ihya.org

2. Abdülhamit

Hatt-ı Hümayun

Vezirim Said Paşa: Arifi Paşa'nın bu kerre başvekâletten infisali lüzumuna binaen memuriyet-i mezküre uhdenize tev­cih kılınmış, dahiliye nezareti sadr-ı esbak Mahmud Nedim Paşa' ya ve bilcümle dâirelerin teftişi ahvaliyle tahkikat-ı ha-sile ve tedabir-İ ıslahiyyeyi doğrudan doğruya ve bizzat hu­zurumuza arz etmek üzere devair müfettişliği namıyla teşkili nezdimiz de tensib olunan memuriyet-i mühimrne Safvet Pa-Şaya ve Şura-yı Devlet riyaseti Arifi Paşa' ya ve hariciye ne­zareti Sava Paşa'ya ve evkaf nezareti Suphi Paşaya ve Mâli­ye nezareti İbra him Edip Efendiye ihale olunmuştur.

Nuh'be-i efkârım devletimizin husul-i saadet ve selamet ve İtilayı kudreti kaziyyesi olduğundan tevhikat-ı ilâhiyyeye isti­naden cümle heyet-i vükelamız tarafından bu yolda sarfı me­sai ve gayret olunması matlubumuzdur. Cenab-ı Hakk maz-han tevfik buyursun.

3/zilkade/1296 -20/ekim/1880

Padişahın Mehmed Said Paşa'yı Tanıması

Bu vak'ayı 2. Abdülhamid Hân'ın uzun zaman başkâtipli­ğini yapan Tahsin Paşa'nın hatıratından takip edelim: "Padi­şah, ilk başkâtibi olan Said Paşa'y1 da önce Cemile Sultan'ın sarayında pek sık rastladığından tanıma imkânı bulmuştur. Halbuki padişaha başkâtip olarak Mithad Paşa ve arkadaşları Sadullah Paşa'yı hazırlamışlardı. Ancak padişahın hazırlana-nanı değil Damad Mahmud Ceİâleddin Paşa'nın tanıştırmış olduğu Said Efendiyi tercih etmişti.

Günümüzde İstanbul'da yolcu taşıyan şehir hatları vapur­ları arasında ismi Hüseyin Hâki olan bir vapur vardır. Bu isim umuyorum ki 1870'li yıllarda Şirket-i Hayriye meclis-i idare­si reislerinden olan Hüseyin Hâki Efendi'yi yâd etmek için verilmiş olabilir. Tabii ki böyle kadir bilen müessese ve idare­cilerini takdir vazifemizdir. Şimdi bu izahdan sonra, yazımız ile alakalı bahse aid bölüme avdet edelim.

Bir İhtilafın Neşeti!

Tanzimat Meclisi Reisi Yusuf Kâmil Paşa bir gün Mehmed Said efendiyi yanına çağırtır. Paşanın yanında Mahmud Celâ-leddin Bey'de bulunmaktadır. Yusuf Kâmil Paşa; bize iki mü­ellif lâzım oldu. Müellif-i evvel Mahmud Bey, müellif-i sânî'de sensin. Der. Vilâyetler yasasını yazınız diye sözleri ne devam eder. Bu sırada Mahmud Bey; müsaade buyurunuz kulunuz yazarım. Dedi. Bunun üzerine Kâmil Paşa: "Said Bey müellif-i sânî'dir" cevabını vermesine rağmen Mahmud Bey ısrar edince, Said Bey: "Beyefendi kulunuz, yazsın" dedim, diyor. Bunun üzerine Yusuf Kâmil Paşa, yüzüme mâna dolu bir ta­vırla baktı. Adetâ; bu bakışta o yazabilir mi? Sorusu görülü­yordu. Said Bey: Nizâmnâmeyi yazdım ve Yusuf Kâmil Pa-şa'ya takdim. Tetkik etti. Mahmud Bey'le beni Sadrıazam ÂH Paşa'ya gönderdi. Gitdik verdik. Bir kaç gün nezdinde kaldı. İki noktası tashih olunmuş, bir madde de kendi Ieri ilâve et­mişti. Bana 4. rütbeden Mecid-i Nişanı verdi. Mahmud Bey; o vakitden beri bana husumet ve rekabet gösterirdi. Demek­te Mehmed Said Paşa. Hemen biz buraya sıkıştıralım ki, "Son Sadrıazamlar" adlı önemli bir eser yazmış olan M.

Küçük Mehmed Said Paşa

Her ne kadar Halil Rıfat Paşanın hastalığı döneminde Kadı Abdurrahman Paşa aynı zamanda kabinede adliye nâzın ola-ak yer aldığından, sadaretede vekâleten bakıyordu. 2. Ab-dülhamid (1897 harbinin sonunda vermiş olduğu kaydı ha-vat şartıyla sadrazamım olarak kalacaksınız sözünde ısrarla durmaktaydı. Halil Rıfat Paşa; padişahı verdiği sözün ağırlı­ğından kurtarmak niyyetiyle bir kaç defa is'tifasını gönder-mişsede Abdülhamid hân nazik bir lisanla ret etmiştir. Bu zâ­tın vefatından sonra sadrıazamlığa vekâlet etmekte bulunan Kadı Abdurrahman Paşanın sadareti beklenmekteydi. Nite­kim Padişah kendisine sadarete asaleten tâyini hususunda bilgi gönderdiysede, Kadı Abdurrahman Paşa, vekâleti esna­sında yaşamış olduğu hâlin kendisine ilka ettiği bazı hususlar içinde kalmış olabileceğinden vede büyük bir hukukçu oldu­ğundan olacakki, bazı şartlar ileri sürerek kabul edebileceği­ni, aksi takdirde görevi alamayacağını belirten bir cevap gönderdi.

1293/1878 Harbi Kayıpları

Bizim Osmanlı târihine bakan ve bunun hakkında kanaat izhar eden zevatın mübalağalarla dolu zem etmelerinin,ya­nında yine mübalağadan fariğ olamayan medihçilerin tarzı, târih sevenler ve okurlarını haylice te'siri altına almaktadır. Bana kalırsa; bundan da bir rekabet doğuyor ve işin ortasını bulalım'ın düşüncesini takip edenler ortaya çıkıyor böyle-cede, nice meşkûk meseleler gün ışığına değilse fikri plânda yeni ve daha mutmain edici izaha kavuşabiliyor.

Bu minvalde 1293/1877 Osmanlı-Rus savaşı neticesi Ayastefanos Antlaşmasıyla bir statü kazanmış, bilahire Ber­lin konferansı bu statüyü değişik bir hâle ve bizim lehimize şevke yardımı herkesin kabul ettiği hâldir. Bu meyanda biz bu savaş sonucunda zayiatımızı T.Yılmaz Öztuna Beyefendi­nin; "Büyük Türkiye Târihi" adlı çalışmasının 7. Cildinin 167. sahifesinden yapacağımız alıntıyla sayfamızı tezyin edelim efendim. Bu çalışmanın ciddiyeti, belirttiği hususlar, mübala­ğacıların yolunu tıkamakta, müdellel yâni delilli tarihçilik an­layışının bir mahsûlü bulunduğundan rakamlar ve izahat gü­venilirdir.

Berlin Konferansı

Biz ve Rusya'dan başka bu konferansa, İngiltere, Alman­ya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya katılmıştı. Daha önce yapılmış avrupa antlaşmalarının üç tanesi ki, bunlar 1815'de Viyana, 1856 Paris ve 1871 Versay antlaşmaları-dırki bunlar cidden siyasi bakımdan büyük değişiklikler ya­şanmasına vesile olmuşlardır. Avrupanın,Osmanlı'ya en ya­kın bölgesi olan Balkanlar'daki yerlerde devlet-i âlîyenin tederece tenzil eden Ayastefanos antlaşmasının hükümlerini ortadan kaldırması hasebiyle yukarıda saydığımız "tüm antlaşmalara dördüncü olarak katılması gereken bir antlaşma çıkarmıştır, Berlin Konferansı. Almanya'nın Berlin şehrindeki bu konferansın yıldızları, Alman başvekili Prens Bismark ve Abdülhamid Hân'ın İngilizleri, Ruslar üzerine havli kışkırtmayı başaran beyanları İngiliz murahhasını Rus­ları sindiren bir güç hâline getirmeye yetmişti. 1870'den son­ra Almanya, İngiltere'nin hemen ensesinde olan durumuyla cihanın 2.devleti hâline gelmişti. Bu muahedenin elle tutulur tarafı, Rusya karşısında menfaat karşılığı olsa da avrupa devletlerinin ileri gelenleri Osmanlıyı vikayeyi yâni korumayı bırakmamış olmasıydı.

Kıbrıs'ın İngilizlere Verilmesi

Muhterem okurlarımız yukarıda Sultan Hamid'in İngiltere Kraliçesi majesteleri Viktorya'ya sulh te mininde yardımları­nı temenni ettiğini bildirdiğinde biz, majestelerinin bu ricaya müşavir ve kabineyle temas edip, ingiltere'nin menfaati hak­kında şüphesiz bilgi almış olduğunu ve teşebbüsünü ondan sonra başlatmış olacağını ifade etmiştik. Tâbiiki Kıbrıs'ın gündeme gelen ikramı meselesi bizim o nazariyemizi doğru­lar mahiyette kabul edilirse hata edilmiş olmaz.

Ali Süavi Olayı

Sarıklı ihtilalci diye de anılan Ali Suavi Bey, çok cerbezeli, bir kaç lisan bilen ve izdivacını bir İngiliz bayanla yapmış ve bu bayanın intelejans servisin ajanı olduğu pek kuvvetli riva­yettendir. Mektebi Sultanîde denilen Galatasaray Lisesi mü­dürlüğünü ifa etmiş bir kimsedir. Kavgacı mizacı kimseyle geçinememesine sebeb teşkil eden bir şahıs olduğu herkes tarafından teslim olunur. Bu adamın, şuuru düzeldiği bildiri­len 5.Murad'ı yeniden tahta çıkarmak için 20/Mayıs/1878'de gün ortasında kıyam etmiş ve bir saltanat darbesine teşeb­büs etmiştir. Tahta çıkarmaya çalıştığı eski padişah bile o günler de, Yeşilköy'de bulunan Moskof'un, milletin başına bir belâ olduğunun idrâki içinde keder dîdeyken bu nereden programlandığı bilinmeyen siyasî meczup bitmesi imzalana­cak sulha bağlı olan savaşın gerçek mağdurlarını teşkil eden Rumeli muhacirlerinden bir kaç yüz kişiyi etrafında toplamış uğursuz teşebbüsüne atılmıştır. Atılmasına atılmıştırda, Ye­di/Sekiz Hacı Hasan Paşa'nın ünlü sopası kafasına İndiğinde hayatla ilişiği daha 39 yaşındayken kesilmiş oldu.

Büyük Tatil Hakkında Mütalaa (Ayastefanos antlaşması)

Abdülhamid Han cennetmekân hatıratında şu mealde bir beyanda bulunur. Bir takım kimseler meclisi açmış olmamızdan dolayı beni Mikado yapacağından söz ediyor. Halbuki bu sağlıklı bir söz değildir. Çünkü; Mikado Japon imparatorunun lakabı olup, onlar tek bir ulustur. Halbuki bizde bir çok ka­vimin bulunduğu gibi, başka başka dinlerden olanlar, hâttâ iç işlerinde müstakil, hârici meselelerde bize merbut prenslikler vardır. Böyle bir toplulukta teklik kabil değildi der.

Edirne Antlaşması

2. Abdülhamid hân cennetmekân, devletin başında dola­şan me'şum havanın artık doğrudan kendi müdehalesine ihityacı olduğunu eş ve dostun vede düşmanın gördüğünü sergiledikten sonra bataklıkları kurutma ameliyesine başla­mak için önce bir mütareke, daha sonra da sulh müzakerele­rine girişip İstanbul'u kurtarmak bir sükûnet denizi temin et­mek, hızla terakki eden dünyanın sanayii, ticari ve İç timai ayatına uydurabilmek için gereken atılımları yapmak, icâb eden mektep ve müesseseleri kurarak devletin âtî'sinî yâni geleceğini hazırlamak mesuliyetini boynuna borç olarak ka­bullendiğinden, nefsini, tasavvuf tâbiri olan İngiltere Kraliçesi majesteleri Wiktorya'ya mütareke ve sulh içinde yaşamak, bunu teminde müzaheret­lerini istemek mahviyetini gösterdi. Majesteleri bu müracaatı şüphesizki insanî bir değer olarak değil, İngilterenin ne men­faati olabilir zaviyesinden mutlaka görüştüğü müşavir ve ka­bine ile birlikte İttihaz edip, Rus Çar'ina mektup yazmış oldu­ğunu söyleyebiliriz. Rusların da, bu bir çocuğun doğabileceği zaman dilimi kadar imtidat eden yâni 9 ay, 7 gün süren sa­vaştan sonra şiddetle mütarekeye ihtiyacı vardı.

Osmanlı-Rus Savaşı: Talih Dönüyor!

15/Ekim/1877'de Alacadağ meydan muharebesi Rusların lehine inkişaf eden bir savaş oldu. Mücadele esnasında Ferik Ömer ve Hacı Raşid Paşalar 6 bin askeriyle birlikte esir düş­tüklerinden, düşman elindeki bu rehinelerin hayatını tehlike­ye sokmamak için çekilme yolunu tercih eden Gazi Ahmed Muhtar Paşa mağlup bir ordu değil adetâ çekilme nasıl olur? Nasıl muntazam bir şekilde tek bir mermiyi bile düşmana kaptırmadan, eratın burnunu kanatmadan ricat edilir örneği­ni gösterdi ve avrupah erkân-ı harpler bu çekilişin taktik ve varyasyonlarını senelerce askerî mekteplerindeki derslerde ya- sanan misâller bahsinde tetkik ve münakaşa ettiler. Yir­mi gün süren muntazam çekiliş sona erdiğinde 4/Kasım gü­nü Erzurum'a gelindi. 14 gün sonra da Kars şehrimiz Rusla­rın eline düştü. Talih dönmüş, şark illerimiz çorap söküğü gi­bi elden çıkıyordu. Rusları Kars ile Erzurum arasında durdur­ma çabaları başlamıştıki, İstanbul'dan" Sultan Hamid'in çağ­rısı geldi. İstanbul savunması için teşrif ediniz.

Osmanlı-Rus Savaşı: Seraskerin Telgrafı

Bunlar olup, biterken makaım-ı seraskerî'den Müşir Muhtar Paşa'ya gelen telde, meâlen şunlar yazılı idi: "Londra proto­kolünün reddi cihetine gidileceğinden Rusya'nın sınırı her an geçmesi mümkündür. Gafil olunmaması dikkat ve teyak­kuzda olunuz."tavsiyesi bulunuyordu.

Bütün bunların peşinden Öztuna Bey'in "Büyük Türkiye Târihi" adlı eserinin 7. cildinin 155. sahifesi şu satırlarla an­latmaya başlar 93 Harbinin Anadolu cephesini: "Tuna (Ru­meli) cephesinde savaşın seyri bu şekli takip ederken, ikinci fakat daha az ehemmiyetli Kafkas (Anadolu) cephesinde mühim hareketler oldu. Sauaş patladığı zaman 90 bin Türk askeri ve 97 sahra topu vardı (kale topları hâriç) Başkuman-

Osmanlı-Rus Savaşında Durum Tesbiti

Harita meselesinden sonra Paşa'nın görev dağılımını tetki­ke aldığı görülür ve bunların Kars, Ardahan ve Doğu Bayezid merkezli kumandanların isim listesini emrettiği görülür. Bu arada da her komutan emrinde kaç tabur asker, taburların adları, mevcudun redifi (yedek), ne kadarı nizamiye askeri­dir. Top sayısı, topların cinsleri, seyyar top sayısı, mühimmat ve erzak ile lâzım gelen diğer ihtiyaç nereden nasıl temin olunacağı, top çeken katırlar, süvari alayları ve bunların hay­vanları hakkında bütün bilgilerin rapor haline getirilmesi ve ulaştırılması yapıldı. Ardahan istihkâmı haricinde Ferik Kasap Hüseyin Paşa komutasında, on tabur piyade ve iki batarya seyyar top; Kars'da Ferik Hüseyin Hami Paşa kumandasında otuzdokuz tabur piyade ve altı batarya seyyar top; Karakli-se'de Tatlıoğlu Mehmed Paşa komutasında oniki tabur piya­de ve iki batarya top, ayrıca iki tabur Bayezid'de, dört tabur da Van cihetinde olduğu, Mirliva Şahin Paşa kumandasındaki altı taburun, Erzurum ile Kars arasında bulunan Pasinler ilçe­sinin Horasan ve Karaurgan köylerinde oldukları görülmüş­tür.

Osmanlı-Rus Savaşında Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın İkazı

Yukarıda adı geçen Başımıza Gelenler adlı eserin yazarı Mehmed Arif Bey merhum diyorlarki: "Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile bir gün bu harbin sebeb olduğu idarî malt ve askeri zararlarımızdan söz ederken Paşa: Demişti" Di­yor. Biz burda Gazi Ahmed Muhtar Paşanın savaşa girilme­mesi esbab-ı mûcibesini ifadeye lüzum görmüyoruz.

Osmanlı - Rus Savaşının Anadolu Cephesi

Meşhur 1293/1877 Osmanlı-Rus muharebesinin Anadolu cephesine dâir anlatacaklarımıza geçerken "Başımıza Gelenler" Mehmed Arif Beyefendi'nin yazdığı kıymetli eser M.Er­tuğrul Düzdağ Beyefendi tarafından nefis bir sadeleştirmeyle lâtin harfli neşriyatımıza kazandırılması çeyrek asrı aştı ve zaman, zaman Osmanlı Târihinin pek elîm ve te'siri büyük bu savaşının hatıralarını, adı çjeçen eserden okurum. Târihde büyük değişikliklere sebeb olmuş nice savaşlar vardır, ancak bu savaş Osmanlı İslâm devletinin dünya yüzündeki hatır-ı sayılır hâlini hayli rahnedar etmiş, büyükçe toprak kaybı-nada sebeb olduğu gibi', dört asırdır yaşanmamış kesafetde ve sıkıntılı bir muhacerat yaşanmasına sebebiyet vermiştir hem devamı esnasında hemde neticesi itibarıyla. Balkanların haritası hiç böyle mühim değişikliğe maruz kalmamıştı. Bu facia ne kadar çok anlatılırsa anlatılsın yinede bütün kemâla-tı ile anlatmak nakâbildir, Allah'dan Mehmed Arif Bey merhumun eserinin 1.cildinin 62.sahifesindeki "Mâ iâ yüdrekü küllehu lâyütrüke külluh"

Top