Kureyş´in İleri Gelenleri
Kureyş´in İleri Gelenleri
Peygamber (s.a.v.)´e tabi olanlar sürekli bir artış gösteriyordu, fakat yeni dine girenlerin hemen hemen hepsi ya köle, ya azatlı, ya da Mekke dışındaki Kureyşlilerden oluşuyordu. İslâm´a girenler Vadi Kureyşlilerinden olsa bile, nüfuzlu bir aileden gelen fakat kendileri nüfuzlu olmayan ve İslâm´a girişleriyle ailelerinin ve akrabalarının düşmanlığını üzerlerine çeken zayıf kişiler oluyordu. Aba ur-Rahman, Hamza ve Erkana istisna idi, fakat onlar da lider konumunda olmaktan uzaktılar. Bu nedenle Peygambeı (s.a.v.) hiçbirinin, hatta amcası Ebu Talib´in bile kendisine uymaya yanaşmadığı Kureyş ileri gelenlerinden biç ol mazsa bir kaçını kazanmak istiyordu. Eğer Ebu Cehil´in amcası Velid gibi güçlü bir şahsiyetin -Velid hem Mahzu nülerin şefi, hem de Kureyş´in gayri resmi şefi idi- desteğini kazanırsa, davetini daha kolay bir şekilde yapabileceği inanandaydı Velid aynı zamanda diğer Kureyş liderlerine göre daha anlayışlı ve tartışmaya açık bir kimseydi ve bir gün Peygamber (s.a.v.) Velid´le yalnız konuşabileceği bir fırsat buldu. Fakat onlar sohbete dalmış bir haldeyken henüz İslam´a girmiş kör bir adam yanlarından geçti; Peygamber (s.a.v.)*in sesini duyunca orada duru*, kendisine Kur´an´dan bir bölüm okumasını rica ettfc Bira; sabırlı olmasını ve uygun bir zaman beklemesi söylendiğinde kör adam o kadar ısrar etti ki, sonunda-Peygamber hiddetlendi ve yüzünü çevirdi. Sohbeti yarıda kesilmişti;
fakat bu bölünme hiç bir kayıba sebep olmadı, çünkü Velid zaten, mesaja, ümitsiz denebilecek derecede kapalıydı O anda şu sözlerle başlayan yeni bir sûre nazil oldu-
«Surat astı ve yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye». Vahy şöyle devam ediyordu:
«Fakat kendini müstağni (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) gören İse, işte sen, onda "yankı uyandırmaya çalışıyorsun.´ Oysa, onun temizlenip arınmasından sana ne} Ama koşarak sana gelen ise, kt o ´içi titreyetek korkar´ bir ´durumdadır, sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun.» (Abese: 5-10).
Bundan kısa bir süre sonra Velid kendini beğenmişliğini şu sözlerle ortaya koyuyordu: «Ben Kureyş´in en üstünü ve şefi olduğum halde, bana gelmiyor da Muhammed´e mi vahiy geliyor? İkimiz de iki şehrin iki büyüğü olduğumuz halde o ne bana ne de Taif in reisi Kbu Mes´-t gelmiyor da ona mı geliyor?» (Zubruf: 31). Ebu Cehil´in karşı çıkışı ise daha az cüretli fakat daha tutkulu idi. «Biz ve Abdu´l-Menaf oğullan aramızda şeref konusunda yarış ederiz. Onlar başkalarını doyururlar ve korurlar, biz de aynısını yaparız. Onlar verirler, biz de onlarla aynı yansta burun buruna giden atlar gibi eşit oluncaya dek veririz. Şimdi onlar «Bizim adamlarımızdan biri Pey gam-ber´dir, ona gökten vahiy geliyor» diyorlar. Biz onun bir eşini ne zaman elde edeceğiz? Tanrıya andolsun ona hiç bir zaman inanmayacağız ve onun gerçeği söylediğini kabul etmeyeceğiz.» Şems´li Utbe´nin tutumu daha az olumsuzdu, fakat değerlendirmede onlarla aynı hataları yapıyordu. Çünkü onun ilk düşüncesi ´eğer Muhammed gerçekten Peygamber´se ona uyulmalıdır´ değil, ´onun Peygamberliği Abdu´l-Menaf oğullarına şeref getirecek´ olmuştur. Bir gün Ebu Cehil bu konudaki kızgınlığını belirterek Utbe´ye: «Ey Abdu´l-Menaf oğulları, işte sizin Peygamber´iniz var- dediğinde Utbe şiddetle şu karşılığı verdi: Biz bir krala veya bir Peygambere sahip olduğumuz için siz gücenmek zorunda mısınız?» Buradaki kral kelimesi Kusayy için kullanılıyor ve Manzum ilere, Abdu´I-Menafın Kusayy´ın oğlu olduğu, halbuki Mahzum´un sadece Kusayy´ in yeğeni olduğu hatırlatılmak isteniyordu. Peygamber (s.a.v.î, bu söylenenleri duyacak kadar yakındaydı, hemen yanlarına geldi ve onlara: «Ey Utbe, sen ne Allah, ne de onun rasulü için tartışıyorsun. Sana gelince ey Ebu Cehil sana bir felâket gelecek ve sen çok ağlayıp az güleceksin- (Tab. X203, 3.).
Kureyş´in çeşitli boyları arasında rekabet sürüyor ve en güçlü olanlar sürekli değişiyordu. O zamanlar en güçlü iki boy Abdu´ş-Şems ve Mahzum idi. Utbe ve kardeşi Şeybe, Şems boyunun bir bölümünden sorumluydular. Kuzenleri Umeyye kolunun lideri Harb ölmüş, yerine Utbo´-nin kızı Hind´le evlenen Ebu Süfyan geçmişti. Onun hem politikada hem de ticarette başarılı olması bir bakıma adaleti korumasına, soğukkanlılığına ve bir avantaj kazanacağına inandığında sabırlı olmasına bağlanabilirdi. Onun bu soğukkanlılığı, çok çabuk sinirlenen ve aceleci olan Hind´in sık sık kızmasına neden oluyordu, fakat Ebu Süfyan kararını verdikten sonra onun fikirlerini çok az dinlerdi. Beklendiği gibi, o Peygamber*e karşı Ebu Cebirden daha az düşmanlık besliyordu.
Bununla birlikte, Kureyş liderlerinin Peygamber (s.a v) ´e karşı tutumları farklı olsa da, hepsi de mesajı reddetme konusunda aynı fikirdeydiler. Hayatta belirli bir başarı kazanmış olarak, hepsinde tüm Arabistan´da kabul edilen, bir insanın hamiyeti ideali hakimdi. Zenginlik bu şerefin bir yönü değildi, fakat bu amaca ulaşmak için zenginlik gerekliydi. Şerefli ve kerem sahibi-bir adam bir koruyucu ve müttefik olmalıydı, yani kendisinin de dayandığı bazı müttefikler varolmahydı. Bunu da kendi evlilikleri, ki7İ_n ve oğullarının evlüikleriyle kurduğu bağlar sayesinde başarabilirdi. Fakat böyle bir konumu kazanmada en önemli etken zenginlikti, çünkü şerefli bir «dam iyi bir ev sahibi olmak zorundaydı. Birtakım iyi özelliklere sahip olmak sözkonusu idealin gerçekleşmesi için gerekliydi:
Özellikle cömertlik bu idealde büyük bir rol oynuyordu, fakat bu iyi davranışların hiçbiri ahirette karşılık almak için yapılmıyordu. Tüm Arabistan´da, çok cömert, cesaretli ve koruma, ittifak, garanti veya başka herhangi bir şey için verdiği sözde duran biri olarak tanınmak ve öldükten sonra da böyle anılmak, onlar İçin yaşama asıl anlamını veren büyük bir şeref ve ölümsüzlük idi. Velid gibi adamlar böyle bir şerefe sahip olduklarından emindiler; bu da onların, bu hayatın -yani onların basan ve şeref kazandıkları Hayatin- geçiciliğini vurgulayan bir mesaja kulaklarını kapatmalarına neden oluyordu. Onların şereı ve ölümsüzlükleri Arabistan´ın aynı kalmasına, Arap ideallerinin geçmişten geleceğe sürekli aktarılmasına bağlıydı. Hepsi de değişik derecelerde Vahyin diline ve üslubuna karşı duyarlıydılar. Fakat anlamına gelince, aşağıdaki gibi babalarının hiçbir şey kazanmadığını ve onların tüm çabalarının boşa gittiğini vurgulayan âyetlere gönüllerini kapatmışlardı: «Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) ´tutkulu bir oyalanmadır´ Gerçekte ahiret yurdu ise, .asıl hayat odur. Bir bilselerdi.» (Ankebut: 64).
fakat bu bölünme hiç bir kayıba sebep olmadı, çünkü Velid zaten, mesaja, ümitsiz denebilecek derecede kapalıydı O anda şu sözlerle başlayan yeni bir sûre nazil oldu-
«Surat astı ve yüz çevirdi; kendisine o kör geldi diye». Vahy şöyle devam ediyordu:
«Fakat kendini müstağni (hiçbir şeye ihtiyacı olmayan) gören İse, işte sen, onda "yankı uyandırmaya çalışıyorsun.´ Oysa, onun temizlenip arınmasından sana ne} Ama koşarak sana gelen ise, kt o ´içi titreyetek korkar´ bir ´durumdadır, sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun.» (Abese: 5-10).
Bundan kısa bir süre sonra Velid kendini beğenmişliğini şu sözlerle ortaya koyuyordu: «Ben Kureyş´in en üstünü ve şefi olduğum halde, bana gelmiyor da Muhammed´e mi vahiy geliyor? İkimiz de iki şehrin iki büyüğü olduğumuz halde o ne bana ne de Taif in reisi Kbu Mes´-t gelmiyor da ona mı geliyor?» (Zubruf: 31). Ebu Cehil´in karşı çıkışı ise daha az cüretli fakat daha tutkulu idi. «Biz ve Abdu´l-Menaf oğullan aramızda şeref konusunda yarış ederiz. Onlar başkalarını doyururlar ve korurlar, biz de aynısını yaparız. Onlar verirler, biz de onlarla aynı yansta burun buruna giden atlar gibi eşit oluncaya dek veririz. Şimdi onlar «Bizim adamlarımızdan biri Pey gam-ber´dir, ona gökten vahiy geliyor» diyorlar. Biz onun bir eşini ne zaman elde edeceğiz? Tanrıya andolsun ona hiç bir zaman inanmayacağız ve onun gerçeği söylediğini kabul etmeyeceğiz.» Şems´li Utbe´nin tutumu daha az olumsuzdu, fakat değerlendirmede onlarla aynı hataları yapıyordu. Çünkü onun ilk düşüncesi ´eğer Muhammed gerçekten Peygamber´se ona uyulmalıdır´ değil, ´onun Peygamberliği Abdu´l-Menaf oğullarına şeref getirecek´ olmuştur. Bir gün Ebu Cehil bu konudaki kızgınlığını belirterek Utbe´ye: «Ey Abdu´l-Menaf oğulları, işte sizin Peygamber´iniz var- dediğinde Utbe şiddetle şu karşılığı verdi: Biz bir krala veya bir Peygambere sahip olduğumuz için siz gücenmek zorunda mısınız?» Buradaki kral kelimesi Kusayy için kullanılıyor ve Manzum ilere, Abdu´I-Menafın Kusayy´ın oğlu olduğu, halbuki Mahzum´un sadece Kusayy´ in yeğeni olduğu hatırlatılmak isteniyordu. Peygamber (s.a.v.î, bu söylenenleri duyacak kadar yakındaydı, hemen yanlarına geldi ve onlara: «Ey Utbe, sen ne Allah, ne de onun rasulü için tartışıyorsun. Sana gelince ey Ebu Cehil sana bir felâket gelecek ve sen çok ağlayıp az güleceksin- (Tab. X203, 3.).
Kureyş´in çeşitli boyları arasında rekabet sürüyor ve en güçlü olanlar sürekli değişiyordu. O zamanlar en güçlü iki boy Abdu´ş-Şems ve Mahzum idi. Utbe ve kardeşi Şeybe, Şems boyunun bir bölümünden sorumluydular. Kuzenleri Umeyye kolunun lideri Harb ölmüş, yerine Utbo´-nin kızı Hind´le evlenen Ebu Süfyan geçmişti. Onun hem politikada hem de ticarette başarılı olması bir bakıma adaleti korumasına, soğukkanlılığına ve bir avantaj kazanacağına inandığında sabırlı olmasına bağlanabilirdi. Onun bu soğukkanlılığı, çok çabuk sinirlenen ve aceleci olan Hind´in sık sık kızmasına neden oluyordu, fakat Ebu Süfyan kararını verdikten sonra onun fikirlerini çok az dinlerdi. Beklendiği gibi, o Peygamber*e karşı Ebu Cebirden daha az düşmanlık besliyordu.
Bununla birlikte, Kureyş liderlerinin Peygamber (s.a v) ´e karşı tutumları farklı olsa da, hepsi de mesajı reddetme konusunda aynı fikirdeydiler. Hayatta belirli bir başarı kazanmış olarak, hepsinde tüm Arabistan´da kabul edilen, bir insanın hamiyeti ideali hakimdi. Zenginlik bu şerefin bir yönü değildi, fakat bu amaca ulaşmak için zenginlik gerekliydi. Şerefli ve kerem sahibi-bir adam bir koruyucu ve müttefik olmalıydı, yani kendisinin de dayandığı bazı müttefikler varolmahydı. Bunu da kendi evlilikleri, ki7İ_n ve oğullarının evlüikleriyle kurduğu bağlar sayesinde başarabilirdi. Fakat böyle bir konumu kazanmada en önemli etken zenginlikti, çünkü şerefli bir «dam iyi bir ev sahibi olmak zorundaydı. Birtakım iyi özelliklere sahip olmak sözkonusu idealin gerçekleşmesi için gerekliydi:
Özellikle cömertlik bu idealde büyük bir rol oynuyordu, fakat bu iyi davranışların hiçbiri ahirette karşılık almak için yapılmıyordu. Tüm Arabistan´da, çok cömert, cesaretli ve koruma, ittifak, garanti veya başka herhangi bir şey için verdiği sözde duran biri olarak tanınmak ve öldükten sonra da böyle anılmak, onlar İçin yaşama asıl anlamını veren büyük bir şeref ve ölümsüzlük idi. Velid gibi adamlar böyle bir şerefe sahip olduklarından emindiler; bu da onların, bu hayatın -yani onların basan ve şeref kazandıkları Hayatin- geçiciliğini vurgulayan bir mesaja kulaklarını kapatmalarına neden oluyordu. Onların şereı ve ölümsüzlükleri Arabistan´ın aynı kalmasına, Arap ideallerinin geçmişten geleceğe sürekli aktarılmasına bağlıydı. Hepsi de değişik derecelerde Vahyin diline ve üslubuna karşı duyarlıydılar. Fakat anlamına gelince, aşağıdaki gibi babalarının hiçbir şey kazanmadığını ve onların tüm çabalarının boşa gittiğini vurgulayan âyetlere gönüllerini kapatmışlardı: «Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve (eğlence türünden) ´tutkulu bir oyalanmadır´ Gerçekte ahiret yurdu ise, .asıl hayat odur. Bir bilselerdi.» (Ankebut: 64).
SİYER-İ NEBİ
- Ahenk ve Uyuşmazlık
- Ailelerde Bölünmeler
- Aileni Uyarıp Korkut
- Allah´ın Evi
- Anlaşmanın Bozulması
- Apaçık Bir Zafer
- Bedir Savaşı
- Bedir´e Doğru
- Beni Kaynuka
- Beni Kurayza
- Beni Nadir
- Bir Kaybın Tekrar Bulunuşu
- Bir Oğul Kurban Etmeye İçilen And
- Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç
- Bir Suikast
- Boykot ve Kaldırılışı
- Büyük Bir Kayıp
- Cennet ve Ebediyyet
- Çöl
- Defn ve Hilafet
- Dereceler
- Düzensiz Saldırılar
- Ebu Cehil veHamza
- En Çok Sevdiğin Kim?
- Es-Saa (Kıyamet)
- Esirler
- Evlilik Önerileri
- Evs ve Hazreç
- Fil Yılı
- Gelecek