Apaçık Bir Zafer

Apaçık Bir Zafer

Osman (r.) Mekke´de iken Peygamber (s.a.v.)e va­hiy aldığı zamanlara benzer bir hal geldi. Sahabeden bi­rine emirler verdi, bunun üzerine Sahabe kampın tümünü şunları söyleyerek dolaştı: «Ruh, Allah´ın Rasulüne geldi ve bağlılık yemini almayı emretti. Allah adına biat etmek için. gidin»[1] O sırada Peygamber ts.a.v.) bahar nedeniyle yapraklan yeşermiş olan bir akasya ağacının altında yeri­ni aldı. Ashab teker teker gelip ona biat etti. Peygambere (s.a.v.) ilk ulaşan kişi, Cahş ailesiyle aynı kabileden olan yani Beni Esed Ibn Huzeyme´Ii Sinan oldu .Kampta yapılan çağrı ne üzerine biat edileceği konusunda bir bil­gi vermiyordu. Bu nedenle Sinan: «Sana, senin nefsinde olan şey üzerine biat ediyorum» dedi. Diğerleri de aynı şe­kilde biat ettiler. Daha sonra Peygamber (s.a.v.): «Osman´­ın yerine ben biat edeceğim» dedi ve sol elini damadının eli gibi kabul edip, sağ eli üstüne koyarak biat etti. Ora­da bulunanlardan sadece bir kişi çağrıya cevap vermedi. Bu da devesinin arkasına saklanan fakat, gözden kaçma­yan, münafıklardan Cedd îbn Kays idi.

Kureyşliler Süheyl´i bir anlaşma imzalamak üzere gön­derdiler. Onunla birlikte aynı kabileden, olan Nikraz ve Huveytib de geldiler. Peygamber (s.a.v.) le tartıştılar. Sa­habe dışarıdan onların seslerinin yükselip alçalmasını din­leyerek, anlaşıp anlaşmadıklarını anlamaya çalışıyordu. Sonunda bir anlaşmaya vardılar. O zaman Peygamber (s. a.v.) Ali´ye «Bismillah er-Rahman er-Rahim (Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla)» diye başlayarak anlaşma met­nini yazmasını söyledi. Fakat Süheyl karşı çıktı ve «Rah-man´ın ne olduğunu ben bilmiyorum; eğer yazacaksan Bismik Allahümme (Allahım, senin adınla) yaz» dedi. Sa­habeden bazıları: «Allah´a andolsun Bismillah er-Rahman er-Rahim´den başka birşey yazmayız» diye bağırdı. Fakat Peygamber (s.a.v.) onları duymazdan geldi ve: «Bismik Allahümme» yaz dedi Sonra yazdırmaya devam ederek: «Bunlar Allah´ın Rasulü Muhammed ile Amr´m oğlu Sü­heyl arasında imzalanan anlaşma maddeleridir» dedi. Fa­kat Süheyl yine karşı çıktı. «Eğer senin Allah´ın Rasulü olduğunu kabul etseydik, senin Kâ´be´ye girmeni engelle­mezdik ve seninle savaşmazdık. Bu nedenle Abdullah´ın oğlu Muhammed yaz» dedi. Ali (r.) «Allah´ın Rasulü* iba­resini henüz yazmıştı. Peygamber (s.a.v. ondan bu keli­meleri silmesini istedi. Fakat Ali (r.) bunu yapamayaca­ğım söyledi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ona, ken­di parmaklarını bu kelimeler üstüne koymasını söyledi ve bu kelimeleri kendi eliyle sildi. Daha sonra onların ye­rine «Abdullah´ın oğlu» sözünü yazdırdı.

Metin şöyle devam ediyordu: «Onlar on yıl boyunca sa­vaş yükünü kaldırdılar. Bu süre içinde insanlar güvenlikte olacak ve birbirlerine saldırmayacaklar. Şu şartla ki, veli­sinin izni olmadan Kureyş´ten Muhammed (s.a.v.)´e gelen kişiyi, Muhamed (s.a.v.) geri gönderecek; fakat Muham­med (s.a.v.)´le birlikte olanlardan biri Kureyş´e sığınırsa o geri gönderilmeyecek. İhanet ve kaçamak yapılmayacak Kim Muhammed´tn tarafına geçmek isterse geçebilir, kim de Kureyş´in tarafına geçmek isterse geçebilir.» O sırada kampta hacıları ziyaret etmek için gelmiş olan Huzaa´lı birkaç lider vardı. Bekr kabilerinin bir iki temsilcisi de Süheyl ile gelmişlerdi. Anlaşma metnine bu cümleler yazdı­rılınca Huzaa´lılar ayağa kalkıp: «Anlaşmasında biz Mu­hamed (s.a.v.).le birlikteyiz» dediler. Bunun üzerine Bekr´in adamları: «Biz de anlaşma ve taraflarında Kureyş ile beraberiz». Hemen sonra bu anlaşmayı iki kabilenin de reisleri imzaladı. Anlaşma şu cümlelerle bitiyordu: «Sen, Muhanımed, bu yıl bizden ayrılacaksın ve bizim varolma­mıza rağmen Mekke´ye girmeyeceksin. Fakat gelecek yıl biz Mekke´den çıkacağız ve sen arkadaşlarınla gireceksin. Orada üç gün kalacaksınız, yolcu silahlarından başka si­lah taşımayacaksınız ve kılıçlarınız kınında olacak.»[2]

Peygamber (s.a.v.)´in vahye yakın bir rüya görüp ar­kadaşlarından biat alması, arkadaşlarını bu seferin başa­rılı olduğu düşüncesine götürdü. Fakat anlaşma maddeleri­ni duyduklarında ve haram bölgeye bu kadar yaklaştık­tan sonra bir şey elde edemeden geri döneceklerinin far­kına vardıklarında, buna dayanamayacaklarını hissettiler. Ama daha da kötüsü geliyordu: onlar ölüm sessizliği için­de otururken zincir sesleri duyuldu ve kampa ayakları zin­cirli genç bir adam girdi. Bu Süheyl´in küçük oğullarından biri olan Ebu Cendel idi. Babası onu Müslüman olduğu ve Medine´ye kaçmasından korktuğu için hapsetmişti. Ebu Cendel´in ağabeyi Abdullah hacılar arasındaydı ve kar­deşini karşılamak üzereydi. Fakat o sırada Süheyl mahpu­sun boynuna takılı- olan zinciri tuttu ve sertçe suratına vurdu. Daha sonra Peygamber (s.a.v.)´e döndü ve: «Bu adam gelmeden önce anlaşma imzalanmıştı» dedi. Pey­gamber (s.a.v.): «Evet, doğru» dedi. Süheyl: «O halde onu bize iade et» dedi. O sırada Ebu Cendel sesinin çıktığı ka­dar: «Ey Müslümanlar,» diye bağırdı, «bana dinimden ötü­rü işkence yapacak olan putperestlere mi döndürülmeli-yim?» Peygamber (s.a.v.) Süheyl´i kenara çekti ve onu serbest bırakmasını rica etti. Fakat Süheyl bu öneriyi ka­bul etmedi. Yanındaki elçiler, Mikraz ve Huveytib, o zama­na kadar sessiz kalmışlardı. Fakat bu meselenin anlaşma­ya kötü bir başlangıç olacağını sezdiklerinden, olaya mü­dahale ettiler. -Ey Muhamed, senin yerine onun koruma­sını üzerimize alıyoruz» dediler. Bu, Ebu Cendel´in babasından. ayrılıp onların yanında yaşayabileceği anlamına geliyordu. Mikraz ve Huveytib sözlerinde durarak Ebu Cendel (rj´i yanlarına aldılar. Peygamber (s.a.v.). «Sabırlı ol, Ebu Cendel, Allah muhakkak sana ve seninle birlikte olanlara bir yol ve kurtuluş gösterecektir. Biz bu insan­larla bir anlaşma imzaladık ve onlara söz verdik. Onlar da bize söz verdiler. Şimdi sözümüzden dönemeyiz» dedi.

îş bu noktaya gelince Ömer, ( kendisini tutamadı. Ayağa kalkarak Peygamber (s.a.v.) ´e gitti ve: «Sen Allah in Peygamberi değil misin?» dedi. Peygamber (s.a.v. «Evet» dedi. Ömer: «O halde neden dinimizin şerefini bu kadar düşürüyoruz?» dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) «Ben Allah´ın Rasulüyüm ve ona karşı gelemem. O bana zafer verecek» dedi. Ömer: «Fakat sen bize Kâ´be´ye gidip onu tavaf edeceğimizi söylememiş miydin?» diye ısrar et­ti, «Evet, Öyle» dedi Peygamber (s.a.v.) «Fakat ben size bu yıl gideceğimizi söylemiş miydim?» Ömer, böyle bir söz vermediğini söyledi. «Muhakkak Kâ´beye gideceksiniz» dedi. Peygamber (s.a.v.), «Ve onu tavaf edeceksiniz». Fa­kat Ömer (rJ, hâlâ inatçılıkta ısrar ediyordu. Duygulannı anlatmak üzere Ebu Bekir (r.)´e gitti. Ona da Peygamber (s.a.v.)´e sorduğu soruların aynılarını sordu. Fakat Ebu Bekir Peygamber (s.a.v.)´in cevaplarım duymamış olması­na rağmen her soruya aynı cevapları verdi. Ebu Bekir (r.) sonunda: «Git ve onun Özengisine yapış, çünkü o doğru söylüyor» dedi. Bu sözler, duygularını tamamen ortadan kaldırmamasına rağmen, Ömer´i etkiledi. Bu nedenle da­ha ileri gitmedi ve «Peygamber (s.a.v.) ona anlaşmayı im­zalamasını söylediğinde sessizce imzaladı. Peygamber (s.a.v.) Süheyl´in oğlu Abdullah´a da anlaşmayı imzalama­sını söyledi. Anlaşmada imzası olan diğer Müslümanlar Ali, Ebu Bekir, Abd er~Rahman Ibn Avf ve Mahmud îbn Mesleme idi.

Kampı kaplayan genel üzüntü biraz geçmiş gibiydi Fakat Süheyl ve yanındakiler Ebu Cendel (r.)´i de bera­berinde götürerek kampı terkettiklerinde adamların duy­guları tekrar kabardı. Peygamber (s.a.v J anlaşmayı imza

Sayanlarla birlikte biraz ötede oturuyordu. Onların yanın­dan ayrılıp hacıların çoğunlukta olduğu yere doğru iler­ledi. «Kalkın ve kurbanlarınızı kesin» dedi, «ve başlarını­zı tıraş edin». Hiç kimse yerinden kımıldamadı. Peygam­ber Cs.a.v.) sözlerini ikinci ve üçüncü defa tekrarladı, fa­kat oradakilerde hiçbir hareket yoktu. Şaşkın bir halde ona bakıyorlardı. Bunu ona karşı geldikleri için yapmı­yorlardı. Fakat olaylar beklentilerinin tersine geliştiği ve şimdi de normalde doğru olmayan bir şey kendilerine emredildiği için çok şaşırmışlardı. Çünkü İbrahim´in gelene ğine göre kurbanlar haram bölgede kesilmeliydi. Aynı şey başı traş etmek için de geçerliydi. Yine de bu itaatsizlik Peygamber´i çok üzmüştü. Peygamber (s.a.v.) çadırına gir­di ve Ümmü Seleme´ye olanları anlattı. O: «Git ve hiçbir şey söylemeden kurbanını kes» dedi. Bunun üzerine Pey­gamber (s.a.v.) nişanladığı devesini kurban etti. Kurbanı kestiği sırada adamların duyabileceği bir sesle: «Bismillah, Allahu Ekber» dedi. Bu sözleri duyunca hacılar hep birden ayağa kalktılar ve kurbanlarını kesmede yarış ettiler. Em­re uymak için birbirlerini itiştiriyorlardı. «Peygamber Cs. a.v.) Hiras´ı Osman´dan önce Mekke´ye elçi olarak gön­derdiği Huza´a´ adam başını traş etmesi için çağırdı­ğında arkadaşları hemen birbirlerinin başını traş etmeye başladılar. Ümmü Seleme (r.) daha sonraki yıllarda, «o denli hızlı traş ediyorlardı ki birbirlerini yaralamaların­dan korktum» derdi. Fakat bazıları sadece saçlarının ucu­nu kestiler. Çünkü traş yerine bunun da geçerli olduğunu biliyorlardı. O sırada Peygamber (s.a.v.) Hiras´la birlikte çadıra girdi. Bu görevi yerine getirdikten sonra başı traş-h bir halde çadırın önüne çıktı ve «Allah başlarını traş edenlere merhamet etsin!» dedi. Bunun üzerine saçlarını kesenler: «Ey Allah´ın Rasulü, saçlarını kesenlere de!» diye karşı çıktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.) yine İlk söylediği­ni tekrarladı. Bunu protesto eden sesler yükseldi. Bir kez daha aynı şeyi tekrarlayıp, protesto sesleri yükseldikten sonra: «Ve saçlarım kesenlere de!» dedi. Daha sonraları ne­den sadece başlarını tıraş edenler için dua ettiği sorulduğunda: «Çünkü onlar hiç şüphe etmediler» cevabını verdi.

Peygamber s.a.v çadırına dönüp yerden kesilmiş siyah saçlarını aldı ve yakındaki bir mimoza ağacına doğ­ru fırlattı. Bunun üzerine adamlar, saçlardan biraz alabil­mek için ağacın etrafına üşüştüler. Nuseybe Cr.) de erkeklerden geri kalmadı ve ağacın yanına yaklaşıp bir İki per­çem aldı. Bu saçları öldüğü güne kadar kıymetli bir hazi­ne gibi sakladı.

Kampın zemini traş olan hacıların saçlarıyla kaplan­mıştı. Fakat kampta birden bire bir rüzgâr çıktı ve saçları kaldırıp Mekke´ye doğru uçurdu. Bunu, Allah´ın hac iba­detlerini kabul ettiğine bir işaret sayan hacılar çok sevin­diler, işte o zaman Peygamber (s.a.v.î´in neden kurbanla­rım kesmelerini söylediğini anladılar.

Medine´ye doğru yola çıktıklarında Ömer(r.)´in vicda­nı kendini rahatsız etmeye başlamıştı. Peygamber´le ko­nuşmak isteyerek ona doğru yaklaştığında Peygamber (s a.v.)´in yüzündeki uzak ve soğuk ifadeyi gördüğünde sıkın­tısı daha da arttı. Ömer fr.) ileriye doğru hızla atını süre­rek «Ey Ömer, bırak da annen senin için matem tutsun» dedi. Daha sonraları Peygamber (s.a.vJ´e karşı çıktığı için kendisi hakkında bir vahiy inmesinden korktuğunu anlatırdı. Arkasından bir atlının yaklaşıp, kendisini Pey-gamber´in çağırdığını söyleyince korkusu daha da arttı. Fakat Peygamber´in yüzündeki sevinçli ifadeyi görür gör­mez korkulan kayboldu. Peygamber (s.a.v.h «Bana güne­şin altındaki herşeyden daha değerli olan bir sûre nazil oldu» dedi.

Yeni gelen vahiy, henüz dönmekte oldukları bu seferin bir zafer olduğu konusundaki şüpheleri dağıtıyordu. Çünkü sûre:

«Hiç şüphesiz, biz sana apaçtk bir fetih olarak (zafer yolunu tıkayan bütün engelleri ve kapılan) fethettik» (Fetih:7).

Kelimeleriyle başlıyordu. Vahiy aynı zamanda ağacın altında Peygamber (s.a.v.)´e yapılan biattan da bahsedi­yordu:

«Andolsun, Allah, sana o ağacın altında biat ederlerken mü­minlerden razı olmuştur. Kalbterinde olanı bilmiş ve böylece üzer­lerine ´güven duygusu ve huzur´ indirmiştir ve onlara yakın bir fet­hi sevap (karşılığı) olarak vermiştir»» (Fetih) 18).

Bu biati edenlere Allah´ın Rızası, yani Rıdvan[3] vadediliyordu. Bu nedenle bu sözleşmeye «biat ür-rıdvan» deni­lir. Başka âyette de güven duygusu ve huzurun yani Seki-ne´nin indirilişinden bahsediliyordu:

«Mü´minlerin kalblerİne, imanlarına iman katıp-arttırsınlar di­ye, ´güven duygusu ve huzur» indiren O´dur. Göklerin ve yerin orduları Allah´ındır, Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Bütün bunlar) mümin erkekleri ve mü´min kadınları, içinde ebedi kabalar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokması ve onların kötülüklerini örtüp, bağışlaması içindir. İşte bu. Allah katında büyük kurtuluş ve mutluluktur» (Fetih: 45).

Seferi durduran Peygamber (s.a.v.)´in rüyasına da Kur´an´da şöyle değiniliyordu:

«Andolsun, Allah Rasulü´nûn gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah diterse, mutlaka siz, Mescîd-i Harama, gü­ven içinde, saçlarınızı traş ettirmiş (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece de bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı» (Fetih: 27).

--------------------------------------------------------------------------------

[1] W. 604

[2] I I. 747-8.

[3] Bak. Böl. XXX
Top