eğri Seferi ve Haçova Meydan Muharebesi
- Estergon Kalesinin Düşmesi
- Ferhad Paşa İle Askerin Arasının Açılması
- Haçova Meydan Savaşı
- Hasan Paşa'nın İki Kölesinin Kaçışı
- Kanije Savunması
- Kanijenin Fethi
- Mihal İle Savaş
- Okmeydanı Sahrasında Kılınan Namaz
- Padişahın Karşılanışı
- Sadrıazamın İstanbul'a Dönüşü
- Son Mektup
- Sulh Müzakereleri
- Sultan 3. Mehmed'in Hanımları ve Çocukları
- Sultan 3. Mehmed'in Sadrıazam ve Şeyhülislâmları
- Sultan 3. Mehmed'in Vefatı
- Şehzade Mahmud'un Ölümü
- Tergoviç Faciası
- Yanık Kalenin Elden Gitmesi