Tebük´ten Sonra
Tebük´ten Sonra
Bedir´den dönüş gibi, Tebûk´ten dönüş de üzüntülü olmuştu: yokluğu sırasında Peygamber (s.a.v.) ´in .kızlarından biri daha, Ümmü Gülsüm (r.) ölmüştü. Bu sefer kızının kocası da Medine´de değildi. Peygamber (s.a.v.) onun mezarı başında dua etti ve Osman (r.) ´a eğer bekâr bir kızı daha olsaydı kendisine vereceğini söyledi.
Sefere katılmayan münafıklar teker teker Peygamber (s.a.v.)´e gittiler ve özürlerini beyan ettiler. Peygamber (s.a.v.) onları, Allah´ın gizli düşünceleri bildiğini söyleyerek uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü´mine, Allah´onlar hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü´minîere de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah´ın onları affettiğini ilân etti. Bu konu da nazil olan ayetler şöyleydi:
«(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve O´nun dışında (yine) Allah´tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar. Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et´i. Şüphesiz Allah (yalnızca) O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).
Cemaat sevince boğuldu ve birçoğu güzel haberi onlara vermek için mescidden aceleyle çıktılar. İçlerinden en gençleri olan Ka´b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yaklaşan bir atm ayak seslerini ve «Ey Ka´b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey olamayacağından emindi. Ka´b daha sonra mescide gitti. -Peygamber (s.a.v.)´e selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah´ın Rasu-lü, bu senden mi, yoksa Allah´tan mı?» diye sordum. «Hayır Allah´tan» diye cevap verdi. Allah´ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».
Havazin´in lideri Malik (r.) Müslüman olduğundan beri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif´e girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik´in adamları alır diye otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik´in adamları ellerine düşen Sakif´iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bırakmayacaklarını ve öldüreceklerini ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif´liler Peygambere (s.a.v.) İslâm´ı kabul edeceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve topraklarının güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yapmak üzere bir delege göndermekten başka seçenekleri olmadığına karar verdiler.
Tebük´ten Ramazan´ın başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine´ye geldi. Delegeler konukseverce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu. Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölgelerinin îslâm devletinin koruması altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilmedi den durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.) buna da hayır dedi Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardılar. Onlara: «Namaz olmayan dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti. Urve´nin yeğeni Muğire´ye delegeler ile birlikte gitmesini ve Mekke´den kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan´ı alıp Lat´ı tahrip etmesini emretti.
Müslüman olduktan sonra delegeler Ramazan´ın geri kalanını Medine´de oruç tutarak geçirdiler ve daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke´de katıldı, fakat putu kıran, tek elli Muğire idi. Muğire´nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.
Şehrin teslim olmasına en çok üzülen iki kişi, ne şehrin vatandaşı ne de Lat´m bağlılarmdandı. Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala´nm babası Ebu Amir ve ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sığınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye´ye kaçtı ve orada kendi kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yuvasız bir sürgün» olarak öldü[1]. Sakîf li bir adam Peygamber (s.a.v.)´in Müslüman olan hiç kimseyi öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyordu. Vahşi, bunun üzerine Medine´ye gitti, Peygamber (s.a. v ) ´e gidip kelime-i şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü´-m inlerden biri onu Hamza´yı öldüren köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah´ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Peygamber (s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm´a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten daha iyidir». Daha sonra gözleri, önündeki siyah yüzde gezindi: «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[2] dedi.
Ebu Amtr´in kuzeni îbn Ubey´e gelince, Tebûk´ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek üzere olduğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü´min olarak mı, münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber (s.a.v.î´in onun başında cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği konusunda hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta bulunmaması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülümseyerek şu cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir seçenek verildi, ben de seçtim. Bana:
«Sen, ister onlar İçin bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlama di´:sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5) ,
denildi. Eğer yetmiş defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah´ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın sayısını artırırdım»[3]. Daha sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın başında durdu. Bundan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet nazil
«Onlardan ölen bitinin namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah´a ve Rasulüne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84). Fakat başka kaynaklara göre[4] bu âyet Tebûk´ten döndükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet İbn Ubey´e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber (s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da: «Ey Allah´ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın affı için Allah´tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Peygamber (s.a.v.) yine kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.
Peygamber (s.a.v.)´e elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan Hicret´in bu dokuzuncu yılında Medine´ye Arabistan´ın her tarafından daha bir çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen´in çeşitli bölgelerinden gelen elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman olduklarını duyuran dört Himyerli Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi; onlara İslâm´ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah´ın Rasulü´nûn himayesi altında olacağını»[5] belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği elçilere iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili olarak nazil olan bir âyette şöyle denilfyordu.:
«Sizden her biriniz için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[6] dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) size verdikleriyle sizi denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah´adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).
Gelen heyetlerin hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı´r Ma´un´daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn Tufeyl şimdi Beni Amir´in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları sonucunda Medine´ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm´a karşılık Peygamber (s.a.v)´den kendisini halifesi olarak ilân etmesini istedi. Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde», dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver... «Hayır» dedi. Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen atlardan anlayan bir adamsın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her tarafı sana karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber (s.a.v.) dua etti. «Allah´ım, Beni Amir´e hidayet ver ve Tufeyl´in oğlu Amir´in şerrinden İslâm´ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönderdi ve anlaşma yapıldı. Şair Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği bırakmak istediği söyleniyordu. «Buna karşılık ´ Allah bana Kur´an´ı verdi» demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetinde kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam etti.
Hac zamanı yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)´e verdi. Ebu Bekir (r.) Medine´den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke´ye giden tüm hacıların duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim ailemden birinden başkası temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) ´e tüm hızıyla gidip hacılara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina´da okuyacak ve o yıldan sonra Kâ´be´ye çıplak girilemeyeceğini ve putperestlerin son defa Haç yaptıklarını ilân edecekti.
Ali Cr.) yetiştiğinde Ebu Bekir (r), topluluğa kumanda etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Namazları Ebu Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bayram günü, tüm hacılar kurbanlarını kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı. Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet verildiği, bu süreden sonra Allah´ın ve Ra-sulü´nün onlara, karşı bir sorumlulukları olmayacağıydı.
Onlara savaş ilan edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[7]. İki istisna yapılmıştı Peygamber (s.a.v.)´le özel anlaşması olan ve bu anlaşmaya uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece ticaretlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke´lilere hitaben yeni bir âyet nazil olmuştu:
«Ey iman edenler, müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mesciâ-i Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.» (Tevbe: 25).
Peygamber (s.a.v.) Hicret´ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi. İbrahim, yürümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Hasan (r.) ve Hüseyin (r.)´in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.) dördüncü bir çocuk bekliyordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)´in üç oğlu vardı. Cafer´in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlendiği için bu üç çocuk Ebu Bekir (r.)´in üvey oğullan olu-
yordu. Esma (r.) da bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma´nm kardeşi Ümmü´1-Fadl (r.)´ı çok severdi. Mekke´de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.) Medine´ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren birçok olayla karşılaşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)´in Meymu-ne (r.)´de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)´ı onunla-birlikte kalmaya davet etmesiydi.
Delegeler bir önceki yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve geçmişte Konstantinapol´den birçok yardım görmüşlerdi. Altmış itişi olan delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid´de kabul etti. Onların dua etme vakti geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.
Kaldıkları sürece yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa´nın kişiliği hakkında Peygamber (s.a.v)´le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu âyetler nazil oldu-
«Şüphesiz, Allah ka´ında İsa´nın durumu, Adem´in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[8], sonra da «ol» demesiyle o hemen oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah´ın lanetini yalan söylemekte olanların üs´üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.
Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette Önerilen şekilde
anlaşmazlığı çözmeye davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)´e geldiklerinde, Ali (r.)´nin, Fatıma lr.)´nın ve iki oğullarının yanında olduğunu gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giymiş ve hepsini de içine alacak şekilde yaymıştı. Bu nedenle bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar. Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşılığında kendilerinin, kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.
Bu yılın ilk aylarında süren neşeli mutluluk İbrahim´in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret ed´yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.): «Ey Allah´ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklamadın mı? Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağlarlar» dedi. Peygamber (s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar buluşma va´di olmasa, bu herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilin eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah´ın gücüne gidecek birşey söylemiyoruz» [9]dedi.
İbrahim´in Cennette olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)´i teselli etti. Onları bir müddet yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kabrin başında oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha. sonra bir kırba su getirmelerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti. Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü ferahlattı»[10] dedi.
Peygamber (s.a.v.) birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini vurgulamıştır. Birçok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi olduğunu belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tutumunun şu sözlerle özetlenebileceğini söylemiştir: «Her zaman yaşayacakmış gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol»[11] demiştir.
İbrahim´in öldüğü gün, cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber (s.a. v´Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve güneş Allah´ın işaret ayetlerindendir. Onların ışığı hiçbir insanın ölümü için kesilmez. Onların tutulduğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[12] dedi.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bak Bol. 30
[2] I. I. 536.
[3] I. I. 0L7.
[4] Mirkhand, Ravdat os-Sâfa II Cilt, 2. 55, 671-2 eski kaynakları zikredcr. Brk. B. XXIII, 76
[5] I. I. 953
[6] Daha ünce de belirttiğimiz gibi Kur´an´da birinci şahıstan üçuncu şahısa (Biz... Allah) geçiş sık sık kullanılır.
[7] Bismillah er-Rahman er.Rahim kelimeleriyle başlamayan tek curo olan Tcvbe Suresinin başında .esirgeme ve bağışlama iü]mlorinin zikrcdilmemesi bu mesaim sertliğini vurgular.
[8] Buradaki sözler «annesinin rahminde» diye anlaşılmalıdır, Çünkü Isa?nın, Adem´in yaratılışı gibi birden bire yetişten olarak: yaratılması sözkonusu değildir.
[9] I. S. I/l, 88-9.
[10] Agc.
[11] B. LXXXI, 3.
[12] I. S. I./l, 88-9.
Sefere katılmayan münafıklar teker teker Peygamber (s.a.v.)´e gittiler ve özürlerini beyan ettiler. Peygamber (s.a.v.) onları, Allah´ın gizli düşünceleri bildiğini söyleyerek uyarmasına rağmen, özürlerini kabul etti. Fakat geride kalan üç mü´mine, Allah´onlar hakkında hüküm verinceye kadar kendisinden uzak durmalarını ve diğer mü´minîere de bu üç kişiyle konuşmamalarını söyledi. Bu üç kişi Elli gün boyuûGa tttpEumdışı biı» hayat sürdüler; fakat ellinci gün sabah namazından sonra Peygamber (s.a.v.) mescidde Allah´ın onları affettiğini ilân etti. Bu konu da nazil olan ayetler şöyleydi:
«(Savaştan) Geri bırakılan üç (kişiyi) de (bağışladı), öyle kî, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti. Ve O´nun dışında (yine) Allah´tan başka bir sığınacak olmadığını İyice anladılar. Sonra tev-be etsinler diye onların tevbezlni kabul et´i. Şüphesiz Allah (yalnızca) O tevbelerî kabul edendir.» (Tevbe: 118).
Cemaat sevince boğuldu ve birçoğu güzel haberi onlara vermek için mescidden aceleyle çıktılar. İçlerinden en gençleri olan Ka´b İbn Malik (r.) şehrin dışında kendisine tek kişilik bir çadır kurmuştu. Daha sonraki yıllarda, yaklaşan bir atm ayak seslerini ve «Ey Ka´b, müjde» diye bir bağırma duyduğunu ve nasıl hemen secdeye kapandığını anlatırdı. Bu iyi haberin affedilme haberinden başka bir şey olamayacağından emindi. Ka´b daha sonra mescide gitti. -Peygamber (s.a.v.)´e selâm verdiğimde» dedi, «yüzü sevinçten parlıyordu. Bana: «Annenden doğduğundan beri geçirdiğin en güzel gün için sevin» dedi. «Ey Allah´ın Rasu-lü, bu senden mi, yoksa Allah´tan mı?» diye sordum. «Hayır Allah´tan» diye cevap verdi. Allah´ın Rasulü sevinçli bir haberden memnun olduğunda yüzü ay gibi parlardı».
Havazin´in lideri Malik (r.) Müslüman olduğundan beri boş durmuyordu. Beni Sakîf hâlâ Taif´e girilmez diye kendileriyle övünebilirlerdi; fakat şimdi tüm yönlerden uzak ve geniş Müslüman topluluklarıyla sarılmışlardı ve gönderdikleri her kervan yağmalanabilirdi. Hatta deve ve koyunları bile Malik´in adamları alır diye otlamaya dışarı çıkaramıyorlardı. Yanısıra Malik´in adamları ellerine düşen Sakif´iiler, putperestlikten vazgeçmedikçe serbest bırakmayacaklarını ve öldüreceklerini ilân etmişlerdi. Birkaç ay sonra Taif´liler Peygambere (s.a.v.) İslâm´ı kabul edeceklerini bildiren, buna karşılık halkın, mallarının ve topraklarının güvenlikte olmasını isteyen bir anlaşma yapmak üzere bir delege göndermekten başka seçenekleri olmadığına karar verdiler.
Tebük´ten Ramazan´ın başında dönülmüştü. Aynı ay içinde Taiften delegeler Medine´ye geldi. Delegeler konukseverce karşılandılar ve onlar için mescidin yakınma bir çadır kuruldu. Eğer Müslüman olurlarsa yerleşim bölgelerinin îslâm devletinin koruması altında olmasına karar verildi. Fakat Peygamber (s.a.v.î onların ba^ı isteklerini kabul etmedi. Delegeler Lafın üç yıl kadar tahrip edilmedi den durmasını istediler. Peygamber (s.a.v.} bu isteği geri çevirince iki yıla, sonra bir yıla indirdiler, en sonunda bir ay mühlet istediler. Peygamber Cs.a.v.) buna da hayır dedi Daha sonra ona putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri ve hergun beş vakit namaz kılmamaları için yalvardılar. Onlara: «Namaz olmayan dinde hayır yoktur» diyerek namaz kılmaları gerektiğini söyledi. Fakat putlarını kendi elleriyle tahrip etmemeleri konusundaki önerilerini kabul etti. Urve´nin yeğeni Muğire´ye delegeler ile birlikte gitmesini ve Mekke´den kendisine yardım etmek üzere Ebu Süf-yan´ı alıp Lat´ı tahrip etmesini emretti.
Müslüman olduktan sonra delegeler Ramazan´ın geri kalanını Medine´de oruç tutarak geçirdiler ve daha sonra Taife döndüler. Ebu Süfyan gruba Mekke´de katıldı, fakat putu kıran, tek elli Muğire idi. Muğire´nin kabilesi, Urve ile aynı kaderi paylaşmasından korkarak onun için bazı koruma önlemleri almışlardı. Fakat kınlan put için feryat eden kadın seslerinden başka bir müdahale olmadı.
Şehrin teslim olmasına en çok üzülen iki kişi, ne şehrin vatandaşı ne de Lat´m bağlılarmdandı. Peygamber (s. a. y.) Mekke üzerine yürüdüğünde, Hanzala´nm babası Ebu Amir ve ciritçi Vahşi, kendilerine yenilmez bir şehir olarak görünen Taife sığınmışlardı. Fakat şimdi nereye sığınabileceklerdi? Ebu Amir, Suriye´ye kaçtı ve orada kendi kendine ettiği bedduayı yerine getirerek «yalnız ve yuvasız bir sürgün» olarak öldü[1]. Sakîf li bir adam Peygamber (s.a.v.)´in Müslüman olan hiç kimseyi öldürmediğini söylediğinde Vahşi hâlâ nereye gidebileceğini düşünüyordu. Vahşi, bunun üzerine Medine´ye gitti, Peygamber (s.a. v ) ´e gidip kelime-i şehadet getirdi. O, böyle yaparken mü´-m inlerden biri onu Hamza´yı öldüren köle olduğunu anladı ve: «Ey Allah´ın Rasulü, bu Vahşi» dedi. «Olsun» dedi Peygamber (s.a.v.), «Çünkü bir kişinin İslâm´a girmesi benim içm bin kâfiri öldürmekten daha iyidir». Daha sonra gözleri, önündeki siyah yüzde gezindi: «Gerçekten sen Vahşi misin?» diye sordu. Adam doğrulaymca: -Otur ve Hamzayı nasıl öldürdüğünü bana anlat» dedi. Adam anlatmayı bitirdiğinde Peygamber ,(s.a.v.): Yazıklar olsun, yüzünü benden uzak tut, bırak da sana bir daha bakmayayım»[2] dedi.
Ebu Amtr´in kuzeni îbn Ubey´e gelince, Tebûk´ten bir ay sonra hastalandı ve birkaç hafta sonra ölmek üzere olduğu anlaşıldı. Eski kaynaklar, onun nasıl öldüğü (mü´min olarak mı, münafık olarak mı) konusunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Fakat Peygamber (s.a.v.î´in onun başında cenaze namazı kıldığı ve kabri başında dua ettiği konusunda hepsi aynı fikirdedirler. Bir kaynağa göre Ömer (r.), Peygamber (s.a.v.î namaz için yerini aldığında onun yanına gitmiş ve bir münafığa bu kadar lütufta bulunmaması için ona karşı çıkmıştı. Peygamber (s.a.v.) ona gülümseyerek şu cevabı verdi: «Ömer, arkama geç. Bana bir seçenek verildi, ben de seçtim. Bana:
«Sen, ister onlar İçin bağışlanma dile ya da istersen onlar tçin bağışlama dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlama di´:sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz» (Tevbe: 5) ,
denildi. Eğer yetmiş defadan fazla bağışlanma dilediğimde Allah´ın onları bağışlayacağını bilsem dualarımın sayısını artırırdım»[3]. Daha sonra namazı kıldırdı, tabutun yanında mezarlığa kadar yürüdü ve mezarın başında durdu. Bundan kısa bir süre sonra münafıklar hakkında, şu ayet nazil
«Onlardan ölen bitinin namazım hiçbir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar Allah´a ve Rasulüne (karşı) küfre saptılar ve fasıklar olarak öldüler.» (Tevbe: 84). Fakat başka kaynaklara göre[4] bu âyet Tebûk´ten döndükten hemen sonra nazil olan vahyin bir bölümü idi. Bu âyet İbn Ubey´e uygulanamazdı, çünkü Peygamber onu hastalığı sırasında ziyaret etmiş ve Ölümün yakınlığının onu değiştirdiğini görmüştü. İbn Ubey, Peygamber (s.a.v.) -den öldüğünde kefenlenmek için bir elbisesini ve kabre kadar tabutunun yanında gitmesini istemiş, O da bunu kabul etmişti. Daha sonra da: «Ey Allah´ın Resulü, ümit ederim ki tabutumun yanında dua eder ve günahlarımın affı için Allah´tan bağışlanmamı dilersin» demişti. Peygamber (s.a.v.) yine kabul etmiş ve O Öldükten sonra da sözünü yerine getirmişti. Tüm bu olaylar sırasında ölen adamın oğlu Abdullah da vardı.
Peygamber (s.a.v.)´e elçiler gönderen tek kabile Saklf değildi. «Heyetler yılı» olarak anılan Hicret´in bu dokuzuncu yılında Medine´ye Arabistan´ın her tarafından daha bir çok elçiler geldi. Bunlar arasında Yemen´in çeşitli bölgelerinden gelen elçiler ve putperestliği bırakıp Müslüman olduklarını duyuran dört Himyerli Prensin mektupları da vardı. Peygamber (s.a.v.) onlara samimiyetle cevap verdi; onlara İslâm´ın emirlerini haber verdi. «Dinine bağlı olan bir yahudi veya bir hristiyanın dininden döndörülmeyece-ğini, fakat cizye (haraç) ödeyip, Allah´ın Rasulü´nûn himayesi altında olacağını»[5] belirterek yahudi, hristiyan ve Müslümanlardan vergi toplamak üzere göndereceği elçilere iyi davranmalarını emretti. Dinsel ayrılıklarla ilgili olarak nazil olan bir âyette şöyle denilfyordu.:
«Sizden her biriniz için bîr şeriat ve bir ydl yöntem kıldık. Eğer Allah[6] dileseydi, sizi bir tek ümmetten kılardı; ancak (bu) size verdikleriyle sizi denemesi İçindir. Artik hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah´adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir» (Maide: 48).
Gelen heyetlerin hepsinden sonuç alınamıyordu. Bı´r Ma´un´daki katliamdan sorumlu olan Amir İbn Tufeyl şimdi Beni Amir´in başına gelmiş ve kabilesinin baskıları sonucunda Medine´ye gelmek zorunda kalmıştı. Fakat cahil bir adamdı. İslâm´a karşılık Peygamber (s.a.v)´den kendisini halifesi olarak ilân etmesini istedi. Peygamber (s.a-v.). «O ne senin içindir ne de kabilen içindir» dedi. «O halde», dedi Amir, «Sen şehirlileri yönet, bana da göçebeleri ver... «Hayır» dedi. Peygamber (s.a.v.); «fakat sana süvarilerin idaresini veriyorum, çünkü sen atlardan anlayan bir adamsın.» Bedevi lider için bu yeterli değildi. Hor görerek; «Bir-şeyim olmayacak mı yani?» dedi. Geriye dönerek: «Her tarafı sana karşı atlılar ve yayalarla dolduracağım» dedi. O gittikten sonra Peygamber (s.a.v.) dua etti. «Allah´ım, Beni Amir´e hidayet ver ve Tufeyl´in oğlu Amir´in şerrinden İslâm´ı kurtar.» Amir yolda bir saldırıya uğradı ve eve varmadan öldü. Kabilesi yeni bir temsilci kurulu gönderdi ve anlaşma yapıldı. Şair Labîd (r.) de elçilerden biriydi ve Müslüman olmuştu. Bundan sonra şairliği bırakmak istediği söyleniyordu. «Buna karşılık ´ Allah bana Kur´an´ı verdi» demişti. Fakat yine de yeteneklerini dinin hizmetinde kullanarak Ölünceye dek şiir yazmaya devam etti.
Hac zamanı yaklaşıyordu. Peygamber (s.a.v.) hacılarla ilgilenme görevini Ebu Bekir (r.)´e verdi. Ebu Bekir (r.) Medine´den üçyüz kişiyle yola çıktı. Fakat onlar gittikten kısa bir süre sonra, Müslüman ve müşrik Mekke´ye giden tüm hacıların duyması gereken önemli bir âyet nazil oldu. Peygamber (s.a.v.) «Bana benim ailemden birinden başkası temsilci olamaz» dedi ve Ali (r.) ´e tüm hızıyla gidip hacılara yetişmesini söyledi, inen âyetleri Mina´da okuyacak ve o yıldan sonra Kâ´be´ye çıplak girilemeyeceğini ve putperestlerin son defa Haç yaptıklarını ilân edecekti.
Ali Cr.) yetiştiğinde Ebu Bekir (r), topluluğa kumanda etmek üzere mi geldiğini sordu. Ali (r.) onun kumandası altında olacağını söyledi ve birlikte yola çıktılar. Namazları Ebu Bekir kıldırdı ve hutbeleri de o okudu. Bayram günü, tüm hacılar kurbanlarını kesmek üzere Mina vadisinde toplandıklarında Ali (r.) ilahî mesajı açıkladı. Mesajın konusu, putperestlere serbestçe gidip gelme için dört ay mühlet verildiği, bu süreden sonra Allah´ın ve Ra-sulü´nün onlara, karşı bir sorumlulukları olmayacağıydı.
Onlara savaş ilan edilmişti. Bundan sonra görüldükleri yerde öldürülecek ya da esir alınacaklardı[7]. İki istisna yapılmıştı Peygamber (s.a.v.)´le özel anlaşması olan ve bu anlaşmaya uyanlar anlaşma süresi bitinceye etek güvenlikte olacaklardı, eğer bir putperest himaye isterse ona himaye verilecek, îsîâm ona tebliğ edildikten sonra emin bir yere yerleştirilecekti. Putperestlerin çıkarılmasıyla sadece ticaretlerinin durgunlaşacağını değil değerli hediyelerden de mahrum kalacaklarını zanneden yeni Müslüman olan Mekke´lilere hitaben yeni bir âyet nazil olmuştu:
«Ey iman edenler, müşrikler ancak pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mesciâ-i Harama yaklaşmasmlar. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız. Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar. Hiç şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.» (Tevbe: 25).
Peygamber (s.a.v.) Hicret´ten sonra onuncu yıl olan ertesi yıl hemen hemen tümünü evde geçirdi. İbrahim, yürümeye başlamıştı ve henüz Konuşmaya başlıyordu. Hasan (r.) ve Hüseyin (r.)´in, Zeyneb Cr.) adında bir kızkar-deşleri olmuştu ve Fatıma (r.) dördüncü bir çocuk bekliyordu. Ailenin diğer yakınları arasında Cafer (r.)´in üç oğlu vardı. Cafer´in ölümünden sonra Esma (r.) ile evlendiği için bu üç çocuk Ebu Bekir (r.)´in üvey oğullan olu-
yordu. Esma (r.) da bir bebek bekliyordu. Peygamber (s.a. v). Esma´nm kardeşi Ümmü´1-Fadl (r.)´ı çok severdi. Mekke´de iken sık sık onu ziyaret etmek adetiydi. Abbas (r.) Medine´ye yerleştiğinden beri yine sık sık ziyaret ediyordu. En büyük oğulları Fadl fr.) olgunlaşmış ve Peygamber (s. a.v.) tarafından sevildiğini gösteren birçok olayla karşılaşmıştı. Bunlardan biri de, Peygamber (s.a.v.)´in Meymu-ne (r.)´de kaldığı zamanlar, yeğeni Fadl (r.)´ı onunla-birlikte kalmaya davet etmesiydi.
Delegeler bir önceki yıl gibi gelmeye devam ediyordu Bunlardan biri, Peygamberle (s a.v) anlaşma yapmak isteyen Necran hris Uyanların d andı. Onlar Bizans yönetimin-deydiler ve geçmişte Konstantinapol´den birçok yardım görmüşlerdi. Altmış itişi olan delegeleri Peygamber (s a.v.) Mescid´de kabul etti. Onların dua etme vakti geldiğinde Peygamber (s.av.) onların doğuya dönerek dua etmelerine izin verdi.
Kaldıkları sürece yapılan görüşmelerde birçok ilkelere değinildi, isa´nın kişiliği hakkında Peygamber (s.a.v)´le arasında birçok anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine şu âyetler nazil oldu-
«Şüphesiz, Allah ka´ında İsa´nın durumu, Adem´in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı[8], sonra da «ol» demesiyle o hemen oluverdi. Gerçek, Rabbindendir. öyleyse kuşkuya kapılanlardan olma. Artık sana gelen bunca ilimden sonra, onun hakkında seninle «çekişip-tartışmalcra girişirlerse» de ki: «Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra kcrşthkh lanctleşelim de Allah´ın lanetini yalan söylemekte olanların üs´üne kılalım.» (Al-i Imran: 59-61}.
Peygamber (s.a.v.) bu âyetleri hristiyanlara okudu ve onları kendisi ve ailesi ile buluşup âyette Önerilen şekilde
anlaşmazlığı çözmeye davet etti. Onlar düşüneceklerini söylediler, ertesi gün Peygamber (s.a.v.)´e geldiklerinde, Ali (r.)´nin, Fatıma lr.)´nın ve iki oğullarının yanında olduğunu gördüler. Peygamber (s.a.v.) büyük bir aba giymiş ve hepsini de içine alacak şekilde yaymıştı. Bu nedenle bu beş kişiye, «ehl-i aba» denirdi. Hristiyanlara gelince, anlaşmazlığı artık daha fazla devam ettiremeyeceklerini anladılar. Peygamber (s.a.v.î onlara, vergi vermeleri karşılığında kendilerinin, kiliselerinin ve tüm diğer mallarının İslâm devletinin koruması altında olacağını vadeden bir anlaşma yaptı.
Bu yılın ilk aylarında süren neşeli mutluluk İbrahim´in hastalanmasıyla birlikte sona erdi. Bir süre sonra onun uzun süre yaşamayacağı ortaya çıktı. Onu annesi Mariye (r.) ve teyzesi SirînCr.) tedavi ediyorlardı. Peygamber (s. a.v.) onu sık sık ziyaret ed´yordu ve ölürken yanındaydı. Çocuk son nefesini verdiği ide kucağına aldı ve gözlerinden yaşlar boşandı. Onun yas ve feryadları yasaklaması, ölüm sonrasındaki tüm üzüntü belirtilerini de yasaklamış olduğu anlaşılıyordu. Bu yanlış anlama hâlâ bazı zihinleri meşgul ediyordu. Abdurrahman İbn. Avf (r.): «Ey Allah´ın Rasulü, sen bunu ağlamasını kastederek yasaklamadın mı? Müslümanlar seni ağlarken görürlerse onlar da ağlarlar» dedi. Peygamber (s.a.v.) yine ağlamaya devam etti ve konuşabilecek hale geldiğinde: «Ben bunu yasaklamadım. Bunlar acıma ve merhamet belirtileridir. Merhametli olmayana merhamet olunmaz. Ey ibrahim, eğer tekrar buluşma va´di olmasa, bu herkesin geçmek zorunda olduğu bir yol olmasa ve son gelenimizin ilk gidene yetişeceğini bilin eşek, senin için daha fazla üzülürdük. Yine de senin için çok üzülüyoruz, ey İbrahim. Göz ağlar, kalb hüzünlenir, Allah´ın gücüne gidecek birşey söylemiyoruz» [9]dedi.
İbrahim´in Cennette olduğunu söyleyerek Mariye (r.) ve Şirin (r.)´i teselli etti. Onları bir müddet yalnız bıraka tıktan sonra Abbas (r.) ve Fadl (r.) ile birlikte döndü, îki yaşlı adam oturmug onu seyrederken genç adaın cenazeyi yıkadı. Daha sonra, cenaze mezarlıktaki küçük mezarına kondu. Üsame (r.) ve Fadl Cr.) çocuğu mezara uzattıktan sonra Peygamber Cs.a.v.) cenaze namazını kıldırdı ve kabrin başında oğlu için dua etti. Mezara toprak atıldığında hâlâ mezarın başındaydı. Daha. sonra bir kırba su getirmelerini ve mezarın üstüne serpmelerini emretti. Atılan toprağın yüzeyinde dengesizlik vardı, buna işaret ederek: Sizden biriniz birşey yaptığında, onu mükemmel yapsın» dedi. Toprağı eli ile düzelterek yaptığı iş için «Bu ne iyilik ne de zarar verdi, fakat hüzünlenenin gönlünü ferahlattı»[10] dedi.
Peygamber (s.a.v.) birçok kez, yaptığı her dünyevi işte kişinin mükemmeli araması gerektiğini vurgulamıştır. Birçok sözü de bu amacın dünyevi olmadığını ve uhrevi olduğunu belirtir. Ali, Peygamberin (s.a.v.) bu konudaki tutumunun şu sözlerle özetlenebileceğini söylemiştir: «Her zaman yaşayacakmış gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.» Her zaman ayrılmaya hazır olmak, her zaman uhrevi olmaktır. Peygamber (s.a.v.): «Bu dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol»[11] demiştir.
İbrahim´in öldüğü gün, cenaze gömüldükten sonra bir güneş tutulması olmuştu. Bazıları bunu Peygamber (s.a. v´Jin üzüntüsüne bağladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): «Ay ve güneş Allah´ın işaret ayetlerindendir. Onların ışığı hiçbir insanın ölümü için kesilmez. Onların tutulduğunu görürseniz, aydmlanmcaya kadar dua edin.»[12] dedi.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bak Bol. 30
[2] I. I. 536.
[3] I. I. 0L7.
[4] Mirkhand, Ravdat os-Sâfa II Cilt, 2. 55, 671-2 eski kaynakları zikredcr. Brk. B. XXIII, 76
[5] I. I. 953
[6] Daha ünce de belirttiğimiz gibi Kur´an´da birinci şahıstan üçuncu şahısa (Biz... Allah) geçiş sık sık kullanılır.
[7] Bismillah er-Rahman er.Rahim kelimeleriyle başlamayan tek curo olan Tcvbe Suresinin başında .esirgeme ve bağışlama iü]mlorinin zikrcdilmemesi bu mesaim sertliğini vurgular.
[8] Buradaki sözler «annesinin rahminde» diye anlaşılmalıdır, Çünkü Isa?nın, Adem´in yaratılışı gibi birden bire yetişten olarak: yaratılması sözkonusu değildir.
[9] I. S. I/l, 88-9.
[10] Agc.
[11] B. LXXXI, 3.
[12] I. S. I./l, 88-9.
SİYER-İ NEBİ
- Ahenk ve Uyuşmazlık
- Ailelerde Bölünmeler
- Aileni Uyarıp Korkut
- Allah´ın Evi
- Anlaşmanın Bozulması
- Apaçık Bir Zafer
- Bedir Savaşı
- Bedir´e Doğru
- Beni Kaynuka
- Beni Kurayza
- Beni Nadir
- Bir Kaybın Tekrar Bulunuşu
- Bir Oğul Kurban Etmeye İçilen And
- Bir Peygambere Duyulan İhtiyaç
- Bir Suikast
- Boykot ve Kaldırılışı
- Büyük Bir Kayıp
- Cennet ve Ebediyyet
- Çöl
- Defn ve Hilafet
- Dereceler
- Düzensiz Saldırılar
- Ebu Cehil veHamza
- En Çok Sevdiğin Kim?
- Es-Saa (Kıyamet)
- Esirler
- Evlilik Önerileri
- Evs ve Hazreç
- Fil Yılı
- Gelecek