3. Mustafa'nın Şeyhülislamları

3. Mustafa'nın Şeyhülislamları

3. Mustafa'nın ilk şeyhülislâmı, 3. Osman'dan müdevver olan Dâmadzâde Feyzullah efendi'dir. 16/cemaziyelev-vel/H71-26/ocak/1758 perşembe günü bu zat tarafından boşaltılan makamı meşihata Mehmed Salih efendi gelmiş, 1 yi!, 5 ay, 5 gün kaldıktan sonra 5/zilkade/l 1 71-30/hazi-ran/1759 cumartesi günü yerini, Çelebizâde İsmail Asım efendiye bırakmıştır. Bu zat şâir ve tarihçidir. Makam-ı meşi­hat vefatı dolayısıyla boşalmıştır. İfta dönemi 7 ay, 6 gün de­vam edebilmiştir. Hacı Velİyeddin efendi bu şerefli vazifeye nasbedildiğinde, 28/cemaziyelahir/l 173-16/şubat/176ö cu martesi tarihi yaşanıyordu. 1 sene, 6 ay, 19 gün sonra yerini Tireli Ahmed efendiye bıraktı.

Hattat ve nefis kitablara sahip bir kişiydi. Bayezid kütüp­hanesi, onun bağışıyla zenginlik kazanmıştır. Tireli Ahmed efendi 7 ay, 23 gün, bu vazifeyi ifa etmiştir. Bırakmış olduğu tarih, 5/şevval/l 175-29/nisan/1762 perşembe günü idi. Dürrizâde Mustafa efendi 4 sene, 11 ay, 24 gün makamı me-şîhatte bulundu. 22/zilkade/l 175-23/nisan/1767 ayrıldığı perşembe günü tarihini, taşıyordu. Hacı Velİyeddin efendi, 2. meşihatina getirildi ve makamını, 13/cemaziyelevvel/1182-25/ekim/1768 salı günü vefatıyla terketti. Hemen yerine ge­len ve 1 sene, 4 ay, 8 gün hizmet arzeden, Pirizâde Osman Sâhib efendi de vefatı münasebetiyle vazifesine veda eyledi. Mirzazâde Sâid efendi, 4/zilkade/l 183-2/mart/1770 per­şembe günü geldiği vazifeden istifaen 3 sene, 5 ay, 19 gün sonrada, 1/cemaziyelaahir/l 187-20/ağustos/1773'de ayrıl­dı. Yerine, Şerifzâde Mehmed Şerif efendi geldi, 3. Musta­fa'nın son şeyhülislâmı oldu. Bu vazifesini 6 ay, 8 gün sür­dürdü ve bu dönem zarfında 1. Abdülhamidhân'ın ilk şeyhüiislâmı olma şerefini de ihraz etmişti. Böylece on tane şeyhü­lislâm değişikliği olmuş, bunlardan Veliyeddin efendi, ma-kam-ı meşihata iki defa geldiğinden bir diğer anlayışa bakar­sak, 3. Mustafa dokuz şeyhülislâmla çalışmıştır. 3. Musta­fa'nın Özet Kimliği Sultan 3. Mustafa, Sultan 3. Ahmed'in oğludur. 1129/1717'de dünyaya gelmiştir. 11 71/1 758'de padişah oldu. 1187/1773'de vefat etti yaşı 58 olmuştu. 16 sene süren padişahlığının arkasından Lâleli Camii bitişiğinde yaptırdığı türbesinde medfundur.

Sultan Mehmed Fatih zamanında İstanbul'u feth ettikten sonra ezmine-i hayriye yâni hayırlı zaman dediğimiz dönem başlamıştı. Bu devirde geçirdiğimiz iç inkilabîar ve siyaseti­miz h. 857/m. 1453'den h. 1188/1774 senesine kadar ge­çen vakaların özetini gördük. Bu hülasada en çok dikkatimizi çeken bir husus varsa o da, Osmanlı devletinin Balkan yarı­madasında bu yarımadanın üzerinde siyasi birlik kurmuş ol­masıdır. Osmanlı hükümeti bu ada üzerinde sırf kendi siya­setiyle hareket ederek, son devirlerin en büyük imparatorlu­ğunu kurdu. Şimdi haritaya bir göz atıldığında görülecek olan kara hududlarımszın İran'dan Fas'a kadar uzanmakta olduğu görülür. Bu hududlar dahilinde çok çeşitli kavimler bir arada yaşamaktadır. Osmanlı devletinin yükselme dev­rinde iki önemli hal görülmüştür. İşte bu iki hali ben size ec­nebi tarihçilerin yazdığı, eserlerinden özetleyerek naklede­yim. Çünkü elimizde bulunan tarihlerimiz, dünya da yalnız Osmanlı devleti varmış gibi ve bu nazari hüküm ile diğer devletlerin vaziyetine atf-u nazar etmemiştir, hatta bundan istinkâf etmişlerdir. Osmanlı devletinin ikbâli dediğimiz yük­selme devrinde islâmiye-i muazzamanın haysiyetini taşıdı­ğından hristiyan devletleri arasında çok mühim ve yüksek bir yer tutmuştu.

Hatta hristiyan devletlerip çoğu ittifaka eyilim gösterdiği halde buna adeta tenezzül edilmeyen tavırlar sergilenmiştir. Ancak; burada ruhi bir hal vardırki, o da, adı geçen hükü­metlere benimseme değil korku verilmiş olmasındandır. Yine başka, bir tarihi hülasada deniliyorki, "Osmanlı devleti o za­manlarda doğu iskelelerinde ticareti, yalnız dost bildiği mil­letlere hasretmişti. Bu tekelci vasıfın en çok fransızlan müs-tefid ettiği aşikârdı. Fakat dikkat edilecek olursa bütün avrupanın gözlerini üzerine devirdiği Hindistania ticari münasebet Osmanlı padişahının keyfi tutumuna bağlıydı. Yâni, Osman­lılar hind ticaret yolunu hegemonyalarına almışlardı. Bu yoll-lari çok eski devirlerde Büyük İskender açmış bulunuyordu. Türklerin gerçekleştirdiği bu durum, hind avrupasını iki yola ayırdı. Bu yüzden avrupalı tüccarlar hindistan hazînelerini ele geçirebilmek için Afrika'yı hatta dünya'yı dolaşmaya mecbur kalıyorlardı. Malumdurki, Türkler fetih ettikleri topraklardaki insanları etkiliyor derinliklere kök salmaktaydı. Başka ka­vimlerin çoğunu taht-ı idarelerin aldılar.

Ancak o ırkları asla ne yok edip ne de, yerlerinden sürdü­ler. Ta halife-i Abbasiye döneminde bulundukları Anadolu yaylaları üzerinde yerleşerek vatan edindiler. Balkan yarıma­dası ise yine hristiyanların iskân olduğu biryer olarak kaldı. Osmanlı devletinin ele geçirmiş bulunduğu yarımada da, yalnız rumlar değil, bir zamanlar büyük kuvvet ve satvetini Kostantiniyye kıyılarına kadar ilerletmiş bulunan sırbiyeliler, miladi 13. asırda hristiyan haçlı seferleri ve rumlann yerine yine Kostantiniyyede lâtin devleti kurup ve bu hükümeti mahf eden bulgarlar, bir romanya hükümeti, vardı. Bu genç hükümetler tam beş asır istiklâllerinden mahrum kaldılar. Ruslar ise aynı vaziyete Moğolların istilasıyia duçar olmuşidi. Tarihin ortaya koyup ispat eylediği gibi ruslar ile bu hükü­metlerin hayat ve talihleri arasında kuvvetli bir münasebet vardı.

Şurası da unutulmamalıdır ki; Osmanlı devletinin tabiatına girmiş bulunan rumlar, bulgariar, sırplar, romenler dinle mez­heplerini muhafaza etmiş bir zorlama ile asla karşılaşmamış-iardıki bu hâl bütün zamanların en önemli hürriyet ortamı demekti. "Osmanlıların devleti sadece askere dayanır. Millet­leri mağlup etmeyi asker elinde tuttular. Kuruluştaki munta-zamlığı devam ettiremediler. Adeta feth olunmuş ülkelerin içinde ordu kurmuş galib bir millettiler. Hatta avrupada yer­leşme çarelerini bile aramadılar. Yalnız kılıç kuvvetiyle kuru-jan devletler, yine kılıç gücüyle küçülürler. Avusturyalılar, prens Öjen'in komutasındaki maharetli askeriyle macaristam kurtardı. Macarlar her ne kadar, Türk ırkından olsalarda hris-tiyan olduklarınan dolayı avrupanın büyük devletleri arasına kolayca sığınabilmişlerdir. Büyük Petro, geçmişinden olan Kife prensi Vilademir'in doğu imparatoru 2. Bazil'in kızı Ann, 1400 sene-i miladisinde evlendiğini hatırladıkça Kostantiniy-ye (İstanbul)1 üzerinde kendisince bir varislik hakkı vehmetti. İlk önce, Azak kalesini almışsa da, çok geçmeden terketme-ye mecbur kaldı. 2. Katerina, Petro'nun arzu ve emellerini besleme yoluna gitti. Katerina Karadeniz sahilinden, çok faz la sayılacak miktarda araziyi ele geçirdi. Kırım da Sivas'o-pol, Rusya'nın güneyindeki Odesa'yı, ki "bizim tarih lisanı­mızda Hocabey diye anılır" kurdu. Bizde pek iyi hatırianzki, katolik avusturyahlar ile Ortodoks ruslar h. 12. asırda, os-manlılan dolaysıyla islâm! asya'ya doğru itmekteydiler. Or­talıkta dönen çalışmalar sadece din'len alakalıydı. Bu dîn kavgasına az bir müddet sonra da, Osmanlı hükümetinin mi­rasına konma ve misilsiz güzellikteki ve önemdeki Kostanti-niye'yi ele geçirme harisliği de buna eklenince cephe büyü­müş oldu. Bahr-i sefid yâni Akdeniz'e ve buranın sahillerine ulaşmağa sürükleyen heves, ticaret nokta-i nazarından da pek tatlı olandurumlar göstermeğe başladı.

Osmanlı devleti, kötü ida,re, istibdat, cehalet, hile ve hay­dutluklar içinde kalarak, muntazam askerinin bozulma hali almasını engelleyemedi. Böylece de, her geçen sene zarfın­da zaafa sürüklendi. Bu yüzden Hindistan yolu mevcut zaaf ile muhafaza edilemezken, geçidleri zorluyanların işide bin-nisbe kolaylaşmış oluyordu. İngiltere olsun, fransızlar olsun bu yolda görmüş oldukları menfaati anladıklarından, den yolu ile harekete geçtiler. İşte, "Şark Meselesi" diye çıkan ve elan devam etmekte bulunan "Akide-i Siyasiye" böyle vücud bulmuştur. Şimdi Kaynarca antlaşmasını hiç yoktan icat eden sebeblerin siyasetini bir daha gözden geçirelim: "Rusla­rın Tuna nehri boyundaki galibiyetleri, Adalar denizinde de donanmamızı yakmaları, adalardan bir kaç tanesini istila et­meleri, avrupa da büyük bir sarsıntı meydana getirdi. Os­manlı devletinin vaziyetininde 2. Katerina'nın keyfine kaldı­ğına dair zan meydana geldi. Bu olayın en çok tesirinde ka­lan ve hisseden Avusturya devleti olmuştu. Adı geçen- devlet bu sırada ise, üç kişi tarafınca yönetilmekteydi. Bunların 1. si imparatoriçe Mariya Tereza', 2. si, 6 yıldır avusturya impa­ratoru olan Mariya Tereza'nin oğlu bulunan 2. Jozef, 3. su ise, imparatoriçe Mariya Tereza'nın akıldanesi, ihtiyar Kauiniç idi.

Prusya'yı ise kral büyük Fredrik yönetmekteydi. Rusya'nın galib vaziyette ilerlemekte olmaları Avusturya'yı, mecburen-de Prusya'ya yâni Alman hükümetine yaklaşmaya sevk et­mekteydi ve Öylede oldu. İmparator Josef, büyük Fredrik ile biri Nis diğeri Neustadda olmak üzere iki defa görüştü. Jozef, Silezya vilayeti üzerindeki haklarından vaz geçerek, Osman-Iı-Rus meselesinde Fredrik'in yardımını elde etmeye muvaf­fak oldu. Bu iki hükümdar (alman usulü vatanperveranesİ) "Le systeme patriotique allemand" tabir ettikleri bir çeşit itti­fak esasları kararlaştırarak Rusyay'lan, Fransa'ya karşı biri-birlerine yardımcı oldular. Bu esnada ise Ruslar Kırım'ı zapt ettiler. Selim Giray'ı İstanbul'a kaçırmışlar, Romanzof'un as­kerleri Kağul yâni Tuna boyundaki Kartal ovasında orduları­mızı bozmuşlardı. Avusturya başvekili Kauğniç, 1771 senesi temmuz ayının 7. günü bizimle bir antlaşma yapmaya kal­kıştı. Biz bu antlaşma mucibince Avusturya'ya 1 1 milyon 250 bin florin verecek, küçük Ulahya'yi terk ve Erdel hududunda düzeltmeler yapacakdık. Avusturyalılar ise bize siya-seten ve lüzum olduğunda silahlı yardımda bulunacaklardı. Biz, 25/temmuzda ilk taksit olan 2 milyon florini Zemleyn'e yolladıksa da, adı geçen antlaşmanın suya düştüğünü anla­maktan başka elimize bir şey geçmeyerek netice verdi. Rus­lar, Prusya hükümetinin Avusturya ile ittifak yaptığından ha-berdarolunca hemen yumuşamaya başladı. Fredrik, Kateri-na'ya Lehistandaki payına razı olmayı bilmesini ihtar etmek­teydi. Bir Fransa tarihinde şöyle diyor: "Tuna üzerinde sükûn bulan fırtına Lehlilerin topraklarında başladı" hakikaten bu zavallı devlete bölünme parçalanma ilk defa; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında karar altına alınmıştı.

Sultan 3. Mustafa, bu uzun savaşa Lehistana girmiş olan 25 bin Rus askeri sebebiyle girişmişti. Ruslar, Kaynarca ant­laşması münasebetiyle Azak, Kerç, Yenikale ve Kilburnu'nu aldılar. Kırım'a istiklâl verdiler. Karadeniz de gemilerinin ser­bestçe dolaşması hakkını elde ettiler.

Buna karşılık Avusturyalılar bir tek silah atmadan bizim idaremizdeki Buğdan'a katılmış olan Kızılorman dediğimiz, Bukovine'ye 1771 senesinde, Osmanlı devletine büyük hiz­met yaptık iddiasıyla sahip oldular. Bu hampacılığa sesimizi bile çıkaramadık. Kaynarca antlaşmasının 7. maddesinde Rusya elçilerine, İstanbul Rum klişesi lehine aydınlatıcı bilgi­ler verme, 16. maddesinde olan 10. fıkrası gereğince de, Buğdan ve Eflâk (voyvodalıklarının iktizasına göre korunma ve müsaade) olunmalanyla (heriki devlete lâyık olan dosta­ne itibar icabınca, Rus elçilerinin arzettikleri ifadelerine ri­ayet) edilmek kabul olunmuştu. Bu iki maddeyi biraz daha tetkik edecek olursak, anlarız ki, Rusya devleti, Osmanlı devletinin içişlerine karışabilme hakkını elde etmiş bulun­maktadır. Çünkü bu maddelerin ışığında Ruslar hem memle­ketlerini hem de, Osmanlı uyruğunda bulunan hristiyan ahalinin himayesini üzerine almış bulunuyordu. O sıralarda İs-tanbulda Avusturya siyasi işlerinin vazifelisi oiarak bulun­makta olan meşhur, Tuhgut yazmış olduğu bir mektupda: "Kaynarca antlaşmasının maddelerinin hükmü umumiyesini, Rus heyetini teşkil eden diplomatlarının maharet ve ustalık­larını belirlerken, tam tersi Osmanlı murahhaslarının hama-katini ortaya koyan bir numunedir.

Bu antlaşmanın maddelerini yazmada kullanılan tertib-i sanat ile bu günden itibaren devlet-i Osmaniye Rusyanın bir vilayeti makamına inmiştir. "Demiştir. 1188/1774 senesinde­ki vaziyetimiz yukarıya yazdığımız haller dışında bir hâl de­ğildi. Bu antlaşmanın müzakere ve tanziminde vazifeli olan Resmi Ahmed efendi diyorki: "Her tarafdan perişanlık fışkır­makta olan bir zamanda sadnazam dahi gayet ağırhasta olup, tedbir almaya mecali kalmamıştı. İşler bu haldeyken muhasaranın 12. günü murahhaslar, Şumnu'dan çıkıp mare­şalin yanma vardılar. Mareşal ne teklif ederse, buna itiraza derman olmayıp, tazminat olarak da ne kadar para isterse kabulden başka çare yoktu. Hatta devlet sahibi, murahhasla­ra 40 bin keseye kadar İzin vermiş ve İlk önce 20 binden aşağı söz söylemememizi, tenbîh etmişti." Böyle bir selahi-yete sahip ve sıkışmış bir devletin murahhası, diplomasi ma­haret ve ustalığından da mahrum olursa elbette mahud mad­deler böyle ağır ve hiyle bakımından da böyle düzenlenir. " Kaynarca Antlaşmasından Sonra Antlaşmanın 3. maddesin­de Kırım hanlığının bağımsız ve müstakil, hânrın bütün Tatar­ların reyi ve ittifaklarıyla Al-i Cengiz soyundan seçilmesi ya­zılı olduğundan 1188/1774'de Kırımdan Cengiz soyu reisle­rinden ve âlimlerinden ve mirzalarından müteşekkil bir heyet gelerek, Kırım hânlarının önceden olduğu gibi Osmanlı dev­leti tarafından tayin ile seçilmesi, teşrifat ve menşur yollan­masını, hutbeler ve paraların padişah adına basılmasını, Sanip Giray'ın hânlıkda devamının, söz ve yazı ile arza fırsat buldular.

Antlaşmanın başlıca şartlarından olan bu madde müzake­re edildi. Yalnızca hutbe ve para basılması ile teşrifat gönde­rilmesi, maddelerinin taraf-ı devletten olmasına ve metni antlaşmanın, içine koyma Rus hükümetine yazıldı. Bu yazıda Gürcü esirlerini iade meselesi vardı. Gelen cevabda, Ruslar, Gürcü esirleri taleb etmekten feragat ettiklerini bildirdiler. Hân'ın mutlaka Kırım ahalisi tarafından seçilmesi hususunda ısrar buna karşılık para ve hutbe meselesi ile teşrifatçı gön­derilmesini müsaid karşıladılar. Bir kaç gün sonra da, bâbı-âli'de Kaynarca antlaşması tasdiknameleri Rus maslahatgü­zarı Hristofer Petresiyn ile teati olundu. Kırım'a ise mirahm Mehmed Bey ile yalnız menşur ve teşrifat gönderildi.

Sulh antlaşmasının tamamlanmasından sonra devlet tara­fından eski süvari mukabelecisi Abdülkerim paşa'ya, huzur da, fıstıki çukaya samur kürk giydirilerek eline de nâme-i hümayun teslim edilip, elçilik görevi ile Petersburg'a gönde­rildi. Altı seneye yakın süren bu Rus seferi, Mora, Mısır, Suri­ye ve Bağdad ile Anadolu'nun orasında, burasında isyan ve istiklal ihtilallerini kıpırdattığı gibi, zahire bakımından da önemli ihtikârların meydanı hazırlanmıştı.

Sefer masraflarından başka vezirlerinde sayılarındaki artış hasebiyle sancaklarda, eyaletlerde valiler zulmü arttırmışlar­dı. Sadrazamın konağında şeyhülislam ve devlet adamları ile vezir kethüdalarından kurulu bir meclisde sekiz vezirin rütbe­lerinin kaldırılmasına karar verildi.

Ulemaya mahsus arpalıkların mukattaat-ı miriye gibi ilti­zama verilmesine, halka zulüm ettikleri anlaşılan beş arpa-lık'ın kapı kethüdası da, Cezayir'e sürüldü. Arpalık sahipleri­nin namuslu naibler istihdam etmesi için kazaskerlerle, kadı­lara tenbihler yapıldı.

Ruslar, Mora'y1 ihtilal ateşine bulaştırırlarken, cesareti ve kahramanlığı İle Silistre başkomutanlığındaki ehliyetli idare ve korkusuzluğuyla emrine verilen Rumeli kumandanlığını hakıyla başaran Müderris Osman Paşayı Bender muhafızlığı­na tayini çıktığı halde gitmemesinden dolayı Eğriboz valiliği­ne tayininden sonra paşa oraya gitmişse de kurulan bir hiyle ile öldürülmüştür. Ahmed Rasİm bey, burada bir izahat ver­miş ona geçiyoruz "İdam olunarak ortadan kaldırılmasına sebeb olan rumeli eyaletinden azli üzerine vali olarak tayin edildiği Eğriboz'a gitmek kararı alan paşa yola çıkar. Bu arada ise, bâbıâliden çıkan bir hattı hümayunla idamı karar altına alınmıştır. Bu hatla yola çıkan tebdil (değiştirme) ha­sekisi elhac Hüseyin efendi, kıyafetlerini değiştirip, İstanbul-dan yola çıkar. Kendi işine giden bir adam havasındaki hase­ki, Osman paşanın Rumeliden Eğriboza gitmekte bulunan kafilesine yetişir. Bir kaç gün onlarla birlikte seyahat eder. Tabii gizliliğe riayet etmiştir. Eğriboz'a bir kaç konak kala, atını topuklayan haseki, paşa'nın kafilesinden ve paşadan önce gelir. Elindeki idam hükmünü bildiren hattı yeniçeri ağası ve kadiefendiye verip, hükmü bildirir. Ondan sonra da tedbirler alınma yoluna gidilir. Durumun saklı tutulmasıda alınan tedbirlerdendir. Osman paşa beraberindekilerle birlik­te kale kapısına yaklaştığında, şehirdekiler kendisini adet üzere karşılarki, kalenin kapısından Osman paşa girdiğinde, iki kapılı bu kalenin biri kapatılır. Böylece, Osman paşa ma­iyetinden ayrı düşmüş olur. Neden böyle olduğunu sordu­ğunda, kendisine hüküm gösterilir. Çaresizce atından inip, abdestini alır ve teslim-i ruha hazırlanır. (Tarih-î Cevdet) Ta-rih-i Cevdet diyorki: "Osman paşanın idam edilmesi, eski za­manın tasvip olunmaz usûlüne uygun olup, bir adamın iddi­ası gereği kadar subut bulmayınca töhmet ve terbiyesinin derecesini farklı olunca, o farklılığa riayet edilmeden şer'e aykırı ve insaniyete de uymayan adam öldürmenin ve malla­rının müsaderesinin, ne büyük zararlar çektirdiği malumdur." Etrafta türeyen eşkiyadan, Florinalı Muslu, Düzceli Ara-boğlu, Bergama voyvodası Sağıncılı Veli, Bosnalı Yahya ve arkadaşı Baboğlu Zeynel'in yok edilmeleri gerçekleştiği gibi, Maraş eyaleti içindeki, Kılıçlı ve Mandelli aşiretleri de, hizaya getirildi. Kırım hân'ı Sahip Giray, eski han Devlet Giray'ın Ta­tarları tahrik ederek: "Biz istiklâl istemeyiz, sana da itimadı­mız yoktur" dedirtmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve arkasın­dan da Kırım'dan Kalgay Nureddin ve Şeyriyn Ocağı mirza­ları ile ulemasından bir kaç zat bir dilekçe getirerek, geçen sene mirâlemin (Mehmed bey) getirdiği menşur ve teşrifatı Sahip Giray kabul edecek olursa, Kırım'ın istiklaliyetinin tas­dik edilmesinden başka, Yenikale, Kerç ve Kılburun kalele-riyle, Kırım'ın kara tarafından olan giriş yerleri, Ruslarda ka­lacağı Kırım ahalisince öğrenilince, yapılan fevkalade bir toplantıyla İstanbul'a dilekçe gönderilmesine karar verildiği arz olundu.

Bu vaziyet karşısında yapılan genel toplantıda Rus büyü­kelçisinin gelişine kadar bu işin dondurulmasına karar veril­di. Heyet, Kabataş'da bulunan Mehmed Eminzâdeler yalısın­da misafir edildi. Sahip Giray ise, bir rivayete göre Tekfurda-ğı (Tekirdağ)nda başka bir rivayete göre de, Çatalca'da otur­ması emreolundu. Genede zamanın haline bakınki, Dolma-bahçe mesiresinde bir ziyafette, şeyhülislam İbrahim bey, sadrazam İzzet Mehmed paşaya, sohbet sırasında Selim ağa adlı babasının yadigar bıraktığını söylediği bir bendesine ge­çen sene olduğu gibi, bu senede mukattaa rica etmiş ve sad­razamda, bu sene 30 kese zamla talibi var, demiş. Şeyhülis­lam bu cevaba, o kadar çok kızmışki hiddetinden pabucunu giymeği dahi unutup ahali ve Tatar heyetinin orada bulundu­ğunu aklına getirmeden, yalınayak arabasına binip yalısının yolunu tutmuş. Cevdet tarihinde: "Durumun nakli karşısında ikisinden birinin azil edilmesi lâzım geldiğinde şeyhülislâm tarafı galib ve sadrazamın tenbelliği ve ağırlığı yüzünden ay­rı, kaimbiraderi Çelebi İsmail ağaya yüz vererek kendisini di­le düşürmüş olmasından, İzzet paşa azledildi. "Diyor.

Boşalan makama, sadaret kethüdası Derviş Mehmed pasa getirildi. Şeyhülislamda 22 gün sonra görevinden alınıp yeri­ne Salihzade Mehmed Emin efendi meşihate geçti. İzmir de, ahaliye yaptığı zulüm ile tanınmış mukattaa iltizamı, adamla­rı ve bağlılarının fazla olmasından dolayı savaş çıktığında ha­tırı sayılacak işlere yarar diye yaptığı cinayetlere göz yumu­larak kapıcıbaşılık verilip, Sakız adası muhafızlığına tayin edilen sekban taifesinden Avaz Mehmed ağa, şımardıkça şı­marmış, Ruslarla olan savaş esnasında İzmir voyvodası Kara Osmanoğlu Hacı Ahmed ağayı sıkıştırmak için İzmir'i basıp, yağmaya tâbi tutmuştu. Bu herifin cezalanması, kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa'ya havale olundu. Paşa da, Karaos-manoğlu ve Suğia sancağı mütesellimi İlyaszâde Ahmed ağa ile mecburen onların yardımlarıyla Avaz'ın 15 kadar bölük-başısını ve kendisini Tire yakınlarındaki Eğridere'de diri ola­rak yakalayıp, idam etti. Ellidört tane avanesini de ölümden beter olan kürek mahkumluğuna koydu. Rusya devleti tara­fından büyükelçi olarak tayin edilmiş bulunan general Nikola Repenin İstanbul'a geldi. Sefir, resmi olarak babıâii'ye geldi­ğinde icab eden tören yapılıp, elçiye samur, maiyetindekilere kakum kürkler hediye olunurken, hizmetlilerine de hilatlar hediye edildi. Sadrazam tarafından da, ziyafete davet oluna­rak, büyük bir misafirperlik gösterilip, saz ve sözle merasim ifa olunmuştur. Burada da yine bir elbise hediye verilmiş, tam donanımlı gösterişli bir at altına çekilmiştir. Galata'daki konağına kadar refakat olunmuştur. Daha sonra Repeniyne, kaptan paşa, kethüda bey, yeniçeri ağası, reis-ül küttab (hariciye vekili) tarafından da ziyafetler çekilmiştir.

Mısır'ı Bulutkapan Ali bey'in elinden kavga ile alıp onu katletmiş bulunan meşhur Ebuzzeheb, bu sefer üç-dört yıldır yollanmamış olan Mısır hazinesini yolladı. İzahatındada, 1188/1774 senesindenberi zimmetinde olan bakiyeyi öde­mek ve her sene maktu olan malı göndermeye ait şartla af­fedilmesini, Sayda eyaletine tayin olunan Tahir Ömer'in ilk fırsatta isyana teşebbüse kalkacağını bu bakımdan bunun cezalandırılmasıyla, Bulutkapan Ali bey'in elinde kalmış olan malını tahsil etmeyi istida ederek arzda bulundu. Bu taiebier kabul olundu.

Ebuzzehep Mısır'ı, yanında 60 bin asker bulunduğu halde terk edip, Yafa'yı kuşatıp ahalisini küçük büyük demeyip katletti. Tahir Ömer şaşkınlıkla Anje Arabanı araşma kaçtı.

Ebuzzeheb, Akkâ'ya geldiğinde, Beyrut'ta bulunan iieri gelenler terki diyar ederek, Cebeli Düriz hâkimi Emir Yusuf bile hediyeler yolladı. Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağa ile Ben-i Mütevva! şeyhleri niyaznamelerle yaşamalarını te­min edebildi. Bu başarısından dolayı, Ebuzzehebe vezirlikle birlikte Mısır eyaleti, samur kürk, kılıç ihsan olundu. Ne varki bu sırada ecel kapısını çaldı, alıp götürdü.

Onun vefatından sonra yine ona bağlı komutanlardan İb­rahim bey, Mısır'da Şeyhülbeled unvanı verilerek vazifelendi­rildi. Fakat, Tahir Ömer, E*buzzeheb'in vefatından sonra tek­rar isyan meydanına atılmakta gecikmedi. 1189/1775'de Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa ile Şam valisi Azmizâde Mehmed ile Cezzar Ahmed paşa cezalandırmak üzere vazifeli kılındılar. Akkanın topa tutulduğu gün Sayda mütesellimi Denizli Ahmed ağanın tedbirleriyle sırtından mermi ile vuru­lup katledildi. Kaptan paşa Akkâ'ya asker çıkartarak burayı zapt etti. Tahir Ömerin müsteşarı ve bir numaralı adamı oian İbrahim Sabağ'i yakalayıp, Ömer'in mal ve zenginliğinin üs­tesini sorgulattıktan sonra İdam ettirdi. Tahir Ömer'in kıy­metli eşyalarından başka 82 bin kese nakit serveti çıkmıştı. Kaptan paşa, Tahir Ömerin oğullarına emir göndererek, Ak-kâ'ya gelmelerini istemişti. Şeyh Ali Zahir isyan ederek, kar­deşleri, Şeyh Osman ile Said, Ahmed ve Salih Kapudan gel­mişlerdir. Paşa, bunlardan Said'i devlet için kötü sözler söy­lemiş olduğu için idam ettirdi. Cezzar Ahmet paşa ise, bu, sı­ralarda Sayda eyaleti valiliğine tayin edildi. Şeyh Osman ise Akkâ'ya şeyhül beled tayin olduysa da, bir sene sonra Bursa vilayetine vali olarak tayini çıktı. 1190/1776 senesi mühim vakalarından biri, eskiden tımarlı askeri, bahriyede vazife ya­parken denizciliğimizin bozulması, böylece de ocak şekline konması tercihini yaptırmıştı. Ancak bunlarda bir netice ver­memişti. Bunlar anadoluya yayılıp, çiftlik, çubuk basmışlar tahribat ve taarruzlarda bulunmaktaydılar. Levend adı veriien bu sınıfın kaldırılması önemli vukuattandır. Bu askere verilen emir mucibince her tarafdan saldırılarak öldürüldüler. Geride kendini kurtarabilenler Akkâ'da bulunan Cezzar Ahmet pa­şaya iltica ettiler. Burada toplandılar. Tahir Ömer'in oğlu Şeyh Ali Zahir'in cezalanmasını temin etmek maksadıyla Akkâ taraflarına gitmiş bulunan Kaptan paşa, Cezzar ile Az-mizâde Mehmed paşaya emirler gönderip Şeyh Ali'nin ceza­landırılmasını istedi. Levend ağalarından olup, Mehmed pa­şaya iltica etmiş bulunan, Kayserili Ali ağa, Şeyh Zahir'e gö­rünüşte ittifak teklif etmiş ve buna bağlı olarak şeyh yakayı ele vermişti. Ali ağa tarafından öldürüldü. Tahir Ömer'in ha­nedanı zeydan namıyla tanındığı sülale şeyh Zahir'in katle-dilmesiyle yıkılmış oldu.

Suriye bölgesi karışıklıklardan kurtulmuyordu. Ömer Tahir ile çocukları gailesi biter bitmez, Cezzar Ahmet paşa mesetesi kendinigösterdi. Cezzar, Zeydan hanedanının mal ve mül­künü zaptettiği gibi, Cebel-i Dürz hâkimi Emir Yusuf'un üstü­ne hücuma geçip yağmaya koyuldu. Öte yandan Kapdan-ı derya Gazi Hasan paşa, Cezzar'ın Saydaya tayin edilmiş ol­masından sıkılmıştı. Bu sırada da Emir Yusufun Hasan paşa­ya bir dilekçe yolladığı görüldü. Bu dilekçede: "Devlet malını size verdiğimizden dolayı, Cezzar paşa beldelerimizi yağma­ya tabi tutmuş durumda.'1 şeklinde şikayetler vardı. Hasan paşanın Beyrut'a gelişinde emirliğe ait malların tamamen, verilmiş olduğundan Beyrut ile Cebel-i Dürz hakimiyetini Emir Yusuf'un üzerinde bırakmış, Cezzar Ahmet paşaya da, "sen yalnız devlet malını ver. Başka şeye de müdehale etme" emrini verdi. Cezzar Ahmed paşa, Kaptan-ı deryanın vermiş olduğu Beyrut, Cebel-i Dürz'e müdehale etme emrine daha Kaptan paşa Akkâ'dan ayrılmadan itaatsizlik gösterip, Emir Yusuf'u sıkıştırmaya başladı.

Cezzar, İstanbul'dan destek aldığı gibi, o zamanın en güçlü askeri olan levendlerinin çoğalmasıyla kuvvetlenmekteydi. Bu kuvvetler ile Akkâ'yı bir güzel tahkim etti. Günden güne, serveti de çoğalmağa başladı. Öyle terakki ettiki, Beyrut'u eline aldı. Lübnan'ı da müdehalesinin dışında bırakmayıp, oradaki, emir ve şeyhlerini birbirlerine düşürerek bir hayli paraların sahibi olmayı bildi. Rusya büyükelçisi Repeniynin vazifesi geçiciydi. Daimi orta elçilikle tayin olunmuş bulunan general İstekof'un gelmesiyle Repeniyn'nin memleketine döndüğü görüldü. Halbuki, Kırım'da heyeti teşkil etmiş mu­rahhaslardan olan zatın bir faydası görülemedi. Zaten İstan-oul'da alıkonulmaları birden bire üzücü cevap verilmemesi maksadına dayanmaktaydı. Elçinin dönmesi üzerine kaba­hat reis-ül küttab İsmail Raif Ef. dide imiş gibi, önceden ka­rarlaştırmış oldukları azli cihetine gidilerek, Kıbrıs'a sürgün ettiler.

Meşhur Hamidiye imaretinin adı konarak açılışı bu sene yapılarak hizmete sokuldu.
Top