ihya.org

4. Murat

Hüsrev Paşanın İran Üzerine Seferi

Sadrazam Hüsrev paşa İran'a yapılacak bir sefer hazırlığı­na başlamışken bir isyan hareketi zuhura gelmişti. Bunun se­bebi akça yerine kuruş talebinde bulunmaları idi. Hüsrev pa­şa enerjik davranmış ve bu işin liderliğini yapan Dağlardelisi Mehmed Ağa ile Müteselim Mehmed Ağanın kellelerini omuzlarından düşürtüvermişti. Hüsrev paşa sert tedbirlerle herkesi sindirmişti ama halkta bu sertlikten şikâyetçi idi.

Bu sırada ise İran'da kırk yıl Şahlık yapan Şah Abbas öl­müş yerine Şah Safî 2. Abbas unvanıyla İran tahtına otur-muştu. Yeni İran Şahı son derece kan dökücü bir adamdı.

Hüsrev paşa Üsküdar'dan hareket etmiş, yolda halkı ezen vazifesinde başarısızlık veya suiniyet gösterenleri en sert şe­kilde cezalandırarak Diyarbakır'a geldi. Burada bir harp di­vanı toplayan sadrazam, hedefin Bağdad olduğunu ancak nehrin durumunun geçişe müsait olmadığını, bu sebeble Bağdad'ın muhasara edilemiyeceğini İstanbul'a bildirdiler.

Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin Vefatı

Sultan 1. Ahmed'in de Şeyhi olan Aziz Mahmud Hüdaî Hz.leri aslen Kadı (Hakim) ve medrese müderrislik yaparken bir gün âlemi mânada meslekdaşlannin büyük bir bölümünü cehennem ateşinde gördüğünden mensub olduğu mesleği bırakıp Şeyh üftade Hz.lerine intisab edip orda pişmiş ve ta­savvuf makamlarında süratle mesafe kat ederek zamanın kutbu olmuştu. Bursa'dan kalkıp İstanbul'a gelmiş ve Üskü­dar sırtlarında yaptırdığı tekkede kendisine mesele soranlara rehber olmuş ve devleti aliyyenin tabii bir danışmanı haline gelmiştir. İhtilal zamanlarında tekkesi felâkete duçar olan şa­hıslara bilhassa devlet adamlarına bir sığınak yeri olmuştur. Sadrazam Kâmil Paşa «Tarihi siyasiyye» adlı eserinde «elan benim ziyaret etmeği vazife bildiğim tekkedir» diye yazmıştı. Şeyh Hz.lerinin manevi havasında hâlâ istifade edildiği sırrı­na işaret eder. İşte Şeyh Efendi Hz.leri vefat ettiğinde Hazreti padişah çok üzülmüş ağladığı çok sağlam zatlar tarafından rivayet edilmiştir. Bu elim kayıp vuku bulduğunda tarihler Hicri 1038, Miladî 1629 yılını gösteriyordu.

Kırım Gailesi

Daha yukarılarda gördüğümüz gibi Canik Giray Kırım'ı idare ediyordu. Kazaklara iltica eden Mehmed Giray ile Şa­hin Giray yirmibin mevcudlu bir birlik ile gelip Kırım'da ikti­dar talebinde bulundular. Canik Giray'ın bağlıları ile iktidara talip olanların arasında şiddetli bir muharebe vukubuldu. Mehmed Giray başına isabet eden bir mermi ile can verdi. Şahin Giray yenileceğini anlayınca Lehistan'a sığındı.

Avusturya ile yapılmış Zitvatorok antlaşması yine uzatılıp mUtad karşılıklı hediyeler teati olundu.

Yemen Meselesi

Abaza paşa'nın meydana getirdiği gaile sona erince Os­manlı topraklarına huzur ve rahat gözle görülür bir hale ge]-diysede Yemen'de Zeydi'lerin İmamı kendisine «Emir ül Mü'min» unvanı ile para bastırmış, Beylerbeyi Haydar paşayı Sâna şehrinde muhasaraya almıştı. Haydar paşa bu içinde bulunduğu durumu bir haberci ile bilmiş, Mısırlı Komutanla­rdan Kapsu Bey İstanbul'dan gönderilen onbin askerle Ye-men'e gitmiş ve Yemen Beylerbeyi Aydınlı paşayı Haydar Paşaya yardım etmemekte suçlu görmüş paşayı idam ettir­miş, üç ay kadar Yemen'de oturduktan sonra Sânâ'yı yine Zeydîlerin imamına terk edip Mısır'a dönmüştür.

Hüsrev Paşa'nın Sadareti

İyi bir asker olan Hüsrev paşa sert mizaç hatta birazda kan dökücü olduğundan, asker icraatını korkuyla beklemeğe başladı. Hakikaten de Hüsrev paşa icraata başlayınca bütün faz)a kelleler omuzlardan düşmeğe başladı. Bu hal derhal bir intizama sebeb oldu. Bu sırada İran Şahı bir elçi göndermiş Bağdad şehri kendi oğluna verildiği takdirde Kaanunî Sultan Süleyman devrindeki hududlar esas olmak üzere çekilmeyi kabul ettiğin bildirdi.

Hüsrev paşa bir çok tedbir aldıktan sonra nihayet Tokat'a hareket etti. Oradan da Erzurum'a geçti. İstanbul'dan yüklet­tiği topları Samsun limanı vasıtasıyla Erzurum önlerine getir­tip, şehrin muhasarasına başladı. Muhasara bütün şiddetiyle ûndört gün sürdü. Haîil paşa'nin yetmiş günde düşüremediği Erzurum disiplinli ve sert bir kumandanın idaresinde derhal teslime karar kıldı. Abaza Paşa, Hüsrev paşa'nın dehaletine sığındı.

Damad Halil Paşa'nın İkinci Sadareti

Hafız Paşa'nın sadaretten azli ve onun yerine Halil Pa-şa'nın mezkûr göreve, Çavuşbaşı Ali Ağa ise Yeniçeri Ağalı­ğına tayin olunduğunda tarihler Hicri 1036, Miladî 1627 yılını gösteriyordu.

Halil paşa sadrazamlığı omuzlarına aldığında seyri sulukta Efendisi olan Aziz Mahmud Hüdai (K.S.)'ün Üsküdar'daki dergâhına gidip hayır duasını istirhama gitti. Şeyh Efendi gö­revin hayırlı olsun fakat uzun sürmeyecek diye kendisini ikaz etti. Efendisinin ikazını daima kulağında küpe yaparak 14 günde Haleb'e vardı. Orada üç ay süren bir hazırlık yaptı. Bu hazırlıkları tamamlamışken İran'ın Ahıska'yı tehdid ettiği ha­berini aldı. Hemen ilk tedbir olarak Dişlenk Hasan paşa'yı beşbin kişilik kuvvetle o tarafa gönderdi. Bu arada Abaza Paşa'ya da bir mektup gönderen sadrazam, Dişlenk Hasan paşa'ya yarımci ol ve böylece senin hakkında belirmeye başlayan hatta son noktasına gelmiş olan asi unvanı bu yar­dımınla belki kökleşmeden zail olur mealinde tavsiye etti.

İki Ateş Arasında

Şimdi durum çok tuhaf, tuhaf olduğu kadar da vahim bir durum arzediyordu. Şöyleki; Bir takım İranlı kuvvetler elinde Bağdad kalesi, kaleyi muhasara eden Osmanlı ordusu, bu orduya yavaş yavaş muhasaraya almaya hazırlanan Şahın komutanlığındaki ordusu. Sadrazamın işi epeyi zor bir vazi­yetti. Ayrıca lojistik durumda endişe verici idi. Altıncı ayını bulmuş olan muhasara Basra ve İstanbul'dan gelen toplar ve cephane vasıtası ile kuvvet bakımından güçlenmeyi temin etmişse de yiyecek olarak dururjı hiç de iyi değildi. Orduda yiyecek bir şey kalmamış, hurma ağaçlarında hurmalar tü­kenmiş, sıra dallarını, otlarını yemeğe gelmişti. Tam bu sıra­da Şah, binbeşyüz kişilik bir kizılbaş gurubunu adeta ipnotize etmiş, çok şiddetli bir hücum sürüsü halinde orduyu hüma­yuna dalkılıç saldırtmıştı. Elhak kabulü gerekirki bu az fakat dünya ile yaşama bağlantısını koparmış olan kuvvet kendisi­nin canlarını Osmanlı askerine pek pahalıya mal etti. Azdan az, çoktan çok gider misali bu huruçta kendini bir daha gös­terdi. Tükendikleri zaman Osmanlı askerinin verdiği şehid sayısı onların çok çok üzerinde idi. Fakat bu küçük fakat kanlı savaşta mağlup olmuş sayılırdı.

Oyalama

Muhasaraya yeniçerinin direnmesi üzerine yeniden baş­lanması esnasında Şah Abbas ordusuyla yakınlara kadar gelmiş bulunuyordu. Sadrazam Hafız paşa, Şah'in ordusunun uzak yoldan geldiğini, yorgun olduğunu istihbar ettiğinden dolayı vakit geçirmeden, en ufak bir nefeslenme imkânı ver­meden üzerlerine yürümeyi uygun gördü. Derhal saldın plâ­nını yapıp harekâta geçti. Öncü birlikler birbirleri ile karşılaş-tıkan yerlerde mübarezeye başladılar; artık savaş hafiften hafiften başlamışken Sadrazamın otağı önünde Şah'in elçileri gÖrülüverdi. Şah'ın gönderdiği elçinin getirdiği nâme son de­rece gülünç ve hakikaten zaman kazanma ve oyalamaya nfratuftu.

Haçlı Zihniyetinin Dış Kapıya Yüklenmesi

Sağlam bir bünyeye saldırmak hiç bir zaman akıllı bir dav­ranış olmaz. İşte bunu daha o zamandan keşfeden haçlı zih-niyyeti merkezi idareden uzak Tunus, Cezayir ve Trabiusgarb eyaletlerini hasta uzuvlar olarak seçmiş onlarla bir takım antlaşmalar ve ikili münasebetler kuruyordu. Bu devletler gerek İngiltere gerekse Fransa'dan başkası değildi. Gayet ta-biidirki bu iki devlet kaypak ve hedefü politika bakımından bu gün bile güçlü devletlerden sayılır.

Bir İmha Hareketi

Bağdad şehri Şahın idaresinin eline geçtikten bir kaç gün sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ve şehir bir bir evle­re girilerek hem nüfus sayımı yapılmış, hem de silah namına ne varsa nizam icabı denerek alınmıştı. Sayımdan çok kısa bir zaman geçince şehrin zenginlerinden sünnl olanlar, bir hafta süren amansız işkencelere tabi tutularak servetleri söy-lettirilmiştir. Bu arada Hz. Hüseyin (R.A.) Efendimizin türbe-darı; Şah Abbas'a bir defter vermiş ve bu defterde ismi yazılı olup Sünnîlikten mezhebi şiâ'ya geçenler hayatlarını kurtar­mışlar gerisi kamilen şehid edilmişlerdi. Bunların içinde iki zât ki; biri Bağdad kadısı Nuri Efendi diğeri Camii kebir İma mı Ömer Efendi İdikİ, şu şartla kurtulmaları teklif edilmişti: Hz. Ömer (R.A.) ve Hz. Osman (R.A.) Efendilerimize sövme­leriydi. Bu iki zât böyle şen'i söz söylemektense şehadet şer­betine razı geldiler ve oracıkta birer iple hurma ağacına ası larak şehid edildiler. (Bu yazdığımız bölüm inanılmaz bir id­dia gibi addedilir diye bir iki kaynak vermeyi lüzumlu gör­dük: Tarihi Ebul Faruk yazan Mehmed Murad cild 5, yine İs­mail Hakkı üzunçarşılı TTKY3. c. 1.

İran Gailesine Doğru

Eski vazifesi Bağdat subaşılığı olan ve Bekir Subaşı olarak anılan cesur, kurnaz bir adam vazifesi sırasında temin etmiş olduğu servetin verdiği imkânlarla, eyalet Beylerbeyi Yusuf paşa'nın askerine kumandan olmuş ve bir subayını Simav kazasına vergKtoplamak için göndermişti. Ne varki; Dîvan bunu haber alır almaz dörtbin yeniçeri ve bin Azap askerini Bekir Subaşı'nın takibine gönderdi. Bekir Subaşı'nın amansız düşmanı Azap Ağası Mehmed Ağa, Bekir Subaşı'nın yoklu­ğundan istifade ederek Bağdat Beylerbeyliğinin asli görevlisi Yusuf paşa ile anlaşarak ani bir taarruzla şehre girmek ister. Fakat Bekir Subaşı'nın oğlu Mehmed durumu haber alır al­maz şehrin kapılarını kapadığı gibi toplanda Azap Ağası ile Yusuf paşa'nın askerinin üzerine tevcih eder. Diğer taraftan Simav kasabasında kendisini yakalamağa gelen kuvvetleri kesin bir mağlubiyete uğratan Bekir Subaşı şehrin önünde Yusuf paşa ve Azap Ağası Mehmed'i görünce onlara hücum eder. iki ateş arasında kalan Yusuf paşa ve Azap ağası İki gün dayanabilirler ve neticede savaş Bekir Subaşı'nın kesin galibiyeti ile hitam bulur. Bu ana baba gününde Yusuf paşa başından aldığı bir yaranın neticesinde şehid olur.

İlk Döneklik

Yeniçeriler, üst üste aldıkları cülus bahşişi münasebetiyle Sultan 4. Murad'ın taht-i saltanata iclasında bahşiş istemeye­ceklerine dair söz verdikleri halde, az bir müddet sonra «cü­lus isterük» diye tutturdular. İkimilyon osmanlı altını bulan meblağ saraydaki altın tabakalar ve tepsiler eritilerek karşı­landı.

Sadrazam Kemankeş Ali paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi'yi görevinden azlettirdi. Allah'dan yeni gelen zât merhum şehid Genç Osman'ın kaimpederi, Şeyhülislâmoğlu Şeyhü­lislâm Esad Efendi idi.. Neyse, çok değerli bir zât iie ondan belkide daha değerli bir zât nöbet değiştirmiş oluyordu.

Sultan 4. Murad Han

Babası: Sultan I. Ahmed Han

Annesi: Kösem Mahpeyker Sultan

Doğum Tarihi: 1612

Vefat Tarihi: 1640

Saltanat Müd.: 1623-1640

Türbesi: İstanbul'dadır.



Sultan 1. Mustafa Hân'ı ikinci defa odasına gönderen ve taht ile alâkasına kestiren ve elinden tuttuğu Sultan Ahmed cennetmekân merhumun üçüncü şehzadesi Murad'ı Sadra­zam Kemankeş Ali paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendinin yar­dımları ile devleti aliyyenin tahtına oturtmuş ve böylece dün­yanın o zamanki 1 numaralı devleti olan osmanlı devleti ve dünya için yepyeni bir devir başlamış oluyordu.

Boğaziçinde 1612 miladi yılında doğan Sultan Murad Hân, taht'a geçtiğinde Hicri 1032, Miladi 1623 yılıyla birlikte he­nüz oniki yaşını ikmal etmemişti. Taht'a geçtiğinin ertesi gü­nü sünnet-i hitan merasimi yapılmış ve sünnet olmasından beş gün sonra da kılıç kuşanma merasimi icra olundu.

Şüphesizki bu kadar küçük bir çocuğa bir naib lâzımdı. İş­te o nâib henüz 28 yaşında olan ve Osmanlı tarihinin en önemli Sultan hanımlarından olan Kösem Mahpeyker Valide sultandı.

4. Murad Han

Padişahlık Sırası 17

Saltanatı 17 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 82
Cülûsu 10 Eylül 1623
Babası Sultan Birinci Ahmed Hân
Annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultan
Doğumu 27 Temmuz 1612
Vefâtı 9 Subat 1640
Kabri İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir

Osmanlı padişahlarının on yedincisi ve İslâm halifelerinin seksen ikincisi. Babası birinci Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) sultandır. 27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğdu. Tam bir İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından husûsi dersler aldı.

Top