1182-1768 Rusya Seferi ve Sonucu

1182-1768 Rusya Seferi ve Sonucu

Osmanlı tarihinin sükunet dönemi;.Dâmad Koca Mehmed Ragıb Paşanın vefatı üzerine rüzgârlı günlere maruz kalmaya başlamış, nihayet Rusya ile meydana gelen savaş yerini acı dolu fırtınalı günlere bırakmıştır milleti. Yılmaz Oztuna; rrvj-dekkik bir tarihçiliğin, ender yetişenlerinden olduğunu gcste-ren bir beyanla bunun ispatını pek bir yerde rastlanmayan malumatla yapmakta. Bu malumatsa devletin kurulusundan bu yana adet hâline gelmiş bulunduğu bilinen cülus bahşişi, 3. Mustafa'nın tahta çıktığında son defa verilmiş ve bundan sonrada cülus bahşişi tatbikattan kaldırılma şansı bulmuştur. Osmanlı ülkesinin uzun sayılabilecek olan sükûnet yılla­rında bazı tarihçilerin beklediği ıslahat heKkında kafa patlat­madan Önce devre, mührünü vuran padişah 3. Mustafa'nın gerçekleştirmeye muvaffak olduklarına bir göz atalım, ülke hazinesini güçlendirmenin esas olduğunu anlayan padişah, bu istikamette gayretler sergilemiş, sarayı örnek olmak üze­re israftan uzak kılmaya gayetle itina göstermiştir. Tahsilatın yapılmasına pek önem vererek başarıyı teminde emr-i takip olması, büyük rol oynamıştı Yol meselesi en çok uğraştığı konuların başında geldiği müşahede olunmuştur.

1950'de; Demokrat Partinin iktidara gelmesinin sonrasın­da takip ettikleri karayolları politikası, bu pâdişâhtan kalana devam etmek denilse, yeri vardır. Fütuhat devrini tamamla­mış olduğunu anlayan her akıllı Osmanlı gibi padişah 3.Mustafa, bunun da farkına varmış müdafaa harplerinin artık bizim için gündeme geleceğinin idrâki içinde kale, paianga, istihkâmlar ve nice tabya inşaatına bilhassa gayretini sefer­ber etmiştir.

Süveyş Kanalı inşaatını yaptırarak istifadeyi ilk düşünen hükümdarımızdir. Ne varki; bütün bu iyi düşüncelerin, patla­yan Moskof harbi yüzünden, kiminin tasavvur halinde, bir kısmının da yarım kalmasına sebebiyet vermiştir. 3. Musta­fa'nın sadrazamı ve eniştesi Koca Ragıb paşayı kaybetme­sinden sonra yerini dolduracak bir kimse bulamaması şans­sızlığının bariz bir göstergesidir. Aynı zamanda şairliği de olan padişah, bu sıkıntısını şu sızlanmasıyla dile getirmekte: "Yıkılupdır bu cihan sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvâb-ı sa'âdetde gezen hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" Şi­irin son mısraındaki: "İşimiz kaldı hemen merhamet-i Lem-Yezele" beyânı, esasında hakikatül hakikat olan bir hâli, te­rennümdür. Bu hususta şanlı islâm tarihinin altun sayfalarını teşkil eden bir dönem olan, Hz. Ömer (r.a)'ın başından ge­çen bir hadiseyi örnek göstererek bahse konu beyitteki son mısraya yüklemek istediğimiz hakikatin doğruluğunu işarete çalışalım. Hz. Ömer (r.a) cihad üzerine pek hassas olduğun­dan, yine bir tarafa sefer açmış. Mutad üzere Hâlid-i bin Velİd (r.a) sefere kumandan tâyin etmiş. Fakat, sefer erbabı ara­sında bir sükûnet, yavaş davranma sezmiş. Derhal istihbarat kaynaklarını hareketlendirmiş ve gelecek raporları sabırsız­lıkla beklemeye başlamış. Çok geçmemiş ki, gelen raporlar­da en ortak nokta, mücahidlerin davranışında görülen ya­vaşlık, kumandanları olan Hâlid bin Velid'e olan büyük mec-lubiyetleri, onun maharetine sarsılmaz güvenleri şeklindey-miş. Yahu Hâlid başımızdayken bize ne olacak! Şeklinde dile getirişler söz konusuymuş.

Bu durumun doğru bir anlayış olmadığını teşhis eden Hz. Ömer (r.a) hemen kumandan Hâlid'i vazifeden alıp, birlikler­den birine nefer olarak gönderdiği gibi, bir köleyi de komu­tan tâyin eder. Ardından haber toplayıcılarını yine birliklerin içine salar. Çok geçmeden raporlar gelmeğe başlamıştır. Hem ortak nokta fazlalaşmış hem de kısadır, konuşulanlar; "Hâlid gitdi. işimiz Allah (c.c)'a kaldı" şeklinde olduğunu öğrenen halife Ömer (r.a), ellerini açıp şükrederek: "Hah şimdi oldu, tabiiki işimiz her zaman Allah (c.c)'e kalmıştır" diyerek bize asırlar ötesinden seslenmektedir. 3. Mustafa in-şâd ettiği beyitteki son mısrada, bu hakikata işaret etmeyi ihmâl etmemiş oluyor.

Şiirlerini Cihangir ismini kullanarak yazan Sultan 3. Mus­tafa döneminde İstanbul'umuzun 1179/zilhiccesinin/13. -1766/mayısının/22. perşembe günü maruz kaldığı müthiş deprem, iki dakika sürmüş ve şehrin bir yıkıntıya dönmesine sebebiyet vermiştir. Sultan Fâtih ve Eyyüb Sultan Camileri de adamakıllı yıkılmışlardır. Padişahın hazineye biriktirdiği paralar bu yaranın sarılmasına önemli bir merhem vazifesi görmüştür. Cidden kısa bir zamanda İstanbul adetâ yeniden inşa edilmiştir. Üstelik Bayezid'den Aksaray'a inerken, sağ koldaki Lâleli Câmiinin yapılması bu döneme müsadifdir. Sultan 3. Mustafa'nın türbesi de camie bitişiktir.

Lâleli Camii dört yıldan bir ay eksik bir zaman dilimi için­de inşa edilmiştir. Şimdi Rusya ile yapılan ve 1182/1768 sa­vaşının önemli şahsiyetlerinden 2. Katerina'dan bahsetmek lüzumunu hissettik. Bu kadın, Almanyalı bir aile olan Anhald Zerbest prensi'nin kızıdır 1729 yılında İstetyen'de dünya'ya gelmiştir. 1745 yılında yâni 16 yaşındayken, kendisinin iste­memesine rağmen Rusya imparatoriçesi olan hala'sı Eliza-bet'in, veliahd olarak seçtiği, Holştayn Kotrub Dukasına var­mağa mecbur kalmıştı. Bahsi geçen Dük, 3. Petro adıyla

Rusya imparatoru olduktan sonra, hanımını boşamış ve sa­rayında adetâ hapis eylemişdi. Ancak ahalinin muhabbetini elde etmiş olan Katerina, orduyu ve ahaliyi celbetmiş ve ko­casını 1763 yılında tahtından iskat edivermiştir. Katerina; Moskova'da bulunan Rusya tahtına, büyük bir tantana içinde oturmuştur. Bu tahta oturuş da hisse sahibi olan ve Kateri-na'nın, metresliğini yapmakta olduğu Stanislas Yonyanevs-ki'de, Lehistan krallığı tahtına oturmuştur. Katerina bu vak'a-da eski kocası 3. Petroile karşılaştığında birbirlerine hakaret­lerde bulundular.

Ayyaşlığın zirvesinde olan bir imparator ile aşİfteliğin şahi­kasında bulunan imparatoriçeden, daha başka ne beklenebi­lirdi ki? Bizim haremlerimizin Sultanvâlideleri çok kritik bir dönem olan 1. Ahmed'in vefatından, 4. Mehmed'in vefatına kadar süren devir içinde devlet idaresine, bazı önemli müde-halelerde, bulunmuşlarsa da, asla ve asla böyle şen'i ahlâk­sızlıklara rastlamak mümkünatı olmayan hallerden olduğu, her insaf sahibince teslim olunur.

Katerina bir müddet sonra bizim Kırım üzerine, Azak kale­sine, ve İsmayiî taraflarına sefer yaptırmış ve zabta, muvaf­fak olarak, Osmanlı milletine karşı taşıdığı istilacı emellerini ortaya dökmüş bulunuyordu. 1773 senesindede Prusya ve Avusturyayla anlaşarak, Lehistan'ın bölünmesini gerçekleş­tirdi. 1774'de yâni 1182/1768 savaşı sonrasın da varılan Kaynarca antlaşması imzalanınca güney yönünde genişleme yolunu açmış oldu. Rusya'nın tanzimi hayatında büyük bir pay sağlayan Katerina; fenni ilerlemeleri teşvik ederken, ilimlerin ülkesinde rahatça ifade edilmesi hürriyetini tanıdı. Sanayii ve ziraatte bir işbirliği kurulmasını temin edebildi. 1796'da Lehistan'ı bir defa daha yutarak, adetâ haritadan sildi.

1797 yılındada yeni bir fütuhata hazırlanırken kalb krizi sonunda öldüğünde, milleti de üzülmüştür. Bir kaç tiyatro eseri yazdığıda rivayettendir. Biraz Osmanlı padişahından biraz da, Rusya imparatoriçesi Katerina'dan bahsettikten sonra Kaynarca sulh antlaşması ile neticelenecek Osmanlı-Rus savaşma aid tafsilata girişelim. 1768'de başlayan bu sa­vaş altı yıl kadar imtidad etmiştir. Çıkış sebebine gelince, böyle bir savaşın çıkmasının tek bir sebebe bağlanamayaca-qı erbabının malumudur. Biz bu sebeblere temas hususunda iki ayrı kaynağa baş vuracağız, birincisi 1329/191 l'de ya­yımlanmış Ali Şeydi bey'in bir çalışması, ikincisiyse Yılmaz Öztuna bey'in Türkiye Tarihi adlı hacimli eserinin, 6. cildin­den alıntılarla aktarmaya çalışacağız. Rusya'da iktidar o'-na-yı başaran Katerina, Deli Petro'nun vasiyetini yerine getirme­ye çalışan bir davranış sergiledi. Aslında kendini tutmuş gibi görünen Rusya ahalisine beğendirmek yolunun, mükemmel bir zaferle mümkün olacağının idrakindeydi. Mükemmeı za­fer, ancak Osmanlıya karşı açılacak bir savaş ve savaşı ka­zanmakla temin olunabilirdi. Buna bağlı olarak, Osmanlı pa-' dişahını alâkadar eden her işe Rusya karışıyor, müdehale et­mek yolunu tutuyordu, üstelik bazı işlere karışmamasına ve­sile teşkil eden eskiden yapılmış ahidler vardı. Bunlardan bi­rini de Lehistan meselesi teşkil etmekteydi.

Ruslar Lehistan işine karışmayacaklarına dâir daha önce­den vermiş oldukları imzayı hatırlarına getirmeden askeri müdehalede bulundukları Lehistana dahil oldular. Lehistan devleti, garantörü olan Osmanlı devletine müracaatla, Rus­ya'nın tecavüzkâr davranışlarından vikaye olunmasını istedi. Lehistan'ın yâni Polonyalıların, bu yardım çağrısı ezeldenberi Rusya'ya düşman bir anlayış içinde bulunan 3. Mustafa, kendisine engel olması muhtemel merhum sadnazam Ragıb Paşa'nın vesayetinden kurtulmuş olmanın ataklığı içinde, sadrazamı Muhsinzâde Mehmed Paşaya savaş ilânı hakkında ferman yayniadı. Ragib Paşa mektebine uzak olmayan bir anlayışın sahibi olan, Muhsinzâde, padişahdan gelen fermanı tebellüğ ettiğinde açılacak bir savaşın yetersiz hazırlık ve zâif yapımız yüzünden felâkete sebeb olur düşüncesinde bulun­duğunu padişaha cevab olarak arzetti. Ancak bu arzın sonu­cu, görevinden iskat edilmesine sebeb oldu.

Yerine Hamza Paça tâyin edildi. Bu ;_at döneminde de sa­vaş ilânı gerçekleşti, Anadolu valiliklerinden gelen zevatın içinden seçilmişti. Serdar-ı ekrem unvanı da uhdesine veril­mişse de, durumu bu vazifeyi yapabilecek evsafda görülme­di. Azline karar alındı ve boşalan makam-ı sadarete, Yağlık-çızâde Mehmed Emin Paşa getir'ıdi. Hazırlanmış birliklerin başında serdanekrem unvanıyla yola çıktı.

Ne varki; askerimiz sayıca az, intizamı yetersiz, cephane ve mühimmatı gayri kâfi olduğundan Hotin Kalesi, Eflak ve Buğdan taraflarında bazı yerler elimizden gidivermişti. Kartal bölgesinde gâlib durumda bulunan askerimiz, anlaşılmaz bir tarzda yerden yere vurulmuş, pek feci bir hezimete duçar oluvermişti. İngiliz amirallerinin yardımı ve komutası altında olan Rusların donanması, Baltık denizinden, Bahr-i sefid'e yâni Akdenize çıkarak, Çeşme limanı yakınlarında Osmanlı gemilerini verdiği baskınla hem yakmış hem de askeri gücü­nü perişan etmeyi başarmıştı. Bu başarılan, Osmanlı devleti­nin can damarı olan Çanakkale boğazının dahi tehdid altında kalmasına sebeb olmuştu. Bu sırada tarih 1183/1769-70 se­nesine dönmüştü.

Ruslar artık durmuyor yürüyüşe devam etmektelerdi. 1184/1770 sonlarında, 1771 başlarında Rusların güney böl­gemiz üzerinden Bender, Akkirman, İsmayil, İsaakçı, Tolçe taraflarına aktığı görülüyordu. Padişah 3. Mustafa ise; aldığı bu elem verici haberler karşısında tek yapabildiği sadrıazam değiştirmekti. Bütün bunlar yetmezmişçesine, Mora'da Rus entelejiyansının çalışmasıyla pek kuvvetli bir isyan patladı. Babıâli şaşırmış, ne yapacağını akıl edemiyordu. Bunun he­men peşinden Katerina askeri Kırım yarımadasına saldırıya geçti. Suriye'de, Mısır'da çıkmaya başlayan isyanlar, Mora isyanından esinlendiler dense pekyanlış sayılmaz. Osmanlı kuvvetlerinden ne bu isyanları bastırması beklenebilirdi, ne de Rusların inkişaf etmekte olan saldırılarını durdurabilmek ve bilahire onları yenebilmek maalesef imkânsız bir görüntü vermekteydi.

Allahdan Prusya olsun, Viyana olsun Rusların gösterdiği muvaffakiyetin, kendi başlarına bir mesele çıkaracağı hük­münü istinbat etmiş olacaklar ki; Osmanlı Rus harbini dur­durma hususunda ittifak ettiler ve iki devlet, yâni Prusya ve Avusturya mütareke ilânına çağrıda bulundular. Yorulmuş ve bıkmış olan devletimiz derhal bu çağrıya, evet cevabı ver­mekten imtina etmedi. Ne sebeble olduğu halâ öğrenilmemiş bulunan Rusların çağrıya kabul cevabı vermesi de şaşırtıcı idi. 1186/1772-73'de mütareke içinde sulh müzakerelerine başlandı ne varki epey süren müzakereler neticesinde Bük-reş'den sulhun ilânı gerçekleşmedi. Kırım'a istiklâliyet veril­mişti. Azak denizi girişindeki; Kerç ve Yenikale Ruslara terk olunmak gibi isteklere ilaveten bazı taleplerde bulunulması, Osmanlı murahhaslarının antlaşmayı imzalamama noktasına getirdi.

Böylece mütareke ortadaVı kalkmış, sıcak savaş avdet et­mişti. Ali Şeydi bey'in anlattığı 1182/1768 savaşını Yılmaz Oztunabey'in tarihinden de özetleyelim: "1739 Belgrad ant­laşmasından sonra Rusların Osmanlı devletine açıktan açığa düşmanca davranışı yerini sinsice tavırlara yönelmişti. Os­manlı devletine nerede karşı bir hareket vücud buluyorsa, Rusların, gizli Osmanlı düşmanları ile birlikte, hareket içinde yer almaya başladıkları. Kafkasya'da Gürcistan bölgesinde, rastlanılan ortodoks mezheblilerin kıpırdanmaları Çıldır Bey­lerbeyi Hasan Paşa'nın bu bölgede hareket yapmasına sebeb teşki! etti. Romanya prensliği, Mora ve Arnavutlukda bile Or­todoks tepki, kışkırtıcı rus ajanlarının marifetiyle genişleme istidadını göstermekteydi. Bunların çıkış noktasının Rusya olduğunu tesbit etmekte gecikmeyen Devlet-i âliye istihba­ratçıları, eldeki deliller ile Rusya üzerine gitmek ithamı ispat­tan uzak kıymettedir. Ancak daha belirgin bir vak'a, Rus­ya'ya savaş açılmasına müsaid olur, denmekteydi. Sonunda o vak'a da kendini gösterdi. Lehistanın Rusya müdehalesine mâruz kalmasıydı vak'a. Lehistamn devlet düzeni krallık ol­makla birlikte, kralın ölmesi halinde yenisinin seçimle iş ba­şına gelmesi şeklinde uyguladıkları sistemleri vardı. Yazar Oztuna, bu seçimle kral seçme sistemine şu nitelemeyi yap­makta: ".seçimle yeni bir hükümdarın iş başına gelmesi gibi uğursuz bir devlet düzeni.."

Ne acayiptir ki, 28/şubat/1997'den sonra yazar, Türkiye-mizin başkanlık sistemine geçmesinin pişuvahğına soyundu­ğunu gördük. Kral'ın seçimle işbaşına gelmesine uğursuz ni­telemesi yapan tarihçinin, başkanlık sistemini hararetle iste­mesi bizim görüşümüze göre pek önemli tezatı gösterir. Ney­se biz özetlemeye devam edelim: Lehistan krahğıni ölümüyle boşaltan 3. Agustus Saksonyah idi. Rusya İdaresine ihitiâlle el koymuş bulunan, Alman asıllı imparatoriçe 2. Katerina boşalmış bulunan Lehistan tahtına metresi olduğu Kont Sta-nislas Poniatowski'yi çıkardı. Bu hal bir emrivaki şeklinde meydana gelmişti. Osmanlı devleti söz sahibliğinden feragat edemezdi. Buna paralel olarak yapılan yanlışlığa karşı koy­du. Tabii ki Rusların sinsice davranışlarına son verebileceğini zannettiği savaşı açma fırsatını da yakaladığı itikadına kapıl­dı. Ruslar sa Osmanlıların ikazına sinsiliği devamlılık içinde tutarak yaptıklarının geçici olduğunu en kısa surede normale avdet edileceği teminatı verdiler. Arkasından bütün hudud-lardaki kale ve istihkâmlarını tahkim etmeye başladılar. 3. Mustafa o sırada savaştan çekindi. Buna mukabil Lehistan'ın Kral Stanislası kabul etmeyen gurubu hem krala, hem Rusla­ra mücadele bayrağı açarken, durmadan da Osmanlı devle­tine metbuluğunu beyan ediyor ve yardım istiyordu.

Polonya milliyetçileri, Bar şehrinde toplandılar ve de Rus­lar tarafından perişan edildiler. Bunun üzerine Osmanlı şehri olan Balta'ya; bu milliyetçilerin iltica ettiği görüldü. Ruslarsa antlaşma, hudud gibi mefhumları tanımayarak Lehlilerin ar­kasından Balta şehrine girerek ayrım yapmadan, ilticaala ı da, onlara kucak açan Osmanlıları da katliama tâbi tuttu.

1182/cemaziyelevvel/26. -1768/8/ekim/c. ertesi günü Osmanlı devleti Rusya'ya ilân-ı harb etti. Öztuna'nın mütala­asında 3. Mustafa'nın savaş açmaktan içtinab ettiğine dâir beyanı görüyorsunuz. Ali Şeydi merhumun yazdıklarına bir göz atarsak, 3. Mustafa sadrazam Muhsinzâde'ye savaşın ilâ­nı için ferman gönderdiğini okuruz. Buna karşihkda sadraza­mın bu fermana uymaktansa, azli göze aldığını, İstifasını ver­diğini görürüz. Dolayısıyla bu iki tarihçinin beyanındaki fark­lılık üzerinde biraz düşünürsek, varacağımız netice, Şeydi merhum'un hakikate daha yakın olduğunu görmek olur. Ni­ce tarihi fıkralarda, 3. Mustafa'nın; Ruslara pek düşman ol­duğu onlara savaş açıp yenmek tutkusuyla dolu olduğu be­lirtilmiştir. Eniştesi olan merhum sadnazam Koca Ragıb Pa-şa'ya söyledikleri, yukarıda anlatılmıştı. Demek ki; doğru ve rnakul olan, Şeydi merhumun Muhsinzâde'nin, savaş aç­makta temaruz etmesini hatta, bu sebeble sadaretten istifası­nı sunabilme cesaretini gösterdiğinin anlatımıdır. Neticede; Muhsinzâde askere güvenmemekte haklı çıkmıştır. Ancak savaştan çekinmek 3. Mustafa'nın işi değildir.
Top