Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç
Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç
Abdu´l-Muttalib hiç bir zaman Hubal´a ibadet etmedi; o hep Tanrı´ya-Allah´a ibadet ederdi- Fakat Moabi putu nesillerden beri Ka´be´nln içindeydi ve tüm mabedlerin en büyüğü olan bu mabedi kaplayan lütuf ve ruhsal etkinin, yani bereket´in cisimleşmiş şeklini temsil ediyordu. Arabistan´da başka küçük mabedler de vardı. Bunların en önem. İlleri Hicaz bölgesindeki AH<* kızları» olarak kabul edilen Lat, Uzza ve Menat İdi. Diğer Yesrlb Arapları gibi Abdul-Muttalib de küçüklüğünden beri, vahanın kuzeyinde, Kızıl Deniz´deki Kudayd´da bulunan Menafin tapınağına götürülmüştü. Kureyş için bunların en önemlisi, Mekke´nin bir günlük deve yolu güneyinde, Nahle ovasın-dakl Uzza putu idi Bir günlük yol daha gidilirse, Havazin kabilesinden Takıf tarafından yönetilen ve Yeşil Cennet denilen Taife vanlır. Lat «Taiflİ bir kadın» di ve onun putu gösterişli bir tapınağa konmuştu. Bu putun koruyucuları oldukları için Takıf ular kendilerini Kureyş´le bir tutarlardı; Kureyş de Mekke ve Taif i kasdettiklerinde, -iki şehir» diyecek kadar Taif i yüceltmisti. -Hicaz´ın Bostanı» denilen Taif1 in verimliliği ve ikliminin güzelliğine rağmen, halkı yine de kuzeydeki boş vadiyi kıskanıyordu Çünkü kendi mabetlerinin, ne kadar yükseltseler de, Allah´ın Evi ile boy ölçüşemeyeceğini biliyorlardı. Tamamen tersi ol-masını, yani kendi tapınaklarının tercih edilmesini de istemiyorlardı, çünkü onlar da İsmail´in soyundandılar ve
Mekke´yle bir çok bağları vardı. Bu konudaki duyguları çoğunlukla karmaşık ve birbirine karşıt oluyordu. Diğer tarafta Kureyş hiç kimseyi kıskanmıyordu. Dünyanın merkezinde yaşadıklarından haberdardılar ve pusulanın her yönünden hacı çekebilecek derecede büyük bir tapınağın sahibi olduklarını biliyorlardı. Onların yapması gereken tek şey kendileriyle diğer kabileler arasında kurulan iyi ilişkiyi bozmamaya çalışmaktı.
Abdu´l-Muttalib´in hacıları Mekke´de ağırlamayla ilgili görevleri, onun tüm bunlardan haberdar olmasını sağladı. Onun işlevi kabilelerarası bir işlevdi ve bir noktaya kadar tüm Kureyş tarafından paylaşılıyordu. Hacılara Mekke´nin bir ev olduğu hissettirilmeliydi. Onları hoş karşılamak, onların ibadet ettikleri şeyleri hoş karşılamak ve beraberlerinde getirdikleri putlara saygıda kusur etmemek anlamına geliyordu. Putları kabul etmenin ve onların etkili olduğuna inanmanın tek delili ve meşruiyeti gelenekti: babaları, babalarının babaları ve daha büyük ataları hep öyle yapmıştı. Bununla birlikte, Allah, Abdu´LMuttaUb için büyük bir gerçeklik ifade ediyordu. Şüphesiz O, Kureyş. Huzaa, Havazin ve diğer arap kabilelerindeki çağdaşlarından daha çok İbrahim´in dinine yakındı.
Fakat İbrahim dinini tam anlamıyla sürdüren bir kaç kişi vardı ve daima olmuştu. Onlar putlara ibadetin geleneksel olmaktan çok, sonradan ortaya çıkmış bir tehlike (bid´at) olduğu kanaatindeydiler. Hu bel´in, İsrail oğullarının altın buzağısından pek farklı olmadığını görebilmek için tarihe bir göz atmak yeterliydi. Kendilerine Hanifler[1] adını veren bu şahısların putlarla hiç ilgisi yoktu ve putları Mekke´yi pisleten ve alçaltan varlıklar olarak görüyorlardı. Taviz vermekten uzak oluşları ve çoğu şeye karşı çıkışları onları Mekke toplumunun dışında kalmaya zorluyordu. Onlara karşı takınılan, tavır, tolerans, saygı veya kötü davranma bir bakıma kişilikleri, bir bakıma da kendilerini korumaya hazır olan kabileler tarafından belirleniyordu.
Abdu´l-Muttalib dört tane Hanif tanıyordu ve onların en saygını olan Varaka, Esad kabilesinden ikinci kuzeni Nevfel´in [2]oğlu idi. Varaka Hristiyan olmuştu. O bölgedeki Hristiyanlar arasında bir peygamberin gelişinin yakın olduğu fikrî yaygındı. Bu inancın bu kadar yayılmasının sebebi ise Doğudaki kiliselerden bazılarının bu inancı desteklemesi ve astrologlarla, kahinlerin de bu inancı paylaşmasıydı. Yahudilere gelince, onlar da son gelen peygamberin İsa olduğunu bildikleri için yeni bir peygamberin geleceği konusunda hemfikirdiler. Yahudi alimleri onlara peygamberin çok yakında geleceğini, onun geleceğine delalet eden birçok işaretin görüldüğünü ve muhakkak onun seçilmiş kavim olan yahudilerden çıkacağını söylüyorlardı. Varaka´nm da içlerinde olduğu bir grup Hristiyan ise bu konuda şüphedeydiler; onlara göre peygamberin Arap olmaması için hiç bir sebep yoktu. Arapların, yahudilerden daha çok peygambere ihtiyaçları vardı, çünkü en azından yahudiler tek Tanrı´ya tapma bakımından İbrahim´in dinini takip ediyor ve putlara tapmıyorlardı. Arapların bu yalancı tanrılara tapmalarını ise sadece bir peygamber önleyebilirdi. Kâ´be´nin içinde ve çevresinde toplam 360 put vardı; bunun yanısıra Mekke´de her evde, evin merkezini oluşturan bir put bulunurdu. Yolculuğa çıkarken ve dönüşte yapılan ilk iş, putu okşamak ve ondan yardım dilemek olurdu. Bu uygulamalar sadece Mekke´ye özgü değildi, tüm Arabistan´a yayılmıştı. Bazı yerleşik Hristiyan Arap topluluklarının varolduğu da bir gerçekti: Güney´de, Nec-ran ve Yemen´de, Kuzey´de ise Suriye kıyılarında bulunuyorlardı. Fakat, tüm Akdeniz´i ve Avrupa´yı değiştiren Tan-n´nın son vahyi (İsa), altı yüzyıldan beri Mekke vadisindeki putperest topluluk üzerinde hiçbir önemli etkiye sahip olamamıştı. Hicaz Arapları ve doğusundaki geniş Necd ovasındaki Araplar încillerin mesajına kapalı gibi görünüyordu.
Kureyş ve diğer putperest kabileler Hristiyanlara düşman değildiler. Hristiyanlar bazen ibrahim´in Mabed´ini ziyarete gelirler ve Araplar tarafından diğer hacılar gibi ağırlanırlardı. Hatta bir Hristiyan´ın Ka´be´nin içinde Meryem ve İsa portresi boyamasına izin verilmiş, teşvik bile edilmiştir. Fakat bu resim ve diğerleri bir karşıtlık teşkil ediyorlardı, Kureyşliler ise bu karşıtlığa aldırmaz görünüyorlardı onlar için bu, sadece putlarına iki yeni putun eklenmesinden ibaretti.
Kabileslndeki çoğu kişinin aksine Varaka eski kutsal kaynakları okuyabiliyordu. Onlar üzerinde bir araştırma bile yapmıştı. Bu nedenle O, hristiyanlann çoğunlukla Hamsin yortusunda kutladıkları mucizeye (Pentecost) delalet ettiğini söyledikleri İsa´nın sözlerinden bir kısmının bu anlamı aştığını ve henüz ortaya çıkmamış bir şeyi kasdettı-ğtoi farkedebiliyordu. Fakat´bu cümlelerin anlamı gizli idi. neye delalet ettiği anlaşılmıyordu: «O hiç bir zaman kendiliğinden konuşmaz, onun söyledikleri duyduklarından ibarettir.»[3]
Varaka´nın kendine çok yakın olan Kuteyle adında bir kızkardeşi vardı. Çoğunlukla bütün bunları ona. anlatırdı. Onun söyledikleri Kuteyle üzerinde o denli etkili olmuştu ki beklenen peygamber sürekli düşüncelerinde yer ediyordu. O gerçekten aralarında olabilir miydi?
Develer kurban edilir edilmez, Abdu´l-Muttalib kurtulan oğlunu evlendirmeye karar verdi. Biraz araştırdıktan sonra, Kusayy´m kardeşi Zühre´nin torunu olan Vehb´in kızı Amine´yi uygun bir eş olarak seçtiler.
Vehb, Zühre kabilesinin şefiydi, fakat birkaç yıl önce ölmüştü. Amine, babasından sonra kabilenin şefi olan erte) erkek kardeşi Vuheyb´in velayeti altındaydı. Vuheyb´in de evlenecek yaşta Hale adında bir kızı vardı. Abdu´l-Muttalib evlilik kararını onaylatırken Amine[4]yi oğluna, Hale´yi de kendine istedi. Vuheyb de bu anlaşmayı kabul etti ve aynı zamanda yapılacak olan bu çifte düğün için tüm hazırlıklar yapıldı. Karar verilen gün Abdul-Muttalİb oğlunun elinden tutup Beni Zühre´nin[5] yerleştiği evlere doğru yürümeye başladı. Beni Esad´ın evleri de yol üzerindeydi. O sırada Varaka´mn kardeşi Kuteyle de, bu meşhur düğünü görebilmek için evinin kapısı önünde oturuyordu. Abdu´l-Muttalib o sıra yetmiş yaşlanndaydı, fakat yaşma görft her bakımdan hâlâ genç görünüyordu. Bu çifte damatların yavaş yavaş yaklaşması, onların zaten var olan etkileyiciliklerini artırıyordu. Daha da yaklaştıklarında Kuteyle gözlerini genç adama dikti. Abdullah güzellikte zamanının Yusuf u gibiydi. Hatta Kureyş´in en yaşlı erkek ve kadınları o zamana dek böyle güzel kimse görmediklerini söylüyorlardı. O şimdi gençliğinin baharında, yirmi beş yaşında idi. Fakat Kuteyle bu kez onun yüzünde başka bir şeylerin varolduğunu ve ahunda dünyanın ötelerinden gelen bir nur (ışık) parladıgını farkederek şaşırdı. B. Alenen peygamber Abdullah olabilir miydi? Yoksa o beklenen peygamberin babası mı olacaktı?
Baba-oğul tam onun yanından geçmişlerdi ki «Ey Abdullah,» diye bir ses duydular. Babası, sanki onun gidip kuzeniyle konuşmasını İstermiş gibi elini bıraktı. Abdullah, yüzünü Kuteyle´ye çevirdi, kadın ona nereye gittiğini sordu. Abdullah bir şeyler sakladığı için değil, fakat onun düğüne gittiğini bilmesi gerektiğini düşünerek sadece «Babamla gidiyorum» diye cevap verdi. Kuteyle: «Beni şimdi ve burada al ve benimle evlen, sana yerine kurban edilen develer kadar deve vereceğim.» dedi. Abdullah ise «Babamla beraberim, onun isteklerinin dışına çıkamam ve onu bırakamam» diye cevap verdi."[6].
Evlilikler planlandığı gibi yapıldı ve iki çift birkaç gün Vuheyb´in evinde kaldılar. Bu sırada Abdullah, kendi evinden birşeyler almak üzere yola çıkmıştı, yine Varaka´mn kardeşi Kuteyle´ye rastladı. Kadının gözleri yüzünü öyle araştırır bakışlarla tarıyordu ki, konuşmasını bekler bir şekilde yanında durdu. Kadın bir şey söylemeyince, bir gün önce söylediklerini neden tekrarlamadığını sordu. Kuteyle şu cevabı verdi: «Dün yüzünde varolan ışık bugün yok. Bugün benim senden istediklerimi bana veremezsin.» .
Evlenmelerin meydana geldiği yıl MS. 569 idi. Bunu takip eden yıl Fil yılı olarak bilinir ve birden fazla sebep nedeniyle Önem taşır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hanif kelimesi (çoğulu hunefa) «Ortodoks» anlamım taşır. Bak. K. VI, 161. Yazar M. Ungs, Hanif terimini her ne kadar Ortodoks´tuk olarak tarif ediyorsa da, gerçekte asıl anlamı Hak dine eğilim, tevhid dini, muvahhid olmak veya Allah´ı birleyen, bir tanıyan demektir. (İnsan
[2] Haşim´in kardeşi Nevfel´le karıştırılmamalı dır.
[3] St John, 16: 13.
[4] Zühre oğulları onun soyundan gelenler). Bent,´ İbn´in çoğuludur.
[5] M., 101. 30
[6] IX, 100
Mekke´yle bir çok bağları vardı. Bu konudaki duyguları çoğunlukla karmaşık ve birbirine karşıt oluyordu. Diğer tarafta Kureyş hiç kimseyi kıskanmıyordu. Dünyanın merkezinde yaşadıklarından haberdardılar ve pusulanın her yönünden hacı çekebilecek derecede büyük bir tapınağın sahibi olduklarını biliyorlardı. Onların yapması gereken tek şey kendileriyle diğer kabileler arasında kurulan iyi ilişkiyi bozmamaya çalışmaktı.
Abdu´l-Muttalib´in hacıları Mekke´de ağırlamayla ilgili görevleri, onun tüm bunlardan haberdar olmasını sağladı. Onun işlevi kabilelerarası bir işlevdi ve bir noktaya kadar tüm Kureyş tarafından paylaşılıyordu. Hacılara Mekke´nin bir ev olduğu hissettirilmeliydi. Onları hoş karşılamak, onların ibadet ettikleri şeyleri hoş karşılamak ve beraberlerinde getirdikleri putlara saygıda kusur etmemek anlamına geliyordu. Putları kabul etmenin ve onların etkili olduğuna inanmanın tek delili ve meşruiyeti gelenekti: babaları, babalarının babaları ve daha büyük ataları hep öyle yapmıştı. Bununla birlikte, Allah, Abdu´LMuttaUb için büyük bir gerçeklik ifade ediyordu. Şüphesiz O, Kureyş. Huzaa, Havazin ve diğer arap kabilelerindeki çağdaşlarından daha çok İbrahim´in dinine yakındı.
Fakat İbrahim dinini tam anlamıyla sürdüren bir kaç kişi vardı ve daima olmuştu. Onlar putlara ibadetin geleneksel olmaktan çok, sonradan ortaya çıkmış bir tehlike (bid´at) olduğu kanaatindeydiler. Hu bel´in, İsrail oğullarının altın buzağısından pek farklı olmadığını görebilmek için tarihe bir göz atmak yeterliydi. Kendilerine Hanifler[1] adını veren bu şahısların putlarla hiç ilgisi yoktu ve putları Mekke´yi pisleten ve alçaltan varlıklar olarak görüyorlardı. Taviz vermekten uzak oluşları ve çoğu şeye karşı çıkışları onları Mekke toplumunun dışında kalmaya zorluyordu. Onlara karşı takınılan, tavır, tolerans, saygı veya kötü davranma bir bakıma kişilikleri, bir bakıma da kendilerini korumaya hazır olan kabileler tarafından belirleniyordu.
Abdu´l-Muttalib dört tane Hanif tanıyordu ve onların en saygını olan Varaka, Esad kabilesinden ikinci kuzeni Nevfel´in [2]oğlu idi. Varaka Hristiyan olmuştu. O bölgedeki Hristiyanlar arasında bir peygamberin gelişinin yakın olduğu fikrî yaygındı. Bu inancın bu kadar yayılmasının sebebi ise Doğudaki kiliselerden bazılarının bu inancı desteklemesi ve astrologlarla, kahinlerin de bu inancı paylaşmasıydı. Yahudilere gelince, onlar da son gelen peygamberin İsa olduğunu bildikleri için yeni bir peygamberin geleceği konusunda hemfikirdiler. Yahudi alimleri onlara peygamberin çok yakında geleceğini, onun geleceğine delalet eden birçok işaretin görüldüğünü ve muhakkak onun seçilmiş kavim olan yahudilerden çıkacağını söylüyorlardı. Varaka´nm da içlerinde olduğu bir grup Hristiyan ise bu konuda şüphedeydiler; onlara göre peygamberin Arap olmaması için hiç bir sebep yoktu. Arapların, yahudilerden daha çok peygambere ihtiyaçları vardı, çünkü en azından yahudiler tek Tanrı´ya tapma bakımından İbrahim´in dinini takip ediyor ve putlara tapmıyorlardı. Arapların bu yalancı tanrılara tapmalarını ise sadece bir peygamber önleyebilirdi. Kâ´be´nin içinde ve çevresinde toplam 360 put vardı; bunun yanısıra Mekke´de her evde, evin merkezini oluşturan bir put bulunurdu. Yolculuğa çıkarken ve dönüşte yapılan ilk iş, putu okşamak ve ondan yardım dilemek olurdu. Bu uygulamalar sadece Mekke´ye özgü değildi, tüm Arabistan´a yayılmıştı. Bazı yerleşik Hristiyan Arap topluluklarının varolduğu da bir gerçekti: Güney´de, Nec-ran ve Yemen´de, Kuzey´de ise Suriye kıyılarında bulunuyorlardı. Fakat, tüm Akdeniz´i ve Avrupa´yı değiştiren Tan-n´nın son vahyi (İsa), altı yüzyıldan beri Mekke vadisindeki putperest topluluk üzerinde hiçbir önemli etkiye sahip olamamıştı. Hicaz Arapları ve doğusundaki geniş Necd ovasındaki Araplar încillerin mesajına kapalı gibi görünüyordu.
Kureyş ve diğer putperest kabileler Hristiyanlara düşman değildiler. Hristiyanlar bazen ibrahim´in Mabed´ini ziyarete gelirler ve Araplar tarafından diğer hacılar gibi ağırlanırlardı. Hatta bir Hristiyan´ın Ka´be´nin içinde Meryem ve İsa portresi boyamasına izin verilmiş, teşvik bile edilmiştir. Fakat bu resim ve diğerleri bir karşıtlık teşkil ediyorlardı, Kureyşliler ise bu karşıtlığa aldırmaz görünüyorlardı onlar için bu, sadece putlarına iki yeni putun eklenmesinden ibaretti.
Kabileslndeki çoğu kişinin aksine Varaka eski kutsal kaynakları okuyabiliyordu. Onlar üzerinde bir araştırma bile yapmıştı. Bu nedenle O, hristiyanlann çoğunlukla Hamsin yortusunda kutladıkları mucizeye (Pentecost) delalet ettiğini söyledikleri İsa´nın sözlerinden bir kısmının bu anlamı aştığını ve henüz ortaya çıkmamış bir şeyi kasdettı-ğtoi farkedebiliyordu. Fakat´bu cümlelerin anlamı gizli idi. neye delalet ettiği anlaşılmıyordu: «O hiç bir zaman kendiliğinden konuşmaz, onun söyledikleri duyduklarından ibarettir.»[3]
Varaka´nın kendine çok yakın olan Kuteyle adında bir kızkardeşi vardı. Çoğunlukla bütün bunları ona. anlatırdı. Onun söyledikleri Kuteyle üzerinde o denli etkili olmuştu ki beklenen peygamber sürekli düşüncelerinde yer ediyordu. O gerçekten aralarında olabilir miydi?
Develer kurban edilir edilmez, Abdu´l-Muttalib kurtulan oğlunu evlendirmeye karar verdi. Biraz araştırdıktan sonra, Kusayy´m kardeşi Zühre´nin torunu olan Vehb´in kızı Amine´yi uygun bir eş olarak seçtiler.
Vehb, Zühre kabilesinin şefiydi, fakat birkaç yıl önce ölmüştü. Amine, babasından sonra kabilenin şefi olan erte) erkek kardeşi Vuheyb´in velayeti altındaydı. Vuheyb´in de evlenecek yaşta Hale adında bir kızı vardı. Abdu´l-Muttalib evlilik kararını onaylatırken Amine[4]yi oğluna, Hale´yi de kendine istedi. Vuheyb de bu anlaşmayı kabul etti ve aynı zamanda yapılacak olan bu çifte düğün için tüm hazırlıklar yapıldı. Karar verilen gün Abdul-Muttalİb oğlunun elinden tutup Beni Zühre´nin[5] yerleştiği evlere doğru yürümeye başladı. Beni Esad´ın evleri de yol üzerindeydi. O sırada Varaka´mn kardeşi Kuteyle de, bu meşhur düğünü görebilmek için evinin kapısı önünde oturuyordu. Abdu´l-Muttalib o sıra yetmiş yaşlanndaydı, fakat yaşma görft her bakımdan hâlâ genç görünüyordu. Bu çifte damatların yavaş yavaş yaklaşması, onların zaten var olan etkileyiciliklerini artırıyordu. Daha da yaklaştıklarında Kuteyle gözlerini genç adama dikti. Abdullah güzellikte zamanının Yusuf u gibiydi. Hatta Kureyş´in en yaşlı erkek ve kadınları o zamana dek böyle güzel kimse görmediklerini söylüyorlardı. O şimdi gençliğinin baharında, yirmi beş yaşında idi. Fakat Kuteyle bu kez onun yüzünde başka bir şeylerin varolduğunu ve ahunda dünyanın ötelerinden gelen bir nur (ışık) parladıgını farkederek şaşırdı. B. Alenen peygamber Abdullah olabilir miydi? Yoksa o beklenen peygamberin babası mı olacaktı?
Baba-oğul tam onun yanından geçmişlerdi ki «Ey Abdullah,» diye bir ses duydular. Babası, sanki onun gidip kuzeniyle konuşmasını İstermiş gibi elini bıraktı. Abdullah, yüzünü Kuteyle´ye çevirdi, kadın ona nereye gittiğini sordu. Abdullah bir şeyler sakladığı için değil, fakat onun düğüne gittiğini bilmesi gerektiğini düşünerek sadece «Babamla gidiyorum» diye cevap verdi. Kuteyle: «Beni şimdi ve burada al ve benimle evlen, sana yerine kurban edilen develer kadar deve vereceğim.» dedi. Abdullah ise «Babamla beraberim, onun isteklerinin dışına çıkamam ve onu bırakamam» diye cevap verdi."[6].
Evlilikler planlandığı gibi yapıldı ve iki çift birkaç gün Vuheyb´in evinde kaldılar. Bu sırada Abdullah, kendi evinden birşeyler almak üzere yola çıkmıştı, yine Varaka´mn kardeşi Kuteyle´ye rastladı. Kadının gözleri yüzünü öyle araştırır bakışlarla tarıyordu ki, konuşmasını bekler bir şekilde yanında durdu. Kadın bir şey söylemeyince, bir gün önce söylediklerini neden tekrarlamadığını sordu. Kuteyle şu cevabı verdi: «Dün yüzünde varolan ışık bugün yok. Bugün benim senden istediklerimi bana veremezsin.» .
Evlenmelerin meydana geldiği yıl MS. 569 idi. Bunu takip eden yıl Fil yılı olarak bilinir ve birden fazla sebep nedeniyle Önem taşır.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Hanif kelimesi (çoğulu hunefa) «Ortodoks» anlamım taşır. Bak. K. VI, 161. Yazar M. Ungs, Hanif terimini her ne kadar Ortodoks´tuk olarak tarif ediyorsa da, gerçekte asıl anlamı Hak dine eğilim, tevhid dini, muvahhid olmak veya Allah´ı birleyen, bir tanıyan demektir. (İnsan
[2] Haşim´in kardeşi Nevfel´le karıştırılmamalı dır.
[3] St John, 16: 13.
[4] Zühre oğulları onun soyundan gelenler). Bent,´ İbn´in çoğuludur.
[5] M., 101. 30
[6] IX, 100
SİYER-İ NEBİ
- Ahenk ve Uyuşmazlık
- Ailelerde Bölünmeler
- Aileni Uyarıp Korkut
- Allah´ın Evi
- Anlaşmanın Bozulması
- Apaçık Bir Zafer
- Bedir Savaşı
- Bedir´e Doğru
- Beni Kaynuka
- Beni Kurayza
- Beni Nadir
- Bir Kaybın Tekrar Bulunuşu
- Bir Oğul Kurban Etmeye İçilen And
- Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç
- Bir Suikast
- Boykot ve Kaldırılışı
- Büyük Bir Kayıp
- Cennet ve Ebediyyet
- Çöl
- Defn ve Hilafet
- Dereceler
- Düzensiz Saldırılar
- Ebu Cehil veHamza
- En Çok Sevdiğin Kim?
- Es-Saa (Kıyamet)
- Esirler
- Evlilik Önerileri
- Evs ve Hazreç
- Fil Yılı
- Gelecek